YER: Çankaya Belediye Başkanlığı Mithatpaşa Cad. No: 52 Kızılay
TARİH: 7 Haziran Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi – İHD (Mahmut Konuk – Sözcü)
2 / Makine Mühendisleri Odası Metin Yücel – İSG Komisyon Üyesi)
3 / Anka LGBT (Furkan Aydın, Rıdvan Akyüz – Üye)
4 / Elvan- Der (Dilman Akyol – YK Üyesi)
5 / Ankara 78’liler Girişimi (Mahmut Emin Avcı – Sözcü)
6 / Türk Tabipleri Birliği (Melda Pelin Yargıç – Merkez Konsey Üyesi)
7 / Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu (Yusuf Şahin – Başkan)
8 / Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – CEİD (Göksu Günay – Üye)
9 / Doğal Yaşam Derneği (Fatma Tuğba Yağcı – Üye)
10 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
11 / İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi (Aslı Saraç – YK Üyesi)
12 / Sosyal Demokrasi Derneği (Mustafa Selmanpakoğlu– YK Üyesi )
13 / Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (Nilgün Nazilli – Üye)
14 / Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği (Türkay Asma – Başkan)
15 / Soma için Acil Yurttaş Girişimi (Deniz Gümüşel, Nihat Boyraz – Sözcü)
16 / Ankara Kadın Girişimciler Derneği – ANGİKAD (Şenay Özdemir – Üye)
SENDİKALAR
1 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
2 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı – YK Üyesi)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Muzaffer Yurttaş (Ak Parti Manisa MV)
2 / Cemalettin Şimşek (MHP Samsun MV)
PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Mükremin Barut (BDP-HDP Çankaya İlçe Başkanı)
2 / İsmail Yiğit (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi)
DİĞER KATILIMCILAR
4 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Oya Özden
GENEL KONU: Soma’nın Ardından, İş Güvenliği
KONUŞULANLAR
Yusuf Şahin: Bu olayları ilk defa yaşamıyoruz. Alt tabakadaki insanlara alınyazısıymış gibi kapitalizmin dayatması olarak ve onları insan yerine koymayarak sunuyoruz bunu. Bu sadece maden sektörü için geçerli değil. Türkiye gerikalmışlık konusunda hep ilk sırada? Başbakan neden nefret üreten söylemlerle ortamı geriyor? Başbakanın kimseyi tokatlama hakkı yok. Soma’daki fotoğrafa hepimiz içimiz sızlayarak baktık. 20 gün öncesinde muhalefet partisinin önergesini ciddiye almamak nedir? Bu duyarsızlık ve emek mücadelesini yok saymak, ciddiye almamaktır. Her olay olduğunda acımız büyük, önlemler alınacak deniliyor; alay mı ediliyor bizimle? Umarım gelecekte görebileceğimiz olumlu işaretler olur.
Mahmut Emin Avcı: Bugüne kadar hiçbir iktidar iş cinayetlerini üstlenmemiştir. Ülkemizde iş cinayetleri kader ya da normal ölüm olarak yansıtılmakta ve iktidar aklanmaktadır. Ucuz işgücü ve ucuz maliyet hesaplarıyla iş ve can güvenliği önemsenmemektedir. Soma’da yaşanan maden faciası bize işçiye nasıl bir değer verildiğini anlatıyor. Bu katliamda ölenlerin ailelerini, yakınlarını ve Soma halkını anlamamız gerekir. Soma’daki işçilerin sorunları çözülmüyorsa çözümsüzlükler can kaybına neden oluyorsa sorumlu olan devlete, AKP iktidarına ve patronlara karşı halkın tepki göstermeleri doğaldır. Ak Parti de CHP ve MHP gibi sermaye yanlısı olup sermayenin çıkarlarını gözetmektedir. Soma’da yaşananlar bunun örneğidir. Halklara yapılan şiddet ve baskı halkın öfkesini sokağa taşırmaktadır. Soma ile gördük ki düzenin tanrısı paradır. Bu düzenden beslenenler 1tek millet, tek vatan, tek bayrak” diyerek halkı sömürmektedir. Soma göstermiştir ki ezilenlerin kaderi birdir. 2012’de çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve yönetmelikler gerçeğe uygun hazırlanmış görünmektedir. Ancak iş güvenliği uzmanlığı ve denetimlerin bağımsız yapılırlığı konusunda sorunlar vardır. Somut önerilerimiz ise şunlar: ILO inceleme heyeti davet edilmelidir. Böylece soruşturma uluslar arası denetime açılmış olur ve sorunlar da bertaraf edilmiş olur. Taşeronlaşma tamamen yasaklanmalıdır. Kamu denetimi bağımsızlaşmalıdır. İş müfettişleri ile soysal güvenlik müfettişlerinin siyasi müdahaleden bağımsız olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimlerinin ücretlerini SGK’dan almaları sağlanmalıdır. Maden sektöründeki asgari ücret daha yüksek olarak belirlenmelidir. 176 sayılı ILO Sözleşmesi imzalanmalıdır. 211 sözcük
Osman Karyağdı: Sömürüye dayalı bir sistemin içerisinde Soma tablosu kaçınılmazdı. Korkum yine aynı şeyleri yaşamamız. Kanun çıkarıcıların çoğu patron olduklarından dolayı işçinin haklarını göz önünde bulundurmuyorlar. 8 saat çalışma süresi 6 saate indirildi, daha önce meclis bunun farkında değil miydi? İş güvenliği uzmanlığı konusundaki sınavlarda A, B ve C kategorileri arasında deneyimle orantılı olmaksızın çok ciddi farklar yok. Uzmanların kağıt üzerinde fazlalığı söz konusu. Daha önce madende 30 bin ton kömür çıkarılırken, şu anda ihalelerdeki kotalara göre 80 bin ton kömür isteniyor. Bunun için de işçilerin çok zorlanıyor olması lazım. Patronlardan oluşan bir meclisin sonucudur bu. Bu sorun, sadece madenlerde yok. Sistem sömürüye dayalı olduğu için her alanda var. Ben eğitim kurumunda çalışıyorum, orada da durum aynı. Bugün tekstilde kaç kişi sigortasız çalışıyor, meclis bilmiyor mu? Biz bu sistemle gidersek, daha çok Soma yaşarız. Soma’da yaşanan bir katliamdır. Şu anda bile insanlar iş yerlerinde ölmeye devam ediyorlar.
Enver Önder: Soma konusunu sadece oradaki kömür ocağı bağlamında tartışmak eksik bir yaklaşım olur. Bu ülkede bugün Taksim’de, Kızılay’da, Diyarbakır’da can güvenliği yoksa, Soma’da can güvenliğimizin olmaması çok doğal. Devlet öncelikle yurttaşına karşı işe yerleştirme ve iş güvenliğini sağlama sorumluluğu yerine işleri taşerona havale ederek, kendisi devlet olma, örgütlenme sorumluluğundan kaçmaktadır. Yurttaşa haklarını tanımamakta, onu dinlememekte, sendikalara hükmetmeye çalışmaktadır. Devlet kamu adına güvenlik önlemlerini almamış, emekçiyi taşeronun hırsına kurban olarak sunmuştur. Bu acıların gerçek sorumlusu, yaşamın her alanını özelleştirme ve taşeronlaşmaya açarak sermaye karşısında devleti sıfırlama noktasına getirmiş patronları doruğa çıkarmış olan bugünkü hükümettir. İşçiyi, çalışanı, tüm yurttaşını patronlara kurban vermiştir. Devlet ne yapıyor peki? Devlet denetim gücüdür, her şeye ben karar veririm, benim olurum olmadan temiz hava bile soluyamazsınız diyecek büyük bir kudrettir. Bu nasıl bir kudretse, bu kudreti de bizden alıyor. Soma’da yaşanan acı, medyaya bolca meşgale yarattı. Medyada özür üretilmeye, genel sorumlular aklanmaya, mağdur işçiler için su aranmaya çalışıldı. Bu mantıkla bu ölümlerin çoğalacağı endişesini taşıyorum. Sistemin insana mı ranta göre mi kurgulandığının tartışılması gerekiyor. Bu sistem insanı kul ve ümmet, koyun yerine koymaktadır. Bu mantık devleti ciddiyetten uzaklaştırmaktadır. Sorun mevzuatta değil. Mevzuatın çoğu dünya standartlarıyla kıyaslanabilecek biçimde kağıt üzerinde vardır. Rant düzenini değiştirmiyorsanız, devlet alt işveren adına hareket ediyor, kamu adına hareket etmiyor ve denetim mekanizmalarını işletmiyorsa, hangi mevzuat olursa olsun iş yapmaz. Bu nedenle en büyük sorumluluk bize düşüyor. Biz yurttaşlık haklarımızı zorla almak durumda kalacağız. Sesimizi ve yumruğumuzu yükseltmek zorunda kalacağız. Ben bu emekçinin karnını doyurursam, iş gücünü arttırırım ve yine bundan ben yararlanırım gibi bir mantığı bile geliştiremiyorlar. Gözlerini para hırsı bürümüş; ölen ölür, kalan sağlar bizimdir diyorlar. 263 sözcük
Türkay Asma: Tüm ülke bu acıyı içinde hissetti. Bu işin peşini bırakmamalıyız. Mış gibi yapan bir devlet, sendika, denetleme sistemi bu ölümleri aydınlatamayız. Bizler hep birlikte hayır demeliyiz. Çalışma Bakanı diyor ki; 176 sayılı ILO Sözleşmesi’ni kabul etmedik çünkü bizim mevzuatımız çok daha iyiydi, bu o kadar aldatmaca bir cümle ki. Uluslar arası sözleşmelerin çoğunda yazar; bu sözleşmenin hükümleri eğer o ülkenin kendi mevzuatında daha iyiyse o uygulanır. Eğer 176 sayılı sözleşme kabul edilseydi, dışarıdan denetici gelecekti ve tüm bu ocakların kapatılmasını emredecekti. Bu nedenle sözleşme kabul edilmedi. Taşeron sistemini devlet neden kaldıramaz? Çünkü maden yasasına göre madenler devletin malıdır. Rödevans denilen bir sistemle işletilirler yani özel sektöre devredilirler. Bu sistem yasadan kaldırılmadıkça yapılan hiçbir değişiklik göstermelik olacaktır. İşçinin erken emekli olması yetmez; orası yaşanılır bir yer olmalıdır. Rödevans sisteminin kaldırılacağından, alt yapı sorunlarının giderileceğinden hiç söz edilmiyor. Tüm uygulamalar sistemle uyumlaşmış. Sendikalar işçi haklarını denetlemek için vardır peki neredeydiler? Biz neden sendikalara neden hücum etmiyoruz, sen neden görevini yerine getirmiyorsun diye?
Oya Özden: Rödevans sistemi tartışılması gereken bir konu. Birkaç uzmana sorduk. Soma’da yaşanan rödevans değil, hizmet alım sözleşmesi. Devletle patron arasındaki sözleşme, hizmet alım sözleşmesi. Bu konu üzerinde de durabiliriz belki.
Mahmut Konuk: Dünya global bir köy olduğundan beri kapitalizm her yerde karşıtıyla rekabet ederek gelişiyor ve Türkiye’de işçi ücretlerini maliyet unsuru olarak düşürebildiği kadar düşürmek hedefine dönük çaba harcanmasında etkili. 1993 konseptinde, 3620 Kürt köyü yakılıp yıkılarak 3.5-4 milyon yerinden yurdundan edilerek ucuz işgücü olarak kullanıldı. Bunların çoğu büyük kentlerde asgari ücretin üçte biri fiyatına çalıştı. Türkiye’de işçi ücreti böylelikle düştü. İkinci faktör olarak Doğu Bloğu ülkelerinden gelen ama ağır işlerden ziyade ev içi işlerde hizmet gören insanlar oldu. Son yıllarda Suriye’den göçen 1 milyona yakın insanın bir kısmı dilenci bir kısmı da ucuz iş gücü oldu. Bu kadar ucuza çalışmaya hazır işgücü varken, Türkiye’nin yerli nüfusu asgari ücreti yükseltme şansına sahip midir, değildir. İlk üç gün Başbakandan, çalışma bakanından, enerji bakanından patrona kadar herkes, her şeyin mevzuata uygun olduğunu, denetim yapıldığını, iş ve işçi güvenliği konusunda her şeyin yapıldığını söyledi. İş güvenliği ve iş sağlığı konusunda Soma madeninin en iyisi olduğunu söylediler. Üç gün sonra da mevzuata uygun olmadığı anlaşıldı. Trafo patlaması dendi, yalan çıktı. İşçiler kar ve para hırsıyla köle gibi çalıştırılmış. Kullanılması gereken maskeler 30 dolarlık çin malıdır ve işe yaramazdır. Yaşam odası kurulması için gereken 5 milyon dolar harcanmaz çünkü Soma Holding’in o parayla dikeceği gökdelenler vardır. Yasanın adı bile İşçi Sağlığı değildir; İş Sağlığı ve İş Güvenliğidir. Bu ülkede en ucuz şey işçi sağlığıdır, işçinin hayatıdır. Kot taşlama işçilerinde gördüğümüz Slikozis hastalığı maden işçilerinde ve protez laboratuarlarında çalışanlarda da vardır. Sorun şu ki; birincisi, işçinin sağlığına maliyet unsuru olarak bakılıyor. İkincisi, üretim sürecinde işçinin denetimi yok. Üçüncüsü de işçiyi denetleyecek iş güvenliği elemanları bağımsız değillerdir. Dördüncüsü sendikalar, ölümler meydana gelmeden önce yürümelilerdir, sokağa çıkmalıdırlar; ölümlerin ardından değil. Kabahat işçi sınıfındadır; örgütlenme konusunda eksik olan bizleriz. 278 Sözcük
