Yer: Kadırga Kültür Merkezi (Fatih Belediyesi ev sahipliğinde)
Tarih: 7 Mart 2010
Katılımcılar:
a. Sivil toplum örgütleri ve girişimler:
1. Adaleti Savunanlar Derneği (Gürcan Onat)
2. Barış İçin Vicdani Ret Platformu (Oğuz Sönmez)
3. Ensar Vakfı (Ahmet Şişman)
4. Sosyal Demokrasi Vakfı ( Güliz Kaptan)
5. Türkiye Barış Meclisi & Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu (Abdulhakim Daş)
6. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (Koray Özdil)
7. Türkiye Gönülllü Teşekküller Vakfı & Uluslararası Hukukçular Birliği (Necati Ceylan)
8. 78’liler Girişimi (Celalettin Can)
b. Siyasi parti ve girişimler:
1. Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (Ozan Kaya)
2. Hak ve Özgürlükler Partisi (Mehmet Ali Erdoğan)
3. Liberal Demokrat Parti (Feyza Geçmen)
4. Saadet Partisi (Abdullah Arar)
c. Özel konuk:
1. Ferhat Kentel
Katılan Milletvekilleri: Katılım olmadı.
Belediye Başkanları: Katılım olmadı.
Mesaj Yollayanlar: –
Moderatör: Aydın Engin
Gözlemciler: –
Diğer Katılımcılar:
Toplantıya toplam 31 izleyici/gözlemci katıldı.
Medya: –
Konular:
Ordu ve yargının politik yaşamımızdaki rolü nedir, ne olmalıdır?
Konuşulanlar:
Necati Ceylan (Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı &Uluslararası Hukukçular Birliği): Son süreçte yaşananlardan görüyoruz ki temel bir sorunumuz var: Anayasa. Anayasa’daki düzenlemelere baktığımızda askeri ve yargı vesayeti görüyoruz. Anayasa veya diğer yasalarda geçen ‘iç tehdit’ kavramı yanlıştır, bu ülkedeki insanları ikiye ayırmak demektir. Düne kadar herhangi bir etnik veya dini çatışma olmaksızın yaşarken bugün artık bu durum değişmiştir. Askerin görevi bu ülkede yaşayanları dış tehlikelere karşı korumaktır. İç hizmet kanununun 35. Maddesi değiştirilmelidir. EMASYA protokolü kaldırıldı ama İl İdaresi Kanunu devam ediyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin olması yanlıştır. Millet iradesi kapsamında oluşturulacak meclis kendi kurumlarını oluşturmalıdır. Kuvvet olarak jandarma yanlıştır. Bir ülkede köyde-şehirde güvenlik bir elden sağlanmalıdır. Yargı da bir kast oluşturmuştur. HSYK, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’a sadece belli bir görüşe mensup kişiler atanmaktadır. Bu, bir toplumun kendi yargısına güvensiz olmasını doğurur.’82 anayasası bir darbe anayasasıdır, değiştirilmeli değil, çöpe atılmalıdır.
Oğuz Sönmez (Barış İçin Vicdani Ret Platformu): Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının yanında ‘tek’liğinden de bahsedilmelidir. Bizim ülkemizde yargı iki başlı. Askeri ve sivil yargı. Aynı durum yasama için de geçerlidir. Bir halkın seçtiği Bakanlar Kurulu var bir de halkın seçmediği Milli Güvenlik Kurulu var. Aynı şey yasamada da var. Bir anayasa var, bir de gizli anayasa olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi var. Türkiye’de aslında paralel bir devlet daha var: Milli Güvenlik Kurulu’nun altında bir militarizm devleti. Son dönemlerde ise bir takım düzenlemelerle Türkiye’de militarizmin alanı daraltılmaya çalışılıyor, militarizm ortadan kaldırılmıyor. Kaldı ki militarizm, "her Türk asker doğar" gibi uydurmalarla toplumsal yaşama da sinmiş durumda. Bu militer yapının bir uzantısı da vicdani reddin hala sorun olarak sürüyor olmasıdır. Birçok devlet ve uluslararası sözleşme bunu bir hak olarak tanımıştır. Türkiye’de vicdani ret mücadelesi 1989’dan beri yürütülüyor. Bununla ilgili tutuklananların hepsi askeri cezaevlerinde işkence gördüler. Hala şu an 1 kişi tutuklu. İlk defa askeri cezaevleri incelemeye alındı. Meclis İnsan Hakları Komisyonu gitti, inceledi ama işkenceyi görmedi. Türkiye'de yaşanan savaş militarizmi de beslemektedir. Bu anlamda vicdani ret savaşa ve militarizme son vermek için de en doğru yoldur.
Gürcan Onat (Adaleti Savunanlar Derneği) : 1960 yılından beri ordu, politik yaşamın merkezinde yer almıştır. Yargı mensuplarıysa, 28 Şubat sürecinde, post-modern darbenin icracılarınca politikanın içine çekilmişlerdir. Hatırlayalım o günleri. Cuntacılar hükümeti düşürmek için bastırıyor, brifingler organize ediyor, beyanatlar veriyor. Hatta bazı generaller hızını alamıyor, tehditler savuruyor. Medya “şok” haberler giriyor… Halk olan biteni şaşkın izliyor. Kullanılacak statüye girmiş olan gazeteciler, işlerini icra ediyor… Brifinglerde bağımsız (!) yargı, darbecileri alkışlıyor. Darbeciler, bağımsız yargıyı… Sonra ne diyor general? “Bize gerçekten güç verdiniz.” Bunu bağımsız savcı ve yargıçlara söylüyor. İşte sözün bittiği yer. Sonrasını birlikte yaşadık. Düşürülen, seçimle gelmiş hükümet. Ve altın tepside birilerine sunulan hükümet… O günlerden bu günlere geldik. Artık ciddi bir uyanış var… Darbecilere pabuç bırakmayan hükümet… Gerçekten, bağımsız ve cesur savcılar, yargıçlar. Uyanmış medya mensupları. Ve en önemlisi darbelerden tiksinen millet var.
Ordunun da, yargının da yeri politikanın tam dışıdır! Zerre kadar politikaya bulaşamazlar. Onlar tüm vatandaşların ordusudur, yargısıdır. Hiç bir ayırım yapamazlar. Birisi bu ülke sınırları içinde yaşayan bireylerin canının, namusunun bekçisidir. Diğeri adaletin. Bu şeref onlara yeter. Başka şeref aramaları gerekmez.
Darbeciler ile orduyu birbirinden ayırmalıyız. Bugün ne yazık ki; darbecileri tenkit edenler, T.S.K. düşmanı gösteriliyor. Bu gerçekten adilik… Biz ordu içinde yapılanmış olan darbeci zihniyeti eleştiriyoruz. T.S.K. bu milletin göz bebeğidir. Darbeciler bu güzide kurum içinden ve yüksek yargıdan temizlenmelidir.
Ahmet Şişman (Ensar Vakfı): Yargı, hukuku uygular ama hukuk kurallarının adilane olduğu söylenemez. Ama o kurallar dahi uygulanmıyor. Bu yargıyı da aşıyor, yargıya hükmedenlerin problemine dönüşüyor. Siz bir kural koyuyorsunuz ama ona da uymuyorsunuz. Bunu yaparken de ‘bu kuralları koyanlar böyle istedi’ diyorsunuz. Bu tutumu destekler görünümde olan kesimler var maalesef. Bu kesimlerle hak ve hukuk isteyen kesimler arasında bağ kurulabilmesi için çaba gösterilmeli.
Güliz Kaptan (Sosyal Demokrasi Vakfı): Konuşmama dünya emekçi kadınlar gününü kutlayarak başlamak istiyorum. Bugünkü konumuz: ‘Ordunun ve yargının yaşamımızdaki yeri ne olmalıdır?’. Kuvvetler ayrılığına bakalım. Bizim 1924 Anayasamızda kuvvetler ayrılığı yoktu. 1961 anayasasına girmişti ama sivil kontrol ve denge mekanizmaları kurulmamıştı onun için tam bir kuvvetler ayrılığından söz edemeyiz. ’82 anayasasına gelince; zaten demokratik bir anayasadan bahsedemiyoruz. Bu anayasa, devleti, toplumun önüne geçirdi. Bürokrasiyi devlette hâkim kıldı, orduyu da bütün yapının sahibi ve koruyucusu konumuna yerleştirdi. Gelinen noktada anayasamızın mantığı, topluma, bize ve siyasete güvenmemektir!
Ordunun nasıl olduğunu az önce izlediğimiz filmde bir kere daha gördük. ‘Nasıl olmalıdır?’ sorusunun ise tek bir yanıtı vardır: Asli görevine dönmek. Asli görevi de yurt savunmasıdır. Parlamento gerek görürse yurt içinde de görevlendirilebilir, parlamentonun iradesinin içine çekilmelidir. Bugünkü hükümet de bunu yapmaya çalışıyor. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun bu yapılanları desteklemeliyiz.
Yargı bağımsız olamıyor. Devlet kurumlarının bağımsızlığından söz etmek zor. Ama tarafsızlığından söz edebiliriz. Yargı tarafsız olmalı ve sadece evrensel hukuk normlarına bağlı olmalıdır.
Ferhat Kentel: Bugünlerde ordunun içindeki cunta girişimlerine (Balyoz, Kafes vs.) dair ortaya çıkan belgeler bize ordunun aslında homojen olmadığını, içinde farklı görüşlerin, farklı çıkarların ya da en basitinden rütbe savaşlarının olduğunu gösteriyor. Yargının da bölünmüşlük görüntüsü sokakta inanılmaz bir tedirginlik yaratıyor. Biz, hâkimden hâkime, mahkemeden mahkemeye kararların değiştiğini biliyorduk ama bu yarılma ilk defa açığa çıktı.
Ordu ve yargı düzenle en çok örtüşen kurumlar. Yürütme ve yasama toplumun taleplerine göre değişebilirken, yargı, o toplumun içinde bulunduğu güç ilişkilerinden varılmış ve “değişmez” olarak kabul ettirilen yani daha güçlü sınıf ve zümrelerin en genel çıkarlarını içselleştirmiş olan bir denge noktası. “Hür teşebbüs”, “mülkiyetin kutsallığı” gibi burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir yapı bu; ordu bu “denge” halini koruyor. Böyle bir dengenin ürünü olan hukuk sistemi ve ordunun içerisindeki bu yarılmalar eski statükonun tükendiğine dair bir işaret. Kutsallık atfedilen kurgular artık konuşulabilir hale geldi. Bu toplumun içinden çıkan farklı sesler o taşlaşmış yapıyı bozma kapasitesi taşıyor.
Abdulhakim Daş (Türkiye Barış Meclisi & Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu): Türkiye’nin kuruluş anlayışı ulus devlet anlayışıdır. Bu anlayış yargı da orduda da tekçiliği beraberinde getirmiş. Yargının da, askerin de, siyasetin de ona hizmet etmesi gerekmiş. Ama siyaset yenilenip geliştirebildiği için ulus devlet anlayışına baskı yapılabiliyor. Ama bugüne kadar bu yeterli olmadı. Bugüne kadar yapılan tüm askeri müdahaleler yargıyı baskı altına almış ve anayasa yaratmıştır. Ulus devletin yani tekçiliğe gerek dini gerekse etnik temelde karşı çıkanlar terbiye edilmek istendi.
Türkiye’de yasalar devletin veya iktidarların çıkarlarına göre şekillenmekte, yoksa toplumun ihtiyaçlarına göre değil. Türkiye’de asker ve yargının etkileşiminin sağlanması ve bunların toplum üzerindeki etkilerinin kırılması için bir fotoğraf çekilmelidir. Yani Türkiye’nin kimlerden, hangi gruplardan oluştuğu tespit edilerek, onların haklarının temsil edildiği bir anayasa yapılmalıdır. Türkiye’de yargı bölgede başka şekilde, batıda başka şekilde işlemektedir. Ulus devlet ve tekçiliğin yerine çoğulculuğu ve demokrasiyi hedef alan bir anayasa, yargı ve ordu dizayn etmelidir.
Celalettin Can (78’liler Girişimi) : Darbelerin en büyük etkisi toplumda güç kültürünü geliştirmesi olmuştur. Güce tapınma, gücü sevme baş gösterdi. Devlet, kendi çıkarına denk düşen kesimleri sevdi, sevmediğini ise ötekileştirdi. Ve ötekileştirdiğini yok etmeye başladı. ’80 darbesi ile Türkiye’nin geleceği, dayanışmacı ve yurtsever kuşak tasfiye edildi. Türkiye kendi geleceğini çalmıştır. Darbecilerin en büyük vatan hainliği bu olmuştur. 1970’lerden itibaren devletten kopuş ve yurttaşlaşma hareketi başladı.
’80 öncesi yargıda kısmi bir özerklik vardı. Yüksek Hâkimler Kurulu’nun kendi sekretaryası ve müfettişleri vardı. Ben hükümetin tasarını eleştiriyorum. HSYK’nın özerkliği zaten tartışmalı iken parlamentonun bu kuruma üye seçmesi yargıyı tamamen siyasete bağlayacaktır. Yargı, yasamadan, yürütmeden ve toplumdan bağımsız olmalıdır. Emsal kararlar ve yargıçların notlandırma sistemleri tartışılmalıdır.
Aydın Engin: Fatih Belediyesi’ne ev sahipliği için teşekkür ediyoruz. TkMM’nin toplantısına TBMM’de grubu olan partilerin hiçbiri gelmedi. Gelmemelerine yurttaşların bir yanıtı olmalı.
Gürcan Onat (Adaleti Savunanlar Derneği): Bu durumu kınıyoruz.
Mehmet Ali Erdoğan (Hak ve Özgürlükler Partisi): Siyasi partiler maalesef en son konuşuyorlar. Partimizin bu konudaki görüşlerini paylaşmak istiyorum. Bir ülke ordu ve yargısız olamaz. Ancak ordu ve yargıya politika yaşamda çok önem atfediliyorsa burada bir sorun vardır. Devlet içinde bir devlet var. Bu meclis anayasa yapamaz demek, bekleyelim de bir darbe olsun anayasa yapsınlar demektir. 367 kararı yargının politik yaşama müdahalesinin en önemli kanıtıdır. Erzurum özel savcılarını görevden almak politik yaşama müdahaledir. Demokrasi için en önemli olaylardan bir tanesi bugün Ergenekon denilen derin yapılanmanın ne olduğunun çözülmesi olacaktır. Faili meçhul cinayetler, aydın katliamları vb. bunların hepsinin tek elden yönetildiğini biliyoruz.
Türkiye’deki askeri vesayetin sivil yardımcıları da vardır. Yargı ve tüm bürokrasinin tahakkümü azalıyor. Bunun AKP gibi muhafazakar bir parti sayesinde olması da gariptir. Bu tabi dünyanın demokratikleşmesinin bir etkisidir. Herkes bu demokratikleşmede üzerine düşen görevi yapmalı.
Abdullah Arar (Saadet Partisi): Anayasanın felsefesine göre herkes Türk etnisitesinden, herkes Müslüman, Sünni ve herkes seküler ve laik olarak varsayılmaktadır. Bu algı ülkede yaşayan herkesi mutsuz etmekte. Anayasa devlet ile millet arasındaki bir sözleşme değil, milletin bizzat kendisinin kendi arasında yapacağı bir sözleşme olmalıdır. Millet bunu yapabilecek yetkinliktedir. Komünizm, bölücülük veya irtica tehlike dediler. Her tehlike tanımının arkasında bir manipülasyon vardır. Örneğin Çorum olaylarına ilk etapta asker müdahale etmedi. Ta ki görevden alınıp yenisi atanıncaya kadar. Yani “ihtilalin şartlarını” olgunlaştıran anlayış!
İç düşman olmaz. İçte suçlu kişi ya da örgütler olur.
İktidara gelenler de statükocu oluyor. İktidar partisi de bugün ne seçim barajı, ne de siyasi partiler kanunu, ne de anayasanın toptan yenilenmesi ile uğraşıyor.
Türkiye’de demokrasi var mı, yok mu. Bu konuda turnusol kağıdı: Anayasa. Bugünkü anayasa ile demokratikleşme, demokratik meşruiyet mümkün değil. Tek adam partisine izin veren siyasi partiler kanunu ve oyların çöpe atıldığı bir seçim sistemi değişmeli. Ayrıca Meclis iç tüzüğü de önemlidir. HSYK ve başka vesayet kurumu olarak duranların ilga edilmesi gerekir. Anayasanın geçici 15.maddesi kaldırılmadığı sürece demokrasiden bahsedilemez. İç hizmet kanunun 35. Maddesinden herkes şikâyet eder ama bunu değiştirmezler. Partimizin görüşü şu: Anayasanın 175. maddesi değiştirilmeli. Kurucu meclis/anayasa meclisi olmalı bu meclis anayasayı oluşturmalı.
Ozan Kaya (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi): Bizim yaşadığımız İran’daki seçilmişlerle atanmışların tuhaf dengesine dayanan rejimin militer bir versiyonu. Askerler bir şeyleri halktan daha iyi bildiğini ve bunu her yolu mubah görerek yapabileceklerini söylüyorlar. Halk için iyi olanı halktan korumaya çalışıyorlar. Bu askeri vesayetin özellikle 367 kararından sonra yargı eli ile yapılmaya da tanık olmaya başladık. Bunun genetik kodları İttihat ve Terakki’ye dayanıyor. Ortaya çıkan bu belgeler gerçek mi tartışması komiktir. Gerçek olmayabilir ama bizim ordumuz bunu yapar, çünkü geçmişte defalarca yapmıştı, yeni yapılan fişler ve andıçlar da bunların bir başka kanıtı. Birileri bizim için bir şeyleri bizden daha iyi biliyorsa orada tartışma biter. Bu vesayeti halkın eline alması lazım. Bunun çözümü Çatı Partisi olarak anlattığımız şey. Ana meselesi bütün ezilenler birbirini anlaması gerektiği. Herkesin bir diğeri için uğraşıyor olması ve onunla yan yana gelebilmesi. Bunun da anayasada güvenceye alınması lazım. Siyasi partiler kanununda propaganda önündeki engeller kaldırılmalı. Demokratik bir anayasa yapılmalı ve Kürtler anayasal güvenceye kavuşmalıdır. İktidar partisinin bize karşı vesayet uygulanıyor derken, DTP’nin kapatılmasına seyirci kalması samimiyetsizliklerinin göstergesidir.
Feyza Geçmen (Liberal Demokrat Parti) : Sokaktaki insan siyasete, siyasetçiye güvenmiyor. Yargıya da güvenmiyor. Ordu konusunda da kafaları karışık. Masa tenisi seyreder gibiler.
Bize göre devlet küçülmeli. Yargı, ordu ve yasama kendi görevlerini yapsa sorun çözülür diye düşünüyoruz. Sokaktaki insanın kendi sözünü söyleyecek bir mecrası yok. % 48 oyun oy sayılmadığı bir mecliste bizi temsil edenlerin anayasayı değiştirmesinden bahsediyoruz. Bunu kim, nasıl yapacak? İktidar partisi de samimiyetsiz. Ne zaman sorun yaşasalar onunla ilgili bir düzenlemeye gidiliyor. YAŞ kararları yargı denetimine açılmak isteniyor. Ama biz Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarının yargı denetimine açılmasını istiyoruz. Seçim barajı kaldırılmalı, seçim yasası değiştirilmeli öncelikle. Ortada bir boşluk var. Bu boşluğun temelinde halkın kendini ifade edememesi var. Bu yüzden küçük Millet Meclisi’ni çok önemsiyorum.
Faik Akçay (İzleyici): TkMM’lerin amacına ulaşması için izleyicilerin çoğalması gerekli.
Abdullah Arar (Saadet Partisi): Kısmi anayasa değişikliği kavga ortamında yapılmaya çalışılıyor. Bizim yurt savunmasını yapan, iç düşman algısı olmayan, siyasete yön vermeyen bir ordumuz olmalıdır. Ama sivil ve askeri bürokratların yani oligarşinin, milleti şekle hizaya sokulması gereken insanlar olarak görmelerine izin vermemeliyiz. Üniforma taşıyan kimselerin bu girişimlerini kınıyoruz. Güvenlik mi gitsin, devlet mi yıkılsın tutumlarından da sakınılması gerektiğini düşünüyorum. Hâkimleri hâkimlere karşı korumalıyız. HSYK hâkim güvencesine halel getirmektedir. Yüksek yargı ile milletin bağı oluşturulmalı, yani demokratik meşruiyet yargıda da sağlanmalıdır. Anayasanı değiştirilmesi, ertelenebilir bir durum değildir. Bir kişiyi bile istisna bırakmayacak bir toplumsal sözleşmeyi/anayasayı yapabiliriz. Darbeler sonrası anayasalar ile AB-ABD istediği için değiştirilen anayasalar dönemi geride kalmalıdır.
Celalettin Can (78’liler Girişimi): Yargı bağımsız olmalıdır. Askeri- sivil yargı ayrımı ortadan kaldırılmalı, askeri mahallerde işlenen suçlara da sivil yargı bakmalıdır. Askeri mahkemeler ise mahkemeler kendilerini disiplin suçu ile sınırlamalıdır. YAŞ ve Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları yargı denetimine tabi tutulmalıdır. Portekiz Anayasası’nda olduğu gibi darbeyi suç olarak anayasada tanımlayabilir miyiz? Milli Güvenlik Konseyini anayasal kurum olmaktan çıkarmalıyız. ortadan kaldırılmalıdır. Gizli yönetmelikler ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi de ortadan kaldırılmalı.
Siyasi partiler ve seçim kanunu değişmelidir. Bunlar dururken yapılması söylenen tüm değişiklikler takkiye bile değil kötü bir demagojidir. Anayasanın geçici 15. Maddesi kaldırılmalıdır. Paralel devlet örgütlenmesi tasfiye edilmelidir. 28 Şubat gibi süreçlerle yüzleşilmelidir. Bu toplum da darbeye ortak olmuştur. Onu da göz önüne almamız gerekir.
Güliz Kaptan (Sosyal Demokrasi Vakfı): Delisi olmayan köye demokrasi gelmez. AKP’ye karşı olmak solculuk değil. Bu yürütmenin yaptığı doğru işler de var! Yargı reformu da, 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmek istenmesi de doğrudur ve desteklenmelidir. Toplumu ikna etmenin yolu sivillikten geçer, siyasetten geçer. Sen başaramadıysan, yapanı destekleyeceksin! Yok şeriatçıdır, yok sivil darbedir, olmaz! Toplumu ikna edeceksin.
Gürcan Onat (Adaleti Savunanlar Derneği): Gelişmiş demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanları televizyonlara çıkmaz. Ancak ülke harbe girmişse o zaman S.H.M.’ den açıklamalar yapılır. Genelkurmay Başkanı açıklama yaptığında hiçbir medya mensubu oraya gitmese, söylediklerini yayınlanmasa hiçbir problem olmaz. Halk da Genelkurmay Başkanı konuştuğunda, söylediği ne olursa olsun, eylemlerde söylendiği gibi sen konuşma, çeneni kapa, senin konuşma yerin M.S.B.lığı ve Başbakanla yaptığın planlı toplantılarındır dese bu işler düzelir.
Savcıların ve yargıçların ise ‘Ben yaptım oldu’ tarzındaki usulsüzlükleri durumunda kimse hesap sormuyor. Halk buna tepki vermeli, sen usulsüzlük yapamazsın demelidir.
Mehmet Ali Erdoğan (Hak ve Özgürlükler Partisi): Irak’taki anayasa dünyadaki en demokratik anayasalardan bir tanesidir. Oradaki Türkmenlerin kendi dilleriyle siyaset yapma imkânları var. Keldani ve Asurilerin milletvekili çıkarmaya hakkı var. Demokrasi için oraya bakmak lazım. Bir zamanlar destekliyordu ama Amerika’nın bugün darbeleri desteklemediğini de söyleyebilirim.
Oğuz Sönmez (Barış İçin Vicdani Ret Girişimi) : Anayasa yeterince tartışılmıyor. EMASYA genelgesi bir utançtır. Başbakanlık kriz merkezi direkt orduya bağlıdır. İstediği an istediği yere müdahale yapabilir. Savaş hala çok önemli bir biçimde karşımızda duruyor.
Celalettin Can (78’liler Girişimi): Mehmet Ali Bey’in Amerikancılığına katılmıyorum ve şerh koyuyorum.
Ferhat Kentel: Teorik olarak düzgün bir yargı ve ordu talebi konusunda anlaşıyoruz. Ama fiiliyatta birbirimizle tartışamıyoruz. Statükonun devamından yana olan kesimlerin tepkileri var. Sorunların bu şeffaflıkta AKP’nin hükümet olduğu dönemde ortaya çıkması seçkin zümrede rahatsızlık doğuruyor. Oysa AKP’nin niyetleri bir kenara, AKP (ya da BDP) ile birlikte atılabilecek bir adım varsa atılabilmeli. Siyaset ancak böyle yapılabilir. Çünkü bugün “senin darben” “benim darbem” meselesini aşıp, Ergenekon’u soruşturabilirsek, 12 Eylül de yargılanabilecektir.
Öneriler:
İç hizmet kanununun 35. Maddesi değiştirilmeli.
Anayasa tümden değiştirilmeli.
Tekçiliğin yerine çoğulculuğu ve demokrasiyi hedef alan bir anayasa, yargı ve ordu dizayn edilmeli.
Emsal kararlar ve yargıçların notlandırma sistemleri tartışılmalıdır.
Siyasi partiler kanunu ve seçim sistemi değişmeli.
HSYK ilga edilmeli.
Meclis iç tüzüğü değiştirilmeli.
Anayasanın 175. Maddesi değiştirilmeli.
Siyasi partiler kanununda propaganda önündeki engeller kaldırılmalı.
Demokratik bir anayasa yapılmalı ve Kürtler anayasal güvenceye kavuşmalı.
Askeri- sivil yargı ayrı ortadan kaldırılmalı, askeri mahkemeler kendilerini disiplin suçu ile sınırlamalı.
YAŞ ve Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları yargıya açılmalıdır.
MGSB ortadan kaldırılmalıdır.
Gizli yönetmelikler kaldırılmalı.
Anayasanın geçici 15. Maddesi kaldırılmalı.
28 Şubat gibi süreçlerle yüzleşilmeli.
Seçim barajı kaldırılmalı.
Milli Güvenlik Konseyini anayasal kurum olmaktan çıkarılmalı.
Ortak sonuç:
Ordu ve yargı politika yaşama müdahale etmemeli. Ordu savunma yapmalı, yargı ise hukuku tesis etmelidir. Politik yaşamımızda rolü olmamalıdır.
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
Toplantıya çağırılan sivil toplum örgütlerini bir kısmı mazeret bildirerek katılmadılar. Hak temelli kurumların çoğu da maalesef temsil edilemedi. 8 Mart etkinlikleri ve parti kongreleri kimi sivil toplum örgütlerinin katılması önünde mazeret oldu.
b. Milletvekilleri ile
Toplantıya tüm parti grupları ile görüşülerek milletvekili istendi ama katılım olmadı.
c. Katılımcılarla
d. Medya ile
Bu toplantıya katılım olmadı. Bir sonraki toplantı için gazetelerin muhabir ya da editörleriyle toplantıyı izlemeleri için konuşacağız. Gelemedikleri takdirde haber servisi de yapacağız.
Sonuçlar: Toplantıya katılım az olmasına rağmen konuşmalar konu çerçevesinde yapıldı. Süre kullanımı da oldukça yerindeydi. Bir sonraki toplantı için sivil toplum temsiliyetinin daha arttırılması ve izleyicilerin daha da çoğaltılması iyi olur.
Değerlendirenler: Melis Tantan