YER: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
TARİH: 06.05.2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1.Hasta Hakları Platformu (Mustafa Sütlaş)
2.Kadın PArtisi Girişimi (Benal Yazgan)
3.Liberal Avrupa Derneği (Hüsnü Adalı)
4.Adaleti Savunanlar Derneği (Gürcan Onat)
5.Düşünce Suçuna Karşı Girişim (Şanar Yurdatapan)
6.Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu (Abdulhakim Daş)
7.Türkiye PEN (Erkut Tokman)
8.İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (Orhan Alkaya)
9.Tiyatro Oyuncular Derneği (Osman Genç)
MESLEK ODALARI Yok.
SENDİKALAR Yok.
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1.Bilal Macit (Ak Parti)
2.Sebahat Tuncel (BDP)
3.Aykut Erdoğdu (CHP)
KATILAN SİYASİLER:
1.Mehmet Ali Erdoğan (Hak-Par)
2.Serdar Aktan (Liberal Demokrat Parti)
3.Elif Ece Yıldız (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi)
BELEDİYE BAŞKANLARI Yok.
DİĞER KATILIMCILAR
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 11 izleyici/gözlemci katıldı.
MEDYA
1.Dicle Haber Ajansı
2.Yurt Gazetesi
MODERATÖR Sacit Kayasu
KONUŞULANLAR
Genel Konu:
Şanar Yurdatapan: Biz 80' darbesinde 2 Eylül gecesi yurtdışını çıktık. Darbe olacağına dair bir istihbaratımız yoktu. Gerek de yoktu, ortadaydı zaten. 24 Ocak kararları zor kullanmadan uygulanamaz. Çünkü 24 Ocak kararları yaşanmış olan bir ekonominin suçunu, günahını, ceremesini hiç suçu olmayan çalışan insanlara yüklüyor. Yatırımlar duracak, ücretler dondurulacak, buna karşılık ekonomide bir değişikli olmadığı için enflasyon devam edecek. Bunu kimse kabul etmez. Zamanın kuvvetli sendikaları mutlaka bunun için grevler düzenlerdi. Ve bu kararların uygulanması imkânsız hale gelirdi. Dolayısıyla kuvveti kullanacakları kesindi. Zaten bu sürü başka belirti de vardı. Daha öncekilere tanıklık etmiş olanlar bilir. Sayısız cinayetler oldu. Hala da failleri bulunamadı. Bunlar da sağ/ sol taraftaki gencecik insanların işi değildi, bu ortadaydı. Darbelerle hesaplanılacaksa, o darbelerin nasıl hazırlandığıyla da hesaplanılmalı. Şimdi açılan dava çok tartışılıyor. Neden sadece iki kişi yargılanıyor, vs. Ama aslında yargılananlar sembolik olsa da ilerleyen zamanda olaylar daha derinlemesine araştırılacak, ortaya dökülecek ve diğerleri de gündeme gelecek. Sivil toplum öncelikli olarak bu hesaplaşmanın takipçisi olmalı. Mahkeme gelmesi bir sonuç getirecek demek değil. Nice olaylar öyle incelikle örtüldü, kamuoyuna da kasten yanlış aktarıldı. Ama bu hesaplaşmadan sonra diğer bütün meseleler de Kürt sorunu, ermeni meselesi vs hepsi bunu takip edecek.
Abdulhakim Daş: Türkiye'nin darbelerle yüzleşebilmesi için; önce geçmişiyle yüzleşebilmesi gerekir. Bu da ne 1961 darbesi, ne de sonrakilerin dışında Türkiye'nin daha önceki geçmişiyle de yüzleşmesi gerekiyor. Türkiye 1946'lara kadar askeri darbelerin de ötesinde, dikta bir yönetime sahipti. Ve toplumdaki bütün halklar, 12 Eylül dönemindeki gibi ayaklar altına alınıp yok edilmişti. Geçmişle yüzleşmek için ilk önce buna hazır olmak gerekir. Parlamento tarafından da bunun kolaylaştırılması gerekir. Şu anda sadece 2 kişi yargılanıyor, diğerleri pek gündeme gelmiyor ama bakıldığında, Türkiye'nin her tarafı adeta hapishanelere çevrilmişken, insanlar hapisteyken, mallarına el konulmuşken bunları görmezden gelmek de olmaz. Şu anda çözüm konusunda elinde her türlü olanağı tutan ve geçmişle yüzleşeceğiz diyen bir hükümetin daha yol açıcı olması gerekir. Evet, Türkiye darbelerle yüzleşiyor, yüzleşmesi de gerekir. Fakat gerektiği kadar mı şu anda bilinmez. Zaman geçtikçe belli olacak.
Mustafa Sütlaş: Özgürlük ve demokrasiye dair algımız, düşüncemiz ve onun uzantısı tutum ve davranışlarımıza bakmadan burada yaptıklarımız ve yapmadıklarımızı görmeden esasında darbelerle yüzleşmek çok olanaklı değil. Eğer bir düşünce, düşüncenin doğruluğunun dayanakları dışında, başka bir güçle bir yerde egemen oluyorsa, orada ortamın ne olduğu fark etmeksizin orada darbeci bir zihniyet mümkün hale gelir. Çünkü orada düşünce değildir, o düşünce sahibinin sahip olduğu bir güçtür. Onu egemen kılacak, üstün tutacak olan güçtür. Eğer bu ordu ise, halkın vergisiyle alınan silahlar olur. Eğer demokratik seçimlerle seçilmiş bir iktidar olursa, onun dayanağı oradaki düşünce değil, aldığı oy ve o oyların onu getirdiği yer olur. Darbelerle yüzleşebilmek için önce bu noktalardaki tutum ve davranışları değerlendirmek gerekir. Hem de kendimize yönelik yüzlememiz gerekir. Çünkü karşımızdakilerden yaptıkları darbelerle yüzleşmelerini beklerken kendi yaptığımız darbelerin üzerini kapamamamız gerekir.
Hüsnü Adalı: Şu anda 150-200 general içeride. Üstelik suçları kesinleşmese de, suçlandıkları konuda, ordunun kendi mahkemesi olduğu halde, kendi mahkemelerinde suçlanmadılar. Faili meçhuller var evet, ama en azından artık olmuyor. Gelişmeler var evet. Devrim diye bir şey birden olamaz zaten, ancak evrim mümkündür. İyileşmenin yolu belli; yüzleşirsiniz, kabul edersiniz, özür dilersiniz ve iyileşirsiniz. Zordur ama başka bir yolu da yoktur. Hükümet darbeyle yüzleşiyor mu diye bakıldığında, Genelkurmay Başkanı'nı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlarsa, Sayıştay yasasıyla tüm Silahlı Kuvvetler' e bağlanan avantajları diğer kurumlarla eşit olduğunu yasalarla gösterirlerse, o zaman darbelerle yüzleştiği söylenebilir. Şu anda darbeciler yargılanıyor. İlerleme olduğu muhakkak ama yeterli değil.
Gürcan Onat: Evet bugün darbelerle yüzleşiyoruz ama önce samimi olalım. Kendimiz için istediğimiz her şeyi diğer herkes için de isteyelim. "Benim darbem iyidir, başkasınınki kötüdür" düşüncesi olmaz. Darbelerin hepsi kötüdür. Şu anda darbeciler yargılanmaya başladı, ama daha henüz yolun başı. Darbe bir insanlık suçudur. Çünkü darbeciler insanlara işkence yapmıştır. Darbe bölücülüktür, çünkü kendi insanını fişlemişlerdir. Darbe vatana ihanettir. Ve millete vesayettir. Darbelerin 3 ayağı vardır. Yasal mevzuat, kadrolaşma, ortamın hazırlanması. Silahlı Kuvvetler içerisinde yapılanlara bakılacak olursak, emekliğe zorlamalar, pasif göreve vermeler, terfi ettirmeme, bunlar rütbeli olanlara uygulandı. Bunun dışında da hazırlama var. Askeri okullardan, yandaş sivillerden, medya, YÖK, yargı, bürokratlar, dış desteğe kadar bir hazırlık oluyor. 28 Şubat'ta bizzat gördük ve hala devam ediyor. 1986'da ilk başladı işkenceler. Etimesgut'ta yapılan işkencelerin belgeleri var elimizde. 1992'ye kadar da devam etti.
Osman Genç: Türkiye'de hangi darbe olursa olsun, sanatçılar öncelikle susturulmaya çalışılmış ve ne hikmetse 28 Şubat post modern darbesi bir tiyatro oyunu üzerine olmuş. Sanat muhalif olduğu için hükümete kim gelirse gelsin, sanata karşı ucube gibi bakmış. Ve asıl halkın sesini dillendirmeye çalışan sanatı susturmaya çalışmıştır. 12 Eylül'de 650 bin insanın işkence görmesi değil, o tarihteki nüfus sayısındaki kadar insanın bugün işkence gördüğünü, susturulduğunu, oyun yazarlarımızın, oyuncularımızın istediklerini sahneye koyamadıklarını, halkın sesini maalesef bir türlü gerçekleştiremediklerini görmekteyiz. Dolayısıyla hangi darbe olursa olsun, darbenin iyisi kötüsü gibi bir kavram olamaz. Öncelikle darbeyi yapanlar bu ülkeye hizmet mi ediyorlar yoksa Amerika'ya mı? Bu düşünülmeli.
Sebahat Tuncel: Darbelerle gerçekten yüzleşmek istenilmiyor. Çünkü darbelerle yüzleşmek demek, gerçeklerle yüzleşmek, buna cesaret göstermek demektir. Henüz Türkiye'nin siyasal tarihi düşünüldüğünde böyle bir istek görülmüyor. Sadece militarist darbeler konuşuluyor ama darbeler sadece askeri de olmuyor. Darbeci zihniyet hala iktidardadır. İktidara gelen değişse de, zihin değişmiyor. Bu ciddi bir sorun. Şu anda farklı olan bir şey var. Eskiden bir hükümet vardı, bir de derin devlet dediğimiz "devlet" vardı. Şimdi ikisi birleşti. AKP devletin ve hükümetin resmi temsilcisi gibi oldu. Sembolik de olsa MGK'da Başbakan'ın sivil kıyafetle tek başına oturması da asker, sivil hepsini biz temsil ediyoruz yaklaşımının göstergesi gibiydi. Darbelerle yüzleşmek demek, Türkiye'nin toplumsal yapısını bir gözden geçirmek demektir. Niye bu noktaya gelindiğine bakmak gerekir. 1921 Anayasası, Türkiye'nin temel anayasası, ilk kurucu anayasası. 24'ten vazgeçiliyor. 24'ün temeli "Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür." ile başlayan, şu anda tek tek diye ayırmanın sonucu. Darbelerin özü de buna yönelik. Dikkat edildiğinde, bütün darbelerde aslında devletin bölünmez bütünlüğü ya da ulus devleti koruma yaklaşımı darbelere zemin oluşturuyor. Başka gerekçeler olsa da temeli budur. Darbelerle yüzleşmek demek, Dersim ile, Maraş ile vs…. yüzleşmek demektir. Çünkü arkada yatan zihniyet aynıdır. Yani ya bendensin ya düşman yaklaşımının sonucudur. Bu sebeple Türkiye'nin darbelerle yüzleştiğine inanmak güç. Ayrıca hükümetin darbeye yaklaşımı, yani "hükümete darbe" düşüncesi çok yanlıştır. Darbe tüm topluma yapılır.
Aykut Erdoğdu: Darbe genel anlamda, demokrasi ve insana haklarına yapılan en aşağılık müdahaledir. Ama şöyle bir yanlış anlaşılma var, bize darbe olarak öğretilen şeyler darbe değil. Darbeler askeri de olabilir, sivil de olabilir. Öncelikle darbe kavramını netleştirmek gerekir. Başka insanların demokratik haklarına müdahale ediyorsanız, bu darbe demektir. Ayrıca başarılı ve başarısız darbeler vardır. Başarılı oldukları zaman kahramanca gösterilirler. Bir de darbelere anlık olarak bakmamak da gerekir. Sürece de çok iyi bakmak lazım. Süreçte ekonomik ve sosyolojik olmak üzere iki temel sonuç vardır. Ekonomik olarak bakıldığında, aslında ezilen hiç değişmiyor. Ne kadar ezildiği değişiyor. 1980 sonrasına bakıldığında, 24 Ocak kararlarını başka türlü uygulamak mümkün değildi. 80’ sonrası dış borçlanmaya bakıldığında, Türkiye’nin nasıl bir süreç geçirdiği görülüyor. Yeni bir sermaye sınıfının 1960’tan sonra, 1980’den veya 2000’den sonra nasıl oluşturulduğu görülüyor. Ve bu her dönemde de, kalitesiz oluşturulduğu için ülkede teknolojik gelişme olmuyor, sermaye birikimi olmuyor. Ve devlet eliyle zenginleştirilmiş sınıflar ortaya çıkıyor.
Bilal Macit: Bugün sistemin verdiği bilgilere bakılarak araştırma yapmaya çalışıldığında, ortaya çıkan; “Darbeler kötüdür, siyasetçiler de kabahatlidir.” Darbelerin en kötü yanlarından biri de bu. Demokrasi bir yuvarlak masadır aslında. Herkes istediğini burada eşit olarak ifade edebilmeli. Ama Türkiye’de yıllarca bu masanın ortasında bir silah durdu. Kimi zaman birine, başka bir zaman da diğer birine patladı. Bu sebeple öncelikle bu silahın masadan kalkması gerekiyor. Ve bu yüzleşmeler sırasında asla “ama”larımızın olmaması gerekiyor. Bunlar da bizi suça ortak eder. Hele ki, siyaset üzerinden bir “ama” kaygısı olmaması gerekiyor. Bu şuna benziyor, “tecavüz kötü bir şeydir, ama kız da mini etek giymiş.”. Kız ne giyerse giysin, tecavüz kötüdür. Bir aması yoktur. Darbelerden bahsederken hep idamlardan, işkencelerden, kapatılan partilerden bahsediyoruz. Bunlar çok kötü şeyler. Ama daha kötüsü zihinlerdeki “asker ne der?” korkusudur. Nasıl ki darbe yapmak bir süreçse, darbelerle yüzleşmek de bir süreçtir. 28 Şubat’ta bir astsubayı parlamentoya ifadeye çağıramazken, şu an en yüksek rütbeli askerler bile ifade veriyorlar. Bu bir gelişmedir, bir süreçtir ve herkesin arkasında durması gerekir. Elinde silah olan bir güç ile halkın temsilcisi bir partiyi getirmek, ikisi de darbe yapıyor demek doğru olmaz. TBMM’de kurulan komisyonun önemi çok büyük. Herkesin muhakkak takip etmesi ve destek vermesi gerekir.
Mehmet Ali Erdoğan: Bir çok darbeye bizzat tanık oldum. 60’ darbesinde tüm ailem darbeyi destekliyordu. Gözaltına alınanların idam edilmesi gerektiğini savunuyorlardı. 1971’de lisedeydim. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını savunduğum için öğretmenim tarafından ihbar edildim. Ve hapse girdim. 12 Eylül’de ise, önceden başımdan geçen bir olayı hikayeleştirdiğim için polis tarafından soruşturuldum. Darbeler zamanın çok şeye tanık olduğum için tüm darbeleri, darbeleri destekleyenleri lanetliyorum.
Serdar Aktan: 12 Eylül’ü yakından yaşamış biri olarak söyleyebilirim ki, o zamanlar çok işkence yapılıyordu. Ve ölmek kolay, ölüyorsunuz. Ama işkenceden sonra yaşamak çok zor. 11 Eylül’ü konuşmadan, düşünmeden 12 Eylül’e geçilirse, belki 1-2 general yargılanır ama çok fazla bir yere gelinemez. Darbelere giden yol çok iyi analiz edilmeli ki, bir daha aynı şeyler olmasın. Kaos daima beraberinde otoriteye bir özlem getirir. Yönetemeyen demokrasinin bir kavramı vardır. Orta Avrupa gibi, Fransa gibi çok partili, kakafoni, yönetemeyen bir demokrasi yaratılırsa, hiçbir toplumsal iş yerine getirilemezse, toplum yönetilemezse, hele ki bizim gibi otoriter bir gelenekten gelen bir toplumda daima otoriteye özlem duyulur. 12 Eylül’de darbeden çevremdeki insanların memnun olduğunu bende söyleyebilirim. Çünkü sokaklara cesetler atılıyordu. Sokaktaki insanın birinci hedefi demokrasi değildir. O parasını siyaset koluyla ya da yabancı derneklerden siyasal açıdan alan aydınların sorunudur. Sokaktaki insan yaşamak ister. Can güvenliği ister, evine yemek götürebilmek ister. Dolayısıyla şimdi bir yargılama yapılıyorsa, yargılananların darbe öncesindeki rolleri de araştırılmalı. Eğer söylenenler gibi rolleri varsa, bunlardan da yargılanmalı. Ama sadece 12 Eylül sonrasından yargılanamazlar.
Yerel Konu: “Şehir Tiyatroları Nasıl Yönetilmeli?”
Osman Genç: Muhsin Ertuğrul 1914’te bir savaş döneminde kurulumu sağlanmış Dârülbedayi’nin. Savaşa rağmen, bugün kıyametin kopacağını bilsem tiyatro kurardım, diye düşünüp bunu yapan bir insan. Bu çok önemli. Ama daha önemlisi, bugüne kadar Şehir Tiyatroları’na 24 Genel Sanat Yönetmeni atanmış. 22’si görevden alınmış. Diğeri ikisi istifa etmiş. Yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başbakan, Cumhurbaşkanı’ndan fazla Genel Sanat Yönetmeni görmüş. Bu bir işleyiş hatasıdır. Ve bir türlü düzeltilememiştir. Her iktidar insan değiştirmiştir. Başbakan şu anda insanları yanlış yönlendiriyor. Diyor ki, hem Şehir yada Devlet Tiyatrolarında oynayacaksın, hem de dizilerde oynayacaksın. Ama hem kendisi hem başbakanlık yapıyor, hem ticaret yapıyor vs. Eğer bu bir tekelse bu oyuncularda tekeli altına almalıdırlar. Bir de sponsor olma meselesi var ki, bir devlet sponsor değildir. Beğendiği şeyi destekleyip, öbüründen elini çekemez. Devlet bir şirket değildir. Almanya, İtalya, Fransa’daki gibi olmalı. Mesela Almanya yarı devlet yarı özel bir tiyatroya 5 milyon euro bütçe ayırıyor. Devlet tiyatrosuna daha da fazla. Dünya’da sanat için milyonlarca dolar harcanıyor, sadece ülkenin sanatının tanıtılması için bile bizim ülkenin gelirinin yarısını harcayan ülkeler var. Ve bunu takip eden insanlar da, o işin sorumluları. Devlete bağlı değiller. Ben 35 yıldır tiyatro yapıyorum ve yeni yeni sanat yapıyorum diyebilmeye başladım. Bu sanat estetiğini bürokratların eline bırakmak çok yanlış bir şeydir. Tiyatro binalarını yıkıp yeniden yapabilirsiniz, her şeyi değiştirebilirsiniz. Ama orası ne bir rant alanıdır, ne de kendi kültürünüzü yayma alanıdır. Halkın sesinin olacağı yerlerdir. Kalabalıkla kitle arasında fark vardır. Kitle okura benzer. Yani bir devamlılığı vardır. Tiyatro izleyicisi de okura benzer. Düzenli olarak tiyatro izler. Ve bu hakları onların elinden alınamaz.
Benal Yazgan: Başbakan tansiyonu yüksek tutan, kavgacı tavrını sanatçılara karşı da gösterdi. Bu sakız intikamı olabilir. “Parasını ben/ biz veriyorum/veriyoruz” dünyanın en aptalca cümlesi. Çünkü onların parasını o vermiyor. Vergilerle biz veriyoruz. Kadın ve sanat kültür taşıyıcıdır. 10 yıldır kadının ve sanatın önünün kesildiği, yok edilmeye çalışılıyor. Kendi kültürlerini dayatmaya çalışıyorlar. Buna dikkat edilmesi gerekir. Çünkü geriye dönüp baktığımızda kadınlara ve kültürümüze dair bir şey göremeyeceğiz. Tiyatrocuların dizilerde oynamasına gelince, şu anda bir milletvekili var, Hakan Şükür, hem milletvekili hem televizyonlarda program yapıyor. Ona neden izin veriliyor? Bu sorunu siyasi görüşleri bir kenara bırakıp, insan hakkı olarak bakmak lazım.
Şanar Yurdatapan: Parasını veriyorum, o halde benim dediğim olur mantığı yanlıştır. Elbette ki devlet verecektir. Ancak bu paranın nasıl yönetimi sivil toplumun olmalıdır.
Hüsnü Adalı: Gerçek burjuvanın güçlü olduğu demokrasilerde, sanatçılar devlete muhalefet ederler, ama devlet gene de tiyatrolara destek verir. 5 lira bir bilet için çok ucuz. Evet 50 lira da çok pahalı. Ama teknik olarak ekonomi düşünüldüğünde ikisinin arasında olması için belki kısmi özelleştirme olabilir. Ama tabiî ki yönetim tiyatrocularda olmalıdır. Ama oyuna çıkmadan maaş, sonsuz maaş gibi şeyler de ekonomiye ters. Ekonomiye ters bir şeyin devam etmesi çok zor. Ama sanatçısını karşısına alan bir iktidarında bunu sürdürebilmesi daha zor.
Mustafa Sütlaş: Tiyatroların nasıl idare edileceği, ne oynatacağı gibi konular sadece tiyatrocuların ve paralarını ödeyenlerin meselesi değil. Bu tiyatroyu bir ihtiyacın karşılanması olarak gören vatandaşın meselesi. Bu sebeple yukarıdaki birisinin parmağını sallayarak böyle olacak demesi kadar darbeci bir anlayış olamaz. Darbeci anlayış budur. Bu anlayışla yüzleşemediğimiz zaman darbelerle de yüzleşemeyiz. Tiyatro olmadığı yerlerde devlettin kurmak zorunda olduğu, toplumun ihtiyacı olan bir şeydir. Okul gibidir. İnsanlar bununla gelişirler. Ekonomik bir faaliyet olarak görülemez. Eğer ekonomik bir şey olarak görülürse, çok para kazandırsın, hep yöneticiden bahsedilsin istenirse, bir süre sonra kimse gelmez. Sonra yönetici sokaktan insanları tıkar salonlara izlensin diye. Bunlar yaşandı daha önce. Ve bu da gerçek darbedir.
Gürcan Onat: İktidara gelen partiler kendi fikirleri doğrultusunda toplumu şekillendirmek isterler. Particilik budur. Liberaller hariç olabilir. Tiyatrocular devletin kendilerine müdahale etmemesini istiyorlarsa ki zaten etmemelidir, neden özelleştirmeye karşı çıkıyorlar? Evet salonu yapmak devletin görevidir. Devlet alt yapıyı hazırlar. Tiyatrocu istediği her oyunu oynasın. Kimse ilerici, sağcı, solcu vs. diye müdahale etmesin. Ama bunun için serbest olması gerekir. Hiçbir yere bağlı olmasın. İsteyen de istediği oyuna gitsin.
Orhan Alkaya: Dünyanın hiçbir yerinde bir sanat alanının, tiyatronun özelleştirildiğine dair bir örnek yoktur. Yıllardır sanatçılara devletin, belediyenin tiyatrosu mu olur, denildi. Anlatmaya çalıştık. Evet devletin ya da belediyenin tiyatrosu olmaz. Yerel yönetimler ve merkezi yönetimler bunu çok yüksek düzeyde sürvanse ederler. Çeşitli modeller vardır. Bizim tiyatro modelimiz Fransa’nınki gibidir. Kültür Bakanlığı merkezlidir. Tiyatro tüm dünyada devlet tarafından korunur, yüksek düzeyde sürvanse eder. Türkiye’nin altına imza attığı birçok uluslar arası sözleşme vardır. 2000 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi çok önemli bir nihai belge çıkardı. Ve 2009’da kültürel alanda açılımını yaptı. Türküye bu sözleşmenin de altına imza atmıştı. Anayasamızın 90. Maddesi imzalanan uluslararası sözleşmelerin iç tüzüğün üstünde olduğunu karar altına alır. Herkesin kültürel yaşamına serbestçe katılımı İnsan Hakları Evrensel bildirgesinde de kabul edilmiştir. 27. Maddeye göre; “Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.” 15/1.a paragrafının normatif açılımı, kültürel yaşama katılma hakkı bir özgürlüktür. Bu hakkın sağlanması için taraf devletin hem müdahaleden kaçınması, yani kültürel faaliyetlerin uygulanmasına ve kültürel ürün ve hizmetlere erişime müdahale etmemesi, hemde pozitif eylemde bulunması gerekir. Aynı zamanda sözleşmeye göre ilgili kişilere danışmadan müdahale yapılamaz, denilmektedir. Bu maddeler yaptırım içeren maddelerdir. Diyelim ki tiyatrolar özelleşti, devler vergileri çekti. Şehir Tiyatroları’nda biletler 7 liradır. Ve askeri ücretle kıyaslandığında İngiltere’de kaç bilet alınıyorsa, burada da kadar alınır. Eğer özelleştirme olursa, çok büyük bir kitlenin izleyebilme olanağını elinden alırız. İkincisi, kadro sorunu ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla çok sayıda oyun az kadro ile oynanamayacağından sahnelenemeyecektir. Üçüncüsü, ticari bir kaygı ortaya çıkacağından, ya kapatacaksınız ya da çoğunluğun beğenisine doğru bir hamle yapılacaktır. Sonuç olarak bir çölleşme olur.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE
170 kadar sivil toplum örgütüne mail aracılığıyla toplantı bilgisi verildi. Bazılarına faks gönderildi. Ayrıca telefonlar edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE
Ak Parti, CHP ve BDP milletvekilleri Grup Başkanvekilleri yönlendirilmesiyle toplantıya katıldılar. MHP yine aynı şekilde yönlendirilmişti ama gelmedi.
MEDYA İLE
Basına, ajanslara mail yolu ile haber verildi.