Pelin Yargıç: TTB’nin bu alanda katkı sunabileceği birkaç başlık olabilir: Meslek hastalıkları, ölümlü iş kazaları ve iş cinayetleri, sağlık çalışanlarının sağlığı, işyeri hekimliği vb. Bunlardan sağlık çalışanlarının sağlığı konusuna değineceğim. Yakın zamanda laboratuarda temizlik görevlisi olan ama laborantlık yaptırılan bir arkadaş kırım Kongolu kanama nedeniyle yaşamını yitirdi. Bu kişi aslında sağlık çalışanı olarak bile görünmüyor, taşeron işçisi yani. Bu konu da geniş bir alan olduğu için şiddet ölçeğinde daraltarak anlatacağım. Sağlık çalışanlarına yönelik mesele, 2012’de bir hekim arkadaşımızın bir hasta yakını tarafından bıçaklanmasıyla; aslında iş cinayetlerinin de alanına girmiş bir konu. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle alakalı onlarca bildirim her gün birliğimize ve sendikalara ulaşıyor. Gerçekte sözlü ve fiziksel şiddet vakası bildirilmeyenlerle birlikte günde yüzlerce aslında. Sağlık alanında şiddete uğrama oranı diğer alanlara oranla 16 kat yüksek ve hastaneler yüksek riskli çalışma yerleri. TTB’nin bu konuda girişimleri oldu, meclis de adımlar attı. TBMM’nin Sağlıkta Şiddeti Önleme Komisyonu, Necdet Ünüvar başkanlığında toplandı. Biz bu komisyonun raporunu da beğenmiştik. Rapor, sağlık sisteminin aslında sağlıkta şiddeti büyük oranda ortaya çıkaran şey olduğunu ortaya koyuyordu. Hasta yakınlarının uyguladığı şiddet aslında sağlık sistemine yönelik ve bunun temsilcisi konumundaki sağlık çalışanları bireysel olarak bu şiddete maruz kalıyorlar. Olumlu öneriler vardı raporda. Sistemle ilgili koşulların, fiziksel güvenlik koşulların düzeltilmesi (şifreli kapılar gibi) önerileri vardı. Medya üzerinden sağlıkta şiddeti teşvik eden, örneğin dizilerde, görüntüler var. Bunlar toplumumuzda karşılık buluyor yazık ki. Bunun yönelik bir medya ve sağlık etiği kurulu kurulması önerildi. Kamu spotları. TTB’nin hazırladığı spotlar vardı ancak bazı kısıtlarda dolayı çok fazla dolaşıma girmedi. Hastanelerde hasta hakları birimi var. Bunun yanında çalışan sağlığı ve güvenliği kurulu kurulup ikisinin beraber iletişim merkezi adı altında çalışma, hastalar ve sağlık çalışanları arasındaki iletişimi arttırabilecek bir öneriydi. Komisyon bu anlamda iyi çalıştı ama meclis çalışıp devamını getirmedi. Bizim bir yasa tasarısı önerimiz var. Herhangi bir kamu görevlisine yönelik şiddete uygulanan cezanın yüzde elli arttırılmasını talep ediyoruz çünkü sağlık emekçisine bir şiddet uyguladığınızda sıradaki hastaların da hizmet almasını önlemiş oluyorsunuz. Bu kabul görmedi. Bunlar hala arkasında durduğumuz önerilerimiz. İki sonuç cümlesi söyleyebilirim: Sağlık ortamında yaşanan şiddetin çözümü için temel nedenlerin doğru tespit edilmesi gerekiyor. Sağlık çalışanlarına yönelik hasta ve hasta yakınlarının saldırılarının uygulanan sağlık sistemine yönelik olduğunu hatırlamak gerekiyor. 354 sözcük
Şenay Özdemir: İş güvenliği ve sağlığını sağlamak için iki ana konu üzerinde dururuz: birincisi nedeni anlamak; kazaların ve hastalıkların nedeni nedir. İkincisi, bunları nasıl önleyeceğiz? Nedeni anlama konusuna baktığımızda 6331 sayılı yasa ve yasanın ardından gelen gelişmeler, sadece mevcut sertifikalı hekim ve iş güvenliği uzmanı açığını kapatmaya dönüktü ve yeterli eğitim kriteri gözetmeksizin sadece sayısal değerlere yönelik bir içeriğin ötesine gidemedi. Başta Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere Türk Tabipleri Birliği ve diğer meslek örgütlerinin, sendikaların, üniversitelerin ilgili bölümlerinden akademisyenlerin ve işverenler katıldığı kurullar oluşturulmalı ve bu kurullar, hizmetin içeriğini ve kalitesini güçlendirecek bilgi üretmeli. Soma’daki kazadan sonra şu sorulmalı; başlangıçtaki risk değerlendirmeler nasıl yapılmış, nasıl sonuçlanmış? Böyle bir kazanın en başta öngörülmüş olması beklenir. Bunlarla ilgili çalışmalar yetersizce, bu alandaki eğitimleri de sorgulamalıyız. Daha temel çözümler üretilmeli. Bugünkü mevzuat çerçeve mevzuattır. Kimin neyi nasıl yapacağını belirtmemektedir. Soma olayından sonra Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı kömür madenindeki iş sağlığı ile ilgili kitapçığa baktım. Acil durumla ilgili sadece iki soru var: Acil durum yeterli mi, evet-hayır; ilk yardım yeterli mi, evet-hayır. Bu kadar sınırlı. Burada nedeni anlamaya yönelik çok daha kurumsal ve yapısal önemli köklü değişikliklere ihtiyaç var. Tüm sektörler için geçerli bu. İkinci olarak nasıl önleriz kısmında üç temel yaklaşım vardır: 1. Mühendislik önlemleri alınması, 2. Eğitim (Burada eğitilmesi gereken en önemli taraf işverendir. Biz hep işçinin eğitimi üzerinde duruyoruz ama işveren eğitilmeli ki iş güvenliği için gerekli olan şeyleri yerine getirsin), 3. Zorunlu kılma (İyi bir mühendislik önlemi alıp, doğru eğitimleri sağlayıp zorunlu kıldığımız zaman, bu halkayı tamamlarız.) Peki mühendislik önlemleri olarak neler yapılmalı? Bundan kısa bir süre önce ODTÜ’de madenlerle ilgili önemli bir çalıştay oldu. Amerika’daki, bizdeki Çalışma Bakanlığı’na karşılık gelen ve sadece madenlerle ilgili kurumun başındaki yetkili Türkiye’ye geldi. ABD’de son meydana gelen maden kazasında 32 kişi hayatını kaybetti. Bunlardan 4’ü kurtarma ekibinden. Bunun üzerine Amerikan Senatosu toplanıyor, masanın bir tarafına NASA, diğer tarafına Amerikan Hava Kuvvetleri’ni çağırıp elinizdeki ileri teknoloji ile maden sektörüne destek vereceksiniz diyor. Onlar da insansız olarak tespitleri yapacak robotları devreye sokuyorlar ve ilgili kurum kanun çıkarıp zorunlu hale getiriyor. Tüm maden ocakları yüz bin dolar değerindeki bu robotu almazlarsa cezalandırılacaklar. Bu konuda bizde de net olarak belirlenmiş ciddi yaptırımlar olmalı. Yaşam odası yapılmalı demek yetersiz, kaç işçiye ne kadar gerekiyor, bu söylenmeli. Benim en çok önemsediğim konu işverenin eğitimi. Bunun teşvikleri de olmalı; prim indirimi ve eğitim konusunda. İşçi ve işveren sendikalarının da iş güvenliği konusunda belli akademik gruplardan yardım alarak ortak akıllar üretmesi gerekiyor. Bu iş siyasetüstü bir iş. İçinde yaşadığımız şehri de sorgulamamız lazım. Burada biraz medyaya iş düşüyor. Bizim doğru soruları sormamızı sağlayacak bilgiye yönelik programlar yapmalı. 425 sözcük
Deniz Gümüşel: Toplantıya ilk defa katılıyoruz. Soma’daki katliamın olduğu ilk gün Soma için Acil Yurttaş adında bir girişim oluşturduk. Soma’nın bizim için ne olduğunu, ne anlam ifade ettiğini ve etmesi gerektiğini söyleyerek başlamak anlamlı olacak. Bizce Soma, kapitalist sistemin neoliberal anlayış çerçevesinde, ekonomiyi düzensizleştirme çabalarının ve müdahalelerin doğal bir sonucudur. Üstelik Soma bize sistemin bütün aktörleriyle birlikte nasıl çöktüğünün de resmini vermiştir bize. 301 artı soru işareti canımız sistemin göçüğünün altında kalmıştır. Sistemin aktörleri derken kastettiğimiz, bu madenden kar elde eden şirket, kamu kuruluşu, enerji bakanlığı, çalışma bakanlığı, 12 yıldır ülkeyi yöneten Ak Parti ve mecliste vekilliğimizi üstlenen tüm partiler ve tüm sivil örgütlerdir. Hepimizin bu katliamda payı var. Soma katliamını, Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak bir vesile olarak düşüneceksek, İş güvenliği adlı dar bir başlık altında konuyu tartışmak, bizi gerçeklerden uzaklaştıracaktır; bu küçük bir eleştirimiz olsun. Soma katliamındaki iş güvenliği meselesi başlık olarak hatalı; İş ve İşçi Sağlığı ve Güvenliği olarak geçer dünyada. Türkiye’de ısrarla İş güvenliği olarak geçer. Türkiye’de emek boyutu yok sayılmakta. Bu nedenle konunun adının doğru konulmasında yarar var. büyük tabloya iyi bakmak gerekiyor. Parçacı bir yaklaşım bizi, sorumlulukları teşhis etmekten uzaklaştırır. Başta Türkiye’nin enerji ve doğal kaynaklar projeleri olmak üzere Soma katliamının Türkiye’nin kalkınma politikalarını değerlendirmek için bir fırsat olması gerektiğini düşünüyoruz. Başbakanın 1800’lerin İngiltere’sinden örnek vermesi hiç tesadüf değildir, bilinçaltı doğru çalışmaktadır. Türkiye artık neoliberal koşullar altında kapitalizmin ilk günlerini yaşamaktadır ve işçi sınıfının elde etmiş olduğu tüm hakların geri alınması için yapılan saldırıları görmemiz gerekiyor. Küresel ekonominin isteği üzerine oradaki köylüler önce kendi topraklarında sadece mono kültüre dayalı tütün üretmek zorunda kalmışlardır yıllarca; sonra da ulusötesi şirketler gelip bu haklarını da ellerinden almıştır. Kendilerine yetebilen köylüler, bir süre sonra maden işçisi olmak durumunda bırakılmıştır. Devlet tarafından halk için üretildiği söylenen kömür ve enerji, şimdi özelleştirilmeye çalışılıyor. Şirketlerin kar hırsına ve sermayenin hizmetine sunulan büyük bir ekonomiden bahsediyoruz. Soma’nın ardından İş ve işçi sağlığı ve güvenliğine, kuralsız ve esnek çalışma gibi tüm düzenlemelere bakalım. Bugün meclisteki tasarıda bir madencinin çalışması 5 gün ve günde 6 saat ile sınırlanıyor ama bunun karşılığında ne kadar maaş alacağını bilmiyoruz. Eğer maaşından indirilecekse çok anlamsızdır, bu bir soru işareti şu an. Hayati riskleri olan bütün sektörlerde taşeronluk sistemi acilen yasaklanmalı. Bugün kamu kurumlarının sadece yan hizmetlerde taşeron kullanabileceği söyleniyor ama aynı zamanda bütün madenler ve enerji sektörü özelleştiriliyor. Kısa vadede zaten kamunun elinde taşeron kalmayacak ki, bu konudaki bir düzenleme işe yarasın. Bu düzenlemenin neyi maskelediği ya da neye hükmünün geçmediği konusunda uyanık olmalıyız. Biz orada kaç canımızın çocuk işçi olduğunu hala bilmiyoruz. Resmi rakamlara inanmıyoruz. Çocuk işçiliği tüm sektörlerde acilen yasaklanmalıdır. Çocuk ve genç işçilerin çalıştırılması usul ve esaslarını düzenleyen yönetmelikte, 2013’te çocuk ve gençlerin çalıştırılamayacağı sektörler diye bir bölüm vardır. Bugün ise böyle bir liste yoktur, kaldırılmıştır. 21. Yüzyılda Türkiye hala fosil yakıtlara mecbur bırakılmaktadır. Soma’da bu yüzden bir sürü canımızı hala kaybediyoruz. Ama biz de ölüyoruz, biz de bu işten zararlı çıkıyoruz. Türkiye bütün ekonomi ve kalkınma politikalarını gerçek ve halkçı bir perspektifle gözden geçirmelidir. 487 sözcük
Oya Özden: Eleştirinizi dikkate alıyoruz. Biz de aslında konu başlığını önce İş ve İşçi Sağlığı olarak koymuştuk. Daha sonra mevzuatta işçi geçmiyor dedik. Ama bu doğru bir eleştiriydi.
Yakup Göker: Başbakanımız bütün platformlarda dile getiriyor. Taşeronlaşmayı kesinlikle istemiyoruz. ILO Sözleşmesi’ni istiyoruz. Kayıt dışı istihdam istemiyoruz. Örgütlenmenin önünün açılmasını istiyoruz. İş sağlığı ve iş güvenliği konusunda öncelikle işverenlerin eğitilmesini istiyoruz. Maddiyat konusunda işçi üzerinden tasarruf yapılmamalı. Denetmenlik noktasında ilgili bakanlıkların, denetime giderken haberli gitmesini istemiyoruz. Ayrıca konuyla alakalı uzman kişilerin denetim yapması gerekiyor. Okuldan yeni mezun olmuş, hayatında hiç madene girmemiş ya da benzeri işlerde yer almamış kişilerin denetim yapması doğru değil.
Metin Yücel: Makine Mühendisleri Odası olarak 2001’den bu yana düzenlediğimiz İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi yapıyoruz. Akademisyenler, bakanlık mensupları gelir; sonuç bildirgeleri çıkar; bunları bakanlıklara, meclise, üniversitelere vs. göndeririz. Bunun ötesinde çok fazla şey yapamıyoruz. Elimde odanın İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda 2010 raporu var. 2001’den beri ortaya koyduğumuz şeyler hemen hemen aynı. Bir tasarı ortaya konurken, ilgili sendikaların, meslek odalarının, üniversitelerin karar aşamasında bulunmaları ve görüşlerinin alınması gerektiğini söylüyoruz ama olmuyor. Aksine aykırı sesler istenmiyor. Muhalefet olmayınca sonuç alınmıyor. Mesela demişiz ki, “işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği eğitimine önem verilmeli ve bu konuda eğitim almamış çalışana iş başı yaptırılmamalı.” Maden gibi çok tehlikeli bir alanda hiç olmaması gereken bir şey. Çocuk işçileri, Suriyeli işçileri konuşuyoruz. Her şeyden önce vicdan sahibi olmak gerekiyor. “İş güvenliği ile ilgili eğitim müfredatı ortaöğretimde başlayacak şekilde yeniden düzenlenmeli.” diyoruz yine raporda. Ama bakıyoruz ki çocuk işçiliğini, çocuk gelinliği özendiren uygulamalar çıkıyor karşımıza, 4+4+4 gibi. Her konuda çok gerilerdeyiz. Ama ekonomide 17. en büyük ülkeyiz! Bir yerde bir yanlışlık var.
Nilgün Nazilli: İstatistiksel olarak baktığımızda 2001-2012 yılları arasında 73.587 iş kazası olmuş. Yıllık ortalama 7 bin kusuru madencilik sektöründe. Ancak meclis ve bakanlığın dikkati, ölen sayısı artınca bu sektöre yönleniyor. Adına ister rödevans, ister hizmet alım sözleşmesi, isterseniz taşeronluk deyin; devlet kömür işletmeleri kömürün tonunu yüz küsur dolara çıkarırken, yirmi küsur liraya çıkaracağım diyene veriyorsa, bu maliyetin nasıl bu kadar düştüğünü devletin kontrol etmesi lazım öncelikle. Şırnak’ta üç gün önce göçük oldu; 8 işçiden 4’ü ölü çıkarıldı. Şu saate kadar herhangi bir vekilin oradaki olaya müdahale ettiğini basında okumadım. Dikkatimiz madende; Soma’dan bu yana inşaat sektöründe kaç işçinin öldüğünü bilemiyoruz. İnşaat sektörü iş kazalarında birinci sırada. Denetim yok, sorumlular hakkında ne yapıldığı bir soru işareti. Ölümlerden sonra komisyonlar kuruluyor. Vekillerimiz yarın itibariyle Soma’ya gidecekmiş araştırma komisyonu olarak. Ciddi olarak neyi araştıracaklarını merak ediyorum. Madene girilemiyor, sorumlular tırnak içinde yargı tarafından soruşturuluyor. Dün AFAD’ta toplanan paraların halen ölen işçilerin ailelerine intikal ettirilmemiş. Bu nasıl bir düzenlemeyle, hangi takvimle ve nasıl yapılacak? Vekillerimizin araştırma konularından birisi bu olacak sanırım. Bu kadar büyük faciaların ardından global olarak Türkiye çapında bütün madenlerin denetime tabi tutulması hala düşünülmüyor mu?
Dilman Akyol: Soma neoliberal politikaların işçi sınıfı açısından yaşanası olağan katliamlardan sadece biri. Türkiye’de günde yaklaşık 200 iş kazası oluyor. Bu kazalar sonucu günde ortalama 4 kişi, yılda 1300-1400 kişi ölüyor. Yani her yıl beş Soma faciası yaşıyoruz. Soma’daki katliam gözleri maden işçilerine ve onların çalışma koşullarına çevirdi. Maden işçilerinin durumunu özel kılan şey, ölümlerinin patronların ve onların adına hareket eden hükümetlerin sorumluluğu altında gerçekleşmesidir. Maddeler halinde nedir yaşananlar? Başbakanın 18. yüzyılı referans gösterip madencinin fıtratında ölüm olduğunu söyleyerek durumu sıradanlaştırması. Soma Maden A.Ş. yönetiminin bir hafta boyunca ortalarda görülmemesi, bir hafta sonraki basın toplantısı rezaleti. Enerji bakanının saatlerce içerde kaç işçi olduğunu kamuoyuna açıklayamaması. Savcıların araştırma ve soruşturma rehaveti. Günlerce taşeron işçi yok diye söylenen yalanlar. Soma Holding’in TKİ’nin tonu 140 dolara mal ettiği kömürü 23.8 dolara mal ettiğinin sorgulanamaması. Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin iş yerinde iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerinin uygulanırlığını nasıl kontrol ettikleri. İşçi ve işyeri maliyetlerinin, çalışma koşullarından kısılarak İstanbul’a plazalar dikilmesi. CHP’nin Soma’daki madenlerin incelenmesi için meclis komisyonuna verdiği önergenin reddedilmesi. ILO Sözleşmesi’nin hala imzalanmamış olması. Türk Metal-İş’in, sendikaya bağlı işçilerin sözleşme ve yasalar gereği belirlenen haklarını koruma görevini yerine getirememiş olması. İşçilerin eğitimsiz olarak ve çin malı maskelerle madenlere indirilmesi. Soyunma odalarının ve duşların hali. Yemek için zaman ve yer ayrılmamış olması. Maden işçilerine ve yakınlarına karşı uygulanan polis şiddeti. Soma’da 301 insanımız toprak altında kaldı. Bu cinayetin sorumluları bellidir. Enerji bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, TKİ ve Soma Maden İşletmesi birinci dereceden sorumlulardır ve gereği yapılmalıdır. 239 sözcük
İsmail Yiğit: Soma’da yaşanan, sadece maden sektörüne ilişkin bir durum değil, Türkiye’nin rejimini ve sistemini de kapsayan bir katliamdı. Ülkemizde halklara ve inançlara dönük soykırımlara alışkınız. Soma bir “sınıfkırım”dı. Buna ek olarak Türkiye’de cinsiyetkırım, çocukkırım, doğakırım ve türkırım da var. Soma’da gördüğümüz ve belleğimize kazınan o fotoğrafı hiç unutmamalıyız. İki üniformalının tuttuğu bir işçi bir bürokrat tarafından tekmeleniyor; bu Türkiye rejiminin fotoğrafıdır. 28 Şubat döneminde başörtülüler coplanırdı şimdi coplananlar değişti devran değişince. Biz Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak Soma olayına ilişkin bir rapor hazırladık ve suç duyurularında bulunduk; sorumlu sendika yöneticileri ve devlet görevlileri hakkında. Bu raporun konumuzla ilgili kısımlarından bazı şeyler paylaşmak istiyorum: Türkiye’de madencilik, 54 binden fazla işçinin çalıştığı bir sektör ve son on yılda meydana gelen iş cinayetlerinde, toplam 3098 işçi yaşamını yitirmiştir. Türkiye’yi diğer ülkelerle kıyaslarken 19. Yüzyıldan değil 21 yüzyıldan örnekler vermek istiyorum. Milyon taş başına düşen ölüm sayısı Türkiye’de 7.10, Çin’de 4.08’dir, ABD’de her türlü teknolojisine rağmen 0.03’tür. ILO Sözleşmesi çok gündeme geldi. Bu sözleşmeyi imzalamasak bile anayasamızın 90. maddesini hatırlamalıyız: Buna göre uluslar arası sözleşmelerin ulusal hukukumuz üzerinde üstünlüğü vardır dolayısıyla hükümetler bu maddeyi uygulamayarak suç işlemektedirler. Soma özelindeki başka bir sorun da sendikal hareketlerin zayıflığını ve yetersizliğini gözler önünde sermesidir. Maden-İş gerektiği gibi bir toplu sözleşme yapmış ve bunun arkasında durmuş olsaydı, madende çalışma koşulları iyileşirdi. Bugün mücadeleci sendikalar işyerlerine sokulmuyor, hükümetle uzlaşan sendikalar işyerlerinde usulen sözleşmeler imzalıyorlar. Soma gibi yeni katliamlar yaşanmaması için ne yapılması gerekiyor? Bir bilinç sıçraması yaşanmalı; toplumda yaşanırsa bu meclise ve siyasete de yansıyacaktır. Sadece sözleşmelerin imzalanmasıyla olmayacaktır; sendikaların ve medyanın bu süreçleri takip etmesi gerekmektedir. 258 sözcük
Mükremin Barut: AK Parti iktidara geldiğinde, bölgelerde hükümet sarayları bile köhneyken, furya halinde E tipi cezaevi inşaatları, ihaleleri ve projeleri yapıldı. Yıllarca önce şantiye şefliği yaptığım bir çalışmada inanılmaz güvenlik önlemleri vardı. Bu tür çalışmalar bizler için okul olur ama kendi alanlarımıza bu deneyimi pek taşıyamayız. Özellikle inşaat sektöründe şantiyelerde, ölümlü kaza çok fazla. Neoliberal politikalar sonucu işçi ücretlerinin düşürülmesi gerektiği konusunda Türkiye’nin kulağına fısıldayanlar, 3400 köyün yakılması ve boşaltılması, kentlere ucuz işgücünün göçmesi, çoğu yerde sigortasız ve güvencesiz çalışmaları, işin çok somut göstergesi. Ak Parti’nin Soma’da yaptığı iş şuydu: Başbakan gitmeden bir gün önce polis yığınağı yapılmaya başlandı, milletin acısı tazeyken. Bunun yanı sıra böyle durumlarda bir afet yönetim politikası ve uzmanları olur. Burada ısrarla uzmanları konuşturmadılar. İçerde yangın var deyip buna rağmen oksijen verdiler ve yangını körüklediler. Yurtdışında robotlar üzerinden simülasyonla müdahale yapılır. Burada ise kurtarma ekibinden bile insanlar öldü diye biliyorum. Cizre’deki çökmede 8 kişi göçük altındaydı, bunu da sosyal medyadan biliyoruz. Bu ülkede sosyal medya ağırlaştıktan sonra bu ülke çok garip hale geldi. Anaakım medya, havuz medyası ondan sonra işlemeye başlıyorlar. Sosyal medya daha güvenilir. Denetçiliğin objektifliğine vurgu yapıldı. Sektördekiler, denetimciye para veriyorlarsa, eşyanın tabiatı gereği denetlenmezler. Lice’de kalekol yapılıyor; barış süreci derken, devlet bir yandan polisiye ve güvenlik tedbirlerini dayatıyor. Burada bir direniş var. Hükümet milletin gözünün içine baka baka çok kötü bir tiyatro oynuyor, insanların buna tahammülü kalmadı. 17 yaşındaki lise öğrencisine 90 yıl ceza veriliyor, Yargıtay da bunu onaylıyor. Esnek üretim sistemi neoliberal politikaların dayattığı bir sistem ve sömürü çarkını işletiyor. Soma’ya sakallı hocalar destek olarak gönderildiler! 252 sözcük
Oya Özden: Bu hafta Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bütün bu konuştuklarımızı da içeren İş Kanunu ile ilgili bir oturum yapıldı ve sonrasında bir alt komisyon belirlendi ve çalışmalarına başladı. Yarın Soma’ya gidecek komisyon da bu alt komisyon üyelerinden oluşuyor. Bununla ilgili vekillerimiz de bilgi verecek.
Cemalettin Şimşek: İnsanların daha iyi, iş güvenceli ve sağlıklı koşullarda yaşaması önemli. Soma özelinde söylersek; birkaç kişi ölünce dikkat çekmiyor ama 301 kişi birden yaşamını yitirince dikkat çekiyor. Biraz balık hafızalı olduğumuzu düşünüyorum, biraz sonra bu konu gündemden düşecek ve konuşulmayacak. Ama bu konunun gündemden düşmemesi gerekir. Her platformda iş sağlığı ve güvenliği konusunda herkesin üzerine düşeni yapması gerekir. Sağırlar diyalogu yerine; devlet dediğimiz tüzel kişiliği karşımızda değil işbirliği yapacak şekilde bir ilişki geliştirmeli, uzlaşıya varmaya çalışmalıyız. Son zamanlardaki olaylarda gördüğümüz şu ki birbirimizi dinlemiyor ve dolayısıyla anlamıyoruz. Bu da Türkiye’de kötü niyetli marjinal grupların işine yarıyor. Bir tepki ortaya koyarken marjinal grupların ortalığı kırıp dökmesini de tasvip edemeyiz. İnsana değer verip vermediğimiz nereden anlayacağız? Dünyada yaşananlara, iş kazalarına ve istatistiklere bakmalıyız. Bir şeye iş kazası diyebilmek için tüm tedbirlerin alındığı ama sonuçta ölümün ya da yaralanmaların olduğu bir durum olmalı. Türkiye’de ölümlü iş kazaları oranı yüzbinde 20.5 iken, Norveç, İsveç ve diğer ileri ülkelerde yüzbinde 2. İnsana verilen değer önemli. Geçmişte sosyalist ülkelerde de emek sömürüsü acımasız bir şekilde vardı. Biz işe akılcı yaklaşmalıyız. 2012’de İş Sağlığı ve Güvenliği hakkında yasa çıkardık ancak önemli olan sahada uygulamak. Türkiye’de 800 bine yakın işyeri var, denetim biriminde çalışan sayısı büro elemanları dahil 600 kişi civarında. Bu kadar işyerini bu kadar insanın denetlemesi ve uygun koşullara getirebilmesi mümkün değil. Bizim en büyük eksiğimiz sahada uygulamamız. Ama emeğin temsilcisi olan sendika da doğru davranmıyor. Sistemi değil insanları suçlayacağız o zaman. Sosyal yapımızda da bir eksik var demek ki. Devlet denetleme kurulu rapor yazmış, çalışan iş güvenliği istemiyor diyor, iş istiyor. Bunun nedeni de ülkedeki işsizlik sorunu. 261 sözcük
Muzaffer Yurttaş: Soma’daki olayı duyar duymaz oraya gittim ve kurtarma faaliyetlerini yakından izledim. Komisyonumuz kuruldu ve yarın akşam bölgeye intikal edeceğiz ve ilk incelemelerimizi yapacağız. Kaza anından itibaren tüm sivil toplum kuruluşları, gönüllü dernekler ve devletimizin imkanları orada seferber oldu. Ulusal medikal kurtarma ekibi, AFAD, taşkömürü işletmelerinin kurtarma ekibi de orada çalıştı. Yaklaşık 2743 personel görev yaptı. Madende olay esnasında 787 işçi çalışıyordu, 486’sı kurtarıldı, maalesef 301 işçi tüm çabalara rağmen kurtarılamadı. Bu faciadan hepimiz sorumluyuz. Böyle bir durum karşısında yargısız infaz yapmak, peşinen birilerini suçlu göstermek ya da masum ilan etmek yanlış. Olay çok vahimdir ve tüm boyutlarıyla incelenerek açığa kavuşturulmalıdır. Hükümet yargı ve adliyede kendine düşen yoluyla araştırmalarını yapmalıdır. Komisyon ne yapacak diye soruldu az önce. Komisyon basında çıkan konuları mutlaka araştıracaktır. Yangının çıkış nedeni nedir; bir haftadır madende kızışmaların olduğu söyleniyor, buna karşın bir önlem alınmış mı? İşçi sağlığı ve güvenliğiyle ilgili yapılan denetimlerde ihmaller olduğu kesin, bunları kim yaptı? Madene girişte kontrol mekanizmasının olmadığı ortadadır. Madende bir acil eylem planı var mıdır ve tatbikatlar yapılmış mıdır? Olayın idari mercilere geç haber verildiği bilgisi gerçek mi? Daha önce yapıldığı söylenen yaşam odaları niçin iptal edilmiştir? Maskelerin ve oksijen tüplerinin paslı ve çalışmaz olduğu doğru mudur? İşçilerin gördükleri aksaklıklar hakkında gerekenler yapılmış mıdır? Sendika üzerine düşeni yapmış mıdır? Ben oraya gittiğimde çoğu işçi karbonmonoksit ve anoksi dediğimiz oksijensizlikten vefat ettiler. İlk iki gün fotoğraflananlar tanınabilir durumdaydılar ve sadece ailelerine gösterildiler. Son günlerde ise ölüm sertliği nedeniyle tanınamaz hale de geldi. Bunların üzerine kimlik ya da künye yoktu. Bunlar niçin yoktu? Eğitimlerinin yapılmadığı yapılsa da kağıt üzerinde yapıldığı ve sertifikaların gerçekten alınmadığı ifade ediliyor. Denetimlerin önceden aranarak yapıldığı söyleniyor. Bu sorular didik didik edilecek. Sadece komisyon kurmakla iş bitmiyor. CHP’nin olaydan 20 gün önce araştırma komisyon önergesi verdiği eleştirisi var. Bu dinlenseydi kaza önlenebilir miydi? 2010 yılında mecliste komisyon olarak yapılmış ve maden kazalarının araştırılması ile ilgili 754 sayfalık bir çalışma var. Bugün burada ne koşuluyorsa kitapta var. Soma ile ilgili bölüm de var. 631 sayılı yasa var, yönetmelikler var. Bunlara bile uyulsa belki kazaların büyük bölümü önlenebilir. Ama biz maalesef işçi sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli tedbirleri almayan bir ülkeyiz. Buradan çıkarmamız gereken sonuçlar var: Madencilikle ilgili yeni yasalar çıkarılmalı, madenciliğin kitabı yeniden yazılmalıdır. Bu bir fırsattır. İş sağlığı ve güvenliği konusunda kömür madenleri hep bir özellik arz eder. Soma’daki linyit de çok değerlidir ve tutuşabilir özelliktedir. Gerekli önlemleri almayan işverenleri ve sorumluları cezalandırılmalıdır. Alternatif enerji kaynakları mutlaka gündeme gelmelidir. Yaşam odalarından ziyade tüm madenin sağlıklı yaşanabilir hale getirilmesi ve olası durumlarda koruma ve kurtarma yöntemleri yeniden belirlenmelidir. Manisa’da meslek hastalıkları hastanesi yok, yoğun işçilerin olduğu yerlerde mutlaka bu hastaneler açılmalıdır. Maden yangınlarının söndürülmesiyle ilgili de gelişmiş teknolojiler getirilmeli. Asgari ücret vergi dışı bırakılarak maden ve yüksek riskli işler için ayrı bir asgari ücret tabanı belirlenmelidir. Bu işçilerin çalışma saatleri azaltıldığında, ücretlerinden kesilmeyecek ve hatta arttırılmalıdır. 466 sözcük
Soru-Cevap:
Türkay Asma: Muzaffer Bey, Ak Parti üyesi ve bir milletvekili olarak kendisi Soma’daki madene inmiş mi; oradaki koşulları görmüş mü? Bu konuda oradaki eksiklikler kendisine ulaşmış mı, ulaştıysa neler yapmış? Bu onun görevi miymiş değil miymiş?
Muzaffer Yurttaş: Soma’da özel şirkete ait iki maden işletmesi var. daha önce Darkale’de çok fazla kazaların olduğu bir şirket de kapatılmıştı. Soma’daki bu madene inmedim ama daha önce bu kapatılan madene inmiştim. Bu konudaki raporlarımı da partiye ve bakanlığa vermiştim. Soma’da kaza olduktan sonra çalışmasına devam eden İmbat Madencilik’e ait Enez bölgesindeki, yapılan denetimlerde çalışılabilir raporu alan madene bazı milletvekilleriyle ve mühendislerle inip şartları gördüm ve rapor aldım. Madenin en derin noktasına vardık ve oksijen ölçümlerini yaptık. Değerler normaldi. Sonra gereken önlemler alındı mı bilemiyorum. Daha önce madencilerin de zaman zaman bize gelen şikayetleri olmuştur. Madene inmek ve orada görev yapmak da milletvekilinin görevidir. Yeni komisyonumuzda bu maden yangın nedeniyle kapatılmış durumda ama sonrasında komisyon olarak diğer şirkete ait madenlere inmeyi düşünüyoruz. Enerji Bakanlığı’ndan onay geldikten sonra olayın yaşandığı madene de gireceğiz.
Nihat Boyraz: Hükümetin ve AK Parti’nin bu olaydaki sorumluluk payı nedir? Bakanlar ya da vekiller düzeyinde istifa olacak mı?
Muzaffer Yurttaş: Tabii ki sorumluluk hepimizin. Bakanlıkların sorumluluğu çok fazla. Meclis olarak biz İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı ve yönetmelikleri çıkartmışız ancak denetlemelerdeki eksiklikler Çalışma Bakanlığı’nın elemanlarının suçudur, eksikliğidir. Komisyonumuz da bu konuları araştıracak. Manisa Milletvekili olarak ben bugüne kadar görevlerimi yaptığımı ve bundan sonra da yapacağıma inanıyorum ve istifa etmeyi de düşünmüyorum.
Mahmut Konuk: Meclise gelen taşeron yasa tasarısı ile taşeronlaşmanın kaldırılacağı söylendi. Bundan sonra yapılacak olan Soma madenciliği, üretimin durması dolayısıyla uğradığı zararın tanzim edilmesi söz konusu olacak mı?
Cemalettin Şimşek: Taşeronlaşma bir sermaye üretmiyor. Buradan aldığı parayı diğer tarafa ödeyen ve arada da kendisine kar bırakan bir yapı. Olan taşeron işçiye oluyor. Taşeron işveren sistemi, işverenin yapamadığı işlerle ilgili olarak çıkmışken uygulamada işveren yapabildiği işleri de yaptırabiliyor. Kötüye kullanıldı bu. Bu yasa, ucuz işgücü elde etmek çıkarılmıştır, kişiyi sömürür. İşçiler sosyal haklar yönünden kazançlar sağlayacaksa bu sistem tamamen kaldırılmalı. Bu haliyle taşeron işçilik kabul edilebilir bir şey değil.
Mükremin Barut: Devlet Denetleme Kurulu diyor ki işçiler iş güvenliğinden çok iş istiyorlar. İşte bu vahşi kapitalizm. Ben devletin Soma’da yaşananlarla ilgili zararı tanzim etmeye yoluna gideceğini düşünüyorum. Sistemin tabiatı gereği bu zararla telafi edilecektir.
Muzaffer Yurttaş: Bir arkadaşımız burada patronlardan oluşan bir meclis var dedi. Ben bir işçi ailesinin çocuğuyum. İşyerlerinde önce güvenlik yapar. Sonrasında ise güvenliği düşünmeyip sürekli üretim söz konusu olur. Biz sürekli güvenlik dediğimiz bir hale gelmeliyiz. Alt komisyon, Plan Bütçe’nin alt komisyonu kuruldu. Soma Madenlerini Araştırma Komisyonu da ayrı bir komisyondur. Yapılması planlanan kanuni düzenlemelerde, hayatını kaybeden madencilerimizin kuruma her türlü borçlarının terkip edilerek (67 madencimize aylık bağlanamadı, 214 madencimize aylıkları bağlandı) aylık bağlanması ile ilgili bir yaklaşım var. Ayrıca madencilerimizin hem eşlerine, hem de muhtaçlık şartı aranmaksızın olarak anne-babalarına aylık bağlanması, madencilerimizin bir yakının kamuda istihdam edilmesi, 2008’den sonra iş başlayanların emeklilik yaşının da 50’ye düşürülmesi, çalışma süresinin 6 saate indirilmesi, maden kapalıyken çalışılmayan süreler için işsizlik ödeneğinin verilmesi gibi tasarılar var. Şirkete herhangi bir tazminat ödenmesi ise söz konusu değil.
Cemalettin Şimşek: Vahşi kapitalizme ben değinmiştim. ABD bunun en sert uygulandığı yerlerden. İş sağlığı ve güvenliğini konuşuyorsak ve orada kazalar ve ölümler daha az oluyorsa, bu açıdan çerçeve çizmek gerektiğini söylemiştim. Bir de karakollardan/kalekollardan söz ettiniz. Türkiye Cumhuriyeti egemen olduğu sınırlar içerisinde, insanların güvenliği için bunları yapmaya hakkı var. Devlet insanların canına kast ediyor diye bunları yapıyor şeklinde düşünmek bir önyargıdır.
Muzaffer Yurttaş: Bir ek yapmak istiyorum. Torba kanun içindeki tasarıda şu da var: İşçiler yeraltında kaldıkları sürede yer altında gösteriliyorlar. Bayram ve tatillerde, raporlu oldukları günlerde sanki yeryüzünde çalışıyorlarmış gibi sigorta primleri yatırılıyordu. Bunu da kaldırıyoruz ve 365 gün boyunca yeraltında çalışıyormuş gibi bir düzenleme yapacağız.
Deniz Gümüşel: Ak Parti enerji ve maden sektöründe özelleştirmelerde ısrar edecek mi?
Muzaffer Yurttaş: Mecliste görüşülen tasarıya göre maden sektöründe taşeron işçi kalmayacak. Halen alt komisyonda olduğu için net bir şey söyleyemiyorum. Özellikle belirli sektörlerde buna tamamen son vereceğiz. Özelleştirme konusunda şunu söylemek istiyorum. Bu maden kazasını bahane ederek ülkedeki tüm madenlerin kapatılmasını, tüm madencilik sektörüne ket vurulmasını kimsenin arzu etmeyeceğini düşünüyorum. Ama hedef en güvenilir yöntemlerle çalışmayı başarmak; teknolojinin daha yoğun, insan gücünün daha az olduğu bir iş gücü yöntemi önemli. Bu komisyonun amacı bu faciayı araştırmak olduğu kadar bundan sonra da ülkemizde ne tür önlemler alınması gerektiği konusunda çalışmak olmalı. Özelleştirmelere de devam edeceğiz.
Enver Önder: Toplumsal olaylarda kırma dökme işlerini marjinal grupların yaptığına dair tespitler var mıdır? Soma’daki olaylarla bağlantılı olarak soruyorum.
Cemalettin Şimşek: Bu tür provokasyonlar geçmişte olmuş. Bunlara sebebiyet verecek ortamları yaratıyoruz diye bunu söylemiştim. Biz Türkiye olarak önce kendi çıkarlarımızı önemseyeceğiz. Eğer o gruplar provokasyona müsaitse kullanılırlar. Yüzünü gözünü kapatıp devletin otobüsünü yakan, insanların can ve mal güvenliğini ortadan kaldıranları normal reaksiyon gösteren insanlarla bir tutmak mümkün değil. Son zamanlarda başbakanın tavrı ayrıştırmayı özendirdiğinden marjinal grupların işine yarıyor. Gerçekten refleksini ortaya koymak isteyen sivil toplumun içine sızıyorlar.
Muzaffer Yurttaş: Basın ve kamuoyu bu tür konulara yöneldiğinde asıl konuyu gözden kaçırıyoruz. Burada amaç üzüm yemek olmalı. Bir yerleri kırıp dökerek hak ve özgürlük aramak esas amaca ulaşmamızı engelliyor. Bu kaza neden oldu? Komisyonumuzda İstanbul Üniversitesi’nden bir hocamız çok iyi noktalara değindi, herkes de dinlemeli. Basın magazinel şeyleri kullanıyor, asıl meseleyi unutuyor ve unutturuyor.
Cemalettin Şimşek: Biz İç İşleri Bakanlığı’na bir soru önergesi verdik. Gezi olaylarıyla ilgili ölenlerin kimliğini, ne iş yaptıklarını; bunlar terörist midir yoksa normal vatandaş mıdır diye, sorduk. Devletin de burada şiddete karşı cevap vermesinde kullandığı bu orantısız güç dolayısıyla bu soruyu sordum. Yani masum vatandaşların öldürülmesini kimse tasvip etmez.
Metin Yücel: Soma’da301 kişi öldü. Enerji Bakanı’nın en güvenliği dediği yerdi burası. Ülkemizde 400 maden ocağı var. En güvenilir yer böyleyse, 399’unun durumu nedir?
Muzaffer Yurttaş: Türkiye’de 160 aktif ocağımız var. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli tedbirleri yerine getirmeyen 114 ocak da kapatıldı. Bu olaydan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı müfettişleri bütün ocaklarda, inceleme başlattılar. Aynı şirketin diğer iki ocağını da riskli bulduğu için o ocaklarında üretimi durduruldu. 160 ocağın her birinde araştırmalar acilen yapılacak ve uygun olmayanların da üretimi durdurulacak. Bakanlığın bu konudaki çalışmaları devam edecek.
Göksu Günay: Soma’da sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmaya çalışan, kaskım kaybolursa ücretini benden alırlar diyen işçi, tekmelenen ve yumruklanan işçi fotoğrafları karşısında, bir işçi çocuğu olarak ne hissettiniz?
Muzaffer Yurttaş: Ölen tüm işçiler bizim evlatlarımızdır. Herkes ne hissettiyse biz de hissettik. Ancak yapılması gereken onlara acımak değil, alınması gereken tedbirleri almaktadır. Maden kazasında en önemli sorun malzemedir. İşletme yöneticileri bilgili ve ehil değilse, kaza olur. İşçi yeterince eğitilmemişse kaza olur. Öncelikli olarak eğitilmesi ve tedbirleri alması gereken kişi işverendir. Ama işçilerimizin de sorumluluğu var. Ancak işçilerimizin de çoğu eğitimlerde uyuyor, eğitimler formaliteden yapılıyor. Eğitim alıp da sertifikasını almayan kimse yok bugüne kadar.
Şenay Özdemir: Kaza öncesine göre bir şeyler değişecek mi; ne değişti?
Muzaffer Yurttaş: Belirli bir yolun alınacağını düşünüyorum. Bu topyekun bir eğitim meselesi. Her sektörde her gün kayıplar oluyor. Bizim güvenlik konusunda zaafımız var. Bir bilinç değişimi yaşamak zorundayız.
Yakup Göker: İş güvenliği ve sağlığı konusunda Türkiye’de bir kültür oluşmamış. Bununla ilgili ilkokul düzeyinde bir ders ya da eğitim verilebilir mi?
Cemalettin Şimşek: Her işin riski ve çalışma şartları farklı olduğundan genel bir bilgi verilebilir. İşin riskine göre eğitim verilmesi gerektiğinden, yeterli olmaz.
Muzaffer Yurttaş: Bu kültürün yerleşmesi gerekiyor ve bu da eğitimle olur. Demokrasi kültürünün, çevre bilincinin oluşması gerekiyor. Bu komisyonun önerilerinden birisi de ortaokuldan başlamak üzere iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eğitimin verilmesi olacaktır. Sendikalar şimdiye kadar ne yaptı? İlk günlerde hükümetin üzerine yüklenildi. Sendikaları ve maden ocağı sahiplerini soran olmadı. Bunların da incelenmesi gerekiyor. Sendikacılığın da tarihinin değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
Nilgün Nazilli: 114’ü kapatıldıktan sonra geriye 160 kömür maden ocağı kaldığını söylediniz. Neredeyse 2 madenden 1’i kapatılmış. Bunlara da önümüzdeki 10 yıl içinde değil 10 ay içinde bakılacaktır sanıyorum.
Muzaffer Yurttaş: Bu konuda Enerji Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı elemanları görevlidir. 160 madenin de bir ay içinde her konuda denetlenmesi planlanıyor. Her gelen denetlemecinin ocağın en dip noktasına inme zorunluluğu yok. Özlük ve sosyal haklarıyla ilgili denetimle görevli ayrı müfettişler var. Bir ay içinde tüm denetimler tamamlanacak.
Nilgün Nazilli: Basına yansıyan bir haberde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’nın ortak çalışması ile İş Kanunu’nun 2. Maddesinden yapılacak bir değişiklikle tüm sektörlerde taşeronlaşmanın önü açılıyor deniyordu. Bu konuyu açıklar mısınız?
Muzaffer Yurttaş: Bu konu henüz bizim komisyonumuza gelmedi. Mecliste görüşülen torba yasanın içerisindeki çalışma hayatıyla ilgili maddelerin arasında da böyle bir madde yok. Bakanlıklarda böyle bir ön çalışma olabilir ama henüz meclise gelen bir şey yok.
Yusuf Şahin: Maden ocağında çalışan işçilerin içinde Suriyeliler var mıydı ve bunlar nasıl işe başladı?
Muzaffer Yurttaş: Basında işçilerin bir kısmı orada bırakılacak, üzerlerine kömür dökülecek dendi. Orada tüm aileler emanet canlarını aldıktan sonra, Suriyeliler var meselesi ortaya atıldı. Madenden çıkarılan insanların listesi yayınlandı ve aralarında Suriyeli vatandaş yoktu.
Osman Karyağdı: Soma’da ölen 301 emekçinin şehit sayıldığı söylendi. Şırnak’ta da ölenler şehit sayılacak mı? Şehitlik tanımı neye göre yapılıyor?
Muzaffer Yurttaş: Şu anda görüşülen, yakınlardan birinin kamuda istihdam edilmesi ama bizim önerimiz, sadece 301 vatandaşımızın yakınlarının kamuda istihdam edilmesi değil. Bugüne kadar iş kazalarında vefat edenlerin yakınlarının istihdamını talep ediyoruz. Kanunda şehitlik diye bir tanım yok. Bu insanlarımız çocuklarının geleceğini kurtarmak için yerin altına girmiştir ve bu manada da bazı arkadaşlarımıza şehit denilebilir. Kanuni manada şehit denmeyecek.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / 176 sayılı ILO Sözleşmesi imzalanmalıdır.
2 / İş sağlığı ve güvenliği konusundaki sorun sadece maden sektörüne özgü değildir bütün alanlarda vardır. Bununla ilgili öncelikle işverenin eğitimine önem verilmeli ve düzenli ve bağımsız denetimler yapılmalıdır.
3 / Her sektörde taşeronlaşma yasaklanmalıdır.
DEĞERLENDİRME
Gündem konusu “Soma’nın Ardından İş Güvenliği” olarak belirlenen toplantı, video sunumu ile başladı. İlk bölümde sivil toplum örgütleri 5’er dakikalık konuşmalarını yaptı. Sonrasında milletvekili ve siyasi parti temsilcileri konuya ilişkin olarak 5 dakikalık konuşmalarını gerçekleştirdiler. Ardından milletvekilleri kendilerine yöneltilmiş olan soruları yanıtladı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
386 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu