YER: Çankaya Belediye Başkanlığı Mithatpaşa Cad. No:52
TARİH: 4 Ocak Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi – İHD (Mahmut Konuk – Sözcü)
2 / Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği (Belgin Çelik – Raportör)
3 / Sosyal Demokrasi Derneği (Mustafa Selmanpakoğlu – Yönetim Kurulu Üyesi)
4 / Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu (Yusuf Şahin – Genel Başkan)
5 / Ankara 78’liler Vakfı (Metin Uzunöz – Başkan)
6 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
7 / TÜBİAD (Hüseyin Avcı – Başkan)
8 / Hayat Sende Gençlik Akademisi (Elif Kazancıoğlu – Gönüllü)
9 / Mazlum-Der (Mehmet Can Çağlayan – Ankara Şube Başkanı)
10 / Öğrenci Velileri Derneği – ÖVDER (Enver Önder – Gen. Bşk.)
11 / Ankara Eğitim Kültür Derneği (ANKA-DER) (Sebahattin Gökmen – Başkan)
12 / Çocuklara Yönelik Ticari Cinsel Sömürüyü Önleme Ağı (Serengül Yılmaz – Gönüllü)
13 / Denge ve Denetleme Ağı (Seda Kırdar – Proje Asistanı)
14 / Suna Kerimoğlu (ADD ve Tüketici Hakları Derneği – Yönetim Kurulu Üyesi)
15 / Sabriye Feyzioğlu (Emekli-Sen – Yönetim Kurulu Üyesi)
16 / Engelli Kadın Derneği (İdil Seda Ak – Üye)
17 / Demokratik Anayasa Hareketi (Abbas Kılıçoğlu – Üye)
18 / Mehmet Can (Kürt-Der – Temsilci)
SENDİKALAR
1 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı- Yönetim Kurulu Üyesi)
2 / Hak-İş (Yakup Göker – Şube Yöneticisi)
3 / Bağımsız Eğitim Çalışanları Sendikası – BEÇ-SEN (Ferhat Şahin – Gen. Bşk.)
4 / Demokrat Eğitimciler Sendikası (İshak Çelebi – Gen. Sek.)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Bülent Kuşoğlu (CHP)
SİYASİ PARTİ TEMSİLCİLERİ
1 / Süleyman Özyürek (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi – Parti Temsilcisi)
2 / Mükremin Barut (BDP – Çankaya İlçe Başkanı)
DİĞER KATILIMCILAR 10 izleyici katıldı.
MODERATÖR Yüksel Çorbacıoğlu (Avukat)
KONULAR
GENEL KONU: Yolsuzluk, Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik
KONUŞULANLAR
1 / Metin Uzunöz: Yolsuzluğu üreten sistemin kendisidir. Adaletin olmadığı, eşitliğin olmadığı bizzat sistemin yarattığı eşitsizlikler ve adaletsizlikler yolsuzluğun kaynağıdır. Baklava çalanı cezalandırırken ülkenin bütçesini dolandırmak yapanın yanına kalmaktadır. Egemenlerin kendi arasındaki iktidar kavgasında ortaya çıkan pislikler süreç içerisinde birkaç kişiye indirgenirken sistem kendini aklama içerisine girmektedir. Adı demokrasi olan ve sandık demokrasisini geçmeyen, yasaların tamamen egemen anlayışa göre ve onların talepleri doğrultusunda hazırlandığı düşünüldüğünde şeffaflık ve hesap verilebilirlik de olmamaktadır. Zira ülkemizde 12 Eylül Faşist anayasası ve kurumları devam etmektedir ve sözde iki generali bu yasalarla yargılamaktadır. 4 Nisan 2012’de başlayan yargılama nasıl başlamışsa öyle devam etmektedir. Ülkede bomba etkisi yaratan hükümetin ve devletin bakanları, çocukları, bürokratları ve işadamlarının da adının karıştığı yolsuzluk birçok şeyin açığa çıkmasını sağlamıştır. KCK, Devrimci karargah, balyoz, Ergenekon vb. davaların nasıl düzmece bir şekilde Cemaat ve hükümetle birlikte yapıldığını göstermektedir. ‘’Öküz ölünce ortaklık bozuluyor’’ Yolsuzlukla hesap sorulamamasının bir tarafı da halkın yolsuzluklar karşısında alıştırıla gelen reflekslerdir ki ‘’bal tutan parmağını yalar’’ ‘’Elin iyisinden benim kötüm iyidir’’ daha buna benzer şeylerle yolsuzluğu meşru sayan anlayışlar içselleştirildi. Yasalarda da hediye almanın yasallaşması ve boşluklar düşünüldüğünde her şeyden önemlisi kapitalizmin her alanındaki tahribatının insanda da oluştuğu düşünüldüğünde hesap verilebilirlik oluşmamaktadır. Hesap verilebilirlik kimsenin iyi niyeti ile oluşmaz yasalardaki düzenlemeler ve siyasetin yatay mı dikey mi yapıldığından da bakabileceğimiz bir durumdur. Toplum yatay ilişki içerisinde doğrudan demokrasi ile seçtiği insanları seçebilir ve görevden geriye çekme anlayışı ve düzenlemelerle dikey üstten belirlenen halkı sadece sandıkta oy veren durumuna getiren anayasal ve yasal düzenlemelerle şeffaflık ve hesap verilebilirlik sağlanamaz.
2 / Cafer Ekmekçi: Aslında çok büyük bir deprem yaşadık. Yalnız bizler bu depremlere yabancı değiliz. Ancak, uzun zamandır bu kadar büyük bir deprem yaşamamıştık. İttihat ve Terakki cemiyetinin kurulması ile bu depremler başladı. Biz bu anlamda ajandası/mazisi temiz bir toplum değiliz. Bu kirlilik 17 Aralık olayları ile su yüzüne çıktı. Artık bizim Dünya’da ve kendi ülkemizde, gerek yasal anlamda gerekse de hukuksal anlamda saygın hiçbir tarafımız kalmadı. Seyit Rıza idam edilirken “Ben sizin oyunlarınızdan hilelerinizden bıktım” demişti. Eğer şimdi yaşasaydı ne derdi merak ediyorum doğrusu. Bu tarz olaylar bizde yaşam tarzı haline geldi. Ben artık bu coğrafyada yaşamaktan korkuyorum ve utanıyorum. Ve ben tüm samimiyetimle söylüyorum, “Yarın Irak olabilir miyiz? Yarın Suriye’ye Mısıra benzeyebilir miyiz?” diye korkuyorum. Problemimiz, bizim hiçbir zaman için demokratik ilişkileri benimseyememiş olmamızdır. Dolayısıyla bunun faturasını hep beraber ödüyoruz. Ve korkarım ki çok daha ağır bedeller ödeyeceğiz. Bu problemin birinci sorumlusu hükümetimizdir. Anti-demokratik yöntemlerle, vesayetçi yollarla, insanlarını koruyarak bu işin içinden çıkılamaz. Hükümete önerim, adaleti ön plana çıkarıp geçmişe dair tövbe etmeleridir. Adil ve demokratik ilişkileri ön plana çıkarmalarını diliyorum.
3 / Osman Karyağdı: Bizler bu ülkede kutuplaştırıldık. Herkes kendi zalimini alkışlıyor. Sabahleyin kalktığımda, başıma bir şey gelecek diye korkmaya başladım. Aramızda, “Ben mimlenmedim, ben fişlenmedim” diye düşünen yoktur sanıyorum. Kötü olan şey şu: bizler Güneydoğu’da insanlara dışkı yedirildiğinde susarken, bizler 28 Şubat’ta koca koca adamların Merve Kavakçı’ya “Dışarı! Dışarı” diye bağırdıklarında susarken, bizler Dersim katliamını yapanları sorgulamak mevzusunda susarken, bizler asit kuyularını sorgulamaktan korkarken, acaba nasıl bir adalet bekliyoruz? Benim korkum ve endişem şu ki, herkes kendi zalimini alkışlıyor. Biz şeffaf bir ülke olabilir miyiz? Olamayız. Çünkü herkesin kahraman bir çocuğu var. Hakkari’de bir kırtasiye bombalandığında, Genelkurmay Başkanı çıkıp “bunlar iyi çocuklar” dedi. Gezi olaylarında bir arkadaşımız öldürülürken, birilerinin “iyi çocuğu”ydu. Benim anlamadığım şey, bu çocukların hepsinin şimdi kanka olması ve bir evcilik oyunu oynamaları. Arkadaşlar, dürüst ve açık olmak lazım. Bizler Sivas Katliamı’nı ve Başbağlar katliamını kınamadık. Dürüst insanlar değiliz. Zamanında Sivas için ortaya çıkan insanlar, Başbağlar için çıkmadı. Bir Kürde zulüm yapılırken, bir Türk konuşmadı. Bir Alevi’ye zulüm edilirken, bir İslamcı konuşmadı. 550 milletvekilinin hiçbirine güvenmiyorum. Sizleri oraya oturttular ve sadece kendi zalimlerini kolladılar. Çünkü herkesin bir kahramanı var orada. Kimisi Balyoz’un avukatı, kimisi Cemaat’in avukatı. Bu sistem kurulurken haksızlıklar üzerine kurulmuş. Bizler bu sisteme güvenmiyoruz. Bu sistem AKP’ni üretiyor, Cemaat’i üretiyor, CHP’ni üretiyor. Eğer şeffaflıksa, artık birilerinin oyununa gerek yok. 28 Şubat sürecinde başörtüsüne teferruat diyenler, şimdi ortaya çıkıp konuşmasınlar, adaletten bahsetmesinler.
4 / Mahmut Konuk: Bu ülkede bir tane yasadışı örgüt var; devlet. Çünkü biz devletin yaptığını sorgulayamıyoruz. Dün Hatay’da bir tır, polisler tarafından durduruluyor, aranıyor ve içinde silah ve mühimmat bulunduğu tespit ediliyor. Savcılık “tırı durdurun” diyor. Jandarma olaya intikal ediyor. Jandarma komutanı ve valilik ise “tırı bırakın” diyor. Savcılık can güvenliği olmadığı gerekçesiyle tırı bırakıyor. Bu gangsterliği yapan devlet. Kendi meskeni üzerinde kaçak yapılanmaya gitti diye, iki gün önce Sevan Nişanyan devlet tarafından 4 yıl hapis cezası aldı. Bu ülkede, Cumhurbaşkanlığı köşkü de kaçaktır. Bu ülkede, Melih Gökçek, ODTÜ rektörünü kaçak yapı yaptıkları gerekçesiyle itham ederken, Sevan Nişanyan’a kaçak yapı yaptığı gerekçesiyle ceza veriliyor. Hrant Dink cinayetinin birkaç tetikçisi ile birkaç meczup dışında, adalet önüne çıkarılmış bir tane sorumlu yok. Dink, devletin bütün kademeleri tarafından taammüden işlenmiş bir cinayetle öldürüldü. Biz Sevan Nişanyan’ın cezalandırılmasının gerçek gerekçesinin kaçak yapı olmadığını biliyoruz. Nişanyan, İslami mitolojiye aykırı sözler söyledi diye cezalandırıldı. Ama bu yüzden cezalandırıldığı belli olursa, dünya kamuoyundan tepki toplar diye, kaçak yapı öne sürüldü. Bu ülkede KCK davasından tutuklu olan avukatların hiçbir suçu yok. Müvekkillerini yakalayamayınca avukatlarını tutukluyorlar. Bu ülkede hiçbir şey yasalarda yazıldığı gibi uygulanmıyor. Bu ülkede şeffaflıktan söz ediliyor, yolsuzluklara karşı mücadeleden söz ediliyor, yolsuzlukla mücadele eden savcılara ve polislere müdahale edilmemelidir deniliyor, ama böyle bir ortamda 400 tane emniyet görevlisi bir kalemde görevden alınıyor. Devletin kendi kurumları arasında iktidar ve rant kavgası yaşandığında ancak geniş halk kitleleri durumdan haberdar olabiliyor. Susurluk’ta da durum böyleydi. Bu ülkede bütün bu olan biteni süpürecek olan halk hareketidir.
5 / Yusuf Şahin: Biz yolsuzluk ile ilk defa karşılaşmıyoruz. Biz Bedrettin Dalan’ın imar yolsuzluğunu biliyoruz, bunun dışında İSKİ skandalını da biliyoruz. TEDAŞ yolsuzlukları, Engin Civan yolsuzluğu ve sayamayacağımız kadar çok yolsuzluk var. Mesela örtülü ödenek. Bu örtülü ödenek nasıl bir şeydir? Birilerinin babasının çiftliği midir? Yolsuzluğun bir başka yönü de var. Gezi’de yedi tane insanın katledilmesi. Bu gençleri siz hangi haklarla öldürürsünüz? Ethem Sarısülük’ün canlı canlı katliamını nasıl savunursunuz? Mahkemeyi izlerken, savcının cevap veremediğini gördüm. En sonunda da zaten mahkemeyi kapattı gitti. Haklı davanın haksız olduğu görülmemiştir. Sivas katliamında karar Başbakan’ın emriyle nasıl veriliyorsa, yolsuzlukta da durum bunun aynısıdır. Hükümet ile Cemaat bir ara aynı yolda yürüyordu, türküler söylüyordu. Şimdi aynı yol çamur mu oldu, bilmiyoruz. Burada rant ve çıkar savaşı var. Çıkar ilişkilerinin ters düştüğü noktada ayrıştılar. Geçmiş dönemlerde de aynı şeyler oldu. Bu davaların hepsi açık seçik olsa da, hiçbirisi adalet önünde cezalandırılmadı. Anadolu’da yaygın bir söz var: “Bal tutan parmağını yalar”. Öyle bir duruma geldik ki sanki “Devletin malı deniz yemeyen keriz” kafasını yaşıyoruz. Ama bu çark böyle dönmeyecektir. Bizim ideolojik dünya görüşümüz budur. Bozuk düzende sağlam çark olmaz.
6 / Belgin Çelik: Bugün Taksim’de ekmek almaya giderken vurulan Berk’in doğum günü. Berk’i biliyorsunuz. Berk hala komada. Bu devlet tarafından yedi kişi öldürüldü. Roboski’nin intikamı, bu utanç yolsuzluklarıyla hükümetin suratına vuruluyor. Yedi kişinin ölümlerinin ahı diyorum ben. Haksız yere itham edilen seks işçilerine kesilen ağır para cezalarının ahı diyorum ben buna. Hep onurdan bahsederiz. Hepimiz onurluyuzdur kendimize göre. Ama onurlu bir şekilde bırakıp gitmeyi bile bilmiyoruz. Nedense bütün onursuzlar, fahişeler, dilenciler, ibneler vb. dir. Ama onurlu dediğimiz kişiler, deve yüküyle götürüyor. Geçmişe dönelim. Aklı başında olanlar, 70’li yıllardan beri Hoca Efendi’yi tanırlar. Hatta rahmetli Ecevit ödül bile aldı elinden. Ama sağcısı da solcusu da Hoca’yı akladılar. Şimdi susurluk kamyonu gibi toslayınca Hoca efendi, birden bire inciler döküldü. Neden paniklediniz? Ne oldu? Acaba kutulardan daha neler gitti? Neler var? Hoca Efendi böyle yangınlı beddualar ettikçe, ben inanıyorum ki, 2014 çok ateşli geçecek. Ağzımızdan iyi bir şey çıkmıyor. Millet birbirinin gırtlağına basmış vaziyette. Bu yaşadığımız yolsuzluk, bugünün yolsuzluğu değil. Daha da çok yolsuzlukla karşılaşacağız gibi görünüyor. Önümüzde seçimler var. Daha birçok yolsuzluk önümüze gelecek gibi geliyor bana.
7 / Mehmet Can: Ben söze basit bir cümle ile giriş yapmak istiyorum. Bu ülkede, solcular, aleviler, komünistler, Kürtler siyasi suçlu olarak yargılanır; sağcılar ise yolsuzluktan yargılanır. Tarihsel sürece baktığımız zaman bunun birçok örneğini görebiliriz. 1876’da okunan Tanzimat Fermanı’nın sonunda, “biz hırsızlıkları, yolsuzlukları önleyeceğiz” ifadesi yer alır. Ama hala hırsızlıklara yolsuzluklara bir çözüm bulunamadı. Eğer bir yolsuzluk, hırsızlık, gasp, üçkağıtçılık aranacaksa, işe 1915’ten başlamalıyız. En büyük hırsızlık, en büyük mülksüzleştirme 1915 yılındaki Ermeni Soykırım’ı ile başlamıştır. Anadolu’nun yerli halkı olan Ermeniler, bu topraklardan sürülmüştür, tecrit edilmiştir ve kalan mülklerine de el konulmuştur. 1923 yılında da bir darbe gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet, tepeden indirilme bir cumhuriyettir. Bu cumhuriyetin içinde halk yoktur. Halk olmadığı için aşağıdan yukarıya doğru bir cumhuriyet anlayışı gerçekleşmemiştir. Yani başarısız bir modernleşme yaşanmıştır. Bugün yaşanan sıkıntılar bu başarısızlığın en bariz göstergesidir. 1923’te sistemin periferisine atılan bütün güçler, Rumlar ve Yahudiler hariç, bugün iktidarları sıkıştırmaktadır. Bugün Kürtler başını kaldırmıştır, aleviler başını kaldırmıştır. Dolayısıyla kuruluş problemli ve tepeden inme olunca, böyle sıkıntılar da ister istemez kendini dışarı vurmaktadır. Bugünkü yasalar, yedi yüz yıldır egemenleri korumaktadır. Halk bu işin içinde yoktur. Yine Tanzimat Fermanı’nda yer alan bir ifade şöyledir; “Devlet memurunun ırz, namus ve can güvenliğini garanti altına alıyoruz”. Yani bürokrasi Sultan’a karşı kendisini koruma altına almak istemektedir. Bu Ferman ile beraber bürokrasinin Sultan’a karşı eli güçlenmiştir. O günden bu güne, bürokrasi halkın üstünde Demokles’in Kılıcı gibi durmakta, istediğini asmakta istediğini kesmektedir.
8 / Mustafa Selmanpakoğlu: Halk arasında “İnsanın ar damarı çatlayınca artık yapacak bir şey kalmaz” diye bir söz vardır. Bu ar damarı çatlayanlara karşı yine de örgütlü şekilde beraber tepki göstermek ihtiyacını görüyorum. Yolsuzluk insanlık tarihiyle yaşıt bir terimdir. Dün yolsuzluk vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Hesap verilebilirlik bir demokrasi ölçütüdür. Hesap vermeme keyfiyeti ancak diktatörlüklerde olur. Gerçek demokrasilerde hesap verilir ve hesap sorulur. Yolsuzluk ve şeffaflık birbirinin zıttıdır. Yolsuzluk olan yerde şeffaflık, şeffaflığın olduğu yerde ise yolsuzluk yoktur. Olursa gereği yapılır. Yolsuzluk zulümle doğru orantılıdır. Bir ülkede ne kadar hukuksuzluk varsa, o kadar yolsuzluk vardır. Baskı ve zulüm, hukuksuzluk ve yolsuzluğu örtmek için yapılır. Sekiz yüz yıl öncesinde Yunus Emre şöyle diyor: “Haramisi, soyguncusu, uğursuzu, vurguncusu, cellat ruhlusu, ruhsuzu, soysuzu sadrazam olmuştur.” Yine sömürüye ve adaletsizliğe başkaldırmış Pir Sultan Abdal, “Koca başlı koca kadı, sende hiç din iman var mı? Haramı helali yedin, Sen de hiç din iman var mı?” demiş. Demek ki, sekiz yüz yıl önce de beş yüz yıl önce de aynı şeyler yaşanmış. İleri demokrasi deyip demokrasiyi katleden, laiklik deyip devleti fetvalarla yöneten, sünnilik dışındaki inançları yok etme operasyonu yapan ve muhalif kim varsa zindanlara dolduran hükümet, ecdadının soyunda giderek bilinen sona doğru ilerliyor. Yüzde elliyi evlerinde zor tutuyoruz diyerek Gezi direnişçilerine gözdağı verenler, bugün hesap vermeseler bile, 12 Eylül’ün mimarları gibi hesap verecektir. Demokrasi, hukuk, insan hakları ve vicdan özgürlüğü mücadelenin asli unsurları olmalıdır. Muhalif siyasi güçler ve partiler, demokrasiyi önce kendi işlerinde sonra da ülke işlerinde yaşatmak için daha gayretli olmalı, Gezi Direnişi’ni kendine örnek almalıdır.
9 / Hüseyin Avcı: Geçmişte yaşananlar ile bugün yaşanan şeyler aynı değil. Seksen sene öncesi için “Ermeniler Kürtler’i öldürdü” ya da “Türkler Ermeniler’i öldürdü” demek için o zamanları yaşamış olmak gerek. Ben o günleri görmediğim için, oraları yargılama şansına sahip değilim. Dolayısıyla ben bugünü örmek alarak konuşmak istiyorum. Problem Türkiye’deki mevcut yasalarda değil, problem Türkiye’deki mevcut sistem de değil. Eğer biz Türkiye’deki sistemi ve sistemi yönetenleri tenkit ediyorsak, bunun önüne bir alternatif koymamız lazım. Eğer biz sadece sistemi kötüleyerek bir yere varmak istersek, hiçbir yere varamayız. Sistemi yönetenlerde problem var. Aramızda hukukçular var. Kürsüde oturan hakim eğer oraya adalet dağıtmak için oturmamışsa, kendini şartlandırmışsa, önyargılıysa, o zaman oradan bir adalet beklemek mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çok fazla günah keçisi olmuş bir devlettir. Yolda ayağımız takılıp düştüğümüz zaman, “ne biçim devlet” diyoruz. Arkadaşlar, vallahi devletin bir günahı yoktur. Günah devleti idare edenlerdedir. Arkadaşlar ben çocukken Türkiye’de dört tane parti lideri vardı; Demirel, Erbakan, Türkeş, Ecevit. Yaşım altmış oldu, hala içlerinde yaşayanları var. Bu sistem neden değişmiyor? 5271 sayılı ceza muhakemeleri usulü kanununun 164. maddesi Türkiye’de adli kollukla görevli olanları sayar; emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazadır. Adli kolluğun görevleri arasında şu var: “adli kolluk adli işlemler yaparken savcının emrindedir.” Yaptığı idari iş ile ilgili olarak bağlı bulunduğu makama idari bilgi vermez. Eğer Türkiye’de bir savcı benimle ilgili bir soruşturma açacaksa, benim emrimdeki adam gelip bana bilgi vermesin. Türkiye’de adaletin tecelli edebilmesi için yargının bağımsız olabilmesi lazım. Bu işler idari tasarruflar ile olmaz.
10 / Nejat Kangal: Ben biraz günümüzden bakmak istiyorum. 35 yıldır bu ülkede yapılanların hiç sorun edilmediği bir ülkedeyiz. Binlerce Kürt öldürülüyor, on binlercesi faili meçhullerde katlediliyor, binlercesinin arazisine malına mülküne el konuyor ve bunlara ses çıkarmıyoruz. Bunlara ses çıkarmazsanız, bunlarla hesaplaşmazsanız ve birçok kirletilmiş adam devletin yüksek kademelerinde görev almaya başlarlarsa, doğal olarak yolsuzluğu da yaşarsınız. Başbakan olaylar ile ilgili açıklamasında “dış güçlerin oyunudur, işbirlikçiler de bunlar” diyor. Biz yıllarca “kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçileri” dedik, hapse girdik. Dün itibariyle, beş Kürt milletvekilini rehin tutmaktan vazgeçti devlet. Gerçek anlamıyla rehin tutuyordu. Hukuk aynı hukuksa, neden bu insanlar bu kadar süredir içerdeydi? Bunu anlayabilmek mümkün mü? Mümkün. Sistemle ilgili bir sorun. Geçtiğimiz cuma günü 12 Eylül Duruşması’nın çıkışında bir basın açıklaması yaptık. Çok rahat tamamını okuyabilirim çünkü iki cümle. “Bu binanın içerisinde yargılamayı kim yapıyor? Cemaat mi? Paralel devlet mi? Hukuk mu? Hükümet mi?” İkinci cümlemiz şu: “Yargıtay’a gittiğinde bu davaya kim bakacak? Cemaat mi? Paralel devlet mi? Hukuk mu? Hükümet mi?” bugün siz sistemi teşhir etmeye, çürümüşlüğünü göstermeye çabalasanız, Başbakan’ın yaptığı kadar iyi yapamazsınız. Sistemin bu çürümüşlüğünü aşmanın yolları bellidir. Birincisi, Türkiye’deki halk üzerindeki baskıyı, sokak üzerindeki baskısıyı kaldırmak. Operasyon dış kaynaklıdır deniyor. Bakanlar yerli, oğulları yerli, hukuk sistemi yerli; bir tek ayakkabı kutusunun üzerindeki marka yabancıydı. Bir de içindeki para. Türkiye’de hukuk sadece olması gerektiği gibi işliyor. Sokak özgürleşmediği zaman bütün bu olanlar tekrar yaşanacaktır. Bizim görmemiz gereken sistemin çürüdüğü ve bu sistem dahilinde başka bir şeyin olamayacağıdır.
11 / Mehmet Can Çağlayan: Hükümet sandıkla yani demokrasi ile başa geldiği için farklı bir yordamı var. Cemaatin ise daha katı bir hiyerarşik yapısı var. 11 yıldır Cemaat ile Hükümet arasında ciddi bir diyalog var. Hükümet bunun farkında değilmiş gibi davranıyor. Üçlü hukuk sistemi diye bir şey vardır. Yargılayanları yargılayan bir sistemden bahsediyorum. Daha sorgulanabilir daha şeffaf bir yapı istiyoruz. Sistem ile ilgili bir sorunu tartışacaksak, çok daha farklı bir bağlamı dile getirmeliyiz. Benim rahatsızlık duyduğum şey şu: bizim geçmişte ordunun vesayeti ile uğraşmamız gerekiyordu, bugünse cemaatin vesayeti ile uğraşıyoruz. Artık hükümet sandık sistemi aracılığıyla vesayetçilik oynuyoruz desin. Sürekli birilerinin adres olarak gösterilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Ben eminim ki, bu işin uluslararası bir boyutu vardır. Durum çok farklı şekillerde tartışılabilir. Ama adres gösterildiğinde ortada bir delil olmalı. Şüphesiz ki demokrasinin en önemli ölçütlerinden birisi sandıktır. Ama bunu tek ölçüt olarak görürsek, büyük bir yanlışa düşeriz. Toplumsal muhalefet sadece CHP aracılığıyla yürüyemez. Bunu halka yaymanın bir yolu var. Sivil toplum anlayışını geliştirmek gerekiyor bu anlamda. Ama siyasallaşmayı dile getirdiğimiz zaman da ortaya bir sorun çıkıyor. Herkes siyasallaşmadan kurumsal bir düzleme geçmeyi anlıyor. Bir haksızlık karşısında beraber yürüyemeyecek miyiz? Bir şeye itiraz edemeyecek miyiz? Bu her zaman bir partinin ya da bir vekilin dile getirmesi mi gerekiyor? Biz siyaseti ve toplumsal değişimi meclis merkezli düşünürsek, bütün kavgalar da yukarıdan gelir bütün ayrıştırmalar da. Onlar bir devlet aklı ile düşünüyorlar, sivil akıldan çok uzaklar bu anlamda. Ben belirli bir parti ya da belirli bir ideoloji üzerinden yürütülen bir siyaset anlayışından bahsetmiyorum. Benim kurumsallaştırmaktan anladığım, prensiplerin kurumsallaştırılmasıdır.
12 / Enver Önder: Saydamlık, dürüstlük ve hesap verebilirlik toplumumuzun dünden bugüne getirdiği özlemleridir. Ancak bunların çok ütopik kaldığı bir dönem yaşıyoruz. Bu dönemde bunların aksine kapalılık, ayakkabı kutularıyla iş çevirme gibi şeyler birinci plana çıktı. Vahşi kapitalizmin geçerli olduğu bir yerde, hangi ülke ya da hangi devir olursa olsun, saydamlık, dürüstlük ve hesap verebilirlik mümkün değildir. Kapitalizmin felsefesinde “rab bana, hep bana”cılık vardır. Böyle bir mantık namuslu hesap verebilirliğin önündeki en büyük engeldir. Bu yüzden ben, ne bugünkü hükümetten ne de gelecekte kurulacak olan hükümetlerden böyle bir şey bekliyorum. Geçmişe yönelik tüm yakınmalarını dile getiren dostların söylediklerinin altına imzamı atarım. Ancak biz, yaşadıklarımız şeylerle geleceği bulmak, geleceği kurmak sancısına sahip olmalıyız. Mezar taşlarıyla kavga etmenin, mezar taşlarını yarıştırmanın bize kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Tabii ki tarihin önemini inkar etmek için söylemiyorum bunu. Tarih öğrenmek, dünkü neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde bugünümüze ışık tutuyorsa, o tarih değerlidir, bilimdir. Ama salt kin ve öfkemizi çoğaltmaya yarıyorsa, yarınımızı da tehlikeye atar. Bu nedenle ben gelecekte ne yapmalıyız sorusuna öncelik vermek istiyorum. 1950 yılında, tarlada iş yapan babam yemek götürdüm ve o tarlada iki milletvekili gördüm. Yedi yaşında iki parlamenter tanıdım, tarlada. 70 yaşındayım, başkentte oturuyorum ve meclise iki durak uzakta yaşıyorum; bir tane milletvekili tanımıyorum, neden? Sadece sistem milletvekiline “senin sorumluluğun seçmene karşı değil, genel yönetim kuruluna karşı, genel başkanına karşıdır” diyor. Eğer genel başkanın seni listeye yazarsa, yolun parlamentodur. Bu sistemi değiştirmek gerekiyor. Bugün AKP’nin arsızlığın, yüzsüzlüğün, utanmazlığın şimdiye kadar görülmedik boyutlara ulaşmasına vesile olan bir iktidarın şanssızlığından daha büyük olan şanssızlığımız onlara yeterli bir alternatif sunamamamızdır.
13 / Moderatör Yüksel Çorbacıoğlu: 2003 yılında kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nda görev yaptım. Hem geçmişe dönük yolsuzlukların araştırması yapıldı hem de geleceğe dönük yolsuzlukların azaltılmasıyla ilgili öneriler tespit edildi. Yasama alanında 13 yürütme alanında 35 ve yargı alanında da 7 tane öneri vardı. Bunların bir kısmı da hayata geçti. Siz bir yargılamaya müdahale ederseniz, hele hele bir de yolsuzlukla ilgili; yaptığınız bütün düzenlemelerin, raporların, komisyonların, çalışmaların tamamı çöpe gitmiş demektir. Israrla söylüyorum, asli unsur insandır. Sistemi yıkıp yerine bir sistem getirecekseniz, o sistemi yürüten de insan olacak. Ne kadar demokratik, denetimli ve saydam bir sistem olursa olsun, insan yine yapacağını yapar. Herkesin gözü önünde bir savcının mahkeme kararını, gözaltı ve arama kararını işleme koymasının bürokrasi tarafından engellenmesini ve bunun da doğru olduğunu söylemenin; saydamlıkla, hesap verebilirlikle, yolsuzluğu engellemek ile bir alakası olabilir mi? En son yaşadığımız tır olayında, Sami Selçuk “soruşturmanın kralı savcıdır” dedi. Savcı gözaltına aldığında, siz ona vali olarak başbakan olarak hiçbir şey yapamazsınız. Yapacağınız bir şey varsa o da şudur; yasal yollardan o aracın serbest bırakılmasını sağlamak. Hakkınızı yargı yoluyla arayabilirsiniz. 17 Aralık, iktidarın kokuşmuşluğu kadar sistemin kokuşmuşluğunu da gösterdi. Ben bugünkü iktidarın kamu vicdanında mahkum olduğunu düşünüyorum. Saydamlık ve hesap verilebilirlik yürütmeye ilişkin bir kavramdır. Ne yargıya ilişkin ne de yasamaya ilişkindir. Bugün yürütmenin yaptığı ilk iş saydamlığı sağlamak için gazetecileri olay yerinden almak oldu. Sayıştay’ın görevi devletin, kamunun yaptığı harcamaları incelemektir ve bütçe olarak meclisin denetimine getirir. Meclis’in asli görevi denetimdir. Bugün denetime ilişkin bir şey yok. Bir başbakan bırakın parasını pulunu yetkisini, hayatını ülkesine vakfetmeli. Ya da başbakanlık yapmamalı.
14 / Bülent Kuşoğlu: Geçmişte olup bitenleri, bunun bir sistem sorunu olduğunu tartışmak yerine, öncelikle yolsuzlukları kınamalıyız, nasıl önlenmesi gerektiğini tartışmalıyız. Yolsuzluklar kınamıyorsa ve yapanlar ezilmiyorsa maddi manevi bunun çözümü olmaz. Bunun toplumsal ve kamusal boyutu var. Ben bir milletvekili olarak öncelikle kamu boyutuyla ilgili partim adına yapılması gerekenleri size anlatacağım. İşin toplumsal boyutu, bireyin davranışlarıyla ilgili bir konu. Bununla ilgili toplumun kanaat önderleri, üniversiteleri, STK’lar, bu konuda sıkıntı yaratanları kınamalı. Sayın Başbakan diyor ki, kirli operasyon. Bunu söylememeli. Ben ilk defa iktidar partisinden bir arkadaşın burada olmamasından mutluyum. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum, onun düşeceği durum çok sıkıntılı olacaktı, çünkü utanılması ve utandırılması gereken bir konu bu. Bakıyorsunuz din adına yapıyor bunu, rüşveti umreye gitmek için almış. Çürümüş bir toplumuz. Mecliste küfür eden vekilleri, kendi partimizsen ise kınamıyoruz. Yolsuzluk bununla mukayese edilmez, tümden kınanması gereken bir konu. Buna bulaşan kişiler toplumdan ayrıştırılmalı. Ancak bu yapılmıyor üstelik bir yandan da destek veriliyor. Siyasi olarak bu konuyla ilgili eğitim mekanizması dışında yapacağım bir şey yok ama partim bazı çalışmalar yaptı. 2013 yılında Yolsuzluk Komisyonu’nda işin kamu boyutuyla ilgili yapılması gerekenlere ilişkin 10 maddelik bir çözüm paketi hazırladık:
1. Dokunulmazlık kaldırılsın.
2. Kesin Hesap Komisyonu kurulsun ve yasama denetimi güçlendirilsin.
3. Yolsuzlukla Mücadele Daimi Komisyonu kurulsun.
4. Sayıştay’ın yetkileri arttırılsın.
5. Kamu İhale Yasası ile milletin hakkı korunsun.
6. Bağımsız denetim kurulları yeniden bağımsız hale getirilsin.
7. Rüşvet, yolsuzluk ve kara para aklama suçlarının cezaları artsın.
8. Uluslararası antlaşmalar denetime açılsın.
9. Siyasi Ahlak Yasası çıksın.
10. Halkın bilgi edinme hakkı güçlendirilsin.
15 / Mükremin Barut: Yolsuzluğun yabancı dilde karşılığı nepotizm. Kayırmacılık, yani kendi yandaşlarına menfaat temin etmek. Bir ülkede yolsuzluğun ne kadar kurumsallaştığını görmek istiyorsanız, o ülkede yolsuzlukla ilgili kullanılan terminolojiye bakmak lazım. Geçmişten örnekler verildi. Ben de bir iki şey ekleyeyim. Sıkıyönetim zırhına giyinmiş Şahin Kaya’nın malvarlığı. Uçak satın almadan edindiği servet hala üzerine giydirilmiş değil. Ecevit’in talihsiz bir hükümet kurduğu dönemde 10 vekile bakanlık verilmişti hepsinin adı yolsuzluğa karıştı ve yargılandılar. 1960 darbesinde para yani kasalar el değiştirdi. Biz bunlarla yüzleşmezsek sorunu çözemeyiz. İstiklal Mahkemeleri başkanı Kılıçali’nin organizasyonuyla kurulmuş bir kooperatif ya da inşaat firması olduğu söylenir; halktan ciddi paralar toplanmıştır, iade edilmemiştir. Kimse de sesini çıkaramamıştır. Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Örgeören asmalar kesmelerin ardından dönmüş ve İstanbul’da yalı almıştır. Bu da büyük bir yolsuzluktur ama bunlar hep yasalarla korunmuştur. Üzerlerine cesaretle gidilememiştir. Bizim yepyeni bir kültüre ihtiyacımız var. İdeolojisi ya da tarafı ne olursa olsun, ortaklaşmış bir akla, anlayışa ve tutuma ihtiyacımız var. Önümüzde yerel yönetimler seçimleri var. Birçok şeyin deşifre edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Başbakan diyor ki “oğlum emsal arttırmak istemiş.” Emsal artırımı, bir yerde kamudan para çalmaktan başka bir şey değildir. Hele de bunu öyle vandal ve vulgar biçimde yapıyorlar ki. Bu kamudan çalınan bir şeydir ve hırsızlıktır. ODTÜ’nün binaları kaçak değil. Gökçek binalarınız ruhsatsız diye akademisyenlerin üzerlerine gitti, hemen bir proje yazıldı ve bir gecede o yol açıldı. Şehirle, şehirliyle alay eden, Ankaralıyla, onların amblemiyle alay eden bir büyükşehir belediye başkanı var. Özetle; yolsuzluğun geçmişine kadar inip tümüyle ve var olan her şeyle yüzleşilmesi gerekiyor.
16 / Süleyman Özyürek: Sanıyorum söylenecek her şey hemen hemen söylendi. Yolsuzluk yapılış şekliyle olsun, hangi yöntemle yapılırsa yapılsın, yolsuzluğun varlığı bir otoriter yapının varlığıdır. Bu otoriter yapı olmadan yolsuzluk pek yapılamaz. Öyleyse nasıl engellenebilir? Katılımcılık burada çok ön plana çıkmalıdır. Katılımcılığı da dört yılda bir yapılan seçimlerle özdeşleştirmemek gerekir. Yerel seçimler tam da gündemimizde. Katılımcılığın en iyi uygulandığı alanlardan birisidir bu. İskan ettiğiniz bir yer ve buraya yapılacak işler var. Bunu kim planlayacak? Merkezi bir hükümetin belirlediği bir karar uygulanacaksa, burada her türlü şey yapılabilir. Ancak burada oturan insanlar neyin yapılmasına karar verirlerse, denetim de şeffaflık da hesap verilebilirlik de katılımcılık da sağlanmış olur. Hesap kime verilir? Hükümetlerin denetimi nasıl olacaktır? Yasamanın bir görevi de yürütmeyi denetlemektir. Ne yazık ki parlamentomuz bu denetleme işlerini çok fazla yerine getiremiyor. Biz bu ülkede 1 Mart Tezkeresi’ni yaşadık. Şunu söylemek istiyorum; AKP çoğunluk olabilir ama inanıyorum ki bu tür bir yapının içinde bile yolsuzluklara dur diyebilecek insanlar vardır. Devlet Denetleme Kurulu diye bir kurul var bu ülkede. Ama bu kurum da hiç harekete geçmiyor. Toplumumuzda da herkes şikayetçi ama kimse çözüm önerisi koymuyor ortaya. Belediye başkanları adayları belirleniyor, kimseye sorulmuyor. Dolayısıyla demokrasiyi sokağa indirmek için, bu noktalarda adımlar atılması gerekiyor. Nasıl bir belediyecilik istiyoruz? “Herkes layık olduğu şekilde yönetilirmiş” diye bir söz var. Bunu aşmak için katılımcı olmalıyız.
Soru-Cevap
* Enver Önder: Yaklaşık 40-50 yıldır Türkiye’deki iki kurumun çalışmalarına kendimce dikkat etmeye çabalıyorum. Biri Milli Piyango İdaresi birisi de Çevre ve Orman Bakanlığı. Milli Piyango’daki herhangi bir yetkilinin adının yolsuzluğa karıştığını görmedim. Fakat Çevre ve Orman Bakanlığı söz konusu olunca, kim gelirse gelsin yolsuzlukla suçlanmayan yok. Acaba Türkiye’nin en namuslu insanları Milli Piyango’da en namussuzları da Çevre ve Ormancılık Bakanlığında mı görevlendiriliyor?
Yüksel Çorbacıoğlu: Buna cevap verecek bir birikimim yok. Çevre ve Orman Bakanlığı yatırımcı bir bakanlıktır. Problem burada. Bir yerde yatırım varsa orada dikkat edilmesi gereken şeyler var. Ama Milli Piyango’da da yolsuzluk yapılabilir. Bazı şans oyunlarının Milli Piyango çalışanlarının yakınlarına çıktığı ile ilgili haberler basında çıkmıştı. O kadar da masum değiller yani. Fark bence Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bütçesinin büyük olmasından ve özel sektöre iş vermesinden kaynaklanıyor.
* Mahmut Emin Avcı: İki sorum var. Vergi kaçakçılığı gelişmiş ülkelerde büyük bir suç iken, ülkemizde sık sık af çıkarılarak vergisini düzenleyenlerin hakkı yenmiyor mu? Diğer sorum da şu: Toplumun çürümüşlüğü nasıl aşılır?
Bülent Kuşoğlu: Bizim vergi sistemimiz zaten baştan aşağı sakat, biliyorsunuz. Türkiye’de toplanan 100 liralık verginin 70 lirası dolaylı vergilerden oluşuyor. Dolayısıyla zengin ve fakir aynı vergiyi ödemiş oluyor. Kazanana göre bir vergi ödeme sistemi yok. Zaten burada bir adaletsizlik var. Son 11 yıl içinde tam sekiz tane vergi affı, sosyal güvenlik affı, servet affı getirdik. Geçtiğimiz yıl servet affı getirildi, yurtdışından Türkiye’ye kayıt dışı paraların yüzde 2 ile getirilmesine olanak tanıyan bir kanun çıktı. 70 milyar dolarlık beyanda bulunuldu ama 10 milyar doları getirildi. Sadece 207 milyon dolar vergi verildi. Yani devlet 207 milyon dolar için devlet olmaktan vazgeçti. Bu, kanunla yapılmış bir yolsuzluktur. Buna karşı getirilen hiçbir tepki olmadı. Devlet olmak vergi almasını becerebilmektir. Toplumun ahlakından ya da bireyin ahlakından siyasiler sorumlu olamaz. Bundan hepimiz sorumluyuz. Bunu yapanları hep beraber kınamamız lazım. Devletin vergi aflarını da kimse kınamadı. Toplum olarak, STK’lar, üniversiteler, kanaat önderleri hep birlikte bunu kınamalıyız. Yolsuzluğun bahanesi olmamalı. En iyi kanunları çıkarsak bile bu çürümüşlüğü önleyemeyiz.
Mükremin Barut: Bizim sıramız geldi mantığı var. Benim memurum işini bilir dendiği için 1988’de sosyal demokratlar tepki gösterdi yerelde. Yerelde iktidar, iktidarın ilk adımıdır. Halka en yakın birimden hizmet götürdüğünüz için, ikinci seferde iktidar olursunuz. Halk bu şekilde, bildiğimiz bir partiyi sandığa gömdü. Sömürme kültürü ve çürümüşlüğün belli bir kesime ait olduğunu düşünüyorum. Daha çok parayla uğraşan bir kesime ait. Kazancı ve kazancın her yolunu mubah gören bir felsefe. Bence emekçilerin ve üretenlerin bu çürümüşlükle mücadele etmesi lazım; kendisini de çürümüşlerin listesine koymamalı.
Süleyman Özyürek: Çürümüşlük kesinlikle halkta, toplumda değil. Sıradan insanlar bu yolsuzluklardan ya da çürümüşlüklerden pay almıyor. Aslında tam da devlet yapılanmasının içeriğini burada açmak gerekiyor; çürümüşlük buradan yansıyan bir şey. Katılımcı bir demokrasinin önünü açarsanız, bu çürümüşlüğün önünü alabilirsiniz. Çünkü vergiyi verenler hesabını da sormayı bilmelidir.
* Hasan İstemi: Avrupa’da Helsinki Kriterleri’ne uyan ülkeler yolsuzluk pek az görülüyor. Peki, bu gelişmiş Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi yolsuzluk yüzünden kınaması gerekmiyor mu?
Bülent Kuşoğlu: 17 Aralık yolsuzluğunun diğer yolsuzluklardan ayrılan bir yönü de var. Bu aslında uluslararası boyutu olan bir yolsuzluk. Bu yolsuzluğun içerisinde yabancılar var, kara para aklama var, terör örgütüne yardım var. Eğer gerçekten terör örgütlerine yardım ediliyorsa, kara para aklanıyorsa, bu yolsuzluk ülke ekonomisini batırır. Alman Başbakanı Merkel “Erdoğan’ın İsviçre’deki gizli hesaplarını ele geçirdi” diye bir haber geçti. Kimse de çıkıp yalanlamadı. Eğer böyle bir şey varsa, Türkiye esir alınmış demektir. Çok rezil bir vaziyetteyiz demektir. Memnun değilim, ben de endişeleniyorum. Maalesef çok büyük açıkları olan, çok büyük sıkıntılar getirecek bir ortamdayız.
Abbas Kılıçoğlu: Ekonomik yolsuzlukların önemli sebeplerinden birisi olarak hileli bir seçim sistemi olan %10 barajlı seçim sistemi de, sizce bir tür siyasi yolsuzluk mudur?
Mükremin Barut: Yüzde 10 barajı yolsuzluktur. 12 Eylül askeri darbesinin getirdiği bir sistemdir. İttifakla bu baraj korunuyor. Sistem partileri bağımsız vekillerin listesi birleşik oy pusulasına yazılsın dediler. Çünkü Anadolu’da ve Doğu’da, cahil insanlar bu oy pusulalarına yanlış basacaklar ve geçersiz sayılacaktı. Ama halk bu sorunu çözdü, ip salladılar, mühür nereye geliyorsa oylarını oraya bastılar. Bu sayede Muş’tan vekil çıkmıştır. Baraj, en büyük siyasi yolsuzluktur. Kim bunun arkasında duruyorsa onlar da aynı kategoridedir.
Bülent Kuşoğlu: Bu baraj kuralının başka bir etkisi var. Türkiye’de çok farklı siyasal fikirler var. Türkiye’nin siyasi sisteminin çok partili olması gerek. Fakat bu baraj nedeniyle sistem gittikçe ikili bir parti anlayışına doğru gidiyor. Seneye de Cumhurbaşkanlığı seçimi var, yüzde 51 ile seçilecek. Bu da iki partili bir sistemi getiriyor. Bu anlayış, halkın mecliste temsilini engelliyor. Meclis denetiminin de önüne geçiyor.
Seda Kırdar: Bülent Bey, siz Plan ve Bütçe Komisyonu üyesisiniz. Şimdi Ankara 14. İdare Mahkemesi, Sayıştay Rapor Değerlendirme Kurulu’nun raporların TBMM’ye sunulmamasına ilişkin raporunu reddetti. Siz de CHP olarak raporların bir an önce meclise sunulmasını, buna ilaveten de Plan ve Bütçe Komisyonu’nda özel bir gündem olarak toplanılması gerektiğini söylediniz. 2014 Bütçesi geçtiğine göre, özel olarak toplanıldığı zaman ne yapabilirsiniz? Nasıl olumlu bir katkınız olabilir?
Bülent Kuşoğlu: Evet dediğiniz gibi bütçe geçti. Bütçe kanunları diğer kanunlar gibi yasalaşırlar. Bu sene bazı raporlar geldi ama usulünce düzenlenmiş değillerdi. Ancak geçtiğimiz iki yılda hiç rapor bile gelmedi. Sayıştay denetiminin ilgili yılda yapılması lazım. Mesela 2014 yılında harcamalar yapılırken Sayıştay’ın denetlemesi lazım. Bizim de onlara milletvekili olarak ya da gözlemci olarak katılmamız lazım. Bu da Kesin Hesap Komisyonu ile olabilir ki bizim çağrımız da budur. Başında da muhalefetten bir kişinin olması lazım.
Mahmut Konuk: Sayın başbakan bu yolsuzluğun seçimle gelmiş hükümete karşı yapılmış bir uluslararası darbe olduğunu söyledi. Acaba ayakkabı kutularının içindeki para sayma makinaları nereden getirildi? Kandırıldık mı? İkinci sorum da şu: Paralel devlet olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa meşru mudur? Paralel devlete karşı nasıl mücadele edeceğiz? Kendi arazisi üzerine 60 metrekare ev yaptığı için ceza alıp hapse giren kaç kişi var?
Bülent Kuşoğlu: Türkiye ile ilgili uluslararası bir operasyon söz konusu. Orta Doğu ile ilgili de söz konusu zaten. Arap Baharı, Büyük Orta Doğu Projesi vb. birçok adım atıldı bu konularda. Ama yolsuzluk bunlarla örtülecek bir şey değil. Yolsuzluk var mı var. Ayakkabı kutularının içine paraları kim koydu, hepsi yerli, sadece paralar yabancı. Siz bu konularda açık verirseniz birileri kullanır. Mısır ile ilgili yapılanın başımıza gelmesinden korkuyorum. Bir iç savaştan korkuyorum. Hem içerden hem de dışarıdan kandırılıyoruz. Uluslararası küresel güçlere, emperyalizme bu fırsatları vermemeliyiz. İktidarın bu konuda bahanesi olmamalı. Bugün iktidara yakın yedi işadamının malvarlığına el kondu. Bunlar yalan olsaydı dört tane bakan gitmezdi. Geleceğimizle ilgili endişeleniyorum. Paralel devletle ilgili olarak şunu söylemek istiyorum: Şimdiye kadar paralel değildi de şimdi mi paralel oldu sanki. Türkiye gibi ülkelerde de, başka ülkelerde de devlet içinde devlet olabilir. Yargı’daki referandumu neden yaptık? Alevilerin elinde olduğu için. Bunları kabul etmek mümkün değildir. İktidarın bu konuda bahanesi yoktur.
Mükremin Barut: 1930 yılında çıkan Yerel Yönetimler Yasası 1580, 75 sene sürdü. O yasada köyler ve müşavir alanlardaki sadece muhtara bir proje götürüp onaylatmanız kolaydı. 1593 sayılı yasa köyleri mahallelere çevirdi, büyükşehir sınırlarını mülki sınırlara getirdi. Genelde proje kültürü belediyelerde şöyle yürüyor: vatandaş apartman bile yapabilir ve bu proje yoluyla meşrulaştırılabilir. Ruhsat almadan bina yapmak suçtur ama ruhsatı almanın birçok yolu vardır. Belediye meclislerine harç ödersiniz ya da ceza ödeyerek projenizi meşrulaştırırsınız. Bugüne kadar hiçbir insan yaptığı binadan dolayı cezaevine düşmemiştir. Sevan Nişanyan’ın ceza alması muhalif olmasından kaynaklanıyor. Bunun mücadelesi nasıl verilir bilemiyorum.
Yakup Göker: 17 Aralık’ta yapılan operasyonun dış mihraklar kaynaklı olduğu söylendi. Hatta bu ülkelerin isimleri de zikredildi. Türkiye bu ülkelerin büyükelçilerini çağırarak bu konudaki hassasiyetini belirtti mi?
Bülent Kuşoğlu: Bu büyük bir bilgi kirliliğinin yaşandığı bir konu. Hiçbir ülke doğrudan bu konuya müdahale etmedi zaten. Gerçi sivil toplum kuruluşları gibi kuruluşları olduğundan doğrudan da müdahale edilmez. Resmiyette hiçbir ülke bir başka ülkenin iç işlerine müdahale etmez. Bunu yapan küresel güçler bunu dolaylı olarak yaparlar. Hiç anlaşılmaz bile. Biraz önce de söyledim, yakayı kaptırdık bu konuda, çok büyük açık verdik.
Cafer Ekmekçi: Türkiye nereye gidiyor? Geleceğe bir öngörünüz var mıdır?
Bülent Kuşoğlu: En önemli soru bu tabi. Ben 17 Aralık Operasyonu’nun geleceğimizi çok büyük biçimde şekillendireceğini düşünüyorum. Türkiye’yi çok sıkıntıya sokacak işler yapıldığını düşünüyorum. Sadece bakan çocuklarını ilgilendiren bir konu değil. Başbakanın soruşturmaya izin vermemesinden rahatsızım. Mecliste konuştuğum AKP milletvekilleri de aynı kaygıları taşıyorlar. Bu yolsuzluğun soruşturulması, suçluların bir an önce cezalandırılması gerekiyor. Bir iç savaş yaşayabiliriz. Başbakan çok direnirse, çok kutuplaştırırsa, maalesef Türkiye bölünebilir.
Yüksel Çorbacıoğlu: Buraya gelen herkese, vatandaş kimliğimle çok teşekkür ediyorum. Eskiden siyasette rakip vardı, şimdi ise düşman var. Sanıyor musunuz ki, bu iktidar gidecek ve yerine yenisi geldiğinde her şey güllük gülistanlık olacak? Ben de endişeliyim, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama sizin bu emeğinize bu çalışmanıza yürekten teşekkür ediyorum. Umarım bu sesi duyup buradan kendisine yol haritası çıkaracak insanlar olacaktır.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Yolsuzlukların geçmişten gelen bir zeminin olduğu ve neredeyse yasalar yoluyla meşrulaştırıldığı görüşü öne sürüldü.
2 / Yolsuzlukların, hükümet tarafından yargıya müdahale edilmek yoluyla üzerinin örtülmeye çalışıldığı ifade edildi.
3 / Devletin yürütmeyi denetleme mekanizmasının işler olmadığı belirtildi.
DEĞERLENDİRME
TkMM tarafından hazırlanan, genel konuya ilişkin 5 dakikalık video gösterildi. 24 STÖ katılacağını bildirdi ancak 22’si katıldı. AKP ve MHP Milletvekilleri mazeret bildirerek toplantıya katılımlarını iptal ettiler. Katılımcılar ilk bölümde 5’şer dakikalık sürelere uygun şekilde konuşmalarını yaptılar. Ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Gelen STÖ’ler arasında yeni katılımcılar da vardı. Toplantıya 22 sivil toplum örgütü, 10 izleyici katıldı.
SİVİL TOPLUM İLE İLETİŞİM
266 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu