Yer : MESİAD
Tarih : 15.06.2013
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler
1. Çukurova Federasyonu (Abdullah Ayan)
2. Girişimci İş Kadınları Derneği (Cavidan Demirağ)
3. Y.İstişare Konseyi (Celal Temel)
4.TÜRKONFED (Mustafa Güler)
5.68’li Aktivist (M.Ali Temel)
6.Mersin Ekonomi Platformu (Feridun Gündüz)
Kanaat Önderleri
1. Şahin Kısadur
Moderatör: Yusuf Zeren
Diğer Katılımcılar: Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 15 izleyici/gözlemci katıldı.
Konu: Gezi Parkı
Konuşulanlar
Mehmet İsmail Yağcı :İletişimin başarısındaki en önemli şey, söylenenin nasıl söylendiği ve nasıl algılandığıdır. O yüzden içerik veya diğer bir deyişle “kontekst” çok önemlidir. Yani bilginin nasıl sunulduğu iletişimin başarısında hayati rol oynar. Gezi Parkı protestolarında da esas olarak bir demokratik hak talebi ve büyük bir iletişim kazası yaşanmış, bunun sonucunda da düzgün bir kriz yönetimi yapılamamıştır.Başbakan’ın son zamanlarda gündemi meşgul eden bazı mesajlarından örnek vermek gerekitrse:
· "İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da; inancın emrettiği gerçek, niçin reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?"
· “Milli içkimiz ayrandır.”
· “Mayo Reklâmı Şehvet Sömürüsüdür.”
· “Her kürtaj bir Uludere’dir.”
· “Her üniversite bitiren iş bulacak diye bir kaide yok..!”
Son olarak da 1 Haziran 2013 günü Osmanlı Arşivleri Yeni Binasının açılışındaki sözleri:
“AKM yıkılacak oraya opera binasını da biz yapacağız. Taksim’e cami de yapacağız. Herhalde ben bunun iznini gidip de CHP Genel Başkanı’ndan ve bu birkaç tane çapulcudan alacak değilim. Bunun iznini bize oy verenler verdi zaten”
Taksim Gezi Parkına ilişkin kamuoyunun belirli bir bölümündeki rahatsızlığı zirveye ulaştırmış, protestolar ülke geneline yayılmış ve bugüne kadar süregelmiştir.
Öncelikle bu protestoları incelerken olaylardaki unsurları ve bunların arasındaki ilişkileri değerlendirmek gerekmektedir. Burada esas olarak üç unsur bulunmaktadır. Bunlar:
Protestocular
Örgütlü Gruplar
Polis
şeklinde sıralanabilir. Bu unsurlardan protestocular ile örgütlü gruplar arasında provokasyona neden olan bir dezenformasyon sorunu, protestocularla polis arasında da arasında da orantısız güç kullanımına neden olan bir yönetim-iletişim sorunu yaşanmıştır.
Öncelikle protestoculardan başlamak gerekirse, bu grubun genelde çevreciler, öğrenciler, sanatçılar, akademisyenler ve esas itibariyle Y Kuşağı olarak adlandırılan bireylerden oluştuğu görülmektedir. Bu grubu özellikle “One Minute” demeye götüren nedenlerin ise şunlar olduğu söylenebilir.
1. Kürtaj / Sezaryen
2. Çözüm Süreci
3. Akil İnsanlar
4. Köprünün ismi
5. Havalimanı projesi
6. 1 Mayıs Kutlamalarına izin verilmemesi
7. Reyhanlı patlamaları
8. Alkol Düzenlemesi
Özellikle belirtilen gruplar belirtilen tartışmalı konuların ciddi bir “Söylem Sorunu” taşıyan bir şekilde sunulmasından belirgin bir biçimde rahatsız olmuş, kendilerini horlanmış, azarlanmış ve dayatmaya maruz bırakılmış hissetmiştir.
Protestolar esnasında medyada sıkça yer alan “Y Kuşağı” olgusundan da bu noktada kısaca bahsetmekte yarar vardır. Aslında Amerikan toplumunun demografik bir değişken olan yaş (akran) gruplarına bölünmesinden ibaret bir sınıflandırmanın içinde yer alan Y Kuşağı olgusu bazı özellikleri itibariyle benzerlik taşısa da Türk toplumuna uymamaktadır. Bu grup, BabyBoomers (1946-1964) ve X Kuşağı’nı (1965-1980) takip eden grup olup, “kendinde yetki (hak) görme, kendini beğenme, cezalandırılma yerine ödüllendirme ile motive edilme, beklentileri yüksek, iletişim araçlarını ve bilgisayar kullanma, yaşama atılmaları daha uzun sürme” gibi özellikleri taşımaktadır. Bu grubun “helikopter ebeveynleri”, her hangi bir zorluk zamanında kendilerini kurtarmakta, yardımlarına yetişmektedir. Ancak, bu grup içerisinde ABD’de bile her hangi bir homojenlik bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’deki protestocuları bu gruba ait özelliklerden yola çıkarak Y Kuşağı olarak tanımlamak doğru değildir.
Olaylardaki unsurların ikincisi Örgütlü Gruplardır. Burada örgütlü deyince hem legal hem de illegal olanlar da kapsanmakta olup, belli bir örgütsel yapıya sahip olanlar dahil edilmiştir. Bu protesto eylemlerine katılan örgütlü gruplar genel olarak şunlardır:
· İşçi Partisi (İP)
· SDP
· TKP
· Türkiye Gençlik Birliği(TGB)
· Gençlik Muhalefeti
· Dev-Lis
· KESK
· ÖDP
· CHP
· Futbol Taraftar Grupları
Protestocularla örgütlü gruplar arasındaki ilişkiye bakıldığında çok ciddi bir “dezenformasyon” olgusuna rastlanmaktadır. 21. yüzyıl her ne kadar Bilgi Çağı olarak adlandırılsa da, bilginin geometrik çoğalması kadar yanlış ve eksik bilginin de geometrik çoğalmasından dolayı dezenformasyon çağı olarak da adlandırılmaktadır. Dezenformasyon kastılı olarak yayılan yanlış veya tam doğru olmayan bilgidir (kara propaganda). Misenformasyon ise kasıt olmadan yayılan yanlış bilgidir. Gezi parkı protestoları sırasında yüksek dozda görülen dezenformasyonun temel iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, sosyal medyanın yaygın olarak kullanılmasıdır. Ancak burada yaşanan sorun Facebook ve twitter’da apolitik insanların manipüle edilmesi, protestocuların paylaşılan bilgileri güvenirliliğini değerlendirmeden doğru olarak kabul etmesi ve benzetmelerden (Tahrir, Occupy, vs.) yola çıkarak hareket etmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci neden ise, basının basiretsizliği ve yetersizliğidir. Basının Gezi Parkında başlayan olayları iletmede önceleri otosansür uygulaması ve kamuoyunu doğru bilgilendirme görevini yerine getirememesi alternatif sosyal medya kaynaklarının bu boşluğu doldurmasına neden olmuştur. Normalde sıradan bir aklın bir inanmakta zorlanacağı pek çok bilgiye yaygın olarak inanılmıştır. Bunlara örnek olarak şu mesajlar gösterilebilir:
IZMIRIN DIKKATINEBILGI KESINDIR…… LUTFEN HERKES PAYLAŞŞIN ACIL !!! İZMİR'DE SURİYELİLERE GÖZTEPE VE KARŞIYAKA FORMASI DAĞITILIYOR… BU AKŞAM KALABALIĞIN ARASINA KARIŞIP OLAY ÇIKARACAKLAR… BIÇAK VE KESICI ALETLET VAR. Gündoğdu'dakilere haber verin Dikkat etsinler Olay Yerindeki KarsiyakaGoztepelilerFormalarinin tersini giysinler hemen gelenleri fazla abartmadan saliversinler Acilen.
arkadaslarankarakizilayda melih gokcek 150 kisilik gurupla bicaklideyneklisaldiriyoarkadaslarayardimlutfenyayalim bizzat goruldu
taksim gezi parktaki revir için bazı ilaçlara ihtiyaç varmış : serum, diclomac serum, astım ilaçları, şeker ölçüm cihazı , tansiyon aleti, önlük gibi…
İstanbul Göztepe'de Minibüs yolundan kalabalık bir grup insan tekbir sesleriyle Kadıköy'e doğru yürüyor. Lütfen paylaşın.. Ve dikkatli olunuz!
"ADANAYI KORUYUN ADANAYIIIII Halk TV'de söylüyor, Adana'dan haber alamıyoruz diye. Susturuyorlar çünkü burda 16.000 fazla Suriye vatandaşı var!İç savaş hazırlığı var! görüntülerdeki insanlar Taksim'e desteğe değil provokatör gösteriye gelmiş Suriye vatandaşı!!AmerikanınRTE'dan istediği iç savaş buradan her an başlayabilir. RİCA EDİYORUM ÇOK RİCA EDİYORUM Adana'nın risk altında olduğunu mesaj geç!Burası 10 gündür kaynıyor kimse söyleyemiyor!! DİKKAT ET! Net'im kesiliyor ara ara girebiliyorum. Lütfen adana'ya dikkat çekin!"
Başbakanlık ofisi 1.dereceden koruma bölgesi ilan edildi. Şu an polisin orada vur emri var. YAKLAŞMAYIN ORAYA!
Halkımızı uyarıyoruz! Tophane tarafında gericiler tarafından provakasyon yapılmaya çalışılıyor. Gericiler halka saldırıyor. Lütfen dikkatli olalım!
Son Dakika : Asker anons geçiyor eğer halka müdahale devam ederse polise müdahale başlayacaktır. İstanbul'daki tüm ordu evleri hazır. Birinci Ordu Komutanlığı'ndan Harbiye'ye her türlü ihtimale karşı 3 bölük asker sevkiyatı yapıldı! Asker halkına sahip çıkıyor! Polise son uyarı yapıldı, asker müdahaleye hazır.
barismeydaninsayakininitanidiginiz varsa hepsi goturuluyor. sopalarladovulerek. bilginiz olsun….
Protestocularla polis arasındaki gerginliğin ve orantısız güç kullanımının nedenleri ise “Yönetimdeki İletişim Sorunu” ve “Yöneticilerin Yanlış Kararları”dır. Yönetimdeki iletişim sorunu özellikle protestoların başlangıcında İstanbul Valiliğinin ve BB Başkanlığının sorunu algılama eksikliğinden, hemen sonrasında ise kamuoyunun bilgilendirilmesindeki zafiyetten kaynaklanmaktadır. Taksim’in yayalaştırılması ve Gezi Parkına Topçu Kışlasının inşa projesi, buraya kamuoyunu rahatsız eden AVM’nin yapılmayacağı hakkında paydaşların görüşlerinin alınmaması şeklinde ortaya çıkan “Yönetişim sorunu” ve yetersiz bilgilendirme protestoların şiddetini arttırmıştır. Yöneticilerin yanlış kararları, yani kriz yönetiminin doğru bir şekilde yapılamaması polis ile protestocuları karşı karşıya getirmiştir. Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve İst. Emn. Md.’lüğü, şafak baskını ve çadırların yakılması olayları ile dezavantajlı konuma geçmiş, olayların büyümesiyle orantısız şiddet kullanımı, hoşgörü ve empati eksikliği, kriz yönetiminin düzgün bir biçimde yapılamadığını göstermiştir.
Gezi Parkı protestolarından hem yöneticiler, hem de toplum dersler çıkarmalıdır. Yöneticilerin çıkarması gereken dersler, bu olaydaki toplumsal tepkilerin demokratik ve meşru olduğunun anlaşılması, bundan böyle bireylerin yaşam tarzlarına karışmaktan kaçınılması, bireysel ve toplumsal onurun hiçbir söylemle kırılmamasıdır. Burada, protestocuların genel olarak “yaşam tarzı özgürlüğünü” önemseyen görüşte oldukları, yani esas olarak “müdahaleci otoriter tavrın protestosu” gerçeği kabul edilmelidir.
Toplumun çıkarması gereken dersler ise vesayet rejiminin her an hortlayabileceği tehdididir. Gezi Parkı protestoları sonucunda asker veya sivil vesayeti isteyen provokatörler başarılı olsalardı, kendilerinin yanında bulunan apolitik protestocular için asıl tehlike o zaman oluşabilirdi ve yaşam tarzı özgürlüğüne müdahale olurdu. Gerçekten heterojen protestocu grup bu tehlikenin farkına vardı mı? Ayrıca, toplumun çıkartması gereken ikinci önemli dersi ise 30 yıldır Güneydoğu’da yaşayan insanlara yapılan muamelenin az da olsa farkına varılması ve empati gösterilmesi gerçeğidir. Acaba bu gerçekleşebiliyor mu?
Özetlemek gerekirse, protestocular tarafından gönderilen mesajlar şunlardır:
· Demokrasi ve özgürlük talebi! (Modern Türkiye’nin modern demokrasiye ihtiyacı var!)
· Geleneksel “Devlet Baba” anlayışının terk edilmesi.
· Balkon konuşmasındaki tonun gerçekleştirilmesi.
· Kamu yöneticilerinin toplumu doğru bilgilendirmesi ve kararlara katılımını sağlaması.
· Yöneticilerin toplumsal olaylara müdahalelerde empati göstermesi ve orantısız güç kullanımına son vermesi.
· Muhalefet partilerinin sorgucu, ancak yatıştırmacı ve yapıcı davranması.
· Toplumun sosyal medyadan elde ettiği bilgileri doğru olarak kabul etmemesi, bu bilgileri filtreleyebilmesi.
· Basının doğru ve eksiksiz haber sunma görevini tam olarak yerine getirmesi.
Sonuç olarak toplum 22 Temmuz 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasındaki söylemi, tonu istemektedir. Kontekstten kaynaklanan algılama sorunu Gezi Parkı Protestolarında da ciddi bir algılama sorunu olduğunu göstermiştir. Hem yönetimin, hem de toplumun artık algısını sadece dar çerçevede oluşturduğu kontekste göre değil, daha geniş çerçevede oluşturduğu kontekste göre yönlendirmesi gerekmektedir.
Ancak, burada protestoların sona erdirilmesine yönelik çabalar (Ör.: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Yrd. Bülent Arınç) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilk başta kabul görmemiş, ancak gelinen nokta, “Mesaj alınmıştır” noktası olmuştur. Özellikle ABD ziyareti sonrasında AKPARTİ içerisinde oluşan söylem uyumsuzluğu bu olaylar sırasında daha da belirgin hale gelmiş olup Kuzey Afrika gezisi sonrasında Başbakan, parti tabanının mutlak hakimi olduğunu göstermiştir.
Aslında, Gezi Parkı hareketi ülkemizin önünü özgürlükler ve demokratik haklar anlamında daha da açabilir. Ancak, bunun gerçekleşebilmesi, hareketin "Kervan yolda düzülür (düzelir)" misali gibi yavaş bir biçimde, ideolojik temelini geç oluşturmasıyla meydana gelmez. Eğer, bu hareket hızlı bir şekilde "sonuca" odaklı olarak gelişebilir ve saygınlığını kazanabilirse siyasi bir hareket olabilir. Gezi Parkı protestocuları arasında yapılan araştırmalarda da bu kitlenin % 70 civarında CHP yanlısı olduğu da ortaya konmuştur. Ancak, CHP politikaları da protestocular tarafından mutlak kabul görmemektedir. Dolayısıyla, halihazırda hareketin bir ideolojik temeli ve ulusal örgütlenmesi bulunmaması, bu hareketin kısa bir süre içinde “savrulması”na neden olacaktır. Diyerek sözlerini tamamladı.
Yusuf Zeren: Barış süreci başarı ile devam etmeseydi acaba Taksim ve Gezi Parkı olayları yaşanır mıydı?İkinci sorum da;olaylar devam ederse Türkiye'ye etkileri olumlu,olumsuz yön de ne olur?
Mustafa Güler : Özellikle son 5-6 yılda iktidarca kademeli olarak uygulanan tek tip insan yaratma hevesinin yükselmesi sonucu, toplumda yoğunlaşan kaygının patlamasıdır. Kemaliz min ulus Devlet için tek tip insan yetiştirme projesinin 90 yıllık devlet yurttaş çatışmasının ana nedeni olduğu çabuk unutuldu.
Özellikle Ak Parti iktidarında, tabanının yıllarca uğradıkları haksızlıkları gidermek ve insan haklarına dayalı bir yaşam kültürü üretmek yerine, geçmişte kendilerine yapılanların öcünü başka bir mazlum kitleden alma isteği araştırmaya değer.
Gezi olaylarının Türkiye tarihin de ilkleri taşıma özelliği ile ayrıca incelenmeye değer.
İlk defa alt gelir gruplarının ekonomik nedenlerle başlattıkları hareketler yerine, yani mavi yakalılar yerine beyaz yakalılarında içinde olduğu orta ve üst gelir gruplarının yaşamlarına müdahale endişesiyle ayağa kalkarak demokrasi arayışları olmuştur. Geleneksel muhalif hareketler hariç, talepler mizah yüklü ifadelerle dile getirilerek gerginlikten uzak eğlenceli hale getirilmiştir.
Katılımcılar işi eğlenceli hale getirmeye çalışırken, Başbakan ın yurt dışında olduğu dönemde Hükümet üyeleri işi yumuşatmaya çalışırken, Başbakan döndükten sonra hep beraber gerginleşerek, yurt içi yurt dışı komplo arayışları çoğalmaya başladı. Gösterilerin bütün katılımcıları ve destekçiler ağır itham edilirken, tehdide varan ifadeler bol bol kullanıldı. Demokrasi ve insan haklarına ilişkin talepler Başbakanı yeme niyetlerine indirgendi.
Dilerim ve umarım ki bütün bu gerginlikler sona erdikten sonra, harekete katılan ve destekleyenlerin kaygılarını giderici adımlar atılır. Demokrasi ve İnsan haklarına dayalı, katılımcı demokrasinin hayat bulduğu ve bütün vatandaşların sahipleneceği bir Anayasa yapılarak , bu süreç hayırlı olur. Böyle sonuçlanması her kes için hayırlıdır.
İktidarlar bin yıl sürmez. Demokrasi bu günkü iktidar mensuplarına da, onu destekleyenlere de lazım. Bu gün muktedir olanlar, yarın olmayabilirler. Bu gün demokrasiyi esirgeyenlere yarın demokrasiye lazım olur.
Demokrasinin sermayesi para pul değil, sadece vicdandır. Vicdanlı olanlar muktedir olduklarında ihtiyacı olanlara bunu esirgemeyenlerdir.
Füsun Güven:
1-Toplumda oluşan yaşam tarzıma müdahale edileceği algısı.
2-Kürtaj yasaklamasıyla başlayan,dindarnesil,alkolikvbg.söylemler tetikleyici oldu
3-İktidarın kendi söylemlerini hiç düşünmeden, sadece dış ve iç mihrakların ülkeyi karıştırma gayreti nitelemesi inandırıcı bulunmadı.
4-İktidar bu krizi yönetemedi, aksine polis gücünü çok sert kullandı.
5-Yumuşatıcı olarak algılanan ,Cumhurbaşkanı ve başbakan yardımcısının sözlerinin peşinden gelen yürütmeyi durdurma kararı üzerinden olaylar yurt çapına yayılmadan durduralabilirdi. Bu fırsatı kaçırdılar
6-Yurt dışı gezisinden dönüşte sert söylemlerini sürdüren başbakanın ,sonrasında Gezi parkı eylemlerine katılanlarla ve sanatçılarla yaptığı konuşmalarda geç kalınmış olarak nitelendirildiği için eylemlere devam kararı çıktı.
7-Gezi parkı olaylarını başlatan gençlik , lafı uzatmadan ,2-3 cümleyle ve esprili bir anlatımla sunan bir grup .Hiçbir siyasi kimliği içine almadı aslında. Toplanılan yerlerde görülebilecek aşırı uçlar yol kazasıydı bence.. Ayrıştırma ilk anda yapılabilirdi.
8-Bunlar hep keşkelere giren sözcükler, yada diğer ülkelerde olan olayların analizi yaşadıklarımızı değiştirmiyor.
9-Karşılıklı yumuşatılarak, Mecliste siyaseten tartışılarak bir yol bulunamazsa ,çözümü erken seçimde arayacak bir iktidar olacak diye düşünüyorum.
Abdullah Ayan: İspanya öfkelileri ve Wall Street işgalcileri üzerinden kent isyanlarına bakış…
Dünyadaki öfkeliler hareketi arap baharının ardından Avrupa'ya sıçradı ve eylemler özellikle 2008' de ABD' de başlayan ve tüm dünyayı sarmalayan büyük ekonomik krizin ardından neredeyse her yerde görüldü.
Önce Avrupa' da İspanya indignados (öfkeliler) ve ardından dünya finans kapitalin kalbi sayılan Wall Street'teki occupy (işgal et) hareketleri birbiri peşi sıra çıktı ortaya.
Hareketlerle ilgili ilk tespit şu olmalı:
Böylesi hareketler çok masum taleplerle ve lokal olarak tutuşturulan küçük bir ateşle başlar ama sonrasında o ateşi yakanları bile tehdit edecek geniş orman yangınlarına dönüşebilir.
Kitle psikolojisi, bastırılmış içgüdülerin bir araya gelerek dışa vurumu ve benzer pek çok şey söylemek mümkün.
Ama hiç biri o geniş çevreleri sarıp sarmalayan yangınların yarattığı tahribatı, yangının ortasında kalan nice canın yitip gitmesini ne mazur gösterir, ne de telafisi mümkün…
Yıllar sonra bu durumlara bakıp iki elini başının arasına koyacak nice insanın mırıldandığı sözcüğü şimdiden yinelemek mümkün: "Keşke olmasaydı"
1929 büyük krizinden sonra – ilginçtir o krizde ABD' de başlayıp her yanı sarmıştı- kapitalizmin ikinci bunalım çağı 2008' de başladı ve halen sürmekte.
Önce ABD, ardından Avrupa' ya sıçrayan bu kriz başlangıçta ekonomi kaynaklı bir finansal krizdi ama orada kalmadı. Borç sarmalı içinde zaten kredi kartı borcunu veya aldığı evin taksitini ödemeye çalışan milyonlar bir gece içinde başlarını soktukları mekanlara bankaların el koyduğunu ve ödeyemedikleri kredi kartı borcu nedeniyle neleri varsa haczedildiğini gördüler.
İş bununla da bitmedi.
Kendisi durmadan para basarak ve bankalar üzerinden piyasaya sürerek ekonomiyi diri tutmaya çalışan ABD, kriz AB ülkelerine sıçradığında har vurup harman savuran ve borcu yarattığı geliri aşmış nice ülkeye "canlanın, çalışıp ödeyin" diyeceğine, İMF ve kredi derecelendirme kuruluşları üzerinden "kemer sıkma" nasihatleri çekti.
Kemer sıkma orta ve dar gelirliler için, sosyal güvenceler başta olmak üzere insanca yaşama için gerekli olan çoğu şeyden vazgeçmek demekti.
Geniş kitleler hiç bir günahları olmadığı halde önlerine konulan ödenmesi imkansız bu fatura nedeniyle isyan ettiler.
2010' da Tunus' ta başlayan ve ardından tüm kuzey Afrika' yı sarıp bugün de henüz tamamlanmamış isyan hareketlerinin 2008' deki küresel kriziyle doğrudan bağlantısı ve dolaylı nice etkileşimi elbette vardır.
Ama ben henüz tamamlanmamış "Arap Baharları" analizlerini başka zamanlara erteleyip Mayıs 2011' de İspanya' da başlayan ve ardından aynı yılın Eylülünde Wall Street işgaliyle farklı boyutlara taşınan hareketler üzerinden İstanbul Gezi Parkı eylemlerine farklı pencereden yaklaşmak istiyorum.
**
Her şey 15 Mayıs 2011 günü internet üzerinde örgütlenen "Gerçek Demokrasi … Şimdi" adlı grubun "15 M" sloganıyla çağrıda bulunduğu protesto gösterisine sanılanın hayli üzerinde ve her kesimden insanın katılmasıyla başladı.
Madrid' in ortasındaki ünlü Puerto Del Sol' da ilk kamp kuruldu. Hareket o meydanla da sınırlı kalmadı, ülkenin tümüne yayıldı. Her kentte farklı yerel gruplar oluştu veya oluşturuldu…
İspanya' da başlayan ve adı bugün "İndignados (öfkeliler)" olarak anılan hareket zaman içinde tıpkı Tunus' ta başlayan ve tüm Arap ülkelerini saran dalga gibi pek çok ülkeye yayıldı.
Yunanistan, Fransa, İsrail, Belçika ve elbette ABD' de Wall Street ile simgelenen hareketler başta yükselen tansiyonla ülkeleri gerdi, sonra zaman içinde katılanların da somut sonuç elde edememenin yarattığı hayal kırıklığıyla ilgisini yitirmesiyle küçüldü, çoğu yerde de kayboldu.
İspanya hareketi; ilhamını 2013 Şubat ayında 95 yaşında kaybettiğimiz StephaneHessel' den ve onun "öfkelenin" adıyla kaleme aldığı manifestodan alırken, Wall Street İtalyan düşünür Negri' nin "deklarasyon (duyuru)" başlığını taşıyan kitapçıktan etkilendi.
İspanya Hessel' den etkilenirken onun 1989' da Berlin duvarı altında kalan sosyalizm yerine artık işçi sınıfının emek gücünün yerini alan beyin gücü, işsiz milyonlarca okumuş genç insanı kucaklayacak demokratik devrim düşüncesini hayata geçirmeyi denedi.
Hessel 21.yüz solunun; özgürlük, adalet, eşitlik ve çevre gibi ilkelere dayanacağını, sınıfa dayalı mücadele döneminin ve liderle temsil edilen öncü kadroların gerçekleştirdiği veya mücadelesini verdiği devrimler çağının sona erdiğini iddia etmekte.
Gerçekten de İspanya İndignados hareketinin lideri ve sınıfsal bir itici lokomotifi yok.
Üstelik bu öfkeliler hareketi bizim "çarşı her şeye karşı" ile özetlenen tavır benzeri tüm siyasi oluşumları, hatta sendikaları kendilerini satmakla, ihanet etmekle suçluyor.
İsyanın içinde yer alanların tamamının hayatları boyunca desteklediği ve son iki dönemdir iktidara taşıdığı Sosyalist Parti, krizi iktidardayken yönetmenin faturasını ve öfkelilerin gösterdiği kırmızı kartın bedelini ağır ödedi.
Her iki gençten yaklaşık birinin (%47 olarak saptandı son günlerde) ve genelde de her dört kişiden birinin (2011 eylemleri sırasında %21 olan oran bugün %27' ye dayanmış durumda) işsiz olduğu İspanya'da bu memnuniyetsizliğin sosyalist adını da taşısa iktidara fatura edilmesi kaçınılmazdı, öfkeliler hareketinin gazabı bunu sağladı.
İndignados hareketi yeni ve katılımcı bir demokrasiye kafa yorarken ülke 20 Kasım 2011' de genel seçimlere gidiyordu.
Öfkeliler içinde yer alan ve sistemden umudunu kesen sivil toplum örgütlerinin 15 Mayıstan itibaren halka yaptığı "oy kullanmayın, kullanacaksanız da boş atın veya küçük partilere oy verin" çağrısı sonunda ne mi oldu?
Sağ görüşlü Halk Partisi (PP) tarihi bir zafer kazanarak tek başına iktidara gelirken, sosyalistler ülkenin Franko zulmünden kurtulmasıyla 1977'de çıktığı demokrasi yolculuğu boyunca gördüğü en kötü tabloyla karşılaştı.
Sosyalist İşçi Partisinin (PSOE) 169 Milletvekiliyle girdiği seçim sonunda elde ettiği sandalye sayısı 110' a düşmüştü. 1977 yılında uğradığı hezimet sonunda bile 118 Vekili olduğu düşünülürse ortaya çıkan tablo daha iyi anlaşılır.
2011 seçimlerinin iktidar denklemi üzerinde etkisi olmasa da kazananı öfkelilerin "küçüklere oy verin" çağrısıyla hareket eden kimi seçmenin desteklediği komünist çizgiye yakın Birleşik Sol partiydi ve 2008'de yaşadığı hezimetle 2' ye düşen Milletvekili sayısını 11' e çıkardı…
Peki, İspanya ve "öfkeliler" bugün ne durumda derseniz?
Ülkeyi sağ iktidar yönetiyor ve hem işsizlik hem krizi atlatma konusunda işler eskisinden beter durumda.
%21 işsizlikten şikâyet edenler her ay yükselen yeni oranları yorumlamaya çalışıyor ve AB resmi verilerine göre son günlerde %27' yi zorlamakta.
15 Mayıs 2012' de sağ iktidarın belli saat için açtığı Madrid' teki Puerto Del Sol Meydanında kendilerine lütfedilen kadarıyla bir yıl önce kurdukları kampın nostaljisini yapıp dağıldılar.
İlk başladığı günlerde hareketi yere göğe sığdıramayan ve meydanda kamp kuran yüz binlerin dünyayı değiştireceği iddiasıyla sunan küresel medyanın bir yıl sonra İspanya ise öfkeliler hareketini hatırlamaması elbette önemliydi ama daha önemlisi İspanyol medyasının bir yıl içinde olayları meydanlardan televizyon stüdyolarına taşıyıp bir kaç kişinin tartışma platformuna dönüştürme gayretiydi.
İki yıl sonrasındaki Mayıs 2013' mü dediniz?
Hatırlayan bile kalmamıştı…
Dünyayı değiştirme ütopyamız bir başka bahara ertelendi anlayacağınız.
**
İspanya hareketinden bir kaç ay sonra bu kez hiç beklenmedik bir yerde, bambaşka bir eylem çıktı ortaya.
Kapitalizmin mabedi nasıl New York' sa, New York' un finans sembolü Wall Street ve onun da simgesi Borsa binasıydı ve bu kez isyan ateşi en tuzu kuruların o binası hedefe koyularak tutuşturuldu.
Wall Street' te toplanan göstericiler 17 Eylül 2011 günü sabaha karşı çevredeki en uygun yerleşim alanı olan Zuccotti Parkını mesken tuttular.
İspanyollar nasıl düşünür Hessel' den ilham aldıysa Wall Street eylemcileri de AntonioNegri' nin 'Declaration' (beyanname veya duyuru) görüşlerinden etkilenmişlerdi.
Negri' ninyeni çağa özgü manifestosu olarak ta nitelendirilebilecek 'declaration' u "Failler meydana indi" cümlesiyle başlar…
Ve Wall Street işgalcileri de 'failler' olarak 17 Eylül sabaha karşı meydana inip, yanlarında getirdikleri çadırlarla işgal hareketini başlattılar.
İlk günlerde kimselerin umurunda olmadılar.
Aksine masum ve sempatik pasif direniş nice memnuniyetsizin ilgisini çekti.
2008 kriziyle işini, evini yitirip eski yaşam tarzına veda etmek zorunda kalan milyonlarca mağdurun geç kalmış isyanı, tepkisi, ertelenmiş sesi olarak çıkmışlardı meydana… (Araştırmalar o krizde ABD' nin %10'unun yani tam 30 milyon Amerikalının önce işini ardından başını soktuğu ve yıllardır her ay taksitini ödediği evinin Finans kurumlarınca bir gecede elinden alındığını ortaya koyuyordu)
Ekonomik krizi, küresel ısınmayı, işsizliği ve hepsinden önemlisi tüm bunlara yol açtığına inandıkları doymak bilmez kapitalist sistemi ve sistemin yarattığı sosyal eşitsizliği protesto ediyorlardı.
Başlangıçta mağdur her New York' lunun kendini bulduğu ve bugünlerde Taksim Gezi Parkındaki eyleme isim babalığı yapan 'Occupy (işgal et)' hareketi böyle başladı.
Ancak park işgaliyle sınırlı romantik hareketin düzene göre bardağı taşıran adımı gecikmedi.
Hareket her fırsatta; Arap Baharı eylemleriyle ortaya çıkan, şiddet içermeyen taktikleri benimsendiğini, gösterilere katılanlarla çevredekilerin zarar görmemesinin hedeflendiğini dile getirse de teorik hayal, pratiğe çok farklı yansıdı.
1 Ekim 2011 günü Manhattan' ı Brooklyn' e bağlayan ünlü Brooklyn köprüsü, tüm uyarılara rağmen göstericilerce işgal edilip trafiğe kapatılınca polis harekete geçti ve 700' ü aşkın eylemciyi gözaltına aldı.
17 Eylülden beri çadırlarda devam eden ve özellikle New York polisinin ses çıkarmadığı eylemin kaderi de o gün değişmeye başladı.
Gösterilerin bastırılmasında uygulanan Polis şiddeti ve gözaltına alınan insan sayısındaki abartı büyük tepki çekti.
6 Ekim günü harekete sempatiyle yaklaşanlardan, taban devşirmeye kalkanlara kadar pek çok katılımcının yer aldığı 5 bin kişilik yürüyüş düzenlendi.
Küresel mali krizden Wall Street'i sorumlu tutan göstericiler, sendika temsilcileri, öğretmenler, belediye çalışanları, iletişim ve ulaştırma sektörlerinde hizmet verenleri temsil eden sendika üyeleri de saflardaki yerlerini almışlardı.
Eyleme katılanların farklı sorunları, istekleri olsa da taşınan pankartlarda "Merkez Bankası FED ilga edilsin" ve "bize değil, GoldmanSachs'a biber gazı" gibi ülkedeki finans sistemini eleştiren sloganlar yer almaktaydı.
Protestoculara hitap eden sendika liderleri, savunulan fikirlerin arkasında olduklarını söylerken bölgedeki üniversite öğrencileri de sınıflarından çıkarak eylemcilere destek verdi.
Boston, Chicago, Los Angeles ve San Francisco başta olmak üzere pek çok kentte de daha küçük çaplı olsa da dayanışma eylemleri düzenlendi.
Ortak ses şuydu; protestoların büyük şirketlerin aç gözlülüğüne karşı yapılıyordu ve gösterilerle ABD halkının %99'unun haklarını en varlıklı %1 karşısında korunmaya çalışılmaktaydı.
Başlangıçta meydanları öylesine coşku kaplamıştı ki, eski tüfekler yeni bir devrimin başlangıcı diye değerlendirmelerde bulunmaya başladılar.
Occupy hareketinin 2012 seçimlerinde belirleyici bir etki yaratmak ve tıpkı aşırı sağcı Çay Partisi (TeaParty) hareketine benzer ama onun tam aksine sol cenahın bir yerlerinde örgütlenmeyi sağlayacağı iddiası sıkça dile getiriliyordı.
Lideri olmayan, ancak giderek daha çok ses getiren ve New York' un ardından önce Washington ardından da Boston, Los Angeles gibi diğer kentlere de sıçrayan kapitalizm karşıtı gösterilerin ABD' de on yıllardır kış uykusuna çekilen sol hareketleri canlandıracağı umudu gittikçe arttı.
Ama o gök gürültüsünden beklenen yağmur bir türlü boşalmadı.
Eylemciler her ne kadar Zuccotti Parkını; kütüphanesinden sağlık ocağına, gıda gereksiniminin karşılandığı ortak mutfaktan temizlik hizmetlerine kadar, komünü andıran bir yaşam alanını hayata geçirdiyse de, zaman içinde çevreden homurdanmalar başladı.
Önce parkın sahibi şirket, temizlik hizmetine engel oldukları gerekçesiyle eylemcilerin alanı boşaltmasını istedi. Kararın arkasında işgal hareketinin artık kent ekonomisini yıpratmaya başladığını sıkça dile getiren New York Belediye Başkanı Bloomberg' in olduğu sır değildi.
Eylemciler boşaltma kararına internet üzerinden direniş çağrısıyla cevap verdi.
O sabah parkı o kadar çok destekçi doldurdu ki, Polis eşliğinde operasyona hazırlanan Belediye geri adım attı.
Ama geçici bir önlemdi bu.
Wall Street eylemine müdahalenin ilk adımı New York'tan önce daha küçük ateşlerin yakıldığı California Oakland, Denver, Colorado, Salt Lake City ve Utah şehirlerindeki kamplara yönelik operasyonlarla atıldı.
Kamplar polis eliyle boşaltılırken yüzlerce eylemci göz altına alındı.
Derken sıra Zuccotti Parkına geldi.
14 Kasım 2011 gece yarısı düzenlenen operasyonla kamp tahliye edilirken, 70'ten fazla kişi gözaltına alındı.
Polis yetkilileri, protestoculara operasyondan sonra çadırlarını getirmemeleri koşuluyla parka dönmelerine izin verileceğini söylerken, eylemciler meydanı "Tüm dünya sizi izliyor" sloganlarıyla inletiyordu.
Bazı eylemcilerin kendilerini ağaçlara zincirlemeleri de durduramadı polisi. Zincirler makaslarla kesildi. 5 bin kitaplık kütüphane de yakılarak nasibini aldı operasyondan.
**
Sonrasında ne mi oldu?
17 Eylül 2012 günü "Wall Street'i işgal et" (OWS) hareketinin birinci yıldönümü New York'un çeşitli bölgelerinde düzenlenen etkinliklerle kutlanırken 180'i aşkın gösterici gözaltına alındı.
Borsa binasına girişlere mani olmak ve Manhattan'ın ekonomik merkezinde oturma eylemleri yaparak, yoğun sabah trafiğini aksatmak isteyen protestocuların karşısına New York Polis Teşkilatı'na (NYPD) bağlı çevik kuvvet çıktı.
Protestocuların abluka girişimine karşı borsa binasına giden sokakları ve kaldırımları demir barikatlarla çevreleyen polis kuvvetleri, sıkı kimlik kontrolü yaparak binada çalışan kişilerin geçişine izin verirken, kavşak noktalarını kapatan göstericileri tutukladılar.
Sabah saat 06.00'dan itibaren Borsa binası çevresinde toplanan göstericiler, "İyi ki doğdun" şarkısını çalan bandolarla birlikte ellerinde bayrak ve pankart sallayarak ve davul çalarak yürüyüşe başladılar.
Yüzlerce polis aracının mevzi aldığı ve polis helikopterlerinin uçuş yaptığı eyleme katılanların sayısı ise bin kişiyi bulamamıştı.
Zaman içinde dünyaya yayılacağı sanılan ve Wall Street' te tutuşturulan devrim ateşi sönmeye yüz tuttu.
2012 ocak ayında o eylemi destekleyenlerce Washington'da düzenlenen 'Kongre'yi İşgal' eyleminde bir göstericinin Beyaz Saray bahçesine sis bombası atmasıyla da destekleyenlerin bile savunamayacağı hale geldi.
Aşırı grupların başvurduğu şiddet aylardır oluşturulmaya çalışılan harekete karşı cephenin yaratamadığı zararı verdi.
Hareketin Washington eyleminin asıl amacı Kongre üyeleriyle görüşmek ve gelir adaletsizliği başta olmak üzere büyük ekonomik krizden zarar görenleri koruyacak yasal önlemlerle ilgili destek sağlamaktı.
Atılan o sis bombası verilen randevuların iptal edilmesine, Kongre kapılarının bir daha açılmamak üzere eylemcilerin yüzüne kapanmasına yol açtı.
Aradan geçen 20 ay sonunda bugün unutulmaya yüz tutan bir hareket olarak geçecek tarihe "Wall Street'i işgal et hareketi…
İspanya' nınindignados (öfkeliler) ve Wall Street 'teki occupy (işgal et) hareketleri başlangıçları, yolculukları, söylemleri, beklentileriyle farklı ve ortak çok noktaya sahipti.
Ama sonları aynı oldu ve bu daha adil, eşit, özgür ve çevreye saygılı yeni dünya umuduyla yola çıkanlar için büyük bir hayal kırıklıkları kaldı geriye…
Bu iki hareketten Türkiye' deki gezi eylemlerinin çıkaracağı dersler mi dediniz?
Ünlü düşünürlerden biriyle 1970'te yapılan söyleşide, Fransız ihtilaliyle başlayan yeni dönemi değerlendirmesini istemişlerdi de verdiği cevap bugün gibi aklımda:
"Henüz çok erken"
iki asrın erken kabul edildiği sosyal olayları anında yorumlamak genelde yanıltır insanları…
Hele sıcağı sıcağına değerlendirmeler gün gelir mahcup ta eder kimi aculları…
İzlemek, tarihe not düşme adına gelişmelere farklı pencerelerden bakabilmek…
Gerisi bugünün değil, ileride toz duman dağıldıktan sonra daha sağ duyulu yaklaşacak olanların işi…
Celal Temel: Geçen Mayıs ayı sonunda, Taksim’deki Gezi Parkı’ndaki düzenlemeye karşı başlayan direniş, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği boyutta büyüdü. Hareket, genel olarak hükümete ve özellikle de başbakanın tutumuna karşı bir başkaldırı, bir halk hareketi halini aldı.
Bu hareketin öncesinde, her biri çeşitli kesimleri rahatsız eden, hükümetin bazı uygulamaları ve başbakanın bazı tutumlarına kısaca bakalım.
1-Hükümet yaklaşık altı aydır, PKK ve BDP çevreleriyle bir diyalog geliştirerek, adına “barış süreci” veya “çözüm süreci” denilen bir süreç başlatmıştı. Bu sürecin başlatılmasından hoşnut olmayan önemli bir kesim vardı.
2-Niçin yapıldığı tam açıklanamayan, dini referanslarla yapılan alkol düzenlemesi, pek çok kesimi rahatsız etti.
3-Kısa bir süre önce, yapılmasına karar verilen 3.köprüye “Yavuz Sultan Selim” adının verilmesi, başta Aleviler olmak üzere, pek çok kesimi rahatsız etti. Y.Selim’in Alevileri katlettiği gerçeği bir yana, kardeşlerini boğdurtan bir padişah olması göz önüne alınırsa, bu kararın yarattığı rahatsızlık çok doğrudur. Başka isim mi yoktu?…
4-Başbakanın “dindar nesiller yetiştireceğiz”, “kürtaj yapmayın”, “çok çocuk yapın” gibi söylemlerle kişisel ve toplumsal yaşama müdahale etmesi; tehdit eden, külhanbeyi, buyurgan tavrı pek çok kesimde rahatsızlık yarattı.
5-Taksim düzenlemesi, sadece bardağı taşıran damla oldu.
İstanbul Belediyesi’nin bir işi olmasına karşın, başbakanın müdahil olması konuyu büyüttü. Herkesin bildiği gibi, başlangıçta, direnişte daha çok çevreci gruplar vardı. Ancak yukarıda sırladığımız konulardan rahatsız olan pek çok kesim, sosyal medyanın da yardımıyla kısa sürede bir araya gelerek, hükümete karşı bir direniş sergiledi ve bu direniş Türkiye’nin büyük bölümüne yayıldı.
Hükümetten rahatsız olup bu direnişe katılanları şöyle gruplayabiliriz:
1-Çevreci gruplar
2-Çeşitli sosyalist gruplar
3-Ulusalcı, Ergenekoncu gruplar
4-Laiklik hassasiyeti olanlar ve CHP’liler
5-Kürt gruplar
Bu grupların her biri, AKP ve başbakanın çeşitli tutumlarından rahatsızlık duyarak bir direniş gösterirken, doğru ve yanlış şeyler yaptılar. Direnişi AKP’nin devrilmesine, hatta devrim yapılmasına kadar uzatmak isteyenler oldu. Özellikle ulusalcı grup, bu fırsattan istifade, barış sürecini kesme niyeti gösterdi. Hükümetin süreci iyi yönetmemesi gibi, direnişi gösterenler de süreci iyi yönetemediler. Haklı iken haksız duruma düştüler.
Süreçte, hükümetin bazı bakanları ve cumhurbaşkanı olumlu bir yaklaşım gösterirken, başbakanın tutumu çok olumsuz, yıpratıcı ve antidemokratik oldu. Başbakan, sergilediği tutumla demokrasi inancı olmadığını gösterdi. Hâlâ anlaşılmayan bir inatla, bu olumsuz tavrını sürdürüyor.
AKP hükümeti on yıllık iktidarı boyunca en önemli halk muhalefeti ile karşılaştı; ancak elindeki devlet gücü vasıtasıyla bundan şimdilik sıyrıldı gibi görünüyor. Ancak asıl mesele olan Kürt sorununu çözülmediği takdirde nasıl bir durumla karşılaşılacağını kestirmek kolay değil. Hatta Kürt ulusal haklarını tanınması halinde de, nasıl bir muhalefet olacağını tahmin etmek zordur. Her iki halde de, ciddi bir direniş ve muhalefetin olacağını bilerek hareket etme gereği ortadadır…
Hepimiz demokrasiye, insan haklarına ve topluluk haklarına inanırsak işimiz kolay, inanmazsak işimiz zordur….
Mehmet Ali Temel: Gezi Direnişi tüm özellikleri ile Türkiye'de ilk kez görülen kendine özgü kimliği ile bir sivil toplum hareketidir.
Herhangi bir kurumun ya da liderin öncülüğü söz konusu değildir. isimsiz binlerce kahramanın öncülüğünde kendiliğinden oluşan sabır ve inatla gelişip kararlı bir duruşla devam eden; dayatmalara, keyfi otoriteye, bireysel özgürlüklere, çevre duyarsızlığına bir başkaldırı hareketidir.
Gezi olayı Türkiye için bir kırılma noktasıdır. Artık her şey, geçmişteki gibi olamayacağının mesajıdır. Keyfi yönetim anlayışının bitişinin başlangıcıdır. Artık topluma, izni olmadan kendi anlayışlarını dayatamayacaklarının ifadesidir.
Gezi olayı; demokrasi için çoğunluk kriterinin yeterli olmadığının ,herkesin yaşam hakkını dilediği biçimde, özgürce kullanabilmesinin ön koşul olduğunun ihtarıdır.
Gezi direnişi; diktatörlüğe, otoriteye, keyfiliğe, dayatmalara bir başkaldırı ve uyarı hareketidir.
Gezi olaylarının barış sürecine zararı söz konusu değildir. Aksine yararı olmuştur. Çok farklı kesimlerden insanları bir araya getirmiş ve aynı amaçta birleştirerek kaynaştırmıştır. İnsanların ötekileştirme duygularını törpülemiş bir arada yaşama, davranma kültürlerine katkı yapmıştır.
Bedrettin Gündeş: Kentsel dönüşüm ile ilgili yazılarda, birçok kentsel dönüşüm tanımı bulunuyor. Bu tanımlar, vurguladıkları vizyon, amaç, strateji ve yöntemlere göre farklılık gösterebiliyor. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın kentsel dönüşüm, bozulma, yıpranma ve çökme olan kentsel alanın ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarının kapsamlı ve bütünleşik yaklaşımlarla iyileştirilmesine yönelik olarak uygulanan strateji ve eylemlerin bütünüdür.
Dönüşüm, faaliyet alanı ve doğası gereği, mevcut şehrin yapısına ve burada yaşayan insanların fiziksel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve toplumsal geleceği üzerine kurgulanan ve buna bağlı olarak da kentin bütün geleneklerine etki eden bir gerekliliktir.
Bu nedenle, bütün planlama çalışmalarında ilgili kurumlar, sosyologlar, ekonomistler, mühendisler, mimarlar, plancılar ve peyzaj mimarları gibi farklı disiplinlerin birlikte, eşgüdüm içinde çalışması gerekiyor.
Dönüşüme, kent bilimi ekseninden bakıldığında konuyu, arsa politikaları, konut politikaları ve kentsel dönüşüm politikaları olmak üzere üç alt başlık çerçevesinde ele almak gerekmektedir.
İnsan yaşamına uygun modern kentler yaratmanın temel koşulu, yerleşmelerde konut üretimi için gerekli olan arsa sunumunun planlanmasıdır.
Bu kapsamda,
Mersin yeni bir kırılma ve dönüm noktasında bulunmaktadır. Yatırımcı için 50 dönümlük arsa bulmanın bile çok zorlaştığı günümüzde, Mersin yeni ve büyük bir şansı yakalamış durumda. 1/100.000 lik çevre planı artık Adana ve Mersini kapsayacak şekilde hazırlanmaktadır. Bu bir fırsattır. Toprağın anayasası olarak bilinen bu planın çok özenli, katılımcı ve her alanı kapsayıcı bir şekilde hazırlanması gerekmektedir.
Bu plan, yeni çıkacak olan Yerel Yönetimler Yasasında, yetkiyi Büyükşehir Belediyelerine bırakmayacaksa, ilgili Bakanlıkça ihaleye çıkarıldıktan sonra, Devlet planlama Teşkilatının yerel örgütlenmesi olan Çukurova Kalkınma Ajansı koordinatörlüğünde yürütülmelidir. Mersin için hayati önem taşıyan bu plan, Mersin ve Adana daki ilgili tüm yerel dinamiklerin de görüşleri alınarak hazırlanmalıdır.
Mersinin 50 – 100 yıllık geleceğini şekillendirecek olan bu planın sağlıklı bir şekilde hazırlanması durumunda, bütün problemlerin çözümünü de beraberinde getireceği unutulmamalı ve göz ardı edilmemelidir.
Büyükşehir Belediyesi ise, yetkinin kendisine verilmemesi durumunda, yeniden ihaleye çıkarılan 1/100.000’lik çevre planını dikkate almalıdır. Kentin gelişim akslarını geleceğe hazırlayarak, Tarsus ve Adana’yı da içine alan “Çukurova Metropol Kent” analizleri doğrultusunda, kentin anayasası olarak tanımlanan 1/5000’lik planı sürüncemeye bırakmadan tamamlamalıdır.
Büyükşehir tarafından hazırlanan ve ilçe Belediyeleri ile problemli olan 1/5000 lik planın, sadece yoğunluk artırımına endekslenmiş olması gereksiz tartışmaları da beraberinde getirmiştir. İlçe Belediyelerinden ve ilgili kurumlardan adeta gizlenen bir planın hiçbir getirisinin olmayacağı gibi, kamu hukukunda tereddütler yaratacağı da unutulmamalıdır. Büyükşehir Belediyesi, Planların hazırlanması konusunda, tüm ilgili kent bileşenlerinin görüşleri doğrultusunda, gerçekçi ve geleceği tasarlayan sürdürülebilir plan hazırlamalıdır. Bu hazırlık aşamasında katılımcılığı esas almalıdır.
Tüm İlçe Belediyelerinin de arsa üretimini gerçekleştirmek için, Kentsel gelişmenin gerisinde kalmadan, İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca imar uygulaması yaparak, 1/100.000 ve 1/5000 lik üst ölçekli planlarla uyumunu sağlamalıdırlar.
Bu nedenle, kentsel arsa üretme yetkisine sahip kurumlar arası eşgüdümün ve bilgi paylaşımının sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Mersin özelinde sağlıklı, ulaşılabilir, farklı mahallelerin, farklı kesimlerin ve ihtiyaç gruplarının beklentilerini karşılayabilir bir konut politikası yaklaşımı üretilmesi ve bu politikaların hayata geçirilmesini sağlayacak strateji ve eylemlerin belirlenmesi gerekmektedir.
Öncelikle Mersin’de, geçmişten bugüne değin tüm yerel yönetimler tarafından kapsamlı, dengeli, sürdürülebilir, rasyonel ve genel planlama politikaları içinde kendine yer bulabilen bir konut politikası oluşturulamamıştır.
Yine yerel yönetimlerce Mersin’de, konut politikaları ile ilgili sorunları ortaya koymayı, ardından konuyu toplum, birey, mekân üçgeni içinde ele alarak, yaşam kalitesi ve mekânsal standartlar çerçevesinde irdelemeyi amaçlayan bir yaklaşım da uygulamaya geçememiş, özellikle sahil bandı, Akdeniz ve Toroslar bölgesinde gördüğümüz sağlıksız yapılar ortaya çıkmıştır.
Bu yetersiz planlama ve bakış açıları, Mersin’in çağdaş yapılanmaya uygun olmayan çarpık ilişkiler bütünü içinde gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Bu çarpık kent yapılanması tüm kentlerde yaşanırken, Mersin iklim, coğrafi, ulaşılabilirlilik ve yaşam standartları nedeniyle, bu çarpık yapılaşmadan en çok etkilenen kentlerin başında gelmektedir.
Mersin gelişim süreci içinde, yerel yönetimlerin planlamadan yoksun, günübirlik bakış açıları sayesinde ve alt yapıyı hazırlamadaki yetmezliklerinden dolayı bugünkü sağlıksız ve çarpık kent yapılanmasının tüm gerekçelerine zemin hazırlamışlardır.
Günümüzde tartışma konusu olamaya devam eden kentlerin yeniden yapılanması ya da kentsel dönüşüm, farklı bakış açılarıyla yaşam bulmaktadır. TOKİ, özel sektör, yerel kurumların uygulamalarındaki farklılıklar, tartışmaları bazen farklı mecralara taşıyarak süreci tıkadığıda görülmektedir.
Kentsel dönüşümde asıl olan, insan yaşamına, onuruna yaraşır bir sosyal mekân yaratmaktır. Bunu da evrensel boyutta ele alarak, insanı hedefleyen, ekolojik dengeyi koruyan bir bakış açısıyla olgunlaştırmak gerekmektedir.
Mersin gibi gelişmeye elverişli, gittikçe cazibesi artan bir kentin“Sürdürülebilir kentsel dönüşüm’e acilen ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Kentin doğusuyla batısı, merkeziyle kuzeyi, batıya doğru uzanan sahil bandının bu değişim ve dönüşüme ihtiyaç duyduğu görülmektedir.
Son yıllarda Turizm, Tarım, Lojistik ve Sanayi alanında yapılan yatırımlar ve 2013 Akdeniz Oyunlarının yarattığı olumlu gelişmelere paralel olarak, Mersin’in her alanda hazır duruma getirilmesi gerekmektedir.
Yani, Mersin’in 4/3’ü Sürdürülebilir Kentsel Dönüşüme İhtiyaç duymaktadır. Özellikle Kentin çevresel performansını iyileştirmeyi sağlayarak, altyapı ve fiziksel yapılaşmaya yön vermeyi amaçlayan bu dönüşüm, mekânsal planlamayı kullanan, TOKİ, özel ve yerel yönetimler öncülüğünde yürütülen bir süreç olmalıdır.
Mersin’in başta doğu girişi olmak üzere, birçok alanı çevresel performans açısından son derece yetersizdir. Kent biliminden uzak, yoksulluğu, ötekileşmeyi, ilgisizliği ve çarpık ilişkiler bütününü bünyesinde taşıyan bir konumuyla değişimi ve dönüşümü beklemektedir.
TOKİ’nin, Çay Mahallesi ve Ataş arazisi üzerinde düşündüğü kentsel dönüşüm projesi niyet olarak doğru olabilir. Ancak, yurttaşların görüşü alınmadan, kent bileşenleriyle konuyu detaylı tartıştırmadan, ikna yöntemini denemeden, mahalle sakinlerinin ekonomik, sosyal ve toplumsal konumlarını değerlendirmeden, kamuoyunu aydınlatmadan tepeden inme mantığıyla uygulamaya girişmek, süreci uzatmaktan öteye gitmeyecektir.
Bu arada, TOKİ’nin ilgili tüm kurumlara görüş bildirmeleriyle ilgili yazılarına cevap vermeyen yerel, sivil ve mesleki örgütlerinde bu karmaşadan, tıkanıklıktan sorumlu oldukları unutulmamalıdır.
TOKİ kentsel dönüşüm adı altında geliştirdiği konut tipi, alan seçme, hane halkıyla ilişkilenme bazında ne kadar yetersiz kalıyorsa, buna karşı alternatif konut tipleri, sosyal donatılar, yer seçimi, ekonomik kaygılar konusunda görüş bildirmeyen yerel, sivil, kamu ve mesleki yapılanmalarda, o derece yetersiz ve sorumludurlar.
İlgili ilgisiz kurumlar kendinde söz söyleme hakkını buluyorsa, alternatifini de geliştirmek durumundadır. Aksi halde sadece laf üretmek, sadece muhalefet etmek ve halk adına halkı istismar ederek siyaset yamak, süreci engellemek ve tıkamaktan öteye gitmemektedir.
TOKİ ve ilgili kent bileşenleri tarafından eşgüdüm bağlamında geliştirilen konut alanları, tasarım ve uygulamalarının herkes için özel gereksinmelere duyarlı ve uyumlu biçimde sağlanması kaçınılmaz ön şart olmalıdır.
Örneğin, Turgut Reis, Kiremithane, Cami Şerif mahallelerinde tarihi kent dokusuna uygun yapılar düşünülürken, Çavuşlu, Kurdali, Çilek gibi mahallelerde estetik kaygı taşıyan sosyal konutlar geliştirilmelidir.
Demirtaş, Alsancak gibi mahallelerin kent merkezinde bu derece ilgisiz ve bakımsız kalması, şimdiye kadar akılcı bir planlamayla dönüşüme tabi tutulmaması yerel yönetimler ve ilgili kurumların en büyük ayıbı ve yetersizlikleri olarak ortada durmaktadır. Dönüşümün dışında kalan alanlarda da sağlıklaştırma, sağlamlaştırma, yenileme ve bakım-onarımla ilgili sorunlara çözüm bulunması gerekmektedir.
Afet tehlike ve riskine karşı gerekli önlemlerin alınması, Mersin’in batı yönündeki kıyılarda yaşanan çok katlı konut faciasının, yeni plan uygulamalarıyla süreç içinde dönüşümü de sağlanmalıdır.
Konut alanlarındaki sosyal donatı ve teknik altyapı eksiklikleri giderilmeli, sosyal donatıları olmayan yeni yaşam alanlarına izin verilmemelidir. Bugün Akdeniz ve Toroslar İlçe sınırlarında mevcut serbest nizam uygulamalarından kaynaklanan bir – iki katlı eğreti ve çarpık yapılara proje izni verilmemelidir.
Kaçak inşa edilmiş konutların ve yerleşmelerin yürürlükteki yasalara uygun duruma getirilmesi, kaçak yapılaşmayı caydırıcı önlemlerin alınması, Mersin’in büyük bölümünde mevcut olan bu yapıların kısa, orta ve uzun vadeli bir stratejiyle yeni hazırlanacak planlara uydurulması gerekmektedir.
Bu nedenle özellikle serbest nizam (küçük parsel) uygulamasından vazgeçilerek, planlar ada bazında ele alınmalı ve sosyal donatıları olan toplu yaşam alanları yaratılmalıdır.
Vatandaşların yaşamaktan mutlu olacakları, yerel özelliklere, doğaya, sosyal ve kültürel yapıya duyarlı konutların ve konut alanlarının üretimi için planlamanın geliştirilmesi, teşvik ve önlemlerin alınması gerekmektedir.
TOKİ’nin özellikle Çay Mahallesi için düşündüğü çok katlı yapılardan vazgeçerek, ilgili mahalle sakinlerinin talepleri doğrultusunda yeni konut tipleri geliştirmelidir. İlgili mahalle sakinleri düşünülen alanda yaşamak istiyorlarsa değişik konut alternatifleri geliştirilmelidir. Örneğin, asansör gerektirmeyecek 2 ve 4 katlı 4 daire üzeri 8 -16 haneli bloklar şeklindeki yapılar da halk istiyorsa düşünülebilinir.
Mersin için düşünülen Kentsel Dönüşüm ya da Yenileme eşitlik, adalet, insan hakkı, gibi temel kavramlar çerçevesinde, tüm kesimlerin ve ihtiyaç gruplarının beklentilerine yanıt verebilecek bir planlama ve uygulama hareketi olmalıdır.
Genel anlamda tarihi dokuda ve özellikle sit alanlarında, koruma eksenli kentsel dönüşüm yaklaşımının benimsenmesi; Özellikle İstasyondan stadyuma kadar olan kent merkezi alanında yoğunluk artırıcı, dikey yapılanmalarla tarihi dokuların restorasyonla birlikte gün ışığına çıkmasını sağlayacak akılcı bir planın uygulama aşamasına getirilmesi gerekmektedir.
Bu arada kültür varlığı niteliği taşıyan yapıların bakımı ve kullanımını sağlayacak “ Kentsel Sit Alanı Tasarım Projesi” Mersin için örnek bir çalışmanın başlangıcı olarak görülmelidir.
Başta Valilik ( KUDEP ), Üniversite, Büyükşehir ve Akdeniz Belediyeleri olmak üzere bu projenin kentsel yenileme bağlamında ele alınması, kentte büyük heyecan yarattığı görülmektedir.
Bu arada geniş ve ileriyi düşünerek, bütünleşik “Sürdürülebilir Kentsel Dönüşüm” çerçevesinde, Mersinin kentsel sorunlarının çözümlenmesini sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamayı amaçlayan, uzun soluklu politika ve stratejilerin belirlenmesi hedeflenmelidir.
• Kentsel dönüşüm projelerinin sosyal kalkınma boyutunun olması, rant sağlama, kazanç elde etme yerine, sosyal devlet anlayışının bu uygulamalarda temel felsefe olarak benimsenmesi gerekmektedir.
• Kentsel dönüşüm projelerinin çevresel koruma yaklaşımı ile hazırlanması, ekolojik, topoğrafik özellikler uygulamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır.
Evet, TOKİ Kentimizde bir çalışma başlatmıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. Bu gelişmeyi kendi mecrasında ilerletebilmenin temel şartı ise, konuyu etraflıca anlamak, tartışmak, eksiklikleri gidermek olmalıdır.
Kentimizin büyük bir bölümünün ihtiyaç duyduğu Kentsel Dönüşüm ya da Kentsel yenileme çalışmaları TOKİ ile beraber ilgili odaların, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, mahalle hak sahiplerinin birlikte katılımı ve eşgüdüm içinde çalışmasıyla sağlıklı yürütülebilinir.
Dönüşümün başlatılacağı alanın ekonomik, sosyal, toplumsal, kültürel yapısı ve uygulamadaki çevre düzeni, sosyal donatılar ve kat yükseklikleri gibi faktörler göz önünde bulundurularak hareket noktası oluşturulmalıdır.
Farklı kültürlerin bir arada kardeşçe yaşadığı, Türkiye’nin prototipini andıran Mersin’de, ‘Sürdürülebilir Kentsel Dönüşümün’ amacı bir yol haritasıyla bilimsel veriler ışığında ele alınmalıdır.
Geleceği kurgulamak, çağdaş ve insanca bir yaşam alanı yaratmak için herkesin üstüne düşen görevi yerine getirme gibi bir sorumluluğu da vardır.
Aksi durumda ilgili ve yetkililerin yetersiz bakış açıları, günü kurtarma anlayışları, rant beklentileri ekolojiyi tahrip etmekten, çarpık kentlerin mevcudiyetini korumaktan öteye gitmeyecektir.
Kısacası; Kentsel dönüşümün temel dayanağı planlamadır. İyi bir planlamayla kentin her alanında değişimi ve dönüşümü sağlamak mümkündür.
Ya insanca bir yaşam, ya da çarpık ilişkiler bütünü içinde anlamsızlaşan ve her türlü kirliliği bünyesinde taşıyan bir yaşamı tercihedeceğiz.
Kentlilik bilinci, geniş ufuksal bakış, sosyal devlet, estetik kaygı, sosyalleşme; Evet, bu kavramların içi iyi niyetle doldurulduğunda, insanca, uygarca, demokratça bir yaşamın bütün nimetlerinden yararlanma şansımız olabilir.
Mersin ve bütün kentlerimiz bunu hak ediyor ve bekliyor.
Yusuf Zeren: Adana ve Mersin'de sosyolojik sorunlar benzer olduğu halde kentsel dönüşüm projeleri Adana'da başarı ile yürütülürken Mersin'de neden yürümüyor? Kürt hemşerilerimiz kentsel dönüşüm önce diğer mahallelerde başlamasını, Türk ve Arap Kökenli hemşerilerimiz önce Kürt Mahallelerin den başlamasını istedikleri doğru mu?
Füsun Güven,
1- Kentsel dönüşüm konusunda ölçeklerin savaşını belediyeler yürütüyor.
2-Toplantıda da söylediğim gibi, özelliklede MTSO gibi kurumların şehrin tarihi dokusunu koruma adına şimdiye kadar çok yol almış olması gerekirdi.
3-Tüm sivil toplum kuruluşları bu konuda planlar hazırlayıp- kalan tarihi Mersin şehrini -ortaya çıkarmalıydılar
4-Biliyorum bu aralıkta ,seçimlere doğru gidildiği için hiç bir şey yapılmayacak ama şikayet etmekte çözüm değil.
5- Kimleri ,hangi kurumları ayaklandırabilirsek…gelin elbirliğiyle yola tarihi korumak için çıkalım.Yoksa o bölgede elden gidecek.
Mustafa Güler: Kentsel dönüşüm sorunu en uzun ve kapsamlı Mersin de tartışıldı.
Belediye ve TOKİ arasında protokoller imzalanmasına rağmen, uygulama bir türlü gerçekleşmedi.
Başlangıçta 1 i Yenişehir de EğriçamMah, 4 ü Akdeniz Belediye sınırları içinde Kiremithane, Çay, Çilek ve Özgürlük Mahalleri olmak üzere 5 mahallede kentsel dönüşüm yapılması kararlaştırılmıştı. Hatta bu mahallerde planlama çalışmaları yapılmış değer tespitleri de yapıldı. Ancak sonradan Eğriçam ve Kiremithane Mahallerinin çalışmalarından vazgeçilerek sadece Çay, Çilek ve Özgürlük Mahallerinde çalışmaların yapılmasına karar verilmişti.
Kentsel dönüşüm uygulamasının Kürtlerin yerleşik olduğu Mahallelerde yapılmasında ısrar edilmesi sonucu, buna Akdeniz Belediyesi ve Mahallerden tepki gelerek protokoller iptal edildi.Kentsel dönüşüme en çok ihtiyacı olan il Mersindir.
Önceliklendirmek gerekirse bina güvenliği açısında 1. Sırada olması gereken Yenişehir Belediyesi sınırları içinde yer alan Pozcu Semtinin tamamı, konut yaşam standartları açısından ele alırsak eski Mersin de yer alan Turgut Reis, Hamidiye, Kiremithane, Barış, Bahçe, Alsancak, Demirtaş ve Portakal Mahalleri,
Kent estetiği açısından Mersin in Doğu girişinde yer alan Karacailyas, Çay, Çilek ve Özgürlük Mahalleri dönüşüme tabi tutulması gerekir.
Ancak Hükümetin Kürt mahallerinde başlama ısrarı direnç oluşturarak uygulamayı imkansız hale getirmiştir. Dilerim bu ısrardan vazgeçilerek, Planlama ve değer tespitleri yapıldığından istekli de olan Eğriçam ve Kiremithane Mahallerinden öncelikle başlanarak uygulamanın önü açılır.
Mehmet Ali Temel: Yerel yönetimler özerkleştirilmelidir. Merkezin baskısından kurtarılmalıdır.
Yerel yönetimler, halkın katılımı ile yönetilmeli, aynı zamanda halk tarafından denetlenebilmeli. Halka sık sık hesap vermelidir. Rüşveti ve rant sağlamayı önleyici sistem mutlaka kurulmalıdır.
15.06.2013 Mersin kMM Toplantı Tutanağı
previous post