YER : İskenderun Çelik-İş Sendikası Toplantı Salonu
TARİH : 02.06.2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği ( Mevlüd Oruç – Yönetici)
2 / Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği İskenderun Şubesi (Emine Kurbal – Başkan)
3 / İskenderun Çevre Koruma Derneği (Doç. Dr. Berkant Ödemiş -Başkan)
4 / Mülteci İnisiyatifi Girişimi (Lümeys Dede – Girişimci)
5 / EHDAV- Ehlibeyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (Lokman Canımoğlu-Yönetici)
MESLEK ODALARI
1 / Hatay Eczacı Odası İskenderun Temsilciliği– (Barış Sönmez – Temsilci)
2 / İskenderun SMMMO – (Alaaddin Özbülbül – Başkan)
SENDİKALAR
1 / Çelik-İş ( İsmi kayıtsız)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / Hasip Yiğitoğlu – Yazar
2 / Mehmet Çardak – (Araştırmacı-Yazar)
GÖZLEMCİLER
1 / Mevlüt Bulgur– EMEP İskenderun İlçe Başkanı
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Orhan Karasayar – AK Parti Hatay Milletvekili
BELEDİYE BAŞKANLARI –
MESAJ YOLLAYANLAR
— Milletvekili Mevlüt Dudu, Milletvekili Refik Eryılmaz, İskenderun Belediye Başkanı Yusuf Civelek, TOSYÖV Hatay Destekleme Derneği Başkanı Tahsin Rende toplantıya katılamayacağını iletti.
DİĞER KATILIMCILAR
1 / A. Oktay Demirkan – İskenderun Çevre Koruma Derneği
2 / Ahmet Murat Eglen- Diş Hekimi
3 / Ali Aslan – Eczacı
4 / Ali Karadaş- İskenderun Çevre Koruma Derneği
5 / Bülent Özkan- Milli Eğitim
6 / Cemal Demir- Milli Eğitim
7 / Davut … – ÇYDD
8 / Fazilet Özdemir- İskenderun Çevre Koruma Derneği
9 / Fevzi Özmen-
10 /Gökhan Kılbey-
11 /İbrahim Muallaoğlu-Emekli
12 /İlker Demir-Öğrenci
13 /Mehmet Turan-
14 /Münevver Varol-ÇYDD
15 /Namık Kurbal- ÇYDD
16 /Yrd. Doç.Dr. Metin Reyhanoğlu- MKÜ
17 /Osman Metin-
18 /Sedat Tayfur- ÇYDD
19 /Servet Doğan-
20 /Yusuf Salman- Öğrenci
MEDYA
1 / Cumhuriyet-Ses Gazetesi – Akın Bodur
2 / Demokrat Gazetesi – Ersen korkmaz
3 / İskenderun Gazetesi – Zeki Kutlu
4 / Olay Gazetesi – Murat Boşnak
5 / Sabah – Son Söz Gazetesi – Veysel Cıncık
6 / Sabah – Son Söz Gazetesi – Murat Şimşek
7 / Söz Gazetesi – Kertin Tabaş
8 / Söz Gazetesi – Hüsamettin Tacettin
9 / Ulusal Kanal-Aydınlık– Hüseyin Güler
MODERATÖR: Şanar Yurdatapan– (TkMM Koordinatörü)
KONULAR:
Genel Konu: "Başkanlık Sistemi?"
Yerel Konu: “Dünya Çevre Gününde Hatay’da Çevre Sorunları”
KONUŞULANLAR
Genel Konu : "Başkanlık Sistemi?"
1 / Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı); Biz o ilin milletvekillerini ve o ilde bulunan sivil toplum örgütlerini buluşturup her ay biri genel ve biri yerel olmak üzere iki konuyu konuşarak demokrasinin bilinen geleneğin aksine aşağıdan yukarıya doğru yerleşmesine katkı sağlamak. Siyasi yelpazenin en solundan en sağına bütün meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, sendikalar, kanaat önderleri toplantılarımıza çağrılıyor. Toplantıları boş koltuklarla hatırlıyor olabilirsiniz. Burada amaç salonun tıka basa dolması değil 30–40 sivil toplum örgütünü bir araya getirebilirsek milletvekilleri de gelirse o aya ait genel ve yerel konuyu konuşursak o toplantıyı verimli bir toplantı olarak değerlendiriyoruz. Kimi zaman salonlar doldu ve çok güzel toplantılar yaptık kimi zaman 3 kişiyi bulamadığımız toplantılar yaptık. Biz kendi sözümüzü tutup bize söz verenlerin kendi sözlerini tutmasını bekliyoruz. Bu toplantıların fikir babası Şanar Yurdatapan aramızda. Kendisine hoş geldiniz diyorum.
2 / Hüsamettin Tacettin; Burası madem küçük Millet Meclisi ve biz vekiliz. O zaman neden milletvekilleriyle ön sırada yan yana oturamıyoruz.
3 / Şanar Yurdatapan – (Moderatör); Önce bir sunum yapılıyor. Genel bilgi vermek için sonra sözü sivil toplum alıyor. Daha sonra vekillere buyurunuz diyoruz. Sizin diyeceğiniz nedir? Tabiki büyük millet meclisi büyük çünkü kararlar orada alınıyor. Bizim küçük oluşumuz çok doğaldır. Biz sadece onları seçenleriz. Ama bir sürü küçük meclisleriz. Büyük olan karar yetkisini taşıyan yani. Bizim karar iddiamızda yok. Yan yana pekala buraya da geçebilirdiniz. Ama dediğim yapıyı yapabilmek birde bakıldığı vakit görebilmek için böyle daha iyi aynen şuna benziyor. Mahkemelerde bir tarafta savcı vardır. Bir tarafta savunma bir tarafta iddia makamı yukarıda kararın yanında oturuyor. Biri burada biri buradadır. Çünkü karşılıklı konuşacaklar. Bundan dolayı milletvekillerini yan yana oturttuk. Yoksa tabiki milletvekillerinin önde, halkın arkada olması değil. Yan tarafa oturdu STK’lar gördüğünüz gibi.
4 / Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı); Tabi bu işin üç buçuk yıldır Antakya da yürüyen tarafı ile bağlantılı olarak bu işi bilenler zaten böyle olduğunu biliyor. Aslında bu işin şöyle bir esprisi de var. Milletvekilleri gelmediği zaman kimin gelmediğini basında görsün kamuoyu’ da görsün boş kalsın. Diyoruz ki milletvekili gelene sandalyesini doldurana kadar başkası doldurmayacak. Bu işin birde böyle ironik bir tarafı da var. Yoksa size olan bir saygısızlıktan değil, bu iş üç buçuk yıldır böyle sürüyor.
5 / Şanar Yurdatapan – (Moderatör); Kaldı ki milletvekillerinden başka kimseyi oturtmayışımızın başka bir anlamı da var. Çünkü onlar vaat ederek oy istediler. Ve aldılar. Dolayısıyla onun yerine bir başkası oturamaz. Kurum temsilcileri için iş daha kolay. Kurumdan biri gelir yeterli ama milletvekili için iş daha güç.
6 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); Başkanlık sistemi için baştan hayır veya evet ile tartışmaya başlamak yanlıştır. Tartışmayı kişiler üzerinden yapmak ta yanlıştır, yanlış sonuçlara götürebilir. Dünyanın büyük bir bölümün de, çok değişik ülkelerde başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi ülkemiz için de tartışılabilinir. Şimdi ülkemizde uygulanan sistem hatasız, kusursuz, kutsal bir sistem değil ki başkasını tartışmayalım. Yeni anayasa oluşturulurken bence her şeyi tartışabilmeliyiz. Bizim putlarımız, değişmezlerimiz olmamalıdır. Yapılması düşünülen her türlü değişiklik ülkemizde demokrasinin yerleşmesine, derinleşmesine, gelişmesine kapsayıcılığına katkı veriyorsa desteklenir. Bütün değişikliklerin turnusol kâğıdı, ölçüsü demokrasi ve insan haklarıdır. Ülkemizin içinde boğulduğu sorunlara çözüm olabilecek her türlü öneriye açık olmakta fayda var. Ülkemizin ihtiyaçları başkanlık sistemi ile karşılanabilinir mi? Karşılayabilmesi için başkanlık sisteminin altını, üstünü, içini nasıl doldurmalıyız? Ülkemizin sorunları getirilmek istenen başkanlık veya yarı başkanlık ile çözüm yoluna girecekse niye olmasın. Biz ne istiyoruz? Nasıl bir başkanlık sistemine evet? Nasıl bir başkanlık sistemine hayır? Bu gün ülkemiz de bütün yetkilerin Ankara’da toplanması yanlıştır ve gereksizdir. Vatandaşa güvensizliği ifade eder ve aynı zamanda bu çağda artık gericiliktir. Yaşadığımız birçok yanlış uygulamanın ve sorunların en önemli sebeplerindendir. Bundan dolayı yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezde toplanmış yetkilerin önemli bir kısmının yerellere devredilmesi gerekiyor. Ademi –merkeziyetçiliğe terfi etmemiz gerekiyor artık. Avrupa yerel yönetimler özerklik şartına ülkemizin koymuş olduğu şerhi kaldırmamız gerekiyor. Bizler eskiden beri yerel yönetim programı hazırlamak istediğimiz de programımızda valilerin halk tarafından seçilmesi gerektiği idealini ifade ederdik. Bu gün ülkemizde valilerin merkez (Ankara) tarafından atanması anti demokratiktir ve yanlıştır. İl valilerini halkın seçmesi gerekiyor. Ülkemizin mesela ABD de ve diğer birçok ülkede olduğu gibi bölgelere veya eyaletlere bölünmesinde bence fayda var. Her bölgenin (Eyaletin) bir dereceye kadar kendi kendini yönetme hakkı olmalıdır. Merkezi yönetimimiz, yani başkentimiz Ankara Savunma, dış işleri, yüksek yargı, para basma, vb genel işler dışındaki bütün yetkilerini bölgelerde halkın seçtiği yerel yetkililere devretmelidir. Yerellerin halkın seçtiği valileri (başkanları) yani yürütmeleri ve halkın seçtiği meclisleri yani yasamaları olmalıdır. Başkanlık sistemi yürütme ve yasamanın birbirinden tamamen ayrı bulunmasına ve birbirlerini dengelemelerine dayanıyor. Demokrasi ve denge yeterince güçlü değilse kolayca otoriter rejime dönüşebilir. Ülkemizde seçim ve partiler kanununda yapılması gerekenler var. Halkın iradesinin yerel meclislere ve genel meclise tam yansıyabilmesi için seçim barajının kaldırılması gerekiyor. Baraj sıfır olmalıdır. Partilerde bütün mevkiler, makamlar ve adaylıklar için ön seçim kanuni zorunluluk olmalıdır. Bütün bunların yeni hazırlanan Anayasada yansımasını bulması gerektiğine inanıyorum. Bütün bunların faydası ne? Eğitimde, hangi okulda hangi anadilde veya dillerde eğitimin verileceğini seçilmiş yerel valiler ve seçilmiş yerel meclisler kara verecek. Sağlık, eğitim, alt yapı ve üst yapı yatırımları, sanayi, ticaret, turizm, yer altı ve yer üstü kaynakları, vb konularda karar ve yetki halkın seçtiği yerel yetkililerde olmalıdır. Vergi toplama ve bu vergilerin nerde, nasıl harcanacağı yetkisi de yine halkın seçtiği yerel ve bölge yetkililerde olmalıdır. İllerin ve bölgelerin kendi inisiyatiflerinde güvenlik güçleri de olmalıdır. Sayın başbakanımızın bizlere örnek gösterdiği ABD de yerellerin sahip olduğu bütün hakları istiyoruz. Eğer başkanlık sisteminin içini bu şekilde doldurabilirsek, ülkemizin şu anda boğuştuğu birçok önemli sorunu da çözüm yoluna koymuş olacağız. Halkın seçtiği yerel yetkililer kendi bölgelerinde kaynakları, çevreyi, insanı, doğayı hem en iyi şekilde koruyabilir ve hem de ekonomik olarak ta en iyi faydayı sağlamayı da bilir. Bu konuda halka güven duymak gerekiyor. Ülkemizin sahip olduğu zenginlikler üzerinde tasarruf yetkisini elinden çıkarmak istemeyen tabaka yüzünden ülkemiz çok acı ve tahribat yaşamıştır. Anadolu kaplanları, Sermayesi, burjuvaları, zenginleri, işadamları, okumuşu, aydını, açılmışı v.s. artık hiçbir konuda vesayet istemiyor. Artık yeterli maddi ve manevi birikime ulaşmış olarak yeryüzündeki yerini istiyor. Aynı zamanda Kürtler, Araplar, Türkler, Çerkezler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Aleviler de Türkiyelilik çerçevesinde, Türkiyelilik bütünlüğü içinde kendi özgün sorunlarını çözme yoluna girmiş olurlar. Mesela ben Arap Alevi (Nusayri ) olarak Samandağ ilçemizde kendi mahallemde kendi ibadethanemi (cem evi veya Ehlibeyt mescidi vb ) istiyorum. Bunun muhatabı tamamen seçilen yerel merciler olmalıdır. Kendi bütçesi ve yetkileri olmalıdır. İnancımdan kaynaklanan en önemli kutsal bayramımda ( Ğadir – Hum )kendi yerelimde kendi yerel yöneticilerim bana tatil hakkını sağlayabilmelidir. Mesela kendi çocuğumun anadilde eğitim hakkını seçtiğim vali ile ve seçtiğim meclis ile daha kolay çözüm olanağına sahip olacağıma inanıyorum. Bu şekilde bir başkanlığa evet. Niye olmasın?
7 / Orhan Karasayar – (Hatay Milletvekili); Ben programının bırakıp sırf burada olmak için geldim. Ancak ayrılmam gerekiyor. Hem parti okulu var, hem de Genel Başkan Yardımcımız İskenderun’da onu uğurlamam gerekiyor. Bu sebeple gitmeden önce katılımcıların eğer bir sorusu varsa onları yanıtlayayım veya gündemle ilgili bir konuşma yapayım.
8 / Doç. Dr. Berkant Ödemiş – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Halkın Öncelikle biz buraya gelirken çok mutlu olduk Hatay milletvekilinin bu toplantıda yer aldığını duyduğumuz anda sevindik. Eğer ki şuan vekilimiz giderse gidebilir de bizim bölgede ki çevre sorunlarını anlatamamak gibi sorunumuz olacak. Sayın vekilimizi derneğimize bekliyoruz bu konuyu konuşmamız gerek çünkü Hatay bu anlamda elden gidiyor. Ben kendisini özellikle bu konu hakkında konuşmak için derneğe çağırıyorum.
9 / Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı); Milletvekilimiz Orhan Bey, programlarını bırakıp toplantıya katılmak üzere geldi. İskenderun’da olan Genel Başkan Yardımcısını uğurlayacak olmasından dolayı ayrılması gerektiğini söylüyor. Orhan Bey toplantının formatını çok iyi biliyor daha önceki toplantılarımıza da katıldı. Milletvekillerimiz ancak buradaki herkes söz alıp bitirdikten sonra buradaki tüm konuşmaları değerlendirecek şekilde en sonda oluyor. Bu sebeple buradaki katılımcıların konuşmaları dinlenmeden her hangi bir değerlendirme yapma ve katılımcıları dinlemeden gündemle ilgili konuşma şansı olmayacak. Ayrılma konusunda ki takdiri size bırakıyoruz. Ama sonra tekrar gelme şansınız varsa bekleriz.
10 / Akın Bodur – (Cumhuriyet –SES Gazetesi); Başkanın sistemiyle girmek istiyorum. Başkanlık sisteminin dünyaya yayıldığı ülkelere bakıldığında eğitim seviyesinin yüksek olduğu ve küresel birlikteliğin fazla olduğunu görebiliyoruz. Türkiye ye baktığımız zaman ise eğitim seviyesinin yeterince olgunlaşmadığı yeterli düzeye henüz ulaşamadığı ve küresel birikim yeteri kadar kullanamadığını düşünüyorum. Ayrıca Türkiye’nin bulunduğu coğrafya ve stratejik konuma baktığımızda Kafkaslar’da gelişen olaylar ya da Ortadoğu’da yeniden şekillenme politikasını başkanlık sistemiyle bunu bağdaştırdığımızda başkanlık sisteminin aslında Türkiye’nin eyaletlere bölünmesinin bir adımı ya da üst adımı olabilir ya da uygulanabilir. Başkanlık sisteminin devreye girmesiyle belki güçlü bir sistem olabilir ama küçük bir devlette yaratılabilir.
11 / Mevlüt Bulgur – (EMEP İlçe Başkanı); Başkanlık sistemini değerlendirdiğimiz zaman Türkiye baktığımızda demokratik anayasa ve gerçekten ve halkın taleplerini karşılayacak yasalar olmadığını görüyoruz. Örneğin seçim yasası yani seçim yasasında %10 barajı olmasa da zaten halkın kendi talepleri ve adayları oraya gidiyor seçilmesine karar veriyor. Şimdi başkanlık sistemini değerlendirdiğimizde böyle bir yapı içinde. Yani başkanlık sistemi geldiğinde Türkiye’de ki şu anda parlamenter demokratik yapının işlemediğini görüyoruz. Yani parlamentodan çıkan yasaları gördüğümüzde 4+4+4 veya grev hakkının hava iş sendikasından alınması gibi yasaların demokratik olmayan ülkelerde bile böyle yasalar yok. başkanlık sisteminin oluşmasında tamamen diktatör bir yapının altı doldurulacaktır. Yani şu anda başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi halinde, sistemin halkın taleplerini yansıtması, demokratik mevzileri yerleştirilmesi gerekir. Parlamentonun yerine getiremediği bir çok şeyi başkanlık sisteminde başkan kendi iradesiyle yerine getirecektir. Başbakanın da bugün savunduğu şey de budur. Başkanlık sistemi de budur. Demokrasinin tabana yayılması değil tabanda uygulanarak hayata geçirilmesi değil tamamen kendi düşüncesinde olan gerici bir yapıyı daha da kökleştirmek için böyle bir amacı vardır. Bunun için başkanlık sistemini tartışmaya açmıştır. Yani o anlamda başkanlık sistemi Türkiye’de yaşayan haklar için, emekçiler için işçi sınıfı için tamamen haklarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir sistemdir. Bunun alternatifi demokratik anayasanın oluşturulmasıdır. Demokratik anayasanın oluşmasında herkesin talepleri göz önüne alınmalıdır İşçinin, emeklinin, memurun, çalışanın, hakların, özgür düşünce isteyen insanların ve farklı etnik yapıların dini inançların taleplerin orda yer almasından geçer. Ancak o zaman Türkiye demokratik bir ülkeye sahip olabilir.
12 / Şanar Yurdatapan – (Moderatör); Amerika Birleşik Devletlerinde tek bir başkanlık sistemi olduğu halde orada görüyoruz ve duyuyoruz başkan senatodan istediği parayı almak için senatodan yasanın geçmesi lazım. Kendisi yasa yapamıyor onlar yapıyor. Hâlbuki dışardan bakıldığında tek lider gözüküyor. Bizde yasama ile yürütme arasında ayrılık var güya ama tek parti iktidar olduğunda o parti ne diyorsa o yapılıyor diğerlerinin sesi çıkamıyor. Çıksa bile çoğunluk oyla sorunu çözmeye çalışıyor.
13 / Barış Sönmez – (Eczacı Odası); Öncelikle bu konunun böyle tartışılmış olmasını Türkiye adına olumlu bulmaktayım. Çünkü başkanlık sistemini tartışıyoruz ama hangi başkanlık sistemini tartışıyoruz. Bunun daha somut ortaya konması lazım. Bunun tartışılmasını şu anlamda da çok olumlu buluyorum. Böyle bir bilinç oluşturulması insanların bu nedir ne değildir diye bir araştırma içine girmesi durumu olmuş. Böyle bir bilinç oluşmuş. Bunun tartışılmasını çok önemli buluyorum. Ama şöyle bir sıkıntı var. Şahsi düşüncem bunun adı başkanlık olmuş ya da parlamenter olmuş ben çok bir fark görmüyorum. Başbakan ne diyor kürtaj çok tehlikeli bir şey, hemen onun ile ilgili yasa çıkıyor, yargı kararı da çıkıyor yani. Başkanlık olmuş ya da parlamenter olmuş bu sistem % 51-52 oy aldı geri kalan 48’lik kesim için de kendisinde hak görüyor. Böyle otoriter bir düşünce var. Bu sebeple benim için çok fark etmiyor açıkçası. Sadece okuduğum kadarıyla şöyle bir şeye dikkat edilmesi gerekiyor. İşte yasama ve yürütme arasındaki dengeyi birisi yürütecek doğru. Ben bunu istiyorum bu kadar oy aldım diyecek. Bu kadar kişi bana güvendi ve bana oy verdi diyecek değiştirmek isteyecek ama değiştirmek istediği şeyler bu ülkenin yasalarına uygun mu değil mi? Mesela ben bakıyorum Amerika’da ki diğer güce ya da Türkiye deki adalet sistemine bakıyorum. Maalesef ben kendi adalet sistemime güvenemiyorum. Başkanlık sisteminde bunun tehlikeli olacağını ve yasamanın bunun altında kalıp hani o dengeyi çok koruyamayacağını düşündüğüm için başkanlık sistemi bana sert geliyor. Arkadaşım az önce çok güzel bir örnek verdi mesela seçim barajı düşürülmeli diyor. Fakat başkanlık sistemi uygulanan ülkelerde iki tane fark var. Son bilmem kaç yıldır o ülkelerdeki siyasi parti ortalaması 1, 2 değil. Yani siz istediğiniz kadar yararcı düşünün başkanlık sistemini koyduğunuz anda 2 parti ile bu ülkeyi idare edersiniz. Bu ülkede kendini ifade edecek şeyin bulunması daha zor olacak diye düşünüyorum başkanlık sistemi geldiğinde. Ama buna rağmen ben mesela örnek olarak Amerika’yı, tamam Amerika da bu sistem uygulanıyor ama bunu sorgulamak lazım ben ülkemden ne isterim İstiklal isterim. Ya da bir şeyin değişmesi için bir sebep olması lazım şimdi 2002’den 2012’ye kadar işte ihracatımız bu kadar arttı, 2009’da en iyi ekonomi olacağız, şimdi her şey güzel gidiyor. Nasıl gidiyor bu sistemle gidiyor. Şimdi böyle bir sistem varsa ekonomide bu şekilde neden değiştiriyorsunuz. Buda aklımda soru işareti bazı şeyler kafamda çelişiyor aynı zamanda bunları dile getirmek istedim. Kaldı ki şöyle bir şeyde var tam olarak bu sistem nasıl bir sistem. Ben önce onu ortaya koyup çok iyi tartışmak lazım. Evet, Amerika örneğinde Amerika ekonomisi bizden iyidir. Bizim şu önerimiz daha iyidir eksik gelebilir fazla gelebilir. Sonuçta ben bakıyorum bizim eczacılık sisteminde başkanlık sistemi uygulanıyor, oy kullanıyor bir başkan seçiliyor muhalefet partisi lideri diye bir şey kalmıyor. Bir başkan var bir başkan 2 sene boyunca oradaki her şeyi idare ediyor. Ya da atıyorum siyasi partilerin başkanlık sistemini yaşıyoruz. Bir delegasyon mecliste bir delegasyonla ilgili başkanlık belirleniyor. Bunları farklı alanlarda yaşıyoruz. Amerika da bu sistem oluyor, olmuyor. Bunlar somut olarak Türkiye de bu olsa iyi olur şu olsa kötü olur buda önemlidir. Bunları daha doğru tartışabiliriz.
14 / Hasip Yiğitoğlu – (Yazar); Başkanlık tartışmasına ben çok detaylı girmek istemiyorum. Arkadaşlarımız bu konuyu anlatmaya çalıştırlar. Yürütme, yargı, yasama bunlar bir kombinasyon üzerinden hiç ayrılmadılar hiç ayrılmayacaklar. Sistem böyle işliyor. Cumhuriyet tarihinin kurulduğundan beri bu sistem böyle işliyordu. Bu günde devam ediyor. Belki oyuncular değişiyor zamanla zihni refleksler değişiyor. Zaman zaman ırkçılık geliyor zaman zaman arkasından başka değerler, inançlar geliyor ve bu ama bu süreç harfiyen sistemin ön görülerini beklentilerini uyguluyor. Kim gelirse gelsin bu ülküde bir sistem var ve bu ülkede 100 yıldır işliyor. Yani bu seçim yasalarıyla, bu parti yaralarıyla bütün bu toplumsal algı değer yargılarla bu ülkede hangi sistemi getirirseniz getirin kim gelirse gelsin adını ne koyarsanız koyun demokrasi üretemezsiniz. demokrasiyi işletemezsiniz. Bir defa her şeyden önce bu ülkede siyasi bir irade gerekiyor demokrasiyi yakalayabilmemiz için biz insanlar bunu anlayalım. Maalesef anlamak istemiyoruz biz bunu. hala kendi kendimize empatiler yapıyoruz kendimizi yok falan yeri yok filan yeri şu sistem gelir biz 30 yıldır bu sistem var benim yaşım 60. 40 yılın içinde ömrünü siyasete adamış en az kıyısında köşesinde yaşamış bir insanım. Gençliğimden beri ama aynı empatiler var toplumda değişen hiçbir şey yok. Bu toplum öncelikle kendini sorgulaması gerek. Birinci koşul sorgulaması gerekiyor. Tartışılıyor ya Amerika’daki başkanlık çok özverili bir başkanlık, bana kalırsa hiçte öyle değil. Yasaların Amerika’da demokratik olarak seçildiğini söyleyebilecek var mı aramızda. Yasaların demokratik formlarla seçilmediği bir parlamento. Yürütmeyi nasıl denetleyebiliriz. Çünkü yasamada aynı zihniyettedir. Amerika’nın çıkarları gündeme geldiği zaman yasada hukukta yürütmede hepsi maşallah çelik gibi bir yumruk oluveriyorlar. Böyle birşey yok artık bu bir zihin meselesi bu bir sistem meselesidir artık bunu algılamamız gerekiyor. Eğer sistemin demokratik ayarlarını kuramazsak sistemin demokratik bir iskeleti yoksa omurgasız demokrasi değilse demokrasiyi üzerine oturtamıyorsanız bütün beklentilerimiz bana göre yıllardır ben bekliyorum hiçbir şey çıkmadı. Bir kişiyi daha söylemek istiyorum belki biraz kötü bir empati yaptım. Beni bağışlayın. Düşünebiliyor musunuz kendi bedeninden sorumluluğu olmayan bir zihniyet var bu ülkede. Uludere’de öldürülen insanların kaçakçıdır deyip onların haklarını alma gibi bir algı var bu ülkede. Bu ülkede daha kötü bir algı var. Yani çok çok kötü bir algı var. Kendi çocuklarımızın geleceğinş hiçbir beklentimiz kalmadı artık. Tehlikeli bir süreç. Komşularımız yakın çevremiz. İç işlerine müdahale ediyoruz. Savaş tanıklığı yapıyoruz. Yani burada başkanlık sistemini tartışmadan önce bu Türkiye’nin düştüğü siyasi lağımdan nasıl kurtulabilir bunun siyasi tartışmalarını yapmalıyız
15 / Ali Karataş – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Öneri getiren kesimlerin öneri getirirken şu ana kadar yapmış olduğu icraatları göz önünde bulundurarak samimi olmadığını düşünüyorum. Ben üniversiteden mezun olan bir insanım. Şimdi üniversite yıllarında en çok karşı çıkılan YÖK’tü. Çünkü belli bir evrim geçirdikten sonra, yani ele geçirildikten sonra YÖK le ilgili herhangi bir şey duymaz olduk. İkincisi 12 Eylül döneminde bile olmadığı kadar soruşturma açıldı. Daha dün burada ki üniversitede 7 öğrenci hakkında soruşturma açılıp okuldan uzaklaştırıldılar. Neden akıllı karta çıkıyorlar diye. Yani bir genç kendi hayatıyla ilgili bir basın açıklaması yapamayacak mı? Hele de bilimin üretildiği bir kurum. İkincisi grev örneği, şimdi il başkanlığı döneminde grev örneğini dinliyoruz ama başbakanlık döneminde bir günde grev yasağı çıkarttırıyoruz. Üçüncü nokta ise arkadaşlarıma katılıyorum, Eğer bizde demokrasiden bahsediyorsak %10 barajında ve diğer konularda yani anayasada anti demokratikliklerden tartışma olmuyorsa hiç sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü %10 barajının sonuçlarını hepimiz yaşıyoruz. Son bir cümle söylemek istiyorum aslında dönem dönem açıklanan konuların Churchill’in, İngiltere Dışişleri Bakanının 2. Dünya savaşı sırasında izlediği diplomasiye benzetiyorum. O zaman şöyle bir ünlü sözü var karşıdakilerine diyor ki biz sizinle istediğiniz kadar müzakere ederiz yeter ki benim dediğime gelin. Aslında burada yapılan müzakereler ve açılımlar Churchil’in açılımlarına benziyor.
16 / Ahmet Murat Eglen –
17 / Hüsamettin Tacettin – (Söz Gazetesi) TKMM’ den benim haberim yoktu. Oktay Bey’in mesajıyla bilgim oldu. Eğer bu bir eksiklikse burada durulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şurada gördüğüm katılımcılar çok az göründü. Yani İskenderun’a bakıldığında kendi aynasından az. Gönül ister ki burası dolsun taşsın ve halk dediğimiz kesimden büyük katılımlar olsun. Ben ilk sefer katılmış biri olarak memnunum. Burada ki amacı tam olarak biliyorum ama ne derece yakınlaşıldığı, ulaşılabilirliği ve yakınlığını dikkate almalıyız diye düşünüyorum. İkincisi buradaki arkadaşlardan bahsediyorum mümkünse biz basın olarak gerekli duyuruların yapılarak halkın katılımın sağlanması hususunda onlara naçizane öneride bulunmak istiyorum. Herhalde bu toplantılar devam edecektir. Sizin de bu işin öncülüğünü yapmış olduğunu düşünüp sizi kutlamak isterim. Eskiden belediyelerimiz kent meclisi diye bir şey düzenliyordu. Onlarda kalktı şimdi halkımız kimseyle konuşamaz oldu, şuan buraya bir milletvekilimiz gelmiş acaba diğer milletvekillerimiz nerde? Özellikle muhalefet milletvekillerimiz çağrıldı mı? Çağrılmışlardır. Gelmemenin nedeni nedir? Gelmeseler dahi parti başkanlarının yetkilerinin ya da diğer sivil toplum örgütlerinin temsilcileri nerde merak ediyorum. Yani burada İskenderun ağırlıklı bir konuşma yapılıyor mesela Hatay büyükşehir belediyesi deniliyor malum Hatay ilimizin adı. Bence Antakya Büyükşehir Belediyesi denmesi daha makul ama Hatay derken ne kast ediliyor. Diğer ilçeler ne şekilde belirtiliyor Antakya’nın pozisyonu ne olacak? Ve diğer ilçelerin pozisyonu ne olacak bunlar açıklanmış değil. Milletvekilime sormak isterim. Acaba milletvekilimizin İskenderun’un Antakya’dan daha üstün özellikler taşıdığını dikkate alarak bunu özümseyip kabul edebiliyor mu? Kaygı ya da merak uyandırıyor mu? Ama bu soruları milletvekilimize sormak fırsat olmadı umarım tekrar döner. Yalnız bunları daha önce açıklaması gerekirdi. Burada değil şimdi sık sık yazıyoruz ne olacak burada İskenderun’un pozisyonu diye. Kimseden ses yok açıkçası eğer burada çevre sorunları görüşülecekse. Ben başkanlık sistemini hayal diye görüyorum. Çünkü başkanlık sistemini konuşmadan önce demokrasiyi konuşmamız gerek. Demokrasi var mıdır yok mudur? Demokrasi varsa başkanlık sistemi oluşturulur. Ben Türkiye de demokrasinin şekilci olduğunu düşünüyorum. Çünkü milli irade deniliyor milli iradenin m sini bulamıyorsunuz. İrade bakıyorsunuz tek adamın elinde toplanmış. Milli iradeyi tek adam idare ediyor. Üç kuvvetlerden bahsediyoruz ama üç kuvvet bir adamın elinde toplanmış bu şekilde yönetiliyoruz. İster buna başkanlık densin ister demokrasi densin isterseniz de kuvvetler ayrılığı densin gerçek olan Türkiye’nin tek adam tarafından idare edildiğidir.
18 / Lümeys Dede – (Mülteci İnsiyatifi); Başkanlık sistemi bilinerek ortaya atılan bir konu ama tüm bu konuları atarken sabah bir konu akşam bir başka konu. Yani biz artık gündemi takip edemiyoruz. Başkanlık sistemi beni ürkütüyor. Ben bir öğretmenim, okuyorum, sürekli araştırıyorum. Ama beni ürkütüyor. Bir yandan uçakta havaalanından giderken 4+4+4’ü attı ortaya bunu attıktan sonra yer yerinden oynadı. Şimdi insanlar soruyor hangi okul kapatılacak, hangi okul imam hatip’e dönüştürülecek, hangi okula imam gelecek bir öğretmen olarak buna anlam veremezken bir anda kürtaj meselesi çıktı. Benim bedenim üzerinden siyaset yapamaz. Kadınların bedeni üzerinden siyaset yapan bir düşünceden ben bir şey ummuyorum ve onun endişesini yaşıyorum. Yani arkadaşımızın az önce bahsettiği gibi demokrasinin köklerinin yerleşmediği bir ülkede başkanlık sisteminin Fransa’daki gibi mi, İngiltere’deki gibi mi? diye tartışacağımız bir konumda değiliz. Daha benim bedenim üzerinden siyaset yapan bir iktidarın bu gün isterdim ki kürtaj konusunda bir bayan bakan o çıksın, anlatsın. Kadınlar yerlerde sürüldü, insanlar sırf benim bedenimin üzerinden siyaset yapma dediği için. polisin yaptığını hepiniz medyada izlediniz. Böyle bir ortamda yüzde 10 barajının var olduğu bir ortamda. Yüzde 10 barajının tüm nimetlerinden yararlandığı bir iktidardan diğer ülkelerdeki sistemlerin aksine Türk malı bir şey çıkacak ortaya. Oda bütün demokrasi yetkilerini alacak sen mi konuşuyorsun sus bakalım! 600 öğrencinin içerde olduğu sırf küçük nedenlerden dolayı içerde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Millet vekillerinin içerde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Hala Kürt diye insanımızın öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Özür dilemenin sanki küçüklük olduğunu düşünen bir ülkede yaşıyoruz. Başkanlık sisteminin bütün yetkilerini birilerine verdiğimiz zaman Türkiye bence birey olarak endişe içerisinde bitmiş demektir. Bunun için çok kültürlü bir toplumda okuma yazma oranın çok yüksek olduğu bir toplumda kadının kadına bakış açısının çok değişik olduğu bir toplumda bir başkanlık sistemi söz konusu olsaydı belki arkadaşların anlattığı gibi işte yerel bölgelerin altını doldurmak ve benzeri bir sorunla onları daha iyi tartışabilirdik. Ama daha 4+4 ile kız çocuklarımızın yolunu kesen bir iktidarın başkanlık sistemi bizden onayını istiyor. Bunu ben kabul edemiyorum. Bir anne bir vatandaş olarak endişe içerisindeyim.
19 / Lokman Canımoğlu – (EHDAV); Ben bu başkanlık sistemini farklı bir bakış açısı ile tartışmak istiyorum. Türkiye gündeminin iştaha geldiği sayın Özal zamanının son dönemlerinde sanki sayın Özal’a yeni bir yer açmak Cumhurbaşkanlığı döneminin sonunda yeniden yeni bir yer açmak için bu tartışma açılmış. Demirel zamanında da aynı şey tartışıldı. Bugün bunu AKP’nin gündeminde de yaptığına inanıyorum. Amerika başkanlık sistemi tartışılıyor. Amerika’nın nerden geldiğine bakmak lazım. Amerika’da bu nasıl gelişmiş. Onlara bu başkanlık sistemi nasıl yaramış. Nasıl bir sistem kurmuşlar ve bütün dünyayı egemenlikleri altına almışlar. Bu gelişe bakmak lazım. Basından bildiğimiz kadarıyla dünyada en başarılı başkanlık sistemi Amerika’da var. Başka bir örnekte yok. Yarı başkanlık sistemi olarak da Fransa gösteriliyor. Ülkemize gelince üretimle kendimizi gösterdik. Ben mobilya modelistiyim, model çıkartıyorum aynı zamanda. Kendim şöyle düşünüyorum. Ben hiç kullanılmayan yeni bir model yaptığım zaman benim 30 yıllık atölyem bir ayda yüz takım üretecekse, 5 takım üretir. Türkiye Cumhuriyetini kuranlar Osmanlının aksayan taraflarını aşmak için, çok sesli ortamlar yaratmak istediler aslında. Bir ulusalcılığı bölünme, parçalanma korkusuyla ortaya attılar. Son zamanlarda ulusalcılık genel azınlıklara zarar verdi. Türkiye’de düzeni ona göre oluşturdular. İşte Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık ve bakanlık oluşturdular. Başkanlık sistemi bana şöyle geliyor. Yeni bir sisteme girdiğiniz zaman Türkiye Cumhuriyetinin topallayacağını, büyük sıkıntılar yaşayacağını, bu coğrafyada azınlıklara dayalı yeni bölünmeler oluşturacağını düşünüyorum ve bundan ben çekiniyorum. Ben Arabistan yarımadasında 4 senemi geçirdim Türkiye’ye geldiğim zaman ben çok şükür ki böyle bir ortama geldim diye sevindim. yani o açıdan orada yaşananları gördüğüm zaman 4 sene o sıkıntıları yaşadığım zaman dedim ki Türkiye ne kadar güzel bir yer. Allah rahmet eğlesin bu ülkeyi kuranlara bu sistemi kuranlara bizi nerelerden çekip nerelere getirmişler. Tabii ki tartışalım. daha güzel nasıl olur hep beraber oturup konuşalım. Arkadaşların bütün kaygılarına az önceki bayanın sözlerine bende aynen katılıyorum. Türkiye’de bugün demokrasi katlediliyor. Eğer siyasilerimiz samimilerse var olan sistem üzerinde iyileştirmeler yapsınlar. Niye seçim sistemini değiştirmiyorlar, niye seçim kanunu değiştirmiyorlar neden oranlara el atmıyorlar. Çok daha kolay bizi refaha kavuşturacak çözecek şeyler bulabiliriz.
20 / Hüseyin Güler – (Ulusal Kanal-Aydınlık Gazetesi) Şimdi sizin gösteriminizi esas alarak başlamak istiyorum. Esas mesele ne zaman Ortadoğu ya da Irak müdahalesinde Turgut Özal başkanlık sistemini dile getirmişti niye getirmişti gerçekten meclisten ya da yargıdan bunları kaçırması gerekiyordu. Tayyip Erdoğan’da Suriye’ye müdahale için başkanlık sistemini gündeme getiriyor. Esas olarak emperyalizmin Ortadoğu’da başarısı için, kendisi ben büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım demişti, bu eş başkanlığının gereğini yapmaya çalışıyor. Gereği nerden geçebilir. Gerçekten Türkiye’de yargı, yasama gibi tüm yetkilerin ortadan kaldırılması gerekir. Şimdi Amerika’dan bir örnek verdiniz ya da diğer arkadaşlarımız Avrupa’dan örnek verdiler. Ben Amerika’da başkanlık sisteminin pek demokratik olarak yürüdüğünü düşünmüyorum. Niye düşünmüyorum. şimdiye kadar Amerika Irak’a müdahale etti. 1.5 milyon insanı katletti ırzına girdi aşağıladı bunları gördük. Amerika’da Obama hakkında ya da daha önceki başkan hakkında herhangi bir dava açılmış mı ya da Amerikan halkı ayağa mı kalkmış ya da Amerikan parlamentosu buna mı müdahale etmiş. Şimdi hem Amerika açısından düşünmek gerekir. Doğru Amerika bunu niye uyguluyor mazlum ülkeleri sömürmek adına kullanıyor. Irakta Suriye’de Afganistan da İran’nı parçalamaya çalışıyor. Türkiye’yi parçalamaya çalışıyor. Şimdi Akdeniz Kültür Derneğindeki arkadaş ta söyledi ama Türkiye açısından söyledi yani hakikatten başkanlık sistemi Türkiye’yi parçalamaya doğru götüren bir sistemdir. Bu sisteme giderken önündeki engellerinde açılması gerekir. Mesela cumhuriyet devrimi yasalarının tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor. İkincisi hakikaten parlamentoda konuşulmaması gerekiyor. Geçen İskenderun’a Kılıçdaroğlu da geldi terör konusunda bu tür tartışmalara girilmemesi gerektiğini de söyledi. Yani ben kısaca şunu söylemek istiyorum Türkiye de başkanlık sistemi 1-Suriyeye müdahale, 2-Irak müdahale, 3-Afganistana müdahale yani Amerika’nın Ortadoğu projelerinin uygulaması için önündeki bütün engellerin kaldırılması projesidir. Türkiye’nin parçalanması için buradaki yasa şunlar bunlar hakikaten kaldırılması gerekiyor diye düşünüyorum. Amerika’daki bir savaşta iki tane parlamenter bu atom bombasına karşı çıkmıştır. Gitti bilmem hangi adada 24 ay hapis tutturan o önergeyi verdirmediler. Onun için ABD ve batı ülkelerindeki başkanlık sistemi bana göre son derece tehlikeli ve yanlıştır diye düşünüyorum.
21 / Münevver Varol – ÇYDD Arkadaşlar birçok şeyi dile getirdi. Başkanlık sistemi sorun mudur? Çözüm müdür? Bu gün haberim oldu sizin böyle bir olgudan ve varlıktan bir saat önce haberim oldu. Tabii ki başkanlık sisteminin sorun mudur? Çözüm müdür? Ülkemizde var olması gerekiyor mu? Gerekmiyor mu tartışması yerine eğitim ile çözülmesinden yanayım. Öncelikle başkanlık sisteminin toplumumuza getirileri götürüleri neler olabilir. Sosyal yapısı gelecek kuşakların üzerine yapacak etkiyi ve bu etkinin bilimsel ve teknolojik çalışmalarına katkısından dolayı şimdide neler olabilir. Şu anda bunun ile ilgili bir şeyler yapabilmeliyiz. Dolayısıyla bunu eğitim ile öncelikle bunu sindirmeliyiz. Başkanlık sistemine birden bire çok karşı değilim. Çok güzel bir coğrafyadayız ve bu coğrafyadaki bölgesel özellikleri de göz önüne alarak başkanlık sisteminin artılarını tartışmalıyız. Kısır bir ülkedeyiz, kısır bir döngüdeyiz ama bugün bile geçtiğimiz günlerde Şengül Hablemitoğlu’nun bir kitabından şu anda aklıma gelenler; Amerika’da bir şimdide yüzde 5 oranında kadın her gün taciz istismar ve mobbingle karşı karşıya kalıyor. Bunun karşılığı olarak da yani bu toplumda tabii ki