YER: Çankaya Belediye Başkanlığı Mithatpaşa Cad. No:52
TARİH: 9 Kasım Cumartesi 14:00-17:00 arasında
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Alevi Vakıfları Federasyonu (İsmet Erdoğan –Başkan Yrd.)
2 / İHD (Cafer Ekmekçi – Ankara Şubesi Kurulu Üyesi)
3 / Demokratik Anayasa Hareketi (Gülşen Bıçakçı – Danışman)
4 / Türkiye Gençlik Federasyonu (Rıza Sümer – Genel Başkan)
5 / Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (Mahmut Konuk – Sözcü)
6 / Kızılırmak Federasyonu (Yusuf Şahin – Genel Başkan)
7 / İnsan Hakları Gündemi Derneği (Roberto Frifrini – Üye)
8 / Hayat Sende Gençlik Akademisi Derneği (Alican Çelik – Yönetim Kurulu Üyesi)
9 / Devrimci 78’liler Federasyonu (Nejat Kangal – Başkan)
10 / Türkiye Gazeteciler Sendikası (Ercan İpekçi – Genel Başkan)
11 / Başkent Kadın Platformu (Nazife Bozkurt – Yönetim Kurulu Üyesi)
12 / Sosyal Demokrasi Derneği (Kemal Akkurt – Avukat)
13 / 68’ler Derneği (İmdat Balkaca – Avukat)
14 / NDI (Fulden Ergen – Program Asistanı)
15 / Toplum Gönüllüleri Vakfı (Emre Saraç – Gönüllü, Muhammed Nogay – Gönüllü)
SENDİKALAR
1 / Özgür Eğitim-Sen (Osman Karyağdı- Yönetim Kurulu Üyesi)
2 / Hak-İş (Gencay Demir – Şube Yöneticisi)
3 / Tüm Bel-Sen (Devrim Kahraman – Şube Başkanı)
ODALAR
1 / Ankara Mimarlar Odası (Mükremin Barut – Delege)
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Fatih Han Ünal (AK PARTİ)
2 / Ahmet Toptaş (CHP)
PARTİ MECLİSİ ÜYESİ
1 / Süleyman Esmer (BDP PM Üyesi)
DİĞER KATILIMCILAR
4 izleyici katıldı.
MODERATÖR
Gökhan Erkılıç, İletişim Uzmanı
KONULAR
GENEL KONU: Yerel Seçimler ve Yerinden Yönetim
KONUŞULANLAR
1 / Mükremin Barut: Daha önceki yerel yönetim deneyimimde gördüğüm; Türkiyenin uyguladığı yerel yönetimler modeli konusunda siyasilerin birikimi olmadığıydı.
Dünyada üç tür yerel yönetim modeli var, Amerika ve Rusya’yı saymazsak; Fransız (Fransa), Anglo-Sakson (İngiltere), Orta ve Kuzey Avrupa’daki model. Biz Fransa’daki sistemi model alıp uygulamaya çalışmışız. Orta ve Kuzey Avrupa’daki modelde güçlü yerel yönetimler var. Fransa modelinde merkez vesayeti baskın; 80’lerden itibaren Fransa bunu güncellemeye başladıysa da. ancak biz bu konuda gerideyiz.1992’de Türkiye Avrupa yerel yönetimler müktesebatına imza atmış ancak bir sürü çekince koyarak. Özellikle yerindenlik ilkesi savunulan ve üzerinde durulması gereken bir konu ve Türkiye buna daha paranoyakça yaklaşıyor. Yerel yönetimler güçlü olduğu zaman irtica mı, özerklikler mi olur gibi şüpheler var. Bizde ne zaman askeri darbe olsa belediye başkanları potansiyel suçlu olarak alınır. Yerine bir emekli albay getirilirdi. Şaşkınlıkla gördüm ki Hitler Almanyası’nda o kadar güçlü bir yerel yönetimler geleneği var ki yerel yönetimlere dokunulmamış. Yerindenlik ilkesi, partileri iktidara taşıyan çok güçlü bir ilkedir. Bir ülkede yerelde iktidar olduysanız, ikinci aşaması iktidarı elde etmektir. 88de Özal’ın ikinci döneminden sonra sosyal demokratlar yerelde iktidar oldular ama sandığa gömüldüler. Doğulu belediyeler, Terzi Fikri örneği var. BDP’li belediyeler 60 belediye olarak başladılar, 101’e çıktılar. Belediyenin imkanlarını kendilerine kullanmıyorlar, hizmet halka gidiyor. Partilerin belediye meclisi adaylarına bakın, özen gösterilmediğini, belediyelerin teknik alanlar olmasına rağmen, seçme sürecinin siyasi şeylerle döndüğünü görüyoruz. Seçilmiş üyelerin konularında uzman kişiler olması gerektiğini düşünüyoruz.
2 / Alican Çelik: Sadece derneği ile ilgili bilgi verdi.
3 / Yusuf Şahin: Yerel yönetimlerle çok fazla karşı karşıya kalıyoruz. Tabandaki ezilen halk, bu örgütlerin halkı, insanları. Bunun en açık örneklerini gecekondularda, konut edindirme konularında, Dikmen köyündeki baskılarda, kentsel dönüşüm projesi adı altında rant sağlayarak ezilenleri daha da çok ezenler üzerinden yaşıyoruz. Yerel yönetimler, yerelde halkla iç içe ve temas halindeyse, kentlisiyle bağ kurmak istiyorsa, neden Dikmen köyündeki, Mamak’taki halk bir araya gelerek yerel yönetimlerde çözüm sürecine katılamıyor da baskı ve şiddetle, polis gücüyle karşı karşıya kalıyor? Yerel yönetimler halkla bir olmalı oysa lider çevresinde rantçılar var. Bizim düşlediğimiz bütün halkı kucaklayacak, eşit koşullarda hizmet verecek bir yerel yönetim. Ancak halk, kendi adayını çıkarmak istediğinde, tabandan tavana müdahale ile karşılaşıyorlar. Yerel yönetim doğası gereği kentin estetik yönlerini güzelleştirmek ve halkın oksijenini sağlamak zorunda. ODTÜ’de Denizlerin dikmiş olduğu ormanlar katliama uğruyor. Yerel yönetimler kentin dokusunu korumak ve geliştirmek zorunda. Ancak katkı şöyle dursun, sistem kendi ideolojisi doğrultusunda buna zarar veriyor. Kimse İslam’ın, Müslümanlığın, laikliğin arkasına sığınarak bir şeyler yapmasın. Yerel yönetimler adil bir şekilde trafiği de kontrol etmeli. Her eylem ve etkinliğimizde arabalarımız dahi fişleniyor. Bu kadar baskı olmamalı.
4 / Emre Saraç: Biz üniversite öğrencisi, toplum gönüllüsü gençler olarak yerel, ulusal ve uluslararası boyutta sosyal sorumluluk projeleri ve etkinlikleri gerçekleştirerek toplumsal barışı hedeflemekteyiz. Bu amaçla özellikle dezavantajlı gruplar ve toplum tarafından önyargıyla karşılanan bireylerle ilgili çalışmalar sürdürmekteyiz. Gençler olmadan gençler için olmaz görüşünü benimsiyoruz. Bu görüşle paralel olarak yaptığımız çalışmalarda sorunun birebir muhattabı olan kişi veya grupların da aktif katılımını önemsiyoruz. Bu tavrın yerel yönetimlerde de uyarlanıp geliştirilmesi bizce son derece etkili olacaktır. Çünkü yerel çalışmalarla fark edilen bir sorunun üzerine gidilmesi ve daha etkili sonuçlar alınması bu bağlamda toplumsal dönüşümün yaşanması daha kolay olacaktır. Özellikle bu konuda çalışmalarını sürdüren sivil toplum örgütleri meslek kuruluşlarından görüş alınarak yapılan çalışmalarda daha nitelikli sonuçlar alınacağına inanıyoruz. Gençlerin ve kadınların merkezi bölgesel veya yerel tüm karar alma mekanizmalarında etkin katılımlarının sağlanmasını bizim gibi genç ve kadın nüfusu yüksek bir ülkede şaşırtıcı derecede olumlu sonuçlar doğuracağını belirtmek isteriz. Engelli bireyler için düzenlenmiş bir yapılanmanın diğer bireylere herhangi bir sorun teşkil etmeyeceğinden çevresel yapılanmaların engelliler baz alınarak düzenlenmesini umut ediyoruz. Son olarak yerinden yönetimlerin belediyecilik anlayışının siyasi kimliklerini bir kenara bırakarak çoğunlukçu değil de çoğulcu davranışlarla hareket etmesini temenni ederiz.
5 / Ercan İpekçi: Yerel yönetimlerle basın ve ifade özgürlüğünü bir arada düşününce; yerel yönetimler cezaevlerine, merkezi yerlerden daha fazla ulaşım sağlamayı da herhalde gündemlerine alırlar. Her kesimden insan, gazeteci, yazar, öğrenci, avukat; herkesin bir yakını hapishanede. Bu nedenle bu konunun gündeme alınmasında fayda var. Toplumun bu kadar geniş bir kesimini hapishanede tutmanın demokrasilerde hiçbir yeri yok. Terörle mücadele kanunu yürürlükten kaldırılmalı. Özel yetkili mahkemeler de tümüyle lağvedilmeli. Normal mahkemeler de adli suçlardan yargılanmaya kimsenin itirazı yok ama fikir suçları yargılanıyor. Kendilerini ifade eden insanlar yargılanıyor, hapse konuluyor. Talebimiz artık bunun suç olmaktan çıkartılması.
6 / Osman Karyağdı: Yerel yönetimlerde halkın söz sahibi olması gerekiyor. Uygulamalara baktığımızda halkı yerel yönetimlerin içerisinde bulamıyoruz. Bu da Türkiye’deki siyasi yapılanmadan kaynaklanıyor. Türkiye’deki siyasi yapılanmada, herkes kendi çevresindekilere hitap ediyor ve öteki insanları görmezden geliyor. Aynı hastalığı yerel yönetimlerde de görüyoruz. Bir park yapılacağı, bir ağaç kesileceği ya da yol yapılacağı zaman yerel yönetimlerin halkı işin içinde dahil etmesi gerekiyor. Gezi eylemleri bir duyarlılık göstergesiydi ve insanlar söz sahibi olmak istiyorlardı. Söz sahibi olmak isteyen insanların da artık göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Seçimler konusunda popülist bir siyasetin güdüldüğünü görüyoruz. Artık merkeziyetçi sistemden bir an önce kopulması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.
7 / Nejat Kangal: Sürprizlerle dolu bir ülkede yaşıyoruz. Hükümet gündemi çok güzel değiştiriyor. Ama bunu yaparken insana saygı göstermiyor. Sadece söylemiyle değil eylemiyle yapıyor ve yerel yönetimlere de çok fazla yansıyor. Dün Veysel Eroğlu’nun bir açıklamasını okudum, muhteşem bir iş yapıyorlar, onu anlatıyor. AOÇ’ye 20 bin dönüm yeri ağaçlandırdık diyorlar. Ama orası zaten çiftlik, yeşil alan. Ortasından otoyol geçirdikleri şey üzerinden halkla dalga geçiyorlar. Bu anlayışa karşıyım. Bu sadece bu hükümetle ilgili değil. İnsanların elinden bir şeyleri alıp, aldıklarınızı verdik diye sunmak çok etik bir şey değil. Bizlere yalan söylenmesinden rahatsızız biz. Belediye başkanları eğer yerele dayalı değilse, yerelden güç almıyorsa başbakanın bir talimatıyla Taksim her an kaza olabilecek bir yer olabiliyor ya da insanlara açık hale geliyor. Şöyle bir algılama var: bizim bizi yönetecek insanları seçtiğimizi sanıyorlar, umurumuzda değil hiç birisi. Biz hayatımızı yönetiriz. Bizi yönetmekten vazgeçmek zorundalar, yerelde de genelde de. Biz taleplerimizi önlerine koyuyoruz ve bunu yapın diyoruz. Ama onlar bizim hayatlarımızı yönetmeye kalktıkları için şunu diyebiliyorlar: Biz muhafazakar bir iktidarız, bizim dönemimizde şöyle yaşanacak. Böyle bir hakkınız yok, hayatımıza müdahale etmeyeceksiniz. Üniversitede okuyan genç kızlara, genç delikanlılara hakaret etmeyeceksiniz. Bundan vazgeçilmediğinde karşımıza şu çıkar; belediye başkanları ahlaka uygun yaşanan ve yaşanmayan evler listesi çıkaran SS subaylarına döner. Kapıcıların hepsine yeni görevler verirsiniz. Bizim hayatımıza yapılan bu müdahalelerin sadece merkezi yönetimden değil, sistemden ileri geldiğini düşünüyorum.
8 / Mahmut Konuk: Biz 30 Mart’ta bir yerel seçime mi gidiyoruz yoksa yaşam tarzı ve ahlak kuralları üzerinden bir propaganda savaşına mı giriyoruz belli değil. Ülke gündemi düşen farklı bir şey var. Güçlü devlet mekanizması üzerinden topluma şekil verme, toplum mühendisliğine soyunma anlayışı var. Temel sorunumuz da bu. Türkiye’de demokratik iktidarın Tanrı’nın elinden halkın eline geçtiği süreç Avrupa’da Magna Carta (1215) ile başlıyor. Osmanlı’da bunun karşılığı Sened-i İttifak (1808). 1839’da Tanzimat Fermanı var. Biz Avrupa’dan 500-600 yıl sonra demokratik reformları yapmaya başlamışız. Bunu yaparken de yabancı/emperyalizm oyunu diyerek ve emperyalizmi de yanlış tanımlayarak, bu reformları kısa sürede budamışız. 1895’te yerel yönetimlere yetki devreden demokratik reformları yapan bir yasa çıkarmışız, 1896’da 300 bin Ermeni’yi katletmişiz. 1914’te 2. Meşrutiyet’le yeniden reformları yapmışız, 1915’te 1,5 milyon Ermeni’yi, Rumları, bütğn gayrimüslimleri bu topraklardan kazımışız. Böylece bu topraklardaki ekonomik ve sınai gelişimin önünü de kapatmışız. 1960’larda AB’ye, Avrupa Sosyal Şartı’na imza atma aşamasına gelmişiz, yerel yönetimleri demokratik reformlar çerçevesinde yürütmeyi tartışıyoruz. Önümüzde koskoca bir Kürt sorunu duruyor. Bunu çözecek miyiz, yerel yönetimleri halka dayalı bir biçimde yapacak mıyız,; bunları tartışamıyoruz bile. Türkiye Cumhuriyeti demokratik reformları yapacak mı yoksa bölünme kaygısıyla yeni soykırımlara mı yol açacak? Kürt sorununu çözmek yerine Rojava’ya duvar çekmekle uğraşıyor, çözüm sürecini seçime kurban etme yoluna gidiyor, toplumu başka gündemlerle meşgul ediyor, sesi çıkan herkese gaz bombasıyla saldırıyor ve kendine rant alanı yaratıyor.
9 / Kemal Akkurt: Gündeme uygun olduğu için son belediye yasasının yerel yönetimlere getirdiklerini ve götürdüklerini paylaşmak istiyorum. Mevcut durumda Türkiye’de 81 ilde 81 il özel idaresi vardır. Yerel yönetimler halkın demokrasiyle ilk karşılaştığı yerlerdir. Büyükşehir/il/ilçe/ belde olmak üzere 2950 belediye vardır. 34.500 köy muhtarlığı vardır. Yeni yasayla köy ve belde belediyelerinin yaklaşık yarısı kapanıyor. Köylerin yarısı mahalle, beldelerin yarısı belde ismiyle mahalleye dönüşüyor. Büyükşehir olmayan 51 ilde nüfusu 2000 altındaki belde belediyesi kapanıyor. Büyükşehir Yasası ile yerel demokrasi gelişimi engellenmekte, katılımcı demokrasi kanalları zayıflatılmaktadır. Bir KHK ile belediyelerin birçok görevi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiş, çevre talanı ve yandaşlara imar rantı aktarılmıştır. Her iki belediyeden ve köyden biri kapatılmaktadır. Kırsal ve kentsel alanda yaşayan vatandaşlara yeni vergi yükleri getirilmektedir. Yaşananlar, bir yerel yönetimler krizine yol açacaktır. Büyükşehir olan 30 ilde 1076 belde belediyesi kapatılıyor; 16577 köy, tüzel kişiliğini kaybederek mahalleye dönüşüyor. Büyükşehir olmayan 51 ilde ise, nüfusu 2000 altında olan 503 belde belediyesi kapatılmıştır. AKP iktidarı, mevcut yerel birimlerin yaklaşık yarısını kapatarak “Yerel Yönetim Reformu” yaptığını iddia etmektedir. Gerçekte “hizmette halka yakınlık” ilkesi çiğnenmiştir. Demokrasinin temel ilkesi, katılımcılıktır. İl Özel İdareleri’nin kapatılması ile, seçilmişler yerine atanmışlara yetki verilmektedir. Böylece “yerinden yönetim ilkesi” yok edilmiştir. İktidar partisi, Türkiye’de belediye sayısının çokluğundan şikayet etmektedir. Oysa nüfus, yüzölçümü ve idari rejim açısından Türkiye ile benzer özellikler taşıyan Fransa’da 36.500 belediye güçlü bir yerel yönetim, güçlü bir demokrasi ve katılım vardır. Türkiye’de ise, “tek adam” iradesine doğru gidilmektedir. Kapatılan Belde Belediyelerinin ve köy tüzel kişiliklerinin taşınır ve taşınmaz mal varlıkları, ilgili Bakanlıklara, Büyükşehir ve İlçe Belediyeliklerine devredilecektir.
10 / Gencay Demir: Yerel yönetimlerde, seçimlerde insanların fikirleri ne olursa olsun bunlara müdahale edilmemeli. Ayrımcılık oluyor, insanların fikirlerine göre hareket ediliyor.
11 / Cafer Ekmekçi: Biz vesayetçi, ötekileştirici bir anlayışı yaşam tarzı haline getirmişiz Osmanlı’dan beri. Demokrasi sorunlarımızın çözümü için çok önemli bir araçtır. Ancak bizim demokratikleşmek gibi bir amacımız olduğu konusunda kuşkuluyum. Bu olumsuzluk bizi her alanda tökezletiyor. Kendim de görme engelli olduğum için engellilerle ilgili bir şey paylaşmak istiyorum. Bazı demokratikleşme adımları atıldı. Bunların içinde engelliler yasası da var. Derleyici toparlayıcı özellik taşımasına karşın sorunlarımızı çözmekten uzak. Eskiden engelliye acıyarak yaklaşılırdı. Bugün bir bakan diyor ki, “Biz sizi adam ettik.” Bu çok ayıp. Biz dışarı çıktığımızda adım atamıyoruz. Başımıza ölüm, yaralanma gibi işler gelebilir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yaşamın her alanında halkın kendini ifade etmesi, kendi kararlarını vermesi, sorunlarımızın çözümü noktasında önemli bir adım olacaktır.
12 / İsmet Erdoğan: 40 yıldır aynı sorunları konuşuyoruz. Gelinen noktada ilerlemeden çok gerileme var. Bunun ardında düşünce, zihniyet ve anlayış değişikliğinin olmayışını görüyorum. Kafamızdaki soruları, şüpheleri ve karşıtlıkları bir kenara itemiyoruz. Seçimlerde kendimize yakın gördüğümüz partiye oy veriyoruz. Ancak oy verdiğimiz, seçilen parti ya da kişi, seçimden sonra, seçilene kadarki davranış biçiminden farklı bir tavır ortaya koyuyor. Belediye yasasına ilişkin tereddütleri bir sivil toplum örgütü dile getiriyorsa bir haklılık payı vardır. Yerelden yönetimin neyini savunacağız peki? Belediye sayısında azalma olunca nasıl bir rahatlama olacak? Ben birey olarak görüntü ve gürültü kirliliğini ortadan kalkmasını isterim. Buna katkı sağlamak isterim ancak bizi yönlendirecek yönetimlerle olacak. Burada belediye ve onun kolları görevlidir. Şu anki kişi, sonuçları iletme ve kararları uygulama misyonu ediniyor. Bu alttaki kademelere de ulaşıyor. Oysa belediyeler kendi iç hizmetleriyle ilgili eğitimlerde kusurlu hareket ediyorlar, kendi personellerini eğitmiyorlar. Bu nedenle vatandaşların ihtiyaçlarına karşılık veremiyorlar. Bu noktada sivil toplum örgütlerinden yardım istesinler.
13 / Rıza Sümer: Öğrenci evleri konusunda yerel yönetimler çok önemli. Evlere polisle müdahale ederiz derseniz doğru olmaz ama yerel yönetimlerle iletişim kurarsanız bir anlam taşır. Öğrenci evlerinde kimler kalıyor, gurbetçiler. Ailesi yok, kimsesi yok, yurtlar yetmiyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı bu konularda ortada yok; kim var, İç İşleri Bakanlığı’nın polis gücü var. Bu yerel seçimler, gençlikle ilgili konularda Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndaki gençlik merkezinin çocuk ve gençlik STK’larına açılması için bir fırsat. Bir de azınlık sorununu bitirmek gerekiyor. Türkiye vatandaşı olan hiç kimse azınlık değildir, farklılıktır. Dilini ve kültürünü yaşamalıdır. Yerel yönetimleri güçlendirmek istiyorsak gençleri sürece katacağız. 18 yaş sınırı kaldırılmalı. Seçilme yaşı 30’un altına inmeli. Baraj kalkmalı. Benim fikirlerimi meclise taşımak zorundayız. Bunlardan yerel yönetimler de yararlanacak. Farklılıkları doğal zenginlik sayarak sürece katılacak gençlerimizin sayısı artacak. Son olarak çevre konusunun tartışılmasını istiyorum. Halkımız Türkiye’yi çöplük ve küllük olarak kullanıyor. Bunun için bir denetim mekanizmasına ihtiyaç var. Ankara büyükşehir Belediye başkanını durdurun. Ortadoğu’nun en büyük hayvanat bahçesi denerek bir şiddet ortamı daha yaratılıyor. Hayvanat bahçeleri şiddet yuvalarıdır. Yerel yönetimlerin, şiddetin ortadan kalkması ve din ve siyaset ayrımcılığı yapmadan gençlikle ilişkilerin kurulması açısından bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
14 / Devrim Kahraman: Yerel yönetimler konusu hayatın bütün alanlarıyla girift bir ilişki içindedir. Bugün Türkiye’deki belediyecilik anlayışını her gün karşımıza çıkan bir levhada görürüz. “Asfaltınız hayırlı olsun” belediyecilik anlayışıdır ya da üst geçit yapma anlayışıdır; ben yaptım oldu anlayışıdır. Savunduğunuz yerel yönetim anlayışı gerçekten demokratik katılımcı, hesap verebilir, yerinden ve özerk bir anlayış. Hiçbir belediyenin personeli kendi belediyesinin bütçesini ve hangi kalemlere harcandığını bilmez. Hiçbir belediye başkanı da bununla ilgili açıklama yapmaz. Eğer örgütlenme özgürlüğünüz olsaydı ya da örgütler daha cesur ve demokratik bir işleyişe sahip olsaydı, sadece Ankara’da Eskişehir yolunda 5 yıl içerisinde 40 kez değiştirilen peyzajı sorgulardınız. Metro istasyonlarına yürüyen merdiven yapılıyor. Bu, 2013 yılında bulunmuş bir icat değil. Bu merdivenler yapılmıştı şimdi yeniden yapılıyor. Ankara halkının şunu sorması gerekiyor: bu merdivenler proje teslim alınırken projede görülüyor muydu? Görme engellilerle ilgili bir şey söyleyeceğim. Sarı şeritler yapıldı. Siz görerek oradan yürüyebilir misiniz? Çünkü her an kafanızı bir reklam tabelasına çarpabilirsiniz. Eylem yapan gençlik o tabelayı kırdığı zaman kızıyorlar. Halbuki şunu söylemek lazım. Benim yolumun üzerine reklam tabelası koyan bu zihniyet benim kaldırımımdan, yolumdan para kazanıyor. Bu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüyle ilgili. Bu bilince sahip olunmadığında bu sorular sorulmuyor. Biz toplu sözleşme yapıyoruz. Son çıkan yasada güya toplu sözleşme hakkımız verilmiş oldu aslında belediye başkanının yetkisine döndü, sadaka kültürüne dönüştü. Halbuki biz toplu sözleşmeyle başka şeyler de istiyoruz, gerçekten yönetime katılmak istiyoruz. Yerel yönetimleri demokratikleşmenin aracı olarak görürsek iyi bir fırsat ancak toplum bilinçlenmezse tersine çevrilebilir.
15 / Nazife Bozkurt: Hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız. Herkes düşüncelerini özgürce ifade etmeli. Zihniyet problemi herkeste var, öncelikle bunları aşmamız gerekiyor. Bir beyefendi “Kişiler önemli değil, biz partiye oy veriyoruz” dedi. Hayır, yerelde kişilere oy verilmeli, kişiler desteklenmeli. Yerel yönetimler bu şekilde desteklenir. Meclislerde özürlü, kadın, genç hep birlikte yer almalıyız, bu sayede yerel yönetimler güçlenebilir.
16 / Ahmet Toptaş: Konumuz sadece yerel seçimler ve yerinden yönetim değil, aslında bir demokrasi sorunu. Yerinden yönetim dediğimiz zaman yasalar uyarınca oluşturulmuş yönetim organlarının yine yasalar tarafından belirlenen ya da merkezce kullanılmakta olan belli işlevleri görebilmesi için bazı tüzel, siyasal ve mali yetkilerin yerel yönetimlere devrini anlıyoruz. Yerel yönetimlerin görevlerini hepimiz biliyoruz. Yaşanılan köyde, kentte, belediye sınırları içerisinde altyapı hizmetlerini, sağlık, güvenlik, trafik çalışmalarını, kültürel hizmetleri, insanların yaşamlarını kolaylaştırıcı, kararlara katılımını sağlayan, şeffaf, denetlenebilir bir yönetim biçimi olsun istiyoruz hepimiz. Ama bu konuda yasal düzenlemeler var, yapılmaya devam ediliyor. Yasal düzenlemelerin aksayan yönlerini biliyoruz. Esas sorun demokrasi sorunu. Merkezi ya da yerel yönetimi ele aldığınızda, ülkenizde demokratik bir yaşam biçimi yoksa, demokrasiyi içselleştirememişsek, hangi yasalar çıkarılırsa çıkarılsın, buradan, sorunları çözecek bir yönetim çıkaramayız. Demokrasinin temeli laiklikten geçer. Başbakanın öğrenci evleri konusunda bir sözü var. Benim dini anlayışıma, öğrenci evleri yaşamı uygun değildir. Siz dini referans alarak bu ülkeyi yönetmek istiyorsanız, yerel yönetimler de aynı referansla yönetmeye başlar. Yerel yönetimlerdeki başarısızlığımızın sebeplerinden birincisi demokrasiyi içselleştirmemek. İkincisi bireylerin sorumluluk almaması. Üçüncüsü şeffaf denetlenebilir yönetimleri oluşturamamamız. Siyasi partilerle ve belediyelerle ilgili yasamız buna izin vermiyor. Belediye meclislerine kimler giriyor? İnsanlar kendi işlerini kolaylaştırmak için orada olmak istiyor. Ama orada STK’lar, meslek odaları temsil edilmiyor. Halk temsil edilmiyor orada. Herkes kendi çıkar gruplarına yönelik kararlar almaya çalışıyor. Bugün mimarlar odası, mühendisler odası devreden çıkarılmaya çalışılıyor. Bir kentin düzenlemesinde en önemli sözü söyleyecek olanlar söz söyleyemeyecekse, kim söyleyecek? Kamu görevlileri istifa etmeye zorlanıyor, başkalarıyla yarışa sokuluyor. Oysaki zaten belli bir kesimi temsil ediyorlar, orada olmaları çok önemli.
17 / Fatih Han Ünal: Demokrasiyi üstün kılan, halkın siyasal sisteme katılımı ve denetimidir. Belediyelerimiz bu anlayışla hizmet üretirler, vatandaş yetki verendir ve belediyeler de bu yetkiyi ne kadar etkin kullandığının hesabını vermekle yükümlüdür. Dünyada bu konuda üç model olduğu doğrudur. Kuvvetli başkan, komisyon ve kent yöneticisi modeli. Bizde uygulanan maalesef kuvvetli başkan modeli ağırlık kazanıyor. Ancak bazı gelişmeler kaydettik. Yerel yönetimlerde görev ve yetki sorumlulukları arttırdık ancak aynı oranda mali bütçeyi de arttırmamız lazım. 2002’de İl özel idareleri ve belediyelere genel bütçeden pay verilmesi hakkında kanun yürürlüğe sokuldu. Yerel yönetimlere AK Parti öncesi 4,7 milyar lira, 2012’de 31,5 milyar tl kaynak aktarılmış. Belediye kanunu 3 Kasım 2005’te yürürlüğe girdi. 1930 yılında çıkarılan kanunu değiştirdik. Yapısal değişiklik, yönetsel değişiklik, katılımcılığı ve yerel demokrasiyi güçlendiricilikle ilgili üç ana madde açısından kıyaslama yapabiliriz. Son ilkeyle ilgili şu özellikler ön plana çıkmıştır: Hemşericilik tanımı değişmiştir. Kent konseyleri oluşturulmuştur. Kent konseyi nedir? Seçilmiş bir belediye meclisi vardır fakat belediye meclisinin dışında da kent konseylerinde katılım gösteren meslek grupları, sendika temsilcileri, üniversite ve STK temsilcileri gibi özel ve tüzel kişiler buraya katılabildiği gibi örgütlü yapılar seslerini duyurabiliyorlar. Bunların yanında daha zor örgütlenen veya örgütlenemeyen, toplumun zayıf kesimini oluşturan çocuklar, yaşlılar, özürlüler, kadınlar ve benzeri grupların da kent konseyine katılımı sağlanıyor. Burada alınan kararlar meclisin o ayki ilk toplantısında gündeme alınır ve tavsiye kararı olarak değerlendirilir. Daha önce meclis kararları valiliğin onayıyla geçerlilik kazanıyordu. Artık valilerin onayına gerek duyulmaksızın vatandaşın seçtiği belediye meclis üyeleri kendi onaylarıyla yürürlüğe sokabiliyorlar. Sadece vali arzu ederse bunu idari mahkemeye götürebiliyor. İl genel meclisinin başkanı eskiden valiydi. Biz merkeziyetçi yapıya son derece soğuk bakıyoruz. Bu yapı bizimle değişmeye başladı.
18 / Selahattin Esmer: Yerinden yönetim ilkesi, partimizin programında en çok üzerinde durduğu ilke. Demokratik özerklik projemiz var. Bu proje yerinden yönetim ilkesinin içinin demokrasiyle doldurulmasıyla kavramsallaştırılmış bir proje ve BDP’nin iki temel talebinden birini oluşturuyor. Birisi anadilinde eğitim diğeriyse doğrudan demokrasi, şeffaflık, karar süreçlerine etkin katılım, vatandaşa ve halka yakın bir yönetim anlayışıyla zenginleştirilmiş ve derinleştirilmiş bir kavram olan demokratik özerklik. Bu aynı zamanda demokrasinin de derinleştirilmesi ve geliştirilmesi anlamına geliyor. Bu konu üzerinde durmamızın iki nedeni var: Demokratik özerklik ilkesinin demokrasi ve iletişim sorunuyla ilişkisi; diğer yanda Kürtler gibi var olma, kimliklerini, dillerini ve kültürlerini koruma mücadelesi içinde olan halkların bu temel talebini karşılayan bir ilke olmasıyla da ilgili. Gerçekten Türkiye’de Kürtler ve Aleviler dışında, zoraki homojenleştirme politikaları sonucunda diğer kimlikler dinsel, etnik ve ulusal kimlikler bugün can çekişiyor. Bu iki grubun da asimilasyonu projesi yürürlükte. Dar düzeyde belediyeleri düşünelim. Belediyelere anadilde eğitim hakkının verilmesinin, bu kimlik taleplerini ve mücadelesini ne kadar rahatlatacağını düşünün. Avrupa’da belli bölgelerde yoğunlaşmış halkların taleplerinin karşılanması için uygulanan yerinden yönetim ilkelerinin hiçbiri Türkiye’de yok. Halbuki bu tür taleplerin karşılanması, bu tür çatışma potansiyellerini de azaltacak ve tüm grupları daha uyumlu hale getirecektir. Yerinden yönetimin önemli kılınması çoğunlukçu demokrasinin zaaflarını da minimize edecektir. Çoğunlukçu demokrasi demek çoğunluğu olan etnik grubun diğer talepleri önemsememesi anlamına gelir. Öncelikle BDP’nin programı güçlü bir yerinden yönetim ilkesiyle donatılmıştır. İkinci olarak dünya pratiğinin, ulusal ve uluslararası belgelerin çok önünde olduğunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin dünya pratiğinden yararlanarak yerinden yönetimi düzenlemesinde yarar var.
Soru-Cevap
* Rıza Sümer: Partilerinize ve belediye başkan adaylarınıza çocuk ve gençlerle ilgili STK’lar ve gençlik evlerine dahil gençlerle bir aile anlayışı içinde polissiz iletişim kurmaları için öneri götürecek misiniz? Sigara yasağının eğitim, denetim ve ceza boyutunu işletecek misiniz? Hayvanat bahçeleriyle büyük akvaryumların hayvanlara karşı bir şiddet olduğu olgusunu partinize taşıyıp tartışacak mısınız?
Ahmet Toptaş: Zaten CHP’nin programında yer alan talepler. Gençlerin nasıl yaşayacakları ya da kalacakları konusu kimseyi ilgilendirmez. 18 yaşına gelen insana seçme hakkını veriyoruz, hatta seçilme hakkını vermek için anayasal çalışmalar yapıyoruz. Ülkeyi yönetecekleri ve yerel yönetimleri seçme hakkı verdiğimiz, kendilerinin de seçilme ihtimalini gündeme getirdiğimiz gençlerin nasıl yaşayacakları konusunda başkalarının karar vermesi doğru değil.
Hayvan hakları konusunda CHP ne kadar tutarlı ve ciddi çaba içinde olduğunu da meclis çalışmalarımız sırasında görüyorsunuz. Biz hayvanların da en az insanlar kadar yaşama hakları olduğunu, onların da hisseden canlılar olduklarını, dolayısıyla onlara yönelen her kötü hareketi hissettiklerini biliyoruz. İnsana ne kadar değer veriyorsak onlara da vereceğiz. Onların teşhir edilmesini, onların terbiye ediliş biçimlerini insan olarak da istemiyorum.
Fatih Han Ünal: Gençlik, parti kuruluşumuzun içerisinde önemli olgulardan biridir v gençlik teşkilatımız var. kendi seçimlerini demokratik biçimde de yaparlar. Ana kademeden bağımsız olarak STK’larla iletişimlerini kurarlar, görüş ve önerilerini ana kademelere taşıyabilirler. Gençliğin çok daha ileri mesafeye ulaşması arzusundayız. Seçme ve seçilme yaşı konusunda gençlerimize fırsat verdik, parlamentodan bunları geçirdik. Öğrenci evleri konusuna çok değinildi. Öğrenci evine kapısını kırarak, usulsüz ve uygunsuz biçimde girilmesi gibi bir duruma ben de karşıyım. Zaten böyle bir iddia da yok. Sayın Başbakanın ifadesinin yanlış anlaşılan kısımları var. Öğrenci velileri öğrencilerle ilgili endişe duyabilir. Burada devletin koruyuculuğu, kollayıcılığı, yardım etme fonksiyonları ön planda olmalı. Burada çocuklarımızı kategorize etme niyeti olduğuna asla inanmıyorum. Bu iddialar asılsız, uygulamaları gördüğümüzde zaten bunu anlayacağız. Yasalara ve demokrasiye uymayan her türlü yaptırıma biz de karşıyız. Hayvan haklarına zaman yetmedi maalesef.
Selahattin Esmer: Ben o zaman hayvan haklarından başlayayım. Bence yanlış anlayış bizdeki insanın eşref-i mahlukat olduğu anlayışının uç noktalara getirilmesi meselesidir. BDP, doğaya, çevreye ve tüm hayvanlara uygun davranıştan yana. En önemli projelerimizden birisi ekolojik bakış açısıdır. Hayvana zarar veren, onu acıya maruz bırakan ve uygunsuz her tür tutuma karşıyız.
Bizim özerk kadın ve gençlik meclislerimiz var. kendi kararlarını alıyorlar, partinin yukarıdan onların iç işleyişleriyle ilgili hiçbir baskısı söz konusu değil.
Başbakanın evlere ve yurtlara ilişkin sözlerine gelince; bunlar çok yanlış. Dile getirilen çerçeve özel hayata feci bir müdahale. Bence başbakan kendisi bu söylediklerine inanmıyor.
* Nazife Bozkurt: Meclisleri oluştururken, kadın ve gençlik noktasında ne kadar katkı sağlıyorlar ve sivil toplum kuruluşundan kişileri ne kadar dahil ediyorlar? Partilerin bu noktada; kadınlar, gençler ve STK’lar açısından ne gibi adımları var?
Ahmet Toptaş: elbette her kesimin meclise taşıyacak sorunları var. kenti düzenleyen kişilerin mecliste yer almadığını söylemiştim. CHP son tüzük değişikliğiyle, yüzde 25 olan kadın kotasını seçimle gelen organlarında yüzde 33’e çıkardı. Gençlik kolları çalışmaları hariç, seçimle gelinen yönetim organlarında en az yüzde 10 olmak üzere gençlik kotası getirdik. Sorunları tartışabilmekte, kararlara katılabilmekteler.
Öğrenci evleriyle ilgili tartışma o kadar kimliksiz ve kişiliksiz bir boyuta getirildi ki, bir TV kanalında başbakanı desteklemek gayretindeki bir yandaş basın mensubu, Ortadoğu’daki yol geçme eylemine katılanlardan 246 kişinin aynı evde kaldıkları ve bu işleri o evlerde örgütlediklerini söylüyor. O kadar yalan ve manipülasyon la toplumu kandırmaya yönelik bir söylem içindeler ki Türkiye bundan derhal kurtulmalıdır. Herkes bu konuda sorumlu davranmalıdır. Yoksa toplum çatışma noktasına getirilir.
Fatih Han Ünal: AK Parti’nin kuruluş tüzüğünde bir madde vardır. Gençlik ve kadın kollarının genel başkanları, partinin merkez yürütme kurulunun doğal üyesidir, söz hakkı ve oy hakkı vardır. Parti teşkilatlarımızda ana kademelerde de belli bir sayıda temsiliyet zorunluluğu vardır. Burada zorluklarımız var. Kadınlar çok şevkli değiller ya da eşleri nedeniyle zorluk olabiliyor. Olabildiğince bu kapıyı açmaya çalışıyoruz. Belediye meclisinde de her kesimin temsil edilmesi esasıyla meclis organları oluşturuluyor. Kaldı ki bir parti en fazla oyu almaya çalışacaktır. Belediye başkanı ve meclisinin oy pusulaları ayrıdır. Halkın önüne bir liste çıkarıyorsak hepsini temsil eden ve objektif bir listeyle çıkmalıyız ki daha fazla oy alalım, daha fazla temsil edilme hakkını elde edelim.
Selahattin Esmer: BDP’nin STK’larla yoğun diyaloğu var. örneğin Diyarbakır’da belediye başkan adaylarını saptıyoruz. Sadece parti delegeleri değil, farklı siyasi partilere eğilimli tüm STK’lardan dahi belli sayıda kişiler delege sistemine dahil ediliyorlar. Genel başkan, milletvekilleri ve üst düzey yöneticilerimize baktığınızda, gençliğe ne kadar önem verdiğimizi görebilirsiniz. Toplumsal cinsiyet meselesine gelince. Şimdi 101 belediye başkanımız var, 17’si kadın. Yeni çalışmalarımızda profil netleşiyor. Kadın belediye başkan adaylarımızın ve muhtemelen de seçilecek olanların sayısı çok fazla olacak. Kotayı da aşacağı yönünde haberler var. Biz belediye başkanlarımıza eş başkanlık sistemi getireceğiz ve fiilen uygulamaya koyacağız. 2009’dan beri belediyelerimize ciddi bir yönelme var. 22 belediye başkanımız tutuklu.
* İsmet Erdoğan: Kent konseylerinden bahsettiniz, STK’Ların görüşlerinin alındığını söylediniz. STK’lardan alınan bu görüşler uygulamaya yansıyor mu?
Fatih Han Ünal: Aslolan iletişim ağının kurulmasıdır. Daha önceki belediye yasasında olmayan bir şeydi. 2005’te çıkan yeni anayasasın 76. maddesinde yer alıyor. Kanuni bir zorunluluk var. belediye başkanı istemese de kent konseyini çalıştırmak zorunda. Kent konseyi aldığı kararları acaba belediye başkanına ve meclisine geçirebiliyor, orada söz sahibi olabiliyor? Ancak tavsiye kararlarının okunma zorunluluğu vardır. Belediye meclis grubu hem iktidar hem de muhalefetten oluşur. Kent konseyinden gelen kararı hepsi duyacak. Birileri onaylayabilir, birileri de karşı çıkabilir. Kararın uygulama aşamasında belediye başkanına ve meclis grubuna önemli görevler düşüyor. Bunu başaranlar da var, başaramayanlar da.
* Devrim Kahraman: Bir ilde halkın, kent konseyinin, belediye meclisinin, muhalefetin ve tüm siyasi partilerin şerhine rağmen, istenmeyen bir şey karşısında merkezi hükümet olarak diretecek misiniz yoksa bu konuda karşı çözüm üretecek misiniz?
Fatih Han Ünal: genelleme yaparak yanıt vereceğim. Yerel yönetimlerin ve hükümetin sorumluluk alanı aynı değildir. Zaman zaman çakışabilir, ortak götürdükleri konular vardır. Yetki alanlarında belediye bir karar alıyorsa hükümet buna uymak zorunda, orada yetkisi yok. Eğer bir farklılık çıkarsa da mahkemeler var. Vatandaşlar da kurumlar da en son noktada hakkını arayabilir. Bunun üzerinde de AİHM var. kaldı ki bunlar yaşandı. Burada hükümet sorumluluklarını yerine getirmek adına farklı düşünceler ortaya koyabilir. Burada yetki sınırlarımızı aşmamalıyız. Toplumlar birbirlerine karşı saygıyı gösterdikçe barış ortamı doğar, önyargılarımızı aşarız.
* Cafer Ekmekçi: Belediyelerin kararlarına katılacağımız konusunda yasal bir önlem, net bir kanun tasarısı, tavır var mı?
Fatih Han Ünal: Bizim görme engelli bir kardeşimiz MYKY üyesidir. Engelli kardeşlerimizle ilgili çıkan tasarılarda da kendisi müdahildir. Farklı alanlardaki STK’larla görüşülüyor. Bütün görme engellilerin görüşü alınıyor mu? Siz kendi örgütünüzdeki bütün arkadaşlarınızla her şeyi konuşabiliyor musunuz? Ama temsil yetkiniz var. siz onların oyunu aldınız ve burada onların adına konuşuyorsunuz. STK’larla istişare ediliyor ancak STK’ların görevlerini yapmaları noktasında da ihmaller var.
* Mahmut Konuk: Partinizin yerel yönetimlere yetki devri ne zaman olacak?
Ahmet Toptaş: CHP’nin üniter yapısını bozma riski olan yapılarda kırmızı çizgilerimiz var. Ana dilde eğitimin serbest bırakılması konusunu Türkiye’nin bölme riski taşıyan bir alan olduğu için ana dilde öğrenimin serbest, ana dilde eğitimin Türkçe olması gerektiği yönünde resmi görüşümüz var. Yerinden yönetim olarak belediyeye vereceğiniz ana dilde eğitim, belediyelere verilecek eğitim bizim programımızda değil; bu merkezi yönetimin işi.
Fatih Han Ünal: Yerel yönetimler sadece belediyelerden ibaret değildir. Özel idareler, bakanlıkların taşra teşkilatları vardır. Ancak seçilmiş unsurlar olarak belediyeler ve il genel meclisleri ön plana çıkıyor. Bu soruda daha çok eyalet sistemi kastediliyor sanırım. Zaten yetki devri var. Başkanlık, yarı başkanlık sistemi siyasi partilerin ve STK’ların görüşüne sunduk ve görüşlerini açıkladılar. Parlamentodaki partilerin uzlaşıyla çıkarabileceği yasalar bunlar. Sesini bize ulaştıramayan insanların da haklarını burada savunmak zorundayız. Konsensusun yakalandığı noktada tamamen yerellerle ilgili olarak üniter yapıyı bozmayacak şekilde, yetki devrinin gerçekleşmesini; yerelin kendi kanaatleriyle çalışmalarını yürütebileceği şekilde bir ortamın oluşmasını arzuluyoruz.
Selahattin Esmer: Türkiye tek ulus tek millet tek devlet anlayışında direniyor. Bu mümkün değil. Ana dil konusunda kırmızı çizgi şu anlama geliyor: Bir dil eğitimde kullanılmıyorsa o dil yok olacak demektir. Örneğin Kürtler kendi dillerini konuşurlarsa o dil yaşayacak, Kürtler de yaşayacak. Ama ana dilde eğitim olmasın, Kürtler yaşamasın deniyor. Bu da asimilasyon demektir. Kürtlerin bunu kabul etmesi mümkün değil. Bulunacak formül tüm kimliklerin, varlığını anayasal garantiye alan bir sistem kurmak. Kırmızı çizgi çekmekle olmaz. Demokratik özerklik, var olma-yok olma meselesidir. Bu yapının, düşüncenin değişmemesi durumunda Kürt sorunu çözülemez.
* Nejat Kangal: Ankara’da yüzlerce sokağın adı değişti. Yerel yönetimlerle ilgili olsa da bizim sokaklarımızın isimlerini geri verir misiniz? Darbecilerin isimlerini siler misiniz?
Ahmet Toptaş: Bu şikayetinize katılıyorum sokak isimlerinin numaralarla değil de insan hafızasına ve eğitimine katkı sağlayacak isimlerle anılması gerektiğini düşünüyorum. Bilime, sanata katkısı olan isimlerimizin, gelecek nesillere de aktarılması ve hatırlatılması noktasından hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim belediyelerimiz genelde bunu yapmıyor.
Fatih Han Ünal: Bazı isimlerde değişikliğe gerek var. Darbe ile anılan isimlerde özellikle. Burada darbe gibi insanlara acı hissettiren konular da değişme talebi var. Bazılarının da değişmemesi gerekiyor. Şehirde yaşamanın bazı kuralları var. En rahat adresi nasıl buluruz? İkincisi önemli isimlerin yaşatılması. Üçüncüsü tarihten gelen kıymetli isimlerin varlığını korumak. Değiştirilmesi ve değiştirilememesi gereken konuları doğru yönetmek gerek. Belediyeler kendi kararları sonucunda farklı uygulamalar getirebilir. Numaralama sistemini değiştirmek tamamen zor ama tüm seçenekler dikkate alınabilir.
* Osman Karyağdı: İşçilerin sorunları, geçici işçiler ve ücretleri, taşeronluk sistemi konusunda bir çalışma yapıyor musunuz? Kendinize bir günde yüzde 70 oranında zam yapmayı ve işçilerin koşullarını göz önünde bulundurunca, iki senede kıyak emekli olmayı adaletli buluyor musunuz?
Fatih Han Ünal: Bizde demokrasi adım adım gidiyor. İşçilerin hakları dolar bazında yıllara göre yükselmiş. Yeterli değil, daha iyi olmalı. Geçici işçiler konusuna gelince. Belediyelerdeki işçilere kadroya geçme hakkı getirdik. Bu hakkı getirirken sendikal yapıların taleplerini ve STK’ların görüşlerini dikkate aldık. Yeni haklar ve talepler diyorsanız, bunlar da yasalar içerisinde, olanaklar çerçevesinde belli ölçüde gerçekleşecek. Çalışma Bakanlığı’nın çalışmaları var, önümüzdeki günlerde gelişmeler olacak ve detayları zamanı gelince paylaşılacak.
Ahmet Toptaş: Taşeron işçilik konusunun, işçiyi iki kez sömürmek olduğunu düşünüyoruz. Bir kurumda işçi çalışıyor, ücreti 100 birimse araya giren taşeron nedeniyle 30 birimini kaybediyor. Geçici işçilerin bir kısmının kadroya alındığı argümanı tartışmalı. Madem kadroya alacaktınız neden sözleşmeli hale getirdiniz? 2 milyon sözleşmeli çalışanın 10 binini kadroya alınması politik bir durum ve samimi değil. Bu statülerin sürdürülmesinin karşısındayız. Bunun sonucu olarak da örgütlenme özgürlüğünün hareket kabiliyeti azaltılmıştır. Taşeron sistemiyle sendikalar yok edilmeye çalışılmıştır.
* Muhammed Nogay: Anlatılanlara bakınca mükemmel bir yapı ortaya çıkıyor. Maddi anlamda partiniz açısından kendinize yönelik bir eleştiriniz olacak mı?
Ahmet Toptaş: CHP’nin ne düşündüğünü açıklıyorum. Kaldırım çalışmalarından ihale ruhsat yolsuzluklarına kadar, tüm bu konularda bir şeffaflığın olmadığını, halkın katılımının ve çoğulculuğun olmadığı bir sistemden bahsediyoruz. Bunları yasalarla getirseniz bile bunlara uyacak kafalar demokratik değilse, demokrasiyi içselleştirmemişse ve kitleler de sorumluluk almıyorsa, sistem devam eder. Seçilmiş olanların şeffaf, denetlenebilir; çoğulculuğu ve katılımcılığı önemseyen bir yönetim oluşturmaları; bireylerin de bu sürece katılması ve denetlemesi gerekiyor.
Fatih Han Ünal: Ülke yasalarla yönetilir. Yasaya konulan şeylerle ilgili, hak sahiplerinin gideceği merciiler de var demektir. Belediyenin şeffaflığıyla ilgili 5393 sayılı yasanını getirdiği bir şey var. Kesinleşen meclis kararlarının özetleri 7 gün içinde halka duyurulur. Komisyon raporları içinde madde 23: Komisyon raporları alenidir. Madde 24: Duyurulmak zorundadır. Denetime ilişkin sonuçlar kamuoyuna açıklanır. Faaliyet raporu kamuoyuna açıklanmak zorundadır, bu da madde 56’da geçiyor. Bunları ihmal eden bir yerel yönetici varsa, vatandaş bu konuda hakkını arayacak.
* Yusuf Şahin: Cemevi yasal statüye kavuşmadan, öyle anılarak suç işleniyor mu? Cami-Cemevi Projesi Fethullah Gülen’in mi AK Parti’nin mi?
Fatih Han Ünal: Bu biraz yanlı bir soru oldu. İlk defa bu dönemde Alevilik Çalıştay’ı gerçekleştirildi. Bunu taraflarıyla ilgili detaylar var. Cemevinin statüsüyle ilgili beklentiler var. Alevilerin bazı beklentileri var, dedelerle ilgili bir çalışma var, ilgili organlarca değerlendirmeler yapılıyor. Alevilik de gördüğüm kadarıyla tek değil, içinde farklı farklı şubeler var. Buradan tek ses çıkmıyor ve bundan kaynaklanan bir zaman sorunu yaşanıyor. Tek ses çıkarsa, gereği yapılacaktır. Bu konu süreçle çözülecek gibi görünüyor. Demokrasi paketinin çalışması devam ediyor.
* Gülşen Bıçakçı: Kent kimliklerinin oluşumunda meslek odaları çok önemli. son 3 yıldır Türkiye’de onlara yönelik bir saldırı var. İktidarın bu konudaki kurgusu nedir?
Fatih Han Ünal: Meslek odaları görev ifa eden kuruluşlardır ve desteklenmelidirler. Ancak bizi az denetleyin deme hakkına sahip değillerdir. Az önce dendi ki yerel yönetimleri neden denetleyemiyoruz? Aynı şey sivil toplum için de geçerli. Bu denetimler yapılmalı. Odayı yok saymak mümkün değildir ancak kimsenin kendi arzusuna göre kuralsızca varlık göstermesine rıza gösterilemez. Yasal boşluk varsa, denetimle ilgili maddeler vardır. Ancak odalar kurumsal yapılarını muhafaza ediyor ve kendilerini ifade ediyorlar. Her bir siyasetçi de bir meslek odasına kayıtlıdır. Daha objektif, denetlenebilir; şeffaf yapılar olması yönünde adımlar atılıyor.
* Mükremin Barut: Belediye meclisleriyle ilgili ne yapılacak?
Ahmet Toptaş: CHP olarak belediye başkan adaylıklarının çoğunda, eğilim yoklaması yaparak kimleri belediye başkanlığında ve meclisinde görmek istediklerini sorduk. Parti tüzüğümüzü değiştirdik, bütün vekillerimizi ön seçimle getireceğiz. Parti olarak Türkiye’nin demokratik gelişimine uygun bir tavır alıyoruz. Bu ülkede belediye meclislerine talip olanların çoğunun hangi nedenle talip olduğunu bilmekteyim. CHP’de bu tür niyetlerle talip olanların en az sayıda olduğunu söyleyebilirim. Toplumun en dar gelirli ve alt kesiminden insanların belediye meclislerine başvurduğunu biliyoruz. İnsanlar mesailerini madem harcıyorlar, daha ciddi çalışabilmeleri, gelen dosyaları incelemeleri, üzerinde etraflıca düşünebilmeleri için bir ücret takdimi olabileceğini düşünüyorum.
Fatih Han Ünal: Siyasetçiler için maaş hiçbir zaman sevimli bir konu değildir. Bunu yasalaştırdığınız zaman hep tepki alırsınız. Oysaki onun yaşadıkları ve kaybettiklerini kimse bilinmez. Siyasetçi bu konuda yalnız adamdır. Belediye için de geçerli bu. Huzur hakkı diye bir şey var. Kıymet ifade eden rakamlar değil. Profesyonel siyaset mantıklı bir şey keşke buna hazır olabilsek, bunun için de siyasi partiler kanununun değiştirilmesi gerekiyor.
* Gülşen Bıçakçı: Günde 5 kadın öldürülüyor. Sığınma evleri az. Kadın sığınma evleri ve iyileştirilmeleri konusunda görüşünüz nedir?
Ahmet Toptaş: Kadın sığınma evleri konusunda ilk projeleri geliştirenler, sosyal demokrat belediyelerdir. Yeterli mi değil. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık yükseldikçe, sorunlar daha da artıyor. Bu konudaki projeleri daha da arttırmamız lazım.
Fatih Han Ünal: Ülkemizde maalesef bunlar her bölgemizde yaşanıyor. Denetim mekanizmaları ve yaptırımlar var ama her yere bir polis dikmek ve her yere anında müdahale etmek mümkün değil. Kadın sığınma evleri de tek başına yeterli değil. Büyükşehir belediye yasasına da koymuşuz; nüfusu 100 binin üzerindeki belediyelerin kadın ve çocuklar için konukevi açma zorunluluğu var. Bununla ilgili teşvik sistemleri de yer alıyor. Aslında aile mefhumunu bütünüyle gözden geçirmemiz lazım. Neden bu şiddet oluşuyor, bu bir araştırma konusudur. Bazen aileler aşırı tedbirden de yıkılabiliyor. Sınırları koyarken aileyi birbirine güçlü bir şekilde bağlayacak unsurları öne çıkarmak gerek fakat mağduriyet yaşayan hanımlara da elbette imkanların verilmesi gerek.
* Mahmut Konuk: Yerel yönetimler halka hizmet götürürken onların fikrini almak zorunda değil mi? Bugün halkın muhalefetine rağmen Dikmen’e, Mamak’a, ODTÜ ve 100. Yıl’a biber gazı, polis gücü ve tomalarla giriliyor. Buna devam edecek misiniz?
Ahmet Toptaş: Az önce kent konseylerinden bahsedildi. Ancak kent konseylerinin çok önemli işlevlerinin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü İstanbul’a yapılan hiçbir şeyin kent konseyinin onayından geçtiğini, yapılanların halka sorularak yapıldığını bilmiyorum. Eğer yöneticiler demokrasiyi içselleştirememişse, hangi yasal düzenlemeleri getirirseniz getirin, bu konuda sonuç alamazsınız. Örneğin Sayın Başbakan helikopterle geziyor, “Üçüncü havaalnıu şuraya yapılsın” diyor ve yapılıyor. Buradaki jeolojik yapı, çevre koşulları gibi koşulları değerlendirecek hiçbir teknik personel yok, bunların hiçbir değeri yok, Sayın başbakanın buradan beğeniyorum demesiyle oluyor. İstanbul’da, Taksim’in, Gezi alanının inşaata açılması konusunda kent konseyinin kararı mı var, halkın bir kararı mı var? Bütün mesele demokrasidir. Demokrasiyi içselleştirmemiş insanların yönettiği bir ülkede, istediği konseyi kurup kararlar alsınlar; bunların hiçbir anlamı yok.
Fatih Han Ünal: Kent konseyleri çalışırken, sadece kent konseyi çözüm üretmiyor, halkın kendisi de kent konseyi değildir. Bunun için çeşitli kurumlar vardır. Anketler yapılıyor. Öncelikli sorunumuz ne diye vatandaşa soruluyor. İyi bir belediye başkanı bunu yapıyor. Yapmıyorsa da vatandaş cevabını sandıkta verir. Kent konseyinde uygulamalarda, bunun dikkate alınıp alınmadığı konusunda benim de tereddütlerim var. Biz kendi partimiz içinde, halka sorarak bir denetim yaparız. Partiler ne kadar çok irtibat kanalı oluşturabilirse, o kadar önemli. Bu toplantı da o alanlardan biri. Görüşlerinizin hepsini aldım, dikkatle inceleyeceğim.
Selahattin Esmer: Türkiye’de rant meselesi var. Son zamanlarda ben çoğunlukçu demokrasinin demokrasi olup olmadığı konusunda kuşkular taşıyorum. Bizi sandığa gömerler söylemi de bu zihniyetin bir yansıması. Oysa sandıkta kazanmak bir şey ama her şey değil. Katılımcılık diyoruz. Merak ediyorum; hangi olayda, hangi HES’te, hangi madende, hangi çevre tahribatında, oradaki halkın görüşü alındı? Gücün merkezde olduğu bir yönetim anlayışı ve bu inkar edilemez. Yasalarda söylenen şeylerin pratiğinin olmadığını düşünüyorum. Korkunç bir çevre tahribatıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum ve artık hükümetten, yerellerin, orada yaşayanların arzularını, taleplerini dikkate alan ve bunu pratiğe döken bir dil tutturmasını bekliyorum. Ama artık kesinlikle buna itibar etmiyoruz.
Gökhan Erkılıç: Öncelikle geldiğiniz için çok teşekkür ederiz. Umarım birbirimize, buraya geldiğimizdekinden daha yakın olarak ayrılıyoruzdur. Hepinize iyi akşamlar.
ORTAK GÖRÜŞ
1 / Yerel yönetimlere halkın gerçek anlamda katılımı konusunda adımlar atılması gerektiği ve önümüzdeki seçim sürecinde bu yönde bir beklentinin olduğu ifade edildi.
2 / Gerek merkezi gerekse yerel yönetimlerde “tek adam anlayışı”ndan rahatsızlık duyulduğu belirtildi.
DEĞERLENDİRME
TkMM tarafından hazırlanan, genel konuya ilişkin 5 dakikalık video gösterildi. 26 STÖ katılacağını bildirdi ancak 19’u katıldı.
Katılımcılar kendilerine verilen sürelere uygun şekilde konuşmalarını yaptılar. Zaman zaman soru-cevap şeklide geçen ikinci bölümde, sorulardan önce değerlendirmelere ve yorumlara gidildi ve konuşmacılar moderatörce uyarıldı. Bazı sivil toplum örgütü temsilcileri, milletvekillerine ve siyasi parti temsilcilerine verilen 5 dakikalık konuşma süresinin yetersiz olduğunu ifade etti.
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
242 sivil toplum kuruluşuna e-mail ve telefon yoluyla duyuru yapıldı.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ankara kMM Hamalı Nagihan Konukcu