YER: Çankaya Belediye Başkanlığı Mithatpaşa Cad. No:52
TARİH: 8 Şubat Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi – İHD (Mahmut Konuk – Sözcü)
2 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör, İlker Güzelcik – Üye, Onuray Bayraktar – Gönüllü)
3 / Sosyal Demokrasi Derneği (Kemal Akkurt – Yönetim Kurulu Üyesi)
4 / Türkiye Gençlik Federasyonu (Rıza Sümer – Gen. Bşk.)
5 / Ankara 78’liler Girişimi (Metin Uzunöz – Başkan)
6 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
7 / Elvan-Der (Mahmut Emin Avcı – Başkan)
8 / Hayat Sende Gençlik Akademisi (Elif Kazancıoğlu – Gönüllü)
9 / Mazlum-Der (Mehmet Can Çağlayan – Ankara Şube Başkanı)
10 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
11 / Ankara Eğitim Kültür Derneği (ANKA-DER) (Sebahattin Gökmen – Başkan)
12 / Liberal Düşünce Topluluğu (Harun Kaban – Program Koordinatörü)
13 / Avrupa Gazeteciler Derneği (Adnan Fişenk – Başkan)
14 / Türk Hukuk Enstitüsü (Hasan Tahsin Kömürcü – Üye)
15 / Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (İsmail Yiğit – İl YK Fahri Üye)
16 / Aktif Toplum Alternatif Gelecek (Ömer Atalar – Üye)
SENDİKALAR
1 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı- Yönetim Kurulu Üyesi)
2 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
3 / Bağımsız Eğitim Çalışanları Sendikası – BEÇ-SEN (M. Şahin Bülbül)
4 / Demokrat Eğitimciler Sendikası (Y. Kenan Karataş – Gen. Bşk. Yrd.)
5 / Bağımsız Tarım Orman Çevre Sendikası (BATOÇ-SEN) (Erdal Bayram – Eğitim Gen. Sekreteri)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Namık Havutça (CHP)
2 / Süleyman Nevzat Korkmaz (MHP)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Mehmet Can (BDP – Çankaya İlçe Temsilcisi)
DİĞER KATILIMCILAR 12 izleyici katıldı.
MODERATÖR Fazlı Mutlu
KONULAR
GENEL KONU: Türkiye’de Neler Oluyor?
KONUŞULANLAR
1 / Metin Uzunöz: İttihat ve Terakki’den bu yana ülkedeki olağanüstü koşullar devam etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de devalüasyonlar ile büyük politik değişiklikler, hatta darbeler arasında bir ilişki bulunmaktadır. 1958 devalüasyonunu 27 Mayıs Darbesi ve Menderes’in düşüşü; 1970 devalüasyonunu 12 Mart Darbesi ve Demirel’in düşüşü; 1977, 1978, 1979 devalüasyonlarını aynı zamanda hükümet buhranları ve değişiklikleri izler. 1980 yılındaki meşhur 24 Ocak Kararları’nı ve % 32 devalüasyonu, 12 Eylül darbesi izledi. Bundan sonra günlük kur ayarlamaları biçiminde kronik bir devalüasyon politikası izlendi. Buna rağmen bir türlü kapatılamayan dış ticaret açığı nedeniyle 1994 yılında tekrar bir devalüasyon oldu, 1997 yılında “post modern darbe” ile Çiller hükümeti düştü. En son 22 Şubat 2001 yılındaki devalüasyon ve Derviş’in paketi, eski partilerin neredeyse hepsini bitiren ve AKP’yi iktidara taşıyan büyük değişiklik izledi. Eski devalüasyonlar bugün faiz yükseltilmesi ile devam etmektedir. Ortadoğu’daki politikanın Suriye üzerinden Cenevre 2’de de ortaya çıkan yeni anlayışla birlikte ılımlı İslam politikası ve Türkiye’ye biçilen rol iflas etmiştir. AKP-Cemaat çatışmasında iki taraf da ortak yapılanmadan vazgeçmişlerdir ve algı yönetimi ile seçim öncesi kartlarını oynamaktadırlar. Kürt sorunu Türkiye açısından savaşanlar arasında açık ve yasal zeminde gitmemektedir ve çözüm niyetinde olunmamıştır. Rojava’daki gelişmeler kapitalist-emperyalist sistemi rahatsız etmektedir. Halkların eşit koşullarda öz yönetimi ülkeleri böl parçala yönet politikası ile parsa toplayan sistem için kötüdür. Paralel devlet veya vesayetleri yaratan devletin kendisidir. 17 Aralık operasyonu sonrası yaşananlar kuvvetler birliğini pekiştirmeye aracı olmuştur. Umudu yeşertecek olan ise sosyalistlerin, KÖH ve tüm ötekileştirilenlerin seçime HDP olarak girmeleridir. CHP-AKP ve MHP aynı saflarda oldukları, adaylıklarda ve temel konulardaki yaklaşımlarında açıkça görülmektedir.
2 / Enver Önder: Her gün yeni bir gündem saptırma yöntemi ve yolsuzluklarla, meclis kavgalarıyla karşılaşıyoruz. Keşke küçük meclis milletinin fotoğrafı çekilip büyük millet meclisine götürülse demekten kendimi alamıyorum. Çünkü orada vekillerimizin uygarlığın, insan ilişkilerinin, düşünceye saygının ne olduğu konusunda bir mesaj alacaklarını düşünüyorum. Akşamları TV izlerken, demokrasinin Kabe’si diye baktığımız TBMM’deki söylemlere ve kavgalara baktığımız zaman kendimizi uygar bir dünyada duyumsamamız olası mıdır? Ancak ben bu gidişatla ilgili şikayetimi egemen sisteme yöneltilmiyorum çünkü onlar kendileri adına Türkiye’nin yüzde ellisini temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Bu yüzde ellinin çok az bir bölümü, kaymak tabakası, ülkeyi kasalarda, ayakkabı kutularında götürüyor; öbürleri de fırsat bekleyip onların arkasından gidiyorlar. Ben bunun dışında kalan ve kendimin de dahil olduğu yüzde elliden şikayetçiyim. O yüzde elli ki, cezaevlerini dolduruyor, Gezi’de dayak yiyor, olumsuzluklardan yakınıyor ve bedelini ödüyor ama birileri bir araya gelip gerçek bir dayanışma kurup ülkenin geleceğini kurtarmak yerine grupsal ya da kişisel çıkarlar uğruna tartışmalarla mevcut düzenin işleyişine hizmet ediyor. Bu ülkede en büyük talihsizlik sağın da solun da mevcut düzenin sürmesine hizmet ediyor olmasıdır. Bunun çözülmesi gerekiyor. Genel seçimler için de yerel yönetimler için de geçerli bu. Yarına umutla bakacak, sinerji oluşturabilecek bir hareket ve bereket yok. Yanlışlarımızı göre göre yıllardır birbirimize muhalefet etmekte direniyoruz. Muhalefet edilecek güç, güçlü olan ve bu gücünü antidemokratik biçimde kullanan egemen sınıftır, meclis kesimidir.
3 / Belgin Çelik: Konumuz belediyeydi ama yine belediyeden yine yetkili yok. Kentsel dönüşüm adı altında birçok insanın canı yakılıyor. Birçok garibanın evleri yıkılıyor. Medya bunun birçoğunu göstermiyor. Gösteremez de korkuyor çünkü. Yaşadığım şehir Ankara bir lama şehri, her yer balgam, tükürük. Belediye bizim sağlığımızı düşünmüyor. Her yer pislik içinde. Kaldırımda yürümeme müsaade etmiyor. Sarı çizgiler yapıldı engelliler için, yürümek mümkün değil. Körler yürüyemiyor. Başbakan ambulans helikopterden söz ediyor. Babası ölen çocuğunu sırtında taşıyor. Doğu’ya hangi yardım götürülmüş? Konya’da bir çocuk açlıktan öldü. Kentsel dönüşüm diye genelevler yıkılıyor. Yarın mecliste, cinsel yolla bulaşan hastalıkları konuşacaksınız. Genelevleri kapatıyorsunuz ama sağlık adı altında ne yapıyorsunuz? Trans kadınlara ne vereceksiniz sağlık için? Hastalıklar ailelere taşınıyor. Paralel devlet karşısında sus pus olan Gökçek, bir yatırımlar gösterdi, kendimi New York’ta zannettim. 20 yıldır Ankara’ya yaptığı ne var? Sayın vekiller, biz STK’lar olarak sizlere bunları anlatacağız, sizler de meclise taşıyacaksınız. Ancak ne yazık ki bana bir şey olacak gibi gelmiyor.
4 / Nejat Kangal: Türkiye’de daha önce ne oluyorsa şimdi de o oluyor. Yolsuzluk zaten sistemin doğasında vardır. Yolsuzluk olmadan, suç olmadan kapitalist sistem olur mu? Ama bazen sistem içi güçler, aralarındaki çelişkiler az olduğundan, bunu gizlerler. Bazen de bugün olduğu gibi ortaya saçılır. 17 Aralık’ta yaşananlara birileri darbe diyor. Bir operasyonlar zinciridir gidiyor. 18’indeki en ağır durum şudur: Türkiye’de baronun başında olan kişinin ilk aklına gelen şey, “Biz Balyoz ve Ergenekoncuları şöyle çıkartabiliriz” diyorsa, önemli bir şeyler oluyor demektir. Yıllardır Ak Parti dönemi için “12 Eylül’den bile kötü” diyerek darbecileri aklayan muhalefet de sorumludur, iktidar kavgasıdır bu. Ulusalcı yapılar Kürt siyasi hareketini karalama kampanyasına başladılar. 15 bin faili meçhul cinayeti, 30-40 bin Kürt’ün katledilmesini, Dersim’i, Ermeni katliamını görmezseniz, katilleri görmezseniz, cinayet bu kadar sıradan ve meşru bir şeyse; hırsızlık, yolsuzluk neden önemli olsun ki? Bize düşen sistemi düzeltmeye çalışmak değildir. Sistem zaten çürük olarak kurulmuştur. Bizim gibi sistem dışı olanlar, bu sistemi yerle bir edip yerine yenisini kurmadığı müddetçe, yaşayacağımız her zaman budur. Daha az çalanlar, bizi daha az kandıranlar gelecek ama hiçbir zaman bizim istediğimiz bu sistem içerisinde gelmeyecek.
5 / Harun Kaban: Yaşananları tanımlarken bir şeye dikkat etmemiz gerekiyor: Birbirimizin zekasına hakaret etmemeliyiz. Bir önceki toplantılarımızda “Dershanelerin Kapatılması” konusu “Eğitim” başlığında görüşürken şunu söylemiştim: Bence bu tartışmanın diğer tarafı da daha önemsiz değil. İktidar kavgasının ilk ortaya çıktığı zamandı fakat bir kesim zekamıza hakaret edercesine “hayır mesele sadece dershanelerin kapatılmasıdır” diyordu. Daha sonra 17 Aralık’ı yaşadık. Bence 17 Aralık bir darbe denemesiydi, 25 Aralık fiili müdahale günüydü. O gün hükümet düştü aslında. Artık darbe için kimse tank beklemesin. Türkiye bu işi tankla ya da Mısır’daki gibi anakronik yöntemlerle yapmayacak kadar gelişti. Tüm bunlar olurken ve bence bir ağır çekim darbe söz konusu iken, olayı “yolsuzlukla mücadele” gibi lanse etmek tıpkı dershaneler tartışmasını “iktidar kavgası ile ne alakası var canım” diyerek sanki sadece eğitim sistemi sorunuymuş gibi lanse etmeye çalışmaya benziyor. Yolsuzluk yok demiyoruz, hatta neredeyse tüm bu bakanlıklarla yaşananların belki kat be kat fazlası vardır. Meseleyi sadece yolsuzluk olarak göstermeye çalışıp, yolsuzluğu neden görmüyorsun demek, vatandaşın zekasına hakarettir ve bir başka çeşit yolsuzluktur. Ben bunu zekama yapılmış bir hakaret sayıyorum. Peki ne öneriyorum? Bence demokratik yollarla bu işi halledebiliriz. Türkiye’de Mısır’daki gibi bir müdahale olursa bütün dünya bunu izler. Mısır’da tanklar sokağa inene kadar dünya izledi, hala da izliyor. Ben demokratik sistem içerisinde kalarak sorunun çözülebileceğini düşünüyorum. Türkiye’de darbe olmuyor, yolsuzlukların üstü örtülüyor söylemi asıl yaşananların üzerini örtmeye çalışmaktır. İnsanların yolsuzlukları, yaşanan güç mücadelelerini, iktidar kavgasını gördüğünü düşünüyorum. Süreç Ak Parti yandaşlığı ya da karşıtlığı açısından okunmamalı. Hem TkMM kayıtlarına hem de tarihe not düşmek adına bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Önceki toplantılarımızda da belirtmiştim, ben seçimlerin sonuçlarının manipüle edilmeye çalışılacağını düşünüyorum. Şimdiye kadar gayet şeffaf ve adil bir şekilde yürüttüğümüz seçimler “nasıl olacaksa” bu defa hile karışacak. Açıkçası ben bu propagandanın geldiğini görüyorum ve hazırlıklıyım. Politik olarak oy kullanmayan biri olarak bu defa sandığa gideceğim ve sandık müşahitliği yapacağım.
6 / Ömer Atalar: İnternet yasakları önemli bir konu. Medyanın hali ortada. Başbakan telefonla altyazı değiştirtecek kadar medyaya müdahale edebiliyor. Para toplatıp basın grubu satın aldıracak kadar da sahiplik derecesinde işin içerisinde. Gerçek demokrasi dediğimiz şey yasama, yürütme yargıdan ibaret değil. Özgür basın ve örgütlü toplumla, demokrasi fotoğrafı tamamlanmak zorunda. Örgütlü toplum devlet kaynaklarıyla kurdurulan ve finanse edilen örgütler üzerinden yürütülüyorsa, basın satın alınıyorsa, demokrasiden söz edemeyiz. Bir çıkış yolu arıyorsak darbe, cambaza baktırmaktır. Ben gezide de bu cambaza bakmayı reddettim şimdi de reddediyorum. Gezi’de olay Türkiye’nin en değerli arsasına AVM yapılmasıydı. Fakat hırsız yakalanınca daha yüksek sesle bağırarak hırsızlığını bastırdı. Yine imar rantıyla karşı karşıyayız. Bunu önlemek çok zor mu? Şehrin büyüyeceği alanlar belli. Gelişmiş ülkelerde bu iş şeffaf ve planlı bir şekilde yapılıyor. Bizde bir plan yapılıp yılda bin defa değişiyor. Burada yolsuzluk olduğu belli. Orada bir rant yaratılıp paylaştırılacak. İnternet konusunun muhalefet tarafından AİHM’ye ortak olarak götürülmesini istiyorum. Tüm muhalefet partileri ortak bir tavır ortaya koysunlar. Muhalefetin hiç birlikte hareket ettiğini görmedik.
7 / Mehmet Can Çağlayan: Yerel seçimlere değinmek istiyorum. Yerellerde partilerin seçimlere girmesini doğru bulmuyorum. Bireylerin kişisel olarak aday gösterilmesinden yanayım. Adayların yerel ve ulusal kanallarla kendilerini ifade edebilecekleri bir platform olmalı. Aşırı merkezileştirme sorun yaratıyor. Yerellerde partilerin seçime girmesi merkezileştirmeyi pekiştiriyor. Kentlerdeki en büyük sorun kentsel dönüşüm, ekolojik problemler. Bazen tek bir imzayla ciddi rant alanları yaratılabiliyor. Bu yolla bir sürü insan mağdur edilebiliyor. Herkese ait alanlar şahsileştiriliyor. Kentsel dönüşüm özellikle yerel belediyeler için rant alanı. Sadece Kuzey Ankara kentsel dönüşümünde 3 binin üzerinde itiraz dilekçesi vardı. Kentsel alanlarda fırsat eşitliğinin es geçildiğini düşünüyoruz. Sağlam insanlar için yol yapıyorsak, bu bir pozitif ayrımcılık değilse, engelli bir vatandaş için sağlanan olanakların da pozitif ayrımcılık olarak görülmemesi lazım. Bence pozitif ayrımcılık aşağılayıcı bir şey. Bunun adı eşitlemek olmalı. Kapitalist sistemin bize en büyük dayatmalarından biri model bir insan üzerinden bir kent yaşamı düşünmesi ve tasarlaması. Mesela belediyeler anketlere neden bu kadar para harcanıyor? Sen bu parayı nereden alıyorsun da kimin adına bu anketleri yapıyorsun? İktidar partisi bunu yapıyor da diğer partiler neden yapamıyor? Bir algı yönlendirmesi de söz konusu.
8 / Yakup Göker: Gündem hızlı değişiyor. Önümüzde yerel seçimler var. Tüm adayların farklı projeleri var. Keşke adaylardan birisi burada olsaydı. Ankara’ya Türkiye’ye hizmet için geliyorlar, başka bir şey için mi? Bunu sormak isterdim. Bizler Türkiye vatandaşları olarak birbirimizi sevdiğimiz saydığımız, birbirimize değer verdiğimiz sürece bu sorunları aşabiliriz.
9 / M. Şahin Bülbül: Bir eğitimci olarak eğitimi merkeze almak istiyorum. Van’da babasının sırtında çuvalda taşıdığı Muharrem’i biliyorsunuz. Bakan’ın açıklaması ilginç, diyor ki çok sayıda çağrı geliyor. Gelen çağrılar ilgisiz çağrılarmış. Bir kısmı doğru da olabilir, işte bu bizim toplumumuzu yansıtmıyor mu? Bu insanlar neden böyle davranıyorlar? Çünkü biz bu insanların eğitimine yeterli değeri vermedik. Van’daki halkla iletişim halinde değiliz, onlardan kopuğuz. İlerde internetin kopması nedeniyle daha çok iletişimsizlik yaşayabiliriz. Ufak bir fotoğraftan ne olduğunu görüyoruz. Fatih projesine bakıyoruz; yolsuzluklar, öğretmeni bir kenara iten tavırlar karşımıza çıkıyor. Bizler toplumun birer aynasıyız. Kelebek etkisi diye bir şey var. Ufak bir şey başka şeylere neden olabilir. Biz kendimizi değiştirerek toplumu değiştirebiliriz. Sihirli değnek arayışındayız. Biri gelsin bizi kurtarsın diye bekliyoruz. Bir şeyler değişecekse yavaş yavaş değişmeli. PISA sonuçları uluslararası alanda eğitimde nerede olduğumuzu ortaya koydu. Stanford’ta ve Harward’ta internet üzerinden eğitim alınan bir sistem var. Onlar bunu konuşurken biz neler konuşuyoruz? Çok gerideyiz. Bunu hak etmiyoruz.
10 / Mahmut Konuk: Türkiye kaçak yapı cenneti. İstanbul’un yarısı Cumhurbaşkanlığı köşkü, hatta Sevan Nişanyan’ın yattığı Torbalı Cezaevi kaçak yapı; ama Sevan Nişanyan kendi tapulu arazisi üzerine yaptığı 60 metrekarelik ev için ceza aldı, hapiste yatıyor. KCK adı altında birçok siyasetçi, akademisyen, insan hakları savunucusu içerde. Politik Kürtlerin davalarına bakan onlarca avukat, muhalif gazetelerde çalışan onlarca gazeteci hapishanelerde rehin. ÇHD’li avukatlar, bir yıldan fazla içeride yattılar. Hrant Dink cinayeti, Zirve Yayınevi katliamı, 17 bin faili meçhul cinayet, metropollerdeki devrimci avı; bunların faillerinden hesap sorulmaz, örtbas edilirken; 17 Aralık operasyonunun dosyalarını hazırlayan savcılar ve emniyet müdürleri paralel devlet denilerek görevden alınıyor. Gezi eylemlerinde halkın çocuklarını katleden polisler korunuyor, davalar şehir şehir dolaştırılarak karartılmaya çalışılıyor. Roboski’de katledilen çocukların davası devlet eliyle karartılmış. Siyasi kriz ekonomik krize eşitleniyor ve faturası yine yoksul emekçinin sırtına biniyor. Çözüm sürecinde bir yıldır devam eden çatışmasızlık ve ölümlerin olmaması dışında tek bir gelişme yok. Devlet görüşmeler konusunda istihbarat birimleri dışında hiçbir kurumu devreye sokmuyor, yasal düzenleme yapmıyor; aksine Rojava’da El Kaideci çeteleri safında imha, inkar ve çözümsüzlük örgütlüyor. Paris’teki üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesinde MİT’in işin içinde olduğu ortaya çıkıyor. Soykırımlarla yüzleşmek, mağdurlarının kendi topraklarına dönüşünün yolunu açma, haklarını ve mallarını iade etmek yerine Ermeni soykırımını yalanlamak adı altında dezenformasyon çalışmaları yapılıyor. Bugün devlet aygıtının en az dört parça olduğunu söylemek mümkün. Devlet memurları tarafından oluşturulan aygıt, hükümetin elindeki parça, paralel yapı ve Ergenekon denilen derin devlet. Devlet yolsuzluklarının hesabını vermek yerine, bu iddialara dair fezlekeleri hazırlayan savcıları görevden alıyor. HSYK’yı kontrol altına alıyor. Seçimle aklanabileceğini zannediyor. Basında çıkan haberler, tapeler, başka bir ülkede hükümeti on kere istifaya götürecek çaptayken, hükümetimiz dimdik ayakta.
11 / Kemal Akkurt: 2013’te iki büyük deprem oldu. Birincisi Gezi olayları, bana göre olumlu bir depremdi. 7 gencimizin ölümüne neden olsa da üzerimizdeki ölü toprağını kaldırdı. İkincisi de 17 Aralık operasyonu. Bunların hukuk alanında artçıları oldu. Hükümet, adli kolluk yönetmeliğini değiştirmeye kalktı, HSYK düzenlemesiyle yargıyı yürütmeye bağlamaya çalıştı. Bir gecede anayasaya aykırı yönetmelik çıkarmaya kalkıştı. Hakimler ve savcılar bağımsızdır, kimseden emir ve talimat alamazlar. Hükümet ve idari yetkililer anayasal suç işlediler ve devam ediyorlar. Adli kolluk yönetmeliği gereğince başsavcılığa bağlı olması gereken kolluk güçleri, tamamen idari birimlere bağlanır duruma geldiler. Savcının yapması gereken denetimi kolluk amiri vasıtasıyla memurlar yapacak hale geldi. Soruşturmanın gizliliği rafa kalktı, vali ve kaymakamlar yoluyla hükümetin bilgilendirilmesinin yolu açıldı. Telefon dinlemelerinde bile adli kolluk amirinin bilgisinin olması ve hatta onların istediği kişilerinin dinlenmesi söz konusu hale geldi. Bu durum anayasaya, ceza muhakemeleri yasasına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hiçbir dönemde bu kadar tartışılır hale gelmemişti. Yargı yetkisi olmayanlara idari yargı yetkisi tanınması, kuvvetler ayrılığına ve hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Türkiye hukuk devleti değil, yönetmelik devleti haline getirilmeye çalışılıyor. Barolar birliğinin girişimiyle adli kolluk yönetmeliğinin yürütmesi durduruldu. Bu ümit verici. HSYK mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur fakat hükümetin meclise getirdiği öneri, yargıyı yürütmeye yani başbakana bağlıyor. Biz HSYK’nın içinden Adalet Bakanının ve müsteşarının çıkarılması gerektiğini, tarafsızlık ve bağımsızlığa aykırı olduğunu söylerken, yargı tamamen Adalet Bakanlığı’na bağlanıyor.
12 / Rıza Sümer: Vicdansızlığın, hayatımda gördüğüm en yoğun döneminde olduğunu üzüntü içinde söylemek istiyorum. Bugün aramızda bulunan üç partiye de teşekkür ediyor ve dirençlerinden dolayı kutluyorum. CHP’yi oltayla, MHP’yi altından oymaya çalışarak ve BDP’yi de kafasına vurarak küçültmeye veya ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Türkiye evimiz diyoruz. Yaşadığımız süreç nedeniyle ülkem adına korkuyorum. Ülkemiz, insana, hayvana ve çevreye yönelik şiddetin sarmalında bulunuyor. TOKİ politikasına kentsel dönüşüm diyorlar. Hayır, bunun adı kentsel ölüşümdür. Çocuk gelinler olmasın, ancak çocuk damatlar da olmasın. Hayvanat bahçeleri ve akvaryumlar şiddet ve işkence yerleridir. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yapacağı hayvan bahçesi bu şiddetin ve işkencenin yeşil ve süslü bir büyük hapishanesi olacaktır. Halk, barışa ve birlikte yaşamaya tehlike oluşturanların arasından çıkmasını, çıkarsa da zarar vermesini önlemelidir. Çevre, eğitim, adalet, sosyal güvenlik, işsizlik ve ekonomik sorunlar yanında, geçmişten gelen bunca faili meçhul cinayet ve suçları bu ülke taşıyamaz. Şiddete karşı olanlar, şiddetten korunma ve koruma yöntemlerini geliştirmeliler. Çocukları ve gençleri, şiddetten uzak, katılımcı, saydam, yasal, tüzel kişilikli örgütlenmelere özendirmeliyiz. Türkiye, uluslararası alanda ve komşularıyla ilişkilerinde, kaygı duyulacak bir süreci yaşıyor. Komşularına şiddet ihraç eden bir ülke olarak suçlanıyor. 4+4, birçok kesimin dışlandığı bir karar ve uygulamadır. Dünyada tek bir din, tek bir peygamber yok. Anayasa, din eğitimi der ancak adını koymaz. Çocuklara verilecek dinsel bilgiler, evrensel olmalı, özel kişilerin dinsel örgütlenmelerine, şiddet olmadığı sürece engel olunmamalı, ancak devletin yeri ve yetkileri tartışılmalıdır. Türkiye, barajın olmadığı, görüşlerin TBMM dışında kalmadığı bir seçim sistemi ve siyasal ilkeler belirlemelidir. Yasama, yürütme ve yargı elbette olmazsa olmaz güçlerdir. Ancak, birinci güç, şiddetten uzak ve örgütlü toplumdur, halktır.
13 / Mahmut Emin Avcı: Türkiye’nin aslında bir yere gittiği yok. Sanal olarak gidiyor. Türkiye’nin başındaki otorite aynı. Sadece başına geçirdiği maskeleri yeri geldiğinde değiştirerek kullanmaktadır. Bazen kel, bazen gür saçlı, bıyıklı, bıyıksız, şişman, zayıf liderlerle karşımıza çıkmaktadır. Cezaevlerinde işkence yapanlar ile onları daha sonra cezalandıran aynı otoritedir. 12 Eylül Darbesi şartlarını hazırlayan, gerçekleştiren otorite ile bugün yargılayan kişiler de aynı otoritenin değişik maskeleridir. Laiklik sistemi oturtmaya çalışıp, din işlerini devlet eliyle yürüten, İslam dinini Hanefi mezhebi ile eğitimini sağlayan, cemaatleri yeraltında örgütlü olarak besleyen, onlara şeriat eğitimi veren, onları kullanarak rejimi sürmesini sağlayan da aynı otoritedir. Yargıçlardan darbelerin hesabının sorulmasını isteyen kişiler, aynı otoritenin emrinde olan yargıçların darbesine maruz kalmaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek yargıçlardan Cumhuriyetin kuruluş döneminden bugüne kadar olan hesaplar sorulmaktadır. Otorite zarar görmeyeceği, yeni pozisyonuna uygun olan kimi hesapları yeri ve zamanı geldiğinde sorarak mağdurların “gazını” almaktadır. Böylece sokaklar susturulmakta, susmayanlar cezaevlerine misafir edilmektedir. Kim veya kimlerdir otorite? Kimilerine göre ABD, kimilerine göre İngiltere, Fransa, Almanya, kimileri de Rusya, Çin olarak tanımlıyor. Bazıları da birçoğunu içine alan dünyayı pazar haline getirip, diğer ülkeleri sömüren emperyalist ülkelerdir. Otoritenin imtiyazlı kişileri olan bu işbirlikçilerden kurtulmalıyız. Maskelerin değişimi ile otoritenin meydana getirdiği sarsıntı zaman zaman deprem niteliğinde olmakta, insanları sarsmaktadır. Sorunları birey olarak değil, örgütlü yapılarla çözmeliyiz. Maskelerin ardındaki otoriteyi görelim, herkesin de görmesini sağlayalım. Toplumu renkleri ile bir arada tutan değerlerimiz örselenmekte, yıpratılmaktadır. Her rengi bir arada renk cümbüşü olarak bir arada yaşatmalıyız. Bu açıklamalar ışığında yerel yönetim seçimlerinin önemi daha da artmaktadır. Sokaklardan yola çıkarak yerinden yönetimde sokakların dilini hakim kılmalıyız.
14 / Osman Karyağdı: Türkiye’de değişen hiçbir şey yok. Hür düşünen insanlar yetiştirmediğimiz müddetçe bu sorunları yaşayacağız. Hem iktidar hem de muhalefet kendi korkuları üzerinden politika yürütüyor. CHP ve MHP argümanlarını değiştirmediği için yol alamıyor. Ben hiçbir siyasi partiye oy vermiyorum çünkü bana göre hepsi aynı. Ak Parti’nin oylarında düşüş olacağını zannetmiyorum çünkü CHP ve MHP’nin insan hakları adına ürettiği bir şey yok. Maraş olaylarının yıldönümünde karşıt grupları görünce korkmuştum gene birbirlerine mi girecekler diye. İnsanlarımızın özgüveninin olduğu bir toplum yok. Bireysel özgürlükleri savunan kitleler yok, sürü psikolojisiyle hareket ediyorlar. 17 Aralık operasyonu da bir sürü psikolojisinin ürünüdür. Ak Parti’ye oy verenler neden onlara oy verdiklerini düşünmezler. Ortada yolsuzluk var. İnsanlar CHP ve MHP’den korkuyorlar. CHP geldiğinde yeni bir 28 Şubat sürecinin yaşanmasından korkuyorlar. MHP gelirse Kürtler Kanal 6 kapanır diye korkuyorlar. Bu korkular oldukça kimse kimseyi yargılayamaz. Muhalefetin oy oranlarında bir yükseliş olur mu bilmiyorum ama AK Parti’nin tek başına çıkacağını düşünüyorum. Türkiye’nin değişmesini çok olanaklı görmüyorum.
15 / Adnan Fişenk: Genel teyamüle katılıyorum. Sıkıntı hep aynı ama çözüm noktasında ortak paydada buluşmamız gerek. Sadece Türkiye coğrafyasındaki insanlardan mütevekkil değiliz. Vekillerimiz demokrasiyi yürütme adına mevcut şartlarda en üst seviyede gereğini yapıyorlar. Mevcut şartlar da istenileni karşılayacak düzeyde değil. Ne yapabiliriz onu tartışmalıyız. Bir Kürt vatandaşımızın empati kurup Türk vatandaşını da düşünmesi lazım. Bir Ermeni vatandaşın Karabağ’da katliama uğramış Azeri’yi de düşünmesi lazım. Ak Parti’yi eleştiren bir insanın kendisini de eleştirmesi gerek. Amaç birbirimize hükmetmek olmamalı. Cemaate ya da AK Parti’ye kızıyorlar. Ama demek ki onlara da talep var. Basın özgürlüğünü kısıtlanmasından bahsediliyor. Basın ne yapıyor? Kamu görevi yapıyor. Burada olay hırsızları deklare edip ayıplanması gerekliliği. Demokrasi olmaz olmazdır ancak işlevsel hale getirilmeli. Gençlerimiz eğitimli bir şekilde geliyorlar ve iktidar şehvetini kıracakları. Bugün AK Parti’ye insanların neden oy verdikleri saptanmalı, onlar da aptal insanlar değiller.
16 / Mehmet Can: Siyasette demokratikleşmeyi ve sivilleşmeyi tartışıyoruz ama şunu gözden kaçırıyoruz: Ak Parti bir darbe sonucu iktidarlaşan bir organizasyondur. 12 Eylül darbesi siyasal İslamcılara yaramıştır. 28 Şubat ile Ak Parti’nin önü açılmış, milli görüşçüler tasfiye edilmiştir. 99’daki üçlü koalisyona da yapılan da bir darbedir. Üç darbe ile önü açılmış bir yapıdır Ak Parti. Böyle bir siyasi yapının, siyaseti normalleştirme ve sivilleştirme olanağı yoktur. Bu ülkedeki Türk Kürt farklı tüm yurttaşların bir ayıbı var. Egemen blok içinde halkçı bir organizasyon tartışılmıyor, cemaat mi Ak Parti mi tartışması yapılıyorsa, bu 1923’teki modernleşmesinin hatası. İş sisteme dayanıyor. Bu sorgulamayı yapmamız gerek. Ak Parti dış politikada kaybetti. İçerde de miadını tamamladı. Dışarda kaybedince içeriyi kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmek istedi. Anayasanın da üzerinde yetkiler ile gücün tek elde merkezileşmesini istemeye başladı. Türkiye’deki toplumsal dinamikler buna tepki göstermeye başladı. Çünkü demokrasi, üstten gelişen bir şey değildir. Mustafa Kemal de sonrakiler de bu hatayı yaptı. Bugün yerel yönetimler konusunda BDP kendi bölgesinde örgütlenmeye çalıştı, KCK adı altında operasyonlar yapıldı. Muhalif sesler çıkınca operasyonlar yapıldı. Böyle bir zeminden nasıl demokratikleşme gelecek? Biz Doğu’da BDP’yi Batı’da HDP’yi destekleyeceğiz. Ak Parti İsrail mağdurluğu yapıyor, Ortadoğu’da ne kadar gerici güç varsa Ak Parti ile müttefik halinde. Başından beri Kürt hareketi de Türk sosyalist devrimcileri de Ortadoğu’daki ilericileri desteklemişlerdir. Bugün de Kürtler ve Türkiye’deki demokrasi güçleri, hem Kemalist gericiliğe hem de Ak Parti’nin İslam retoriği altında halka empze etmeye çalıştığı gericiliğe karşıdır. Bu kabuğu parçaladığımız ölçüde gerçekten topluluktan topluma geçeriz ve gerçek demokrasiyi tartışabiliriz.
17 / Süleyman Nevzat Korkmaz: Doğrudan MHP’yi hedef haline getirmiş sorular ve eleştiriler geldi. Üç partiyi bir görenler var. Muhalefet dendiği zaman bazı söylemlerinin birbirine benzemesi kaçınılmaz. Zaman zaman insan hak ve hürriyetleri konusunda ortak söylemlerimiz oluyor. Bu eşit ve aynı olduğumuz anlamına gelmez. Bir arkadaşımız oy kullanmadığını söyledi, o zaman kafanıza göre parti kuracaksınız. Çünkü demokrasilerde kendinize en fazla uyan partiyi seçip vatandaş tavrı göstermelisiniz, sandıkta tarafınızı belli etmelisiniz. 12 Eylül’ün üzerinden 35 sene geçmesine rağmen değişen hiçbir şey yok. MHP 12 Eylül’den sonra bazı değişimler yaşadı, bunu her kesimden insan söylüyor. Hala bu dönüşümü görmüyorsanız, ne söylersek söyleyelim kafa aynı. Tüm eleştiriler yerli yerine gitmeli. Türkiye’deki bütün meseleleri yönetme sorumluluğunda olan Ak Parti ye değil de muhalefete sormaya kalkarsanız bu haksızlık olur. Kendisini yönetmesi için Ak Parti ye oy verip, muhalefetten bir şey olmaz demek doğru değil. Herkes kendi zaviyesinden konuştu; partiler de meseleye kendi zaviyesinden bakıyor. Dolayısıyla birbirimizi anlamamız lazım.
18 / Namık Havutça: Türkiye’de siyasal partiler demokratik rejimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Anayasamız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir devlet olacağını tanımlamış. Demokratik, laik, insan haklarına dayalı sosyal bir hukuk devleti. Türkiye’de kurulan bütün siyasi partilerin ve üst hukuk olarak AB kriterlerini kabul etmişiz. Türkiye’nin ana yörüngesi belirlenmiş. 1. İnsan hakları hukukuna saygılı bir demokrasi. 2. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı. 3. Azınlık haklarına saygı ve bunlara bağlılık. Yani biz rüzgar nereye eser essin giden bir devlet değiliz. Bizim yönümüz halkın teveccüh gösterdiği, halkın iradesinin oluştuğu bir yön. Parlamentoda milletin yetki verdiği siyasi parti sınırsız özgürlüğe sahip değil, demokrasinin kriterleriyle, çoğulcu demokrasiyle, özgürlüklerle, azınlıklara saygıyla bağlı. Türkiye’nin artık AB’nin temel kriterlerine bağlı gerçek bir demokrasiyi hayata geçirmesi gerek. Biz yıllarca hukuk fakültelerinde özgürlüğün sınırlarını tartıştık. Özgürlüğün uluslararası kriteri şudur: sizin özgürlüğünüz toplum için somut ve yakın bir tehlike arz ediyorsa ortaya bir sınır koymak gerek. Siyasi partilerin de demokrasilerde samimiyetini TBMM’ye verdikleri kanun teklifleri belirler. CHP’nin 21 maddelik demokrasi bildirgesi var: Siyasi partiler kanununu derhal değiştirelim. Lider sultasını kaldıralım. Derhal seçim barajını kaldıralım. Özel yetkili mahkemeleri kaldıralım. Azınlık haklarını tanıyalım. Türkiye’de yargının bağımsızlığını sağlayacak kriterleri getirelim. HSYK’yi AB kriterlerine göre bağımsız hale getirelim. Herkesin kendini ifade hakkını, düşünce ve basın özgürlüğünü getirelim. Tüm dünyada demokrasinin kriterleri belli; özgürlük, eşitlik adalet, çoğulculuk. Artık seçimlerde hangi parti gelirse gelsin, Türkiye’nin ana ekseni özgürlükçü çoğulcu demokrasi kavramı olacaktır algısı oluşmalı. Maalesef siyasete bu noktada bir güven yok. İslam coğrafyasında eksik ve aksak da olsa tek demokrasi Türkiye’deyse, bunun da 1923 aydınlanma devrimiyle gerçekleşen yolculuğumuz olduğunu bilmeliyiz.
Soru-Cevap
* Metin Uzunöz: Meclise gittikleri zaman, TkMM’de gerçek muhalif unsurları gördük ve ezberimiz bozuldu diyebilecekler mi?
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Umarım sizin açınızdan da böyle bir sonucu olur. Demokratik çoğulculuğu içine sindirmiş partilerle elbette ortak yanlarımız olacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasasında devletin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir çerçeve var. Bu çerçeveye riayet eden saygı gösteren herkes elbette genel esaslar üzerinde mutabakat sağlayacaklar. Bunda eleştirilecek bir yön göremiyorum. CHP ile MHP’nin parti programları farklı. Bunlar birbirleriyle özdeş partilerdir ve sistemi temsil etmezler gibi bir sonuç çıkarmak haksızlık. İki partinin mutlaka birbirinden ayrılması gerekmiyor. Siz de biz böyleyiz deyin. MHP anayasada belirtilen temel hükümlere sadakatle siyaset yapmaktadır ve bunda eleştirilecek bir yön göremiyorum.
* Namık Havutça: Türkiye’nin siyasal, sosyal, ekonomik sorunlarına benzer çözüm üreten insanların bir araya geldiği en üst örgütlenmelerdir siyasi partiler. Bunun dışında dernekler, STK’lar, sendikalar, kamu kuruluşları, barolar var. Biz toplumsal sorunlara çözüm üretirken, bizim gibi düşünen insanlarla zaman zaman bir araya geliriz zaman zaman da ayrışırız. Örneğin HSYK’ya yönelik mevcut düzenlemeyle Türkiye’de yargı bağımsızlığına en ağır darbeyi vuracağı tespitini yaptık ve bu noktada BDP ve MHP ile yan yana geldik. Muhalefet partilerinin ortak noktada bir araya gelmeleri yerilecek ve eleştirilecek bir şey değil aksine demokrasi kültürümüz bakımından övülecek bir şeydir. Türkiye’deki siyasal partilerin ana ekseni AB kriterlerinde belirlenmiş olan, kurumsallaşmış bir demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığıdır. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız ve gemiyi yönetenleri halk belirliyor. Bu bakımdan siyasi partileri küçümseyerek bir yere varamayız. Hepimiz aynı ülkenin çocuklarıyız. Asgari ücretle geçinen insanlar bugün çöp tenekesinden besleniyor, öğretmenler yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Sorunlara bir de bu noktadan bakmamız lazım.
* Ömer Atalar: 1) İnternet yasağı konusunu üç partimiz Anayasa Mahkemesi’ne götürebilir mi? 2) Soçi Olimpiyatları’na üst düzey (Başbakan, Dış İşleri Bakanı ve Bakan düzeyinde) bir katılım oldu. Soçi, etnik bir soykırımın yapıldığı bir coğrafyanın başkenti. Salı günü iki partimizin grup toplantılarında bu konuya ilişkin ciddi bir eleştiri duyabilecek miyiz?
* Namık Havutça: Ak Parti hükümeti iktidara gelirken halkına yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edeceğine dair söz verdi. Rakamlar, üçünde de sınıfta kaldığını çok net ortaya koyuyor. Yüzü aşkın gazeteci bugün cezaevinde. Türkiye bir araştırmaya göre basın özgürlüğü konusunda en sonlarda yer alıyor. OECD’de zaten sonuncu. Bizim Avrupa’da ve dünyada yerimiz neresi, ona bakarak Türkiye’yi değerlendirmeliyiz. Demokraside sınıfta kalmışız. İnternet yasağı, çoğulcu demokrasiye en ağır darbelerden biridir. CHP olarak bu konuyu zaten Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz zaten. Başbakanın Soçi’ye çıkarma yapması televizyonlarda espri konusu oldu. Türkiye’nin modern yüzüne içerde Kemalizme ve özgürlüklere saldırarak bir yer bulmaya çalışan Başbakan, uluslararası arenaya çıktığında, başörtülü değil çağdaş insanlarını oraya koyarak Türkiye’nin imajını düzeltmeye çalışıyor. Başbakanın Türkiye’nin uluslararası saygınlığını koruması için bir defa savaş çığırtkanlığı yapmaması, barıştan taraf olması gerekiyor. Gerçek anlamda Suriye’deki iç savaşın bir parçası olmaması, bölge barışına hizmet etmesi gerekiyor.
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Ak Parti Türk milletinin önüne çok iddialı hedefler koydu ve bunlar sayesinde büyük oylar aldı. Bunlardan birisi ileri demokrasi kavramıydı. Anayasadaki temel hak ve hürriyetleri genişletme gibi de bir hedef koydu. İnternet yasasının her iki hedefe de aykırı olduğu ortada. Ayrıca bu yasakla Türkiye öyle bir lige düşürülüyor ki. Bu ligte Kuzey Kore, Suudi Arabistan, İran, Suriye, Belarus, Çin var. Türkiye bunu hak etmiyor. Diğer yandan ne yasak getirirseniz getirin artık bu bilişim çağında bunları aşmak zor değil. Burada başarıyı değil niyeti sorgulamak lazım. Ak Parti’nin niyeti 17 Aralık’tan sonra belli olmuştur. Bakanların oğulları, bacanakları, işadamları, Başbakanın bizzat kendisi ve oğlunun işin içinde olduğu hırsızlık ve yolsuzluğa ilişkin görüntüler ve tapeler yayınlandığı andan itibaren ciddi rahatsızlık duydu. Bunun önüne geçmek için yapılan bir düzenlemedir. CHP, kendisi Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyi uygun gördü, bizim burada bu başvuruyu desteklediğimizi söylemeliyim. Soçi’ye ilişkin şunu söyleyeyim: Ak Parti’nin Türk soylu halklarla ilgili bir kaygısı yok. Onun kaygısı Ortadoğu’daki Arap sermayesidir. Soçi’ye bu kalabalık katılımı çok aykırı görmüyorum. Grup konuşmalarında dile getirilecek mi; o da artık grup başkanlarının takdiri, konuşmaları biz hazırlamıyoruz.
* Enver Önder: Genel seçimlerden milletvekillerinin kontenjandan aday gösterilmesi, yerel seçimlerde belediye başkan adaylarının merkezce belirlenmesi istisnai bir durum olması gerekirken, bizde sürekli ve olağan duruma getirilmiş. Bu yolla aday gösterilen milletvekilleri, partileri içinde bağımsız olabilirler mi, bunu demokrasiyle bağdaştırıyor musunuz?
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Buna geniş çaplı bakmak gerek. Ben eski bir kaymakamım. Kaymakamlar asla kendi bölgelerinde görev yapamazlar. Ben örneğin kendi ilim olan Isparta’dan ayrılalı 20-25 sene olmuş. Eğer delege ve parti teşkilat sistemiyle benim oradan çıkmamı beklerseniz, hayalle uğraşırsınız. Devleti de yönetmeye talip bir siyasi partisin sen. Sadece teşkilatlarla, sivil toplumdan gelen insanlarla toplumu yönetemezsiniz. Ben karma bir yöntemden yanayım. Bu adaylar belirlenirken, mevcut delege sisteminin de siyasi partiler yasasına göre değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizi eleştiren teşkilat başkanlarına baktığınız zaman, o başkanlar da seçilirken kendi delegelerini kendisi yazmış insanlar. Kayıt numarasıyla partiye üye olan herkes bir ön seçim şeklinde milletvekili ve belediye başkan adayını belirlemeli.
* Namık Havutça: Türkiye ve dünya demokrasinin en çok tartıştığı konularda biri; temsilde adalet konusu. Ben de siyasetten önce öğretmen avukattım. Siyasete girene kadar parti içinde kimseyi tanımıyordum. Sendikalar içerisinde demokrasi mücadelesi vererek geldim. Parti içinde ön seçime bağlı olarak seçilme şansınız sınırlı. Türkiye’de devlet memurlarının serbest siyaset yapma hakkının yasal olarak tanınması, bir siyasi partinin karar mekanizmalarına dahil edilmesi gerekiyor. CHP olarak eleştirdiğimiz şeylerden bir tanesi, neden adaylarımızı Ankara’dan bir lider Balıkesir’de bir-iki sen olacaksın diye belirliyor? Bunu bizim Balıkesir’de kayıtlı olan 15 bin seçmenimiz belirlemeli. Tüzüğümüzün kabul ettiği kritere göre milletvekillerimiz üye bazında ön seçimle belirleniyor. Siyasi partilerin en yetkili organları kurultaylardır. Kurultayın belirlediği tüzüğe göre belediye başkan adaylarını belirlemek, genel merkezin yetkisindedir. Bunun da ilerleyen dönemlerde daha demokratik biçimde yapılmasıyla ilgili çalışmalar sürüyor. CHP’nin şimdiki hedefi de yüzde 26 olan oy oranının yüzde 40’ların üzerine çıkararak geniş bir kitle partisi olarak toplumu yönetmeye talip olarak iktidara gelmektir.
* Adnan Fişenk: 1) Genelevlerin kapatılması sonucu, çalışanlarının mağduriyeti söz konusu. Devlet korumasından kaçınılmış dolayısıyla cinsel hastalık yönünden toplum için tehlike arz ediyor. 2) Ayrıca çocuk gelinlerin intiharları söz konusu. Bunlar hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz. 3) Suriye’den gelen vatandaşların evlilik yaparak tekrar köleleştirilmesi hakkında ne tür önlemler almayı düşünüyorsunuz? 4) Devlet koruması altındaki çocuk ve gençlerimizin ötekileştirilmesi konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
* Namık Havutça: Bunlar Türkiye’nin çok önemli sorunları. Lezbiyen, geylerin ve transların sorunları da dile getiriliyor. Bu da Türkiye’nin bir gerçeği. Siyasette öncelikler şöyle belirleniyor: Siz geminin güvertesinde güzel bir konser dinliyorsunuz. Geminin en altındaki insanlar açlıkla, ölümle ve yaşam mücadelesiyle karşı kaşıya geldiklerinde toplumda, bu istekleri ön plana çıkarmanız zor oluyor. İnsanlar ekonomik zorluklar yüzünden intihar ediyorlar. Bu sorunların ön plana gelmesi, toplumsal gündemin talepleriyle ilgili. Bilim insanlarının görmesi gereken şudur: Genelevlerin kapatılması sonrasında toplumsal sağlığı tehdit eden birtakım unsurlar ortaya çıkacaksa, ilgili uzmanların gündeme taşıması zorunluluk haline geliyor. Çocuk gelin meselesi, örf ve adetten bile sayamayacağımız, Türkiye’nin çağdaş değerleriyle örtüşmeyen ve yok edilmesi gereken olaylar. İnsanlığın yaşamını tehdit eden kültür korunamaz, yok edilmeli. İnsanları kantara koyup satan bir kültür olamaz. Bu insan hakları hukukuna da aykırıdır. Ulus, inanç ve ırk üstü bir kavram bu. BM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi sözleşmeler bizi bağlar.
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Her bir vatandaşımız çok kıymetlidir. İster genelev çalışanı olsun, ister gey, lezbiyen olsun. Hem toplumsal hijyen açısından hem de o insanların geleceğiyle alakalı bir denge çözüm bulunmalı. Yasakçı zihniyetle buna çözüm bulunamaz. Gelenek her zaman kötü değildir. Şu ana kadar aslında uygulanagelen bazı şeylerde toplum bazı doğruları bulmuştur, bunlardan vazgeçmeyelim. Özel ve kontrollü evlerin oluşturulması doğru şeylerdir. Çocuk gelin ve damatlarla ilgili bunların korunmaması gereken değerler olduğunu düşünüyorum. Siyaset üstü bir davranışla, insanın kendi geleceğini tayin etmesiyle ilgili reşit ve mümeyyiz olması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyla ilgili tedbirler üretilmelidir. Suriyeli mülteciler Ak Parti’nin ortaya çıkarmış olduğu sorunun çözümünü bizden beklemek çok haklı bir şey değil ama Suriye’deki insanlar da bizim kardeşlerimizdir. Tüm bunlara insanlık çerçevesinde yaklaşmak gerekiyor.
* Yakup Göker: Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırı belli. CHP ya da MHP iktidara geldiğinde, asgari ücrete ilişkin bir politikası var mı?
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Bu soruyu cevaplamamız için, şu varsayımı kabul ettiğinizi düşünüyorum: Madem eleştiriyorsunuz, siz iktidara gelince ne olacak? Şu anki durumu savunacak bir şey bulamadım ben. Sadece şu kadarını söyleyeyim, Türkiye’de bütün sosyal kesimler sıkıntıda. Esnaf, çiftçi, sabit gelirli ve emekli sıkıntıda. Tüm bunların toplam nüfusun % 85’ini oluşturduğunu düşünüyoruz. Mevcut iktidar, esnaf ile ilgili olarak, esnafın yanında değil de AVM’lerin yanında duruyor. Memurlara, sanki köprü altına su bağışlarmış gibi, %3 oranında zam yapıyor. Halbuki son 2,5 ayda dolardaki artık % 25. Dolayısıyla bu hükümetin, özellikle sabit gelirliyle, esnafla, çiftçiyle, köylüyle çok alakası olduğunu düşünmüyorum. Zaten mevcut yönetimin bir algı politikası yönetiminin arkasına yaslandığını ve bu politika içerisinde basını, medyayı ve her bir şeyi kullandığını görüyorum. Biz MHP olarak iktidara gelirsek, mevcut ekonomik durumu da göz önüne alarak hesaplamalar yapacağız. Ancak şundan emin olun, milliyetçilik her bir insanımızın rahat ve huzurlu bir biçimde yaşamasına inanmak anlamına gelir. Bütün takdir hakkımızı biz bu yönde kullanacağız, kitlelerin yanında olacağız. Bu hükümet gibi sermayedarların, AVM’lerin yanında olmayacağız.
* Namık Havutça: Bugün Türkiye, Dünya’nın en büyük 16. büyük ekonomisi ve kişi başına milli gelir 10.000 doları geçiyor. Ve biz bunu meclis kürsüsünden sorduk: İşçiler, köylüler, çalışanlar bu ekonominin neresindeler? Öğretmenler neresinde? Rakam veriyorum, 13 milyon çalışanımızın 9 milyonu asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücret şu an 800 küsur lira. Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı 1175 lira. Yoksulluk sınırı 3000 lira. Öğretmenlerimiz 2500 küsur lira maaş alıyor. Yani Türkiye’de çalışan 500.000 öğretmen yoksulluk sınırının altında, 9 milyon insanımız açlık sınırının altında yaşıyor. Türkiye’de mucize oldu da biz mi görmedik? Başbakan’ın tarif ettiği gibi pembe bir tablo yok. Öğretmenler toplu sözleşme masasına oturduklarında, biz onlara istedikleriniz verirsek iflas ederiz, Yunanistan gibi oluruz diyor Maliye Bakanı. Ama iş pembe tablo çizmeye geldiğinde, mangalda kül bırakmıyor. Türkiye’de ne yazık ki ırk ve inanç kökeninde siyaset yapıldığı için, normal düzeyde siyasete bir türlü gelemiyoruz. Emek ve sermaye üzerinde siyaseti maalesef Türkiye’de gerçekleştiremedik. AKP’ye sadece dinsel argümanlar yüzünden oy veren milyonlarca insan var. Bunların kendilerine geldiğinde han hamam, vatandaşa geldiğinde din iman edebiyatını kullanarak, insanlarımızın inançlarını yıllarca sömürdüler. Az önce söyledim, siyasi partilerin samimiyeti, meclise verdikleri kanunlarla somutlaşır. Asgari ücretten verginin kaldırılması, bugün o vatandaşlarımızın cebine ekstradan 200 TL girmesi demektir. Bu kanun teklifini ben hazırladım. Topu taca atmak, Türkiye’deki bu ikiyüzlü siyasetin gereği haline gelmiştir. Bugün hırsızlığın üzerine nasıl gidilemiyor, İsrail Lobisi ABD Lobisi diye gidiyorsak, bu da maalesef AKP’nin ikiyüzlü siyaseti yüzündendir.
* Rıza Sümer: Türkiye’de genç iş gücü çok fazla ama umutsuz bir gençlik var. Acaba bu konuda partiler bir yeniden yapılanma öngörecekler mi?
Mehmet Can: Bir kere Türkiye’deki mevcut toplumsal siyasetlerin biraz gerildiğini anlıyorum. Dikkat ettiyseniz, 12 Eylül’den önce gerçekten politikleşmiş bir halk vardı. Sorgulayan, var olana razı olmayan, eleştiren bir halk. Fakat 12 Eylül’den sonra apolitik bir kitle yeşermeye başladı. Sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin kapatılması, yani toplumun aşağıdan yukarıya müdahale edecek bütün mekanizmaları elinden alındı. Dolayısıyla var olana razı olan, sorgulamayan, gerici jargonlarla yetiştirilen bir gençlik var. Yani yönetenlerin daha iyi yönetebilmesi için böyle bir inşa süreci yaşandı. Bana göre Gezi Olayları bu gençliğin bir kırılma yaşamasına sebep oldu. İçinde birçok toplumsal kesim vardı. Kimisi azdı kimisi çoktu ama bir kırılmaydı bu. Retoriği ya da argümanları ne olursa olsun, gençliğin iyi kötü politikleşmesine sebebiyet verdi. Bu da egemenlerin Türk ve Kürt halkları üzerindeki manipülasyonunun farklı şekillerde kırılmasıydı. Twitter ve bilişim sektörü gelişti. İnsanlar Dünya’nın farklı yerlerinde nelerin yaşandığını gördü. Arap Devrimleri yaşandı. Yöneticiler sorgulanmaya başlandı. Ben bu sürecin Türkiye demokrasisi açısından bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Bu umutsuz gençlik yavaş yavaş kapsayıcı bir gençlik olmaya başladı. Bütün kesimler kendi çöplüklerinden çıkarak, ortak bir organizasyona nasıl gireriz tartışması yapmaya başladı. Ben o kadar karamsar bakmıyorum. Gezi olayı ile beraber sisteme muhalif bir kesim aşağıdan gelişmeye başladı. Bu umutsuz gençliğin kendi pozisyonu ile ilgili karar verebilecek bir konuma yavaş yavaş evrildiğini düşünüyorum.
* Namık Havutça: Klasik bir söz vardır, “Karanlıktan şikayet edeceğine, bir mum da sen yak”. Beni geçen hafta Yeditepe Üniversitesi öğrencileri mecliste ziyarete geldiler. Bu gençler bizim çocuklarımız. Artık seyirci olma zamanı geçmiştir. Demokrasilerde seyirci olunmaz. Müdahale edersiniz. Çankaya Belediyesi’nden ben de şikayetçiyim diyorsam, bizzat belediyeye gidip o sıkıntımın çözülmesi için müdahalede bulunurum. Şikayet etme vakti geçti. Türkiye ve 11 milyon nüfusu emperyalizmin kucağına atıldığında, Mustafa Kemal Osmanlı yöneticileri gibi teslim olabilirdi. O idam fermanını boynuna astı. Samsun’a çıktı. Mücadeleye girdi. Küçük bir kartopu bir çığa dönüştü. Ve Anadolu’nun ulusal bağımsızlığı bu çerçevede oluşturuldu. O sebeple artık çözüm biziz. Türkiye insanı artık kurtarıcı beklemeyecek. Enerji bizzat kendisi çünkü. Biz halktan yana, demokrasiden yana ve özgürlükten yana çözümleri birlikte üreteceğiz. İstihdam yaratan projeleri birlikte üreteceğiz. 17 Aralık’tan beri Türkiye’nin yolsuzluklar kaybettiği tutar 86 milyar euro 247 katrilyon. Bu para, atanamayan tüm öğretmenlerin 30 yıllık maaşına eşit. Türkiye’de herkese ekmek var. Yeter ki adil siyaseti geliştirelim. Temiz siyaseti temiz toplumu hedefleyelim. Kurtuluş Savaşı’nda sadece 3 tane uçağımız vardı. 13 milyon nüfusumuzun sadece binde ikisi okuma yazma biliyordu.
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Hakikaten milyonlarca gencimiz ümitsiz iş bulma konusunda. Önceden komşular birbirlerine şöyle söylüyordu: “Bak komşu çocuğu iş bulmuş, sen de oku tahsil yap sen de iş bul”. Şimdi çocuğumuz üniversite okuyor, iş yok. Dolayısıyla burada yapısal bazı sıkıntılar olduğu ortada. Bugüne kadar gelen hükümetler, eğer maliye kökenliyse maliye politikaları izlediğini, biraz merkez bankası ya da devlet planlama teşkilatı kökenliyse de para politikaları izlediğini düşünüyorum. Halbuki bütün hükümetlerdeki temel sıkıntı yapılsa bir takım değişikliklerin olmaması. Şu anda AKP sanal bir ekonomi üzerinde yürüyor. İnsanların önüne borsayı ve dövizi koyuyor. Ama fabrikalar çalışmıyor. Fabrikalar artık ucuz işgücü dolayısıyla Afrika’ya gidiyor. Her açılan AVM’de 500.000 esnaf kepenk indiriyor. Ne yapılabilir? Banka sektörü bu durumda fahiş karlar elde eden bir konumda. Ben özellikle genç müteşebbislerin önünü açmak üzere, sıfır faizle kredi verilmesi ve önlerinin açılması ile ilgili bizim hazırlıklarımız parti programımızda mevcut. Ayrıca tabutta emeklilik denen yaş sınırının mutlaka düşürülmesini istiyoruz. Arkadan gelen genç nesillere de kamuda çalışma fırsatı verilmeli.
* (İstek) Erdal Bayram: Genel sağlık sigortasında şu anda üniversite gençliğinin yarıya yakını borçlu. Hastanelerden geri dönüyorlar, muayene dahi olamıyorlar. Liseden mezun olduktan bir ay sonra, genel sağlık sigortasını yaptırmadılar mı, sigorta kapsamı dışında kalıyorlar. Gençler bunu bilmiyor. Bunu meclis gündemine taşıyın.
* Mahmut Emin Avcı: 1) Yasama organı zaman zaman yürütme organının etkisi altında kalmaktadır. Bunları birbirinden nasıl ayırabiliriz? 2) Ülke sorunlarının çözülmesinde merkezi idare ile yerel yönetimlerin sınır ne olmalıdır?
* Namık Havutça: Ülkemizde güçler ayrılığı var. Ama bu zaman zaman kelimesini değiştirip, her zaman yapmalıyız. Hatta biraz daha genişletelim, Yargı da yürütmenin emrindedir. Bu tabi klasik parlamenter sistemler açısından çok tehlikelidir. Tabi bu akşamdan sabaha olmuş bir şey de değildir. 2010 seçimlerinde AKP’ye oy veren yetmez ama evetçilerin de bunu düşünmesi lazım. Yargı siyasallaştırıldı, yargı hükümetin emrine girdi. Şimdi son darbe vuruluyor. Bunun sebebi de 17 Aralık’taki hırsızlık yolsuzluk depremidir. Hükümet buradan kendisine gelebilecek bir takım sıkıntıları örtbas etmeye uğraşıyor. Anayasaya ya da iç tüzüğe ne yazarsanız yazın, aslında demokrasi beyinlerde yani kafada olması lazım. Bu iç tüzükle birçok hükümet geldi geçti. Ama hiçbir hükümetin başı yasamayı da yürütmeyi de ben kontrol edeceğim sevdasına kapılmadı. % 50 oy oranı, bir hükümetin bütün hayallerini gerçekleştirmesi için yeterli bir oy oranı. Yani yasamadan istediğin yasayı çıkarabilirsin, bürokrasiye istediğin atamaları yapabilirsin ya da istediğin gibi bütçeyi kullanabilirsin. Ama Başbakan % 50 yetmez, 60 olsun 70 olsun dedi. Böyle bir sistem demokratik olabilir mi? bu zihniyette bir sakatlık olduğunu düşünüyorum. Ne yaparsanız yapın önce beyinlerde demokrasiyi oluşturmanız lazım.
İkinci sorunuza gelince, ben merkezi idarenin taşra temsilcisiydim. Senelerce kaymakamlık yaptım. Dolayısıyla hem yerel yönetimden hem de yerinde yönetimden izleme fırsatı buldum. Bu bütün dünyada tartışılan bir hadise. Yerel yönetimler mi güçlü olsan yoksa merkezi idarenin oradaki temsilcileri mi? milli birlik ve beraberliğini sağlama sıkıntısı olan ülkeler, merkezi idarenin güçlü olmasına önem veriyorlar. Yerel yönetimler oradaki insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmışlar. Oradaki insanların iradelerini de yok saymamak lazım. Yalnız yerel yönetimler merkezin parasını kullanıyor. Dolayısıyla her merkezi hükümet verdiği paranın nereye harcandığını da denetlemek durumundadır. Bugün belediyeler hiçbir şekilde denetlenemiyor. Ankara’da Melih Gökçek hesap vermiyor. Çünkü AKP denetim kurumunu felç etmiş durumda. Bütün teftiş kurumlarını iğdiş etmiş, teftiş programlarını değiştirmiş, en kötüsü de Sayıştay’ı felç etmiştir. Dolayısıyla ben hem yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiği hem de merkezi idarenin yerel yönetimleri denetleyebilmesi gerektiği taraftarıyım.
* Mehmet Can: Bugün artık kuvvetler ayrılığı diye bir şey yok. Tek bir güç var o da AKP’dir. Yürütmenin Yasama ve Yargı üzerinde olan egemenliğini hepimiz biliyoruz ama bu yeni bir şey değil. Türkiye’nin siyasi tarihine baktığımızda da bunu görürüz. 1923-46 arasındaki tek parti döneminde CHP’de aynı şeyi yapmıştı. Bu dikta istediği gibi siyaseti şekillendirebiliyordu. 27 Mart’ta, 12 Eylül’de kuvvetler ayrılığı aynı şeye maruz kalıyor. Bu kuvvetler ayrılığının büyük bir yalan büyük bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Çünkü kuvvetler bağımsız değil. Biz şimdi siyaseti ilkeler üzerinden mi tartışacağız, siyasal partiler üzerinden mi? Evrensel hukuk kuralları herkes için aynıdır. Bizim üniter yapımız bozulur gibi saikler ile hareket edersek, biz zaten demokratikleşemeyiz. Eğer demokrasi bir tahammül rejimiyle, ötekine tahammül etmeyi öğrenmek zorundayız. İkinci soruya gelince, dikkat edilirse merkeziyetçilik bize fazla gelen bir şey. Mesela Anadolu’nun siyasi yapısına baktığımıza herkes şunu söyler; “Sevr bir başarısızlıktır, Lozan bir başarıdır”. Bana göre Sevr yürürlükte kalsaydı Osmanlı bu kadar toprak kaybetmezdi. Daha konfederal bir yapı olurdu. Kapsayıcı bir rejim olurdu. Merkeziyetçilik bize fazla geliyor. Bana göre bizim demokratik yapımıza uygun olan adem-i merkeziyetçilik, daha kapsayıcı bir rejimdir.
* Namık Havutça: Yürütmenin hem yasamayı hem yargıyı hem de diğer güçleri baskı altına aldığı ortada. Türkiye’deki parlamenter sistemin en önemli dayanaklarından biri sistemin kendi kendini denetlemesidir. Rousseau’nun ortaya koyduğu toplumsal sözleşmede milli irade ya da ulusal egemenlik dediğimiz gücü kullanma yetkisi sadece iktidara getiren iradeden oluşmaz. Milli irade aynı zamanda iktidarın dışındaki oy kullanan kesimleri de kapsar. Ak Parti milli irade olarak sadece kendisine oy veren yüzde elliyi görüyor. Oysa onu desteklemeyen bir irade de var Türkiye’de. TBMM’nin nitelikli çoğunluğu, AK Parti Türkiye’yi tam anlamıyla teslim almış durumda. Çoğunluk her şeyi yapmaya muktedirse ve kontrol edilemezse, yarın hilafet yasasını getirirsiniz. O zaman demokrasiyi askıya alırsınız, mahkemeleri kendinize bağlarsınız. Gücün kullanımını halk adına Anayasa Mahkemesi yapar. Ama bugün yargı da teslim alındığında Türkiye’de devlet düzeninden çok bir kaostan söz edilebilir ki şu anda bir devlet krizi yaşanıyor. HSYK’nın, mahkemelerin, savcıların, gazetecilerin baskı altına alınması ve susturulması, internet yasağı örnekleri. Buradan çıkış yolu, AB kriterlerine göre çoğulcu bir demokrasidir. Son bir büyükşehir yasası çıkardık. Türkiye’de 20 ili büyükşehir yaptık. İleri demokrasiye doğru giderken yaklaşık 1800 belediyeyi kapattık. Temsil kabiliyetini ne kadar yayarsanız, demokrasiyi de o kadar güçlendirirsiniz. Avrupa kriterlerini yerel yönetimler özerklik şartında belirlemiş. Bu özerklik bir toprak özerklik değil, mali ve idari özerklik. Kentte yaşayan yerel birim, kenti için vereceği kararları kendisi planlasın ve herkes kendini ifade etsin deniyor. Türkiye’de 1920’den 1950’ye, çok partili sisteme kadar CHP herkesi kapsayan bir partiydi. Tek parti döneminin bütün günahlarını CHP‘ye yüklemek doğru değil. CHP bugün İslam ülkeleri arasında en ileri demokrasiyi Türkiye’ye getirmiş bir partidir.
* Erdal Bayram: Büyükşehir belediyelerinin SGK’ya olan borcu 12 milyar, halkın katkı payı ve muayene ücretlerine ödediği miktar 5 milyar. Üç partinin bu konudaki politikası ne olacak, ilaç ve muayene katkı paylarını kaldıracak mısınız?
* Namık Havutça: Büyükşehir belediyesi yasası Türkiye’yi ileri değil geriye götürüyor. Kapanan belde belediyeleri derhal açılmalıdır. Köy tüzel kişiliklerinin kapatılması ve köylerin mal ve mülklerini ranta açmak bir hatadır. İktidar, kendi partisinden belediyelerin eğitim ve sağlık borçlarını hep yok saydı. CHP ve MHP’li belediyelerin ise hesaplarına el kondu. CHP olarak SGK, eğitim ve sağlık konularında halkın bütçesinin halktan yana kullanılması, herkesin sağlık kapsamına alınması, geliri olmayanlara maaş bağlanması, makarna kömür politikasından vazgeçilerek; bu hakların sosyal koruma kapsamına alınmasını destekliyoruz ve gerçekleştireceğiz. AK Parti kendini sağlık alanında kendini çok başarılı görüyor. Oysa halkın sağlık katkı payı adı altında cebinden paralar çıkıyor. İşsizlik fonunda biriken paralar çeşitli mazeretlerle vatandaşlara ödenmiyor. Bu paralar sermayedarlara kredi adı altında veriliyor.
* Süleyman Nevzat Korkmaz: İki tür belediye var, öz ve üvey belediye. Ak Parti’li belediyelerin borçları hiç konuşulmuyor ama muhalif parti belediyelerine hacizler getiriliyor. Biz bunu Isparta’da yaşadık. Halbuki MHP’li belediyeden önceki Ak Parti’li belediyeden gelen borçlardı onlar. Büyükşehir kanunu görüşülürken dendi ki, 2000’den az nüfuslu belediyeler kendilerini idame ettiremiyorlar ve sürekli borçlanıyorlar. Oysaki sadece Ankara Büyükşehir Belediye’sinin borcu, bu belediyelerin borcunun belki on katıydı. Dolayısıyla öz evlat-üvey evlat muamelesi devam ediyor. Ak Parti en başarılı alanının sağlık alanı olduğunu söylüyor. Devasa şirketler dinamizmini kaybettiği için birbirleriyle rekabet edebilen daha küçük parçalara ayrılıyor. Türkiye’de devasa hantal bir bürokrasi, kamu hastaneleri birliği gibi bir yapı oluşturuluyor. Bu birlikler hem katkı payları Ak Parti ürünü. Bu katkı paylarının kaldırılması konusunda seçim beyannamemizde maddemiz var.
* Mehmet Can: Yurttaş olmanın gereği nedir? Yurttaş verdiği verginin hesabını sorabilen insandır. Kamu, bizim vergilerimizle yaratılan değerlerdir. Biz yurttaşsak vergilerin bize geri dönüşümü nasıl, bunun peşine düşmeliyiz. Bu bize eğitim, sağlık, gündelik yaşamımızı düzenleyen bir şekilde mi geri dönüyor, yoksa askeriye, bürokrasi, ayakkabı kutularına mı gidiyor? Yıllarca bu denge halktan değil egemenden yana hep bozulmuştur. Bizim programımızda bellidir. Sağlık, eğitim, konut olanaklarının parasız olmasını savunuyoruz. Devlet sadece polis ve askerden ibaret bir olgu değildir. Devlet, insanların gündelik yaşamını kolaylaştıran mekanizmanın kendisidir.
* Ömer Atalar: Yasamanın ve denetlemenin güçlendirilmesi konusunda geçmişteki eksikliği gidermek için ne yapacaksınız? STK’ların bu sürece katılımı konusunda ne düşünüyorsunuz?
* Süleyman Nevzat Korkmaz: İktidarın yasamayı hızlandırmasıyla ilgili bir talebi var ama muhalefetin de kamu kaynağını kullanan iktidarı denetlemek gibi haklı bir talebi var. Bu dengeyi oluşturalım. Bu nasıl olacak? Örneğin TBMM’de gündemi belirlemede muhalefete de bir pay vereceksiniz. Soru mekanizmasını zamanında cevaplayacaksın. Meclis araştırmasında en azından milletin gündemindeki meclis araştırma önergelerine destek vererek araştırılmasını sağlayacaksınız. Ben iki dönemdir meclisteyim. Bu iki dönemde bir tane bile kabul ettirebildiğimiz meclis araştırma önergesi yok. Verilen soru önergeleri bir sene sonra cevaplandırılıyor. Maalesef iç tüzükte bununla ilgili bir yaptırım yok. Denetleme komisyonlarının başında mutlaka muhalefet olmalı, çok doğru. Çoğunluk partisi iktidarı denetleme saikiyle görev yapmaz, iktidarı denetleyen muhalefettir. Tüm bu taleplerimizi ifade etmemize rağmen iktidar partisini bir milim ilerletmek mümkün olmadı. Muhalefetin tüm milletvekillerini topluyorsunuz, iktidar partisinin neredeyse yarısı etmiyor. Bu meclis aritmetiğindeki dengesizliği oluşturan halkımızın da kendisini biraz sorgulaması lazım.
* Namık Havutça: Fransa’ya Cumhuriyet 1789’dan sonra geldi. Yaklaşık 10 kez darbeler yaşadı. Fransa’da bile demokrasi hala tartışılan bir şey. İlk defa CHP her türlü eleştiriye rağmen kendi elindeki iktidarı seçilmiş bir iktidara teslim ederek demokrasi sürecini başlatmıştır. Hala demokrasi konusunda arayış içerisindeyiz. Örneğin Başbakan milli iradenin tek temsilcisi olarak kendisini görüyor. Meslektaşım denetimden bahsetti. Parlamento tarihinde Türkiye’de ilk kez biz Sayıştay raporlarını okuyamadık. Bugün TBMM üç tüzüğe göre yönetiliyor: Bir milletvekilinin 1 dakikalık bir söz almak için bile müthiş bir maratona girmesi gerekiyor. Hele 5 dakikalık konuşma için günler öncesinden dilekçe vermesi gerekiyor. Böyle bir iktidar zihniyetiyle karşı karşıyayız. İç tüzükle, bizim haklarımızın kısıtlanmasıyla ilgili meclis tarihinde ilk kez CHP olarak kürsüyü işgal ettik belki de bir katliam çıkacaktı. Bazı arkadaşlarımız yaralandı. HSYK’da da bunu yaşadık. Ben yine de umutsuz değilim.
* Mehmet Can: Demokrasi nedir, iktidarın paylaşılmasıdır. Muhalefet demokrasilerin teminatıdır. Fakat hepimiz burada Ak Parti’nin tahammülsüzlüğünü görüyoruz. AK Parti muhalif partilerle ortaklaşmaya çalışırken hep şunu yapıyor: Bir şeyi hazırlıyor, gelin buna ortak olun diyor. Bu ittifak değil ki. Önce gelip bunu benimle müzakere edeceksin, orta yol bulunursa olur ya da olmaz. Ak Parti açısından ve kadroların profiline baktığımızda pek de şaşırtıcı bir duruşlarının olmadığını düşünüyorum. Dikta rejiminin en önemli olgusu nedir, beni denetleyemezsin. 1789 Fransız devrimi aşağıdan gelişen bir devrimdir. Aşağıdan geliştiği için de birkaç sene önce devlet sosyal hakları kısmaya gittiğinde Fransız sendikaları genel greve gittiler ve devlet geri adım atmak zorunda kaldı. Biz de Cumhuriyet de demokrasi de hep tepeden geldiği için halk sesini çıkaramıyor çünkü bu süreci, deneyimi yaşamamış. 1923’ün aydınlanma devrimi olmadığı buradan ortaya çıkıyor. Eğer aydınlanma devrimi olsaydı eşit olmayan eşitsiz toplumsal ilişkiler ortadan kaldırılırdı. Kadın ve erkek, Türk ve Kürt, siyah ve beyaz arasındaki, ezen ve ezilen arasındaki… 1789 devrimi bunu yaptı. Kral giyotine gönderildi. 1923’te ise ne kadar soylu varsa, eski rejimin kırıntıları varsa meclise alındı.
* Süleyman Nevzat Korkmaz: Herkesin bu rakamları bilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Hükümetin denetlemeyi nasıl iğdiş ettiğiyle ilgili rakamlar bunlar. Sayıştay’da bin kadar denetçi var. Sayıştay’ın denetlemesi gereken kurum sayısı 6500 civarında. Ne kadarını denetlemiş geçen yıl, sadece 150’sini. 150 kurumun denetleme raporlarından bir tanesi bile meclise gönderilmedi. Her bir denetçi yılda bir kere kurum denetlese, yılda bin kere denetim raporu olması lazım. Geçen sene bir denetçinin bir kurumu denetleme maliyeti 1.5 trilyon liraydı. Bu rakamlara bakarsanız, hükümetin denetlemenin önünü nasıl perdelediğini ve muhalefeti nasıl engellediğini ve dolayısıyla milleti nasıl engellediğini görmüş olursunuz.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Yürütme, yasama ve yargıyı denetimi altına alıyor ve bu, güçler ayrılığı ilkesini zedeliyor.
2 / Türkiye’de demokrasiden söz etmek neredeyse imkansız hale geldi. Merkeziyetçi bir rejim, baskıcı, müdahaleci ve yasakçı bir anlayışla, yaşamın her alanına müdahale ediyor
3 / Hükümet yolsuzlukları örtbas etmek yoluyla ve yargı mekanizmalarına müdahale ederek, meşruiyetini korumaya ve denetime kapalı hale getirmeye çalışıyor.
DEĞERLENDİRME
TkMM tarafından hazırlanan, genel konuya ilişkin 5 dakikalık video gösterildi. 26 STÖ katılacağını bildirdi ancak 21’i katıldı. Katılımcılar ilk bölümde 5’şer dakikalık sürelere uygun şekilde konuşmalarını yaptılar. Ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Toplantıya 12 izleyici katıldı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
294 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu