YER: Malatya Belediyesi Fırat Toplantı Salonu
TARİH: 04 Şubat 2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Uluslararası Af örgütü (Ferman Salmış
2 / Kamer Vakfı (Nilüfer Kısak- Başkan)
3 / İHD (Ramazan Kuzu)
4 / Çağdaş Gazeteciler Derneği (Mazlum Köse-Başkan)
5 / Barış Meclisi (Hasan Doğan)
6 / Mazlum Der (Fikri Aksoy-Yönetim Kurulu Üyesi)
7 / Nida Dergisi (Mücahit Sayın)
8 / Zeynel Abidin Vakfı (Kasım Tuluk)
MESLEK ODALARI
1 / İnşaat Mühendisleri Odası (Vehbi Aluçlu-Yönetim Kurulu Üyesi)
SENDİKALAR
1 / Memur Sen (Selahattin Canpolat- Yönetim Kurulu Üyesi)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / Asım Demirkök (Gazeteci)
2 / Kadir Akgüneş (Avukat)
3 / Mustafa Baştürk
4 / Hasan Özhan
5 / Hamza Doğuç
6 / Abdulkadir Artan
7 / Ahmet Özer
8 / Ali Turan
9 / Handan Karaşahin (Kamer Vakfı)
10 / Asiye Karabey
11 /Sevgi Kazan
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ Katılan Olmadı.
BELEDİYE BAŞKANLARI Katılan olmadı.
MESAJ YOLLAYANLAR
Mesaj gönderen olmadı.
MEDYA
1 / Güneş Tv
2 / Vuslat Tv
MODERATÖR Yrd.Doç Dr. Hayri Keser- Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
KONULAR
GENEL KONU: Yargı Değişiklik Paketi Derde Deva Olacak mı?
YEREL KONU: Yerel Basın İşlevi ve Sorunları
KONUŞULANLAR
1 / Hayri Keser: Davaların en az giderle ve süratle sonuçlandırılması yargının temel görevidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de yargılama işleminin makul sürede bitirilmesini öngörmektedir. Türkiye’de davaların uzun sürmesi, yargılama faaliyetlerinin istenilen sürede sonuçlanmaması, makul sürede halledilememesi Türkiye’yi tazminata sürekli olarak mahkum etmektedir. Yargı yargısal faaliyetlerini yerine getirirken egemenliği kullanan organlardan birisidir. Millet adına karar verir ve vermiş olduğu bu kararlarda kuşkuları ortadan kaldırma yetkisine sahiptir. Tabi yargı karar verirken ağır iş yükü altında ezilmektedir. Yargılama faaliyeti yerine getirilirken özel hayatın gizliliğine, aile hayatına saygı gösterilmesi, herkesin haberleşme özgürlüğüne sahip olması esastır. Bunlar hakkında anayasamızda koruyucu hükümlerin olduğunu söyleyebiliriz. Aile ve ev hayatının fiziki ve moral bütünlüğünün bozulmamasının, utandırıcı ve gerçek haberlerden uzak kalmasını, iletişimin kötüye kullanılmamasının önemine vurgu yapmak gerekir. Son yargı reformunda ana hatlarıyla yargı yetkisinin devri, basın ve ifade özgürlüğü üzerine düzenlemeler, haciz işlemlerinin kısa sürede sona erdirilmesi, icraya neden olan taşınırların ya da taşınmazların elektronik ortamda satışı, Danıştay üyeliğine seçilecek kişilerde aranacak şartlarında değişiklikler gibi konular ele alınmıştır. Bunların önemi şurada: Bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için yargının karar vermesinin hızlandırılması amaçlanmıştır. Bununla birlikte Türk Ceza Kanunu’nda bazı konularda değişiklikler hazırlanmış, çek kanuna yenilikler getirilmiştir
2 / Hasan Doğan: Yargı reformu olarak sunulan kısım çok küçük bir iyileştirmeden ibaret bir durum. Yargıdaki tıkanıklığı giderecek, uzun vadede kitlelere soluk aldıracak bir paket değil. Ceza Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı ve bunlar birbiriyle uyumlu değil. Esas itibariyle düzgün bir değişiklik yapılmışken sonradan müdahaleler yapıldı. Mesela devlete karşı yapılan suçlar maddesiyle çok oynandı. İşte idam kalktı müebbet hapis geldi onu kaldırdılar ağır müebbet hapis cezası geldi şimdi o tarihlerde yürürlükte kalan son birkaç kanun var. Bu tabi büyük bir hukuksuzluk da yarattı. Tutuklamayla ilgili değişiklikler yapıldı mesela tutuklamayı 2 yıl ile sınırladılar ama bu iki yıllık sınırlama hem yargının işleme sürecini hem de öngörülen cezalarla orantılı bir şey değil. Bir fiilden dolayı bir insana birçok ceza verebiliyor; örgüt üyeliğinden ceza veriyor eğer slogan atmışsa ayrı ceza veriyor. Bunların tümünün yargılama süreci epeyce zaman alıyorsa bunlar için gereken tutukluluk süresi 2 seneyi çok aşıyor. Bu kanunla zaten davalarının sonuçları kesinleşmemiş olanları bırakmak zorunda kaldılar. Şimdi bu paketle de birazcık nefes aldıracaklar. Daha başka insanların özel hayatına terörle mücadele kanunu adı altında müdahale edildi. Bunları dini ve milli bayramlarda görmekteyiz. İşte kadınlar gününe katılmış bir suç, 1 mayısa katılmış bir daha suç, Newroz’a katılmış yine suç bunların üçüne birden katıldıysa örgüt üyesi suçu da verilebiliyor. Bu kararlar bu şekilde verildikçe Yargıtay’da yığılmalar oldu. İşte bunu gidermeye yönelik reformlar yapılıyor ama bunun sonucunda başka sorunlar çıkıyor mesela dolandırıcılık suçu cezasız bırakılıyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun tümü kaldırılmıyor. Örgüt üyesi olmak konusunda ise bir anlam karmaşası var. Kanunda kar amaçlı örgütler ve silahlı örgütler diye iki çeşit örgütten bahsedilmiştir. Bunlara da belli bir cezalar tertip edilmiştir. İşte burada silahlı örgüte yardım yataklık suçu yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerle genel olarak bir nefes alma gerçekleşebilir özellikle 5 seneye kadar olan cezaların paraya çevrilmesi nefes aldırabilir. Paketin getirecekleri kadar götürecekleri de var buna rağmen de bir yenileşmenin, esaslı değişikliklerin önünü açar diye düşünüyorum. Bana göre esas yapılması gerekenin çoğunluk egemenliğini sınırlayan bir yasa yok. Bunun temeli nefret suçudur ve o da bizim ceza hukukumuz da yoktur.
3 / Mazlum Köse: Son günlerde yaşanan iki yargılama sonucuna birbirine benzerliklerinden dolayı dikkat çekmek istiyorum. Hrant Dink davası sonuçlandı, arkasında örgüt bulamadık diyerek 17 yaşındaki çocuğun üzerine bütün suçlar yüklendi. Bunun sonunda hakimler bile biz içimize sindiremedik, esas sonuç bu olmamalıydı diye açıklamalar yaptılar. Bu hafta başında ise Malatya’da üniversite öğrencilerinin yargılanması sona erdi. Öğrencilere yöneltilen suçlarda 1 Mayıs’a katılmak, Grup Yorum konser biletini satmak, arkadaşlarının mezarını ziyaret edip onu anmak vardı. Bunları üst üste koyarsak örgüt suçu oluyor ve 7 – 13 yıl arası değişen cezalar aldılar. Burada da aynı şekilde hakimler içlerine sinmediğini belirtmişlerdir. Hakimler bile kendi verdikleri cezalardan sonra rahatsız oluyorlar. Ben bu yargı paketinin uygulamalardan sonra hakimlerin bu tür açıklamaları yapmayacakları bir şekilde düzenlenmesini ümit ediyorum.”
4 / Selahattin Canpolat: Basında birtakım duyduklarımız gördüklerimiz ile yola çıkarak konuşmak istiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’de yargıda aradığını bulamayan kişilerin uğrak yeri olmuştur. Genellikle ise Türkiye mahkum ediliyor. Ben bu kararların ideolojik olduğu kanısındayım. Ülkemizde de aynı şekilde oluyor. Sonucu açıklanmış bazı davalara baktığımda kendi kendime soruyorum bu kararı veren gerçekten hakim mi savcı mı diye. İşin içerisinde ideolojik durumlar olduğu kanısındayım. Hak ve adalet herkes için vardır. Bu düşünce gerçekleşirse çok iyi olur diye düşünüyorum. Antep’te 2-3 çocuk canı baklava çekmiş diye camı kırıp baklavayı alıp yakalanmalarıyla bunlara tam hatırlamıyorum ama 18 yıla mahkum edildiler. Bu ülkede geçmiş yıllarda beyefendi olan bir kişinin yeğeninin bankaları boşaltması sonucunda dahi herhangi bir ceza almadığını görüyoruz. İlla herkesin başında bir koruyucunun mu olması lazım. Ben inanıyorum ki şu an çok rahat bir yaşam sürüyorlardır. Adalet herkes için olmalı. Bugün benim ideolojimi savunan bir hakim, savcı şuan beni koruyorsa yarın bir başkası gelip başkasını savunacaktır bu şekilde çatışma ortamı ortaya çıkacaktır.
5 / Hasan Özhan: Bir birey olarak adaletin ve hukukun olmadığı bir ülkede yaşadığıma inanıyorum. Bu anlayış dün DGM idi bugün özel yetkili mahkeme adı altında iz düşüm olarak farklı mahkemelerle karşı karşıyayız. Bugüne kadar yapılan yasalarda hep güvenliğimiz adı altında özgürlüğünüzden feragat edin denildi. Bu anlayış her ikisini de kaybetmemize neden olmaz mı?
6 / Fikri Aksoy: Yargıdan beklenen üç şey vardır; hızlı, doğru ve adil karar verilmesidir. Bizim ülkemizde sistemi incelediğinizde bunların hiçbirinin olmadığını görüyoruz. Bu bizim yargımızı peki nereye oturtacağız? Yargıyı bu aşamaya getiren nedir diye sorduğumuzda bunun nedeninin siyasilerin çıkardığı kanunlar olduğunu görüyoruz. Hangi fikrin meyillisi gelirse gelsin kendi çıkarlarını koruyacak yasalar çıkarıyorlar. Yargı ile oyuncak gibi oynuyorlar. Yargının içinde bu duruma karşı çıkmayan üyelerde var. Bir adalet bakanı çıkıyor diyor ki: Ben şu kesimi almayacaktım da şu kesimimi alacaktım. Şimdi o kesimden aldığı insanların verdiği karar diğer kesimin mağdur ediyor. Yargının problemi bence burada başlıyor. Biz siyasileri seçerken bunlara da önem vermemiz gerekiyor. Kendi çıkarlarımız doğrultusunda değil, ülkenin çıkarları doğrultusunda kararlar vermemiz gerekiyor.
7 / Kadir Akgüneş: 2000 yılından sonra çeşitli kanunlarda değişiklikler yapıldı. Ceza kanunu toptan değiştirildi. Ben o zaman toplumun lehine bazı değişiklikler yapılacağını düşünmüştüm. Bazı avukat arkadaşlarım bunun yanlış olduğunu söyledi. Nitekim uzun tutukluluk süresi, uzun gözaltı süreleri bunu kanıtladı. Yeni yargı paketinde yargının hızlandırılması amaçlanmış bence burada da bir iş var. Hızlandırdığın zaman polisin ve jandarmanın kendine sunduğu kanıtlarla karar verecektir. Vatandaşın savunması pek nazara alınmayacaktır. Bunun örnekleri vardır; teslim olan örgüt üyeleri vardı. 2004’te yargılanıp 2010 da karar çıktı. Bunların hepsine de ağırlaştırılmış müebbet verdiler. Fazla araştırmaya da gerek görmediler çünkü 9. Ceza Dairesi mahkemeyi hukuksuz karar vermeye yönlendiriyor. Karar verilmeden önce telefon ediyorlar. Eğer onaylarız derlerse artık senin gözünün yaşına bakmıyorlar. Özel yetkili mahkemelerin önceki adı devlet güvenlik mahkemeleri idi. Bana göre bu hem dünya kamuoyunu hem Türkiye insanını uyutmaya yönelik bir değişiklik. Özel yetkili mahkemeler 2000 yılından önce jandarma ve polisin yönlendirmesiyle işliyordu. Değişiklikten sonra tümden terörle mücadele şubesinin etkisi altına girdi. Diyarbakır’da 2009 yılında KCK tutuklamaları yapıldı ve bundan bir ay sonra Diyarbakır TEM Şube Müdürlüğü Antalya’da bir sempozyum düzenledi. Özel yetkili mahkemelerin tüm yargıçları, hakimleri gitti. Onları bu sempozyum ile yönlendirdi. Şu an gidip dosyalara baktığınız zaman %90’ı telefon görüşmesidir. Yargıçlarda bu yükün altından kalkamıyor. 500 sayfa iddianamenin 10 sayfası olayla ilgili. Polisin dosyalara sunduğu fezlekeler var. Teferruata vurulduğu için savcı da bunun dışına çıkamıyor. Hızlandırılmış yargı konusunda endişeliyim.”
8 / Vehbi Aluçlu: Bir arkadaşım Amerika’da yaşıyordu. Onunla konuştuğumda oradaki sistemin nasıl olduğunu sordum. Bana oradaki yargıçların çok yüksek maaşlarla çalıştığını ve Türkiye’de olduğu gibi cüzdanıyla vicdanı arasında gidip gelmediklerini beyan etmişti. Bu önemli bir konu aslında bende bu çerçeveden bakmak istedim. Bunların ekonomik olarak biraz daha iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
9 / Mücahit Sayın: Özgürlük kavramının olduğu yerde güvenlik sorununun ortaya çıkması çok doğal. Avrupa’da birçok filozof bunu tartışmaktadır. Bizde kavramlar biraz daha alanımızı genişletiyorsa bu başka bir kişinin alanını daraltmakla gerçekleşiyor. Buradan hareketle gösteri ve yürüyüş kanunu ile ilgili konuşulduğu zaman madde olarak da kamu yararı diye bir ifade kullanılır. Burada da kavramsal sıkıntı vardır. Çünkü bu topraklarda Osmanlıdan beri kamu diyerek toplumu değil devletin temel niteliğini ön plana almışız. Mesela biri bir olaydan zarar gördüyse idarecinin kullandığı dil şöyle bir dil; bir vatandaşımız öldü. “Bir insan öldü” diye bir dil kullanılmaz. Burada ki temel felsefe aslında onu kamunu malı olarak gördüğü için böyle bir ifade kullanılır. Bu noktada kamu denildiğinde devleti öncelemekten ziyade vatandaşı önceleyen bir kavramsal çerçeve kullanmaları gerekiyor. Bunu kullanmadıkları takdirde biz ne kadar anayasa yaparsak yapalım kamu dediğimizde devletin gövde gösterisi yapması haricinde insanların haklarını gözetmesi gerekir.
10 / Hamza Doğuç: Bir zamanlar deniliyordu ki küçük beyinler kişileri, orta beyinliler olayları, büyük beyinliler ise sistemi konuşur. Benim anladığım kadarıyla sistemden kaynaklanan sorunlar vardır. Şu anda anayasa çalışmaları varken yargı paketi de ortaya çıktı. Dilerim ki sistemdeki çatlaklar aklıselimle giderilir. Sistemin içindeki uygulamaların yanında uygulayıcıların da sorunları vardır. Halk arasında tabir var, “Allah hekimin de hakimin de yokluğunu vermesin, muhtaç da etmesin” Hekimler Hipokrat Yemini yapıyor. Hasta geldiği zaman senin düşüncen nedir? diye soru soramazlar. Hakimin de böyle bir anlayışla hareket etmesi gerekir. Avrupa sisteminden alındığı söylendi yargımıza bazı uygulamalar. Bir jüri var, bizde bilirkişinin karşılığı.
11 / Ramazan Kuzu: Yargımızın öteden beri ideolojik temellere oturtulduğunu düşünüyorum. Yakın zamana kadar cumhuriyeti kuran Kemalist ideoloji daha sonra kendi ürettikleri bir takım teorilerle ülkeyi buraya kadar getirdiler. Geri kalan halkın çoğunluğu bunlardan habersiz oldu. Bana göre bir yargı terörü o zamanlardan beri devam ediyor. Belli bir kesim istediklerini elde etmek için sürekli yargıda değişiklikler yapmışlardır. Son zamanlarda bunun değiştiğini görüyoruz. Tüm halkı rahatlatmak yerine diğer kesimden intikam alma durumuna dönüştüğünü biliyoruz. Evrensel insan hakları çıkartıp insanları rahatlatacak yasalar yerine kendine yakın olan insanların rahat ettirmek için yasalar yapıldı. Yargı bir kesimin elinden diğer bir kesimin eline geçmiştir. Bunun temelinde demokrasi kültürünün eksikliği vardır. Buradaki yargıçlar demokrasi kültürüyle yetişmiyor. Devlet herkese eşit mesafede yaklaşmalıdır. Bu kültürden yetişen insanların birkaç gün önce Malatya’da yapılan Ermeni mezarlığına neler yaptığını gördünüz. Hrant Dink’in öldürülmesi olayında hepimiz biliyoruz ki olay tamamen ideolojik nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir. Toplumun çoğunluğu bu tür ve benzeri olaylara tepki vermiyor. %50 oy alan iktidar herhalde doğru düşünür doğru yapar, düşüncesi vardır. Yargının da tamamen siyasallaştığını, insanlara daha büyük sıkıntılar vereceğini görüyoruz. Anlattıklarımdan en önemlisi ötekileştirme kültüründen vazgeçmeye çaba göstermeliyiz. Bunların sonucunda hukuk fakültelerinde yetişen gençlerimiz adil yargıç olur, demokrasinin üstünlüğüne inanmaya başlarlar. Başka da bir çıkış yolumuzun olmadığını görüyorum.
12 / Nilüfer Kısak: Bakıyorum ki polisler avukatların, hukukun daha üstünde gibi görünüyor. Çalışmalarda o doğrultuda. Emniyet müdürümüz gitmeden rica etti, bir toplantı yaptık. Birçok şey ortaya çıktı bu çok üzücüydü. Biz kadın merkezi olarak kadınlar için psikolojik danışmanlık, istihdam gibi konularla ilgileniyoruz. Şu an kadın şiddet ve çocuk konularıyla ilgili uluslararası bir proje yürütüyorum. Adli yardım diye şiddet gören kadınları yönlendirdiğimizde olayın takipçisi oluyoruz. Bakıyoruz ki sonuç kadının aleyhine oluyor. Avukat arkadaşlarımızla görüştüğümüzde çok az ücret aldıklarından, zamanlarının yetmediğinden bahsediyorlar. Bizde diyoruz ki davanın arkasında durmayacaksanız kabul etmeyin. Burada az ücret alıyorsan insan haklarını ihlal etmiş oluyorsun.
13 / Ferman Salmış: Öncelikle bu konunun bunun STK lar tarafından konuşuluyor olması ayrı bir önemi var. Geçmişte sadece bazı barolara bırakılıyordu. Bu toplumun giderek kendini özne olarak hissetmeye başladığının göstergesidir. Bu süreçte Avrupa dinamikleri, hukuk dinamikleri gibi birçok etken vardır. Sivil insanların bu konulara olan ilgilerinin artmasının var olan ezberlerin bozulmasına yol açtığını söyleyebiliriz. Yargı halk adına karar veriyor aslında, fakat yargı çoğu kez devleti merkez alan, halkı dışlayan bir hale gelmiştir. Teknik konulara girmeden şunları söyleyebiliriz: İstiklal Mahkemeleri, DGM’ler bugün özel yetkili mahkemeler aynı şeyi yapıyorlar. Yargı devleti zaten koruyor bir de yetmiyormuş gibi yargı daha fazla devlet korumacı, vatandaşın her türlü tepkisini tehlike olarak algılayan ve bunun üzerine vatandaşı yorumlayan bir yapı haline gelmiştir. Diğer bir konu olarak hepimiz evrensel hukuk normları hakkında okumaya başladık. Sadece birkaç cümle bile insanın ezberinin bozmasına neden oluyor. Değerli arkadaşlarımız gerçekten bizim çok az bildiğimiz gerçekleri bizimle paylaştılar. İki hafta önce Adalet Bakanı Malatya’daydı. Konuşmalar yaptı ama gönül isterdi ki bakanın da içinde olduğu geniş bir çalışma yapılsın, fakat yapılamadı. Burada bir eksiklik görüyoruz. Halen parlamentoda bir tepeci anlayış var. Halk veya sivil toplum örgütleri çok dikkate alınmıyor gibi. İstanbul’da nefret suçları ile ilgili girişim grubu oluşturuldu. Bu yargı reformu aslında reform olmanın da gerisinde bir şey. Galiba hepimizin anayasaya bağlı olarak, bütün yasaların değişmesi konusunda Avrupa normları merkeze alabilecek bir süreci de tetiklemesi gerekiyor.
14 / Asım Demirkök: Hakimler devletin mi, milletin mi? Yargıya bütünsel felsefe anlamında baktığımız zaman egemenliği mülkiyetle ayrı düşünemeyeceğimizi görürüz. Yargı egemenlikle ilişkili, egemenlik mülkiyetle ilişkilidir. Anayasanın 90. maddesine bir hüküm koyduysanız, yasaların üstündeyse AİHM’de yarın bu nasıl olacak? Biz kafayı yanlış bir şeye takıyoruz. Ulusalcılığa, milliyetçiliğe bakarak her şeyi kavramsallaştırıyoruz. Oysa küresel bir dünyada böyle bakmaya devam edersek bunun dışına öteleniriz. Hukuku ulusallaştırmayacağız, milletleştirmeyeceğiz. Neden böyle oldu peki? Çünkü egemenlik devlete devredilmiş. Bunu kullanırken bir zihniyet olduğunu söylüyor. Devlet bir zihniyeti eğitim ile oluşturmuyor mu? O yüzden problemimiz devletin gerçekten bütün hak ve özgürlüklerini nasıl toplumun egemenliği için kullanacağı yönünde olmalıdır. Devletin bize yerleştirdiği zihniyeti öteleyip nasıl bunu toplumsallaştıracağız? Devlet ne kadar çok toplumun yönlendirilmesi içerisine girerse mutlaka hukuk bakımından da rahatlar. 12 Eylül neden oldu? Devlet egemenliğini toplumun eline bırakmamak için birtakım tedbirler alıyor. Önemli olan toplum olarak belirli bir zihniyet oluşturmamak gerekir. Dinsel kimliklerimizi öne çıkartırız, etnik kökenimizi ortaya çıkartırız. Biz küresel bir dünya tarafına gittiğimiz için, bu doğrultuda bir zihniyet oluşturmak için hareket etmemiz arzusundayım.
15 / Mustafa Baştürk: Türkiye’de öyle bir karmaşık durum var ki bunu hukukçuların karşısında konuşmak çok zor. Hepimiz bir yemek yapmaya çalışıyoruz, pişmeden diyoruz ki bunun tadına bakalım. Bir türlü istediğimiz kıvamı yakalayamıyoruz. Toplumun bunları tartışması çok önemli. Çoğu süreçte özgür olarak bu konuları konuşamıyorduk. Elbette zayıf insanların yasalarla korunması gerekiyor. Örnek olarak 1997 yılında bir işyerini örgütlemiştim. Avukatımız olmadığı için ben yargıya başvurmuştum. Orada işveren gelip mahkemeye ifade verdi. Çıkışta tokalaşmak için elimi uzattığımda cevap olarak: ”Hayır, sen kim oluyorsun da beni mahkemeye getiriyorsun” dedi. Her şeyden önce ben bir insanim dedimYargıdan güç aldım da seni buraya getirdim” dedim. Biz güç birliği yapmak istediğimizde farklı düşünen insanlar her zaman bizi dağıtma projeleri üretmişlerdir. Devlet ise bunu her zaman başarıyor. Belki bu şekilde süregeldiği için siyasi iktidar bunu yapıyor. Şu an bir anayasa çalışması var. Bunda muhalefet hiçbir üretkenlik sağlamıyor. Türkiye’de toplumları temsil eden partiler öneri sunmuyorlar. Siyasiler birbirine laf atmaktan kendilerine zaman ayırıp da anayasa veya yasalar yapmak için hiç çaba sarf etmiyorlar. 1897 yılında Fransa Anayasası yapılmış işte sokaklarda asılmış, insanlarda dinliyor. Bir bayan yanındakine soruyor ben bir şey anlamadım sen anlayabildin mi? Aslında sorunun muhatabı da bir şey anlamamıştır. Anayasa yapıcı iradenin kendi ideolojisini oraya yansıttığını biliyor. Bizde de böyle bir kaygı var.. Sendikacı iken de böyle düşünüyordum şu anda böyle düşünüyorum. Yasalar karşısında ideolojik kaygılarımızı, özellikle siyasiler yapıyor, bırakmalıyız. Şimdi dinledik CHP’den bir milletvekili “Biz hukuk sisteminde atamak için militan arıyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Bunlar talihsiz açıklamalardır. Korunması gereken mağdur olan insanlardır. Bu tür açıklamalar kararlar üzerinde şüphe uyandırıyor.
16 / Ali Turan: Atatürk zamanında bir şairi yanına çağırıyor ve durumumuzu nasıl değerlendirirsiniz? diye bir soru soruyor. Şair de diyor ki, eskiden sormadan infaz ediyorlardı, şimdi siz sorarak infaz ediyorsunuz. Günümüzü değerlendirdiğimiz de düşünce özgürlüğü adı altında bizleri konuşturarak ifade ediyorlar. Onun için doçent arkadaşımıza şu tavsiyede bulunuyorum: Dava çok ağır hakim de sağır. Bağır ha bağır. İnşallah o sağır hakimler sizleri ve bizleri duyar.
17 / Abdulkadir Artan: Bu yargı paketi birtakım güzel gelişmeleri sağladı. Anayasamızda ‘ancak’ varsa bunu bizde burada kullanalım. Ancak bizim daha gideceğimiz çok yol var. Yasalar örümcek ağlarına benzetilmiş, iri sineklerin delip geçtiğini, ufakların ise takıldığını söylenmişti. Bu iri sinek rolü zaman içerisinde değişiyor. Bir zamanlar gerekirse soruşturma aşamasında gerek kovuşturma aşamasında bir takım iri sinekler müdahale ediyordu. Bu adaletin dağıtılmasına engeldi. Günümüzde de başka bir yanlışı görüyorum. Bir dava görüşüldüğü halde bir kısmı artı yönden, bir kısmı eksi yönden öyle yada şöyle olması gerektiğini noktasında görüş beyan ediyoruz. Bu çok ciddi bir tehlikedir. Devam eden davalar hakkında konuşacak olanlar bellidir. En sonunda ise çıkan kararı önce hukukçular sonrasında ise halkın tümü konuşur. Biz burada bunu yapmıyoruz. Yeni yasada çek kanununda tutuklamanın, hapsin kaldırılması iyimiydi? Bu uzun sürede mafyanın mı işine gelecek? Zamanla göreceğiz. Dün okudum hukuk öğrencileri sayısı da pek fazla artmış, şu an zaten öğretmenler kuyrukta bekliyor, yakında avukatlarda kuyrukta bekler gibime geliyor. Başka bir konu da ; mahkemelerimizde hakimlerimizin noter durumuna düşmesi bilirkişi raporlarına göre karar vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Bu bilirkişilik müessesesinin arkasında da bir kokuşmuşluk olduğunu tahmin ediyorum. Birde hakem denilen bir kavram ortaya çıktı. Jüriye benzetebiliriz. Benim endişelerim var. Biz burada insanlar arasında ayrım yapmıyoruz ama Türkiye’de ayrım yapanlar vardır. Ben korkuyorum ki sizin cemaat, bizim cemaat meselelerine gider. Bunlara dikkat etmeliyiz.
Gündemin 2 maddesi
18/ Mazlum Köse: Yerel basının misyonu ve sorunları ulusal basının misyonu ve sorunlarından farklı tutmak mümkün değil, birbiriyle çok benzerlikler gösteriyor. Fakat yerel basın, ulusal basının tekelleşmesi karşısında onun ekonomik olarak kendisine yeter durumda olması bakımından aynı olanaklara sahip değil. Malatya yerel basın açısından sayısal olarak ciddi bir zenginliği var. İkisi uydudan yayın yapan 7 tane televizyonu, 12 tane günlük gazetesi, 17 radyo ve bunlarla birlikte dergi ve internet haberciliği yapan siteleri var. Yerel basının görevi, yereldeki sorunları dile getirip, muhataplarına ulaştırarak bunların çözümünü, konunun takipçiliğini yapma misyonunu üstleniyor. Aynı zamanda resmi kurumların, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin yapmış oldukları çalışmalar, etkinlikleri halka ulaştırmakta bir köprü görevi görüyor. Toplumun gözü, kulağı olma sorumluluğunu taşıyor. Yerel basının sorunlarını iki temel başlık altında almak mümkün; bunlardan birincisi, basın kurum ve kuruluşlarının kendi içindeki sorunları, ikincisi de bu basın kurum ve kuruluşlarında çalışanların sorunları. Yerel basınla ilgili sorunların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Bu kurumların reklam geliri dışında hiçbir geliri yok. Televizyonların frekans ihalesi ve dijital yayına geçme konusunda sorunları var. Parası olanın yayıncılık yapabileceği bir durumla karşı karşıyayız. Yayıncılık üzerinden ticaret yapmak isteyenler olacaktır. Reklam ve resmi ilan geliri dışında hiçbir geliri olmayan gazeteler aynı ekonomik sıkıntıları yaşıyorlar. Son dönemde basın ilan kurumunun denetimlerinin artması, reklam ve ilanların ancak onların denetiminden geçerek yayınlanması gibi bir koşul getirildi. Yerel bir gazetenin yedi kişiyi sigortalı çalıştırma koşulu var. Malatya’da yerel gazetelerin kimisi 300, kimisi 500, kimisinin de 1000 tirajı var. Dergiler de reklam alarak ayakta durmaya çalışıyor. Basının ne kadar özgür olduğu konusu yerel basın için de geçerlidir. Yazdıklarından dolayı, düşündüklerinden dolayı 100 civarında gazetecinin cezaevinde olduğu bir yerde basının özgür olamayacağını düşünüyorum. Yazdığı kitap daha yayına girmeden Ahmet Şık’ın Ragıp Zarakolu’nun cezaevine girmesi bunlara örnektir.
19/ Hamza Doğuç: Başı her derde düşen dermanı basından bekliyor. Basının Türkiye’de öyle büyük bir yükü var ki zaten basın mensuplarının da kimsesizlerin kimsesi olma gibi bir misyonları var. Onlardan ölenler oluyor, yaralananlar oluyor. Basına kimileri 4. erk diyor. Asıl olan bu kalemi etkili kullanmaktır. Halkın müşterek sesi olan basın bu toplumun katalizörüdür.
20/ Asım Demirkök: 1990’larda 1000 tane satan gazetenin tirajı bugün 300 lere düşmüşse bu düşündürücüdür. Bir taraftan özgürlükleri savunacak, emeğe saygı duyacak ama bir taraftan da çalışanlarına sigorta yaptırmayacak. Bu basının inandırıcılığını yitirmesi anlamına gelir. Basın, kamuoyunda bir anlamda güvenirliğini yitirmiştir. Eğitilmiş insan gücü bu sektörde çalışmamaktadır. Televizyonlarda ve gazetelerde bu durum ciddi bir problemdir. Programlar amatörce yapılıyor. Ben de yıllarca televizyonda program yaptım, gazetede yazılar yazıyorum. Geçimini bu işle sağlayanlar için ben bir engelim. Topluma olguları doğru olarak aktaran bir basın yasasının olması gerekir. Yerel basına bir takım ekonomik destekler sunmak lazım. Buradaki arkadaşlardan kaçı yerel gazete alıyor? Çoğu insan internet üzerinden haberleri takip ediyor. Açın yerel gazetelere bakın hepsinin başlıkları farklı ama yazıların devamı tıpa tıp birbirinin aynısı. Bu, neden oluyor? Bir kişi gidip bir haber yapıyor ve tüm basına aynı şekilde servis ediyor. B,z,m küçük meclis toplantısında çok derinlikli ve güzel şeyler konuşulmasına rağmen haberciler gelip sadece 3-5 dk. çekip, bir resim ekliyor ve dağıtıyor. Böyle bir basına toplum nasıl bakar?
21/ Nilüfer Kısak: Bir ara ulusal bir basın kuruluşuna röportaj vermiştim. Ertesi gün gazeteye baktığımda şöyle bir başlık vardı “erkekler de mor çatı istiyor”. Orada yazılanlar benim cümlelerimdi fakat başlık o muhabirin kendi yorumuydu. Sorduğumda “evet, daha çok okunabilmesi için böyle bir başlık koydum” dedi. İşin içinde ticaret olduğunu anladım.
22/ Abdulkadir Artan: Gazetecilerin, diğer insanların olmadığı gibi suç işleme özgürlüğü olamaz. Dolayısıyla şunu anlamak istemiyorum yüz tane gazeteci içerde, bir başka kaynak altmş diyor. Kaç tane öğretmen içerde, kaç tane avukat içerde, kaç tane mühendis içerde yani her meslek grubu kendisi açısından bakarsa bu bizi isabetli bir sonuca götürmez. Önemli olan şu; gazetecilik mesleğini yaptığı için kimseye hakaret etmeden, herhangi bir darbeciyle eylem birliği yapmadan kaç tanesi içerde diye bakarsak ancak bu bizi doğru bir tarafa götürür. Mahalli seçimler yaklaşıyor ve ben yeni gazetelerin kurulacağını sezer gibi oluyorum. Niçin kurulacak bu gazeteler? Aday adaylarını, daha sonra adayları manipüle etmek için kurulacak. Gazetelerin bir kısmı gerçek gazetecilik yaparken de bir kısmı da yakınlarını sigortalayıp bu işi yapmaya çalışıyor.
23/ Hasan Doğan: Basın yayın, halkın ve toplumların dili niteliğindedir. Günümüze kadar en çok baskı ve kısıtlama altında olan, ilk olarak dili kesilenler onlardır. Yayın hayatında en çok toplatılanlar yine gazeteler ve dergilerdir. Bu hem haberleşmeyi hem de toplumun bilgilenme hakkını engelleyen bir durumdur. Bizde hukuk iki gruba göre şekillenmiş ve konsept halen öyle. Sanayi işçisi ve sanayi burjuvazisine göre şekillenmiş. Mahalli gazetelerin çalışanların sigortalarını yatırmaları mümkün değildir. Toplumun tüm kesimlerinde suç işleyenler var ama gazeteciler yazdıklarından ötürü tutuklanıyor.
24/ Mustafa Baştürk: Basın da bizim gibi bir sınav veriyor. Basın ne kadar demokratik ve özgürlükçü? Basında çalışanların hemen hepsi asgari ücretle çalışıyor.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
Email ve telefonla çağrı yaptık.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Mail, telefonla davet edildiler.
MEDYA İLE
30 civarında tv, gazete ve internet sitesine çağrıda bulunduk.
KATILIMCILARLA
Email ve telefon davet ettik.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Semine Dengeşik
Malatya kMM Girişimcisi
04.02.2012 Malatya kMM Toplantı Tutanağı
previous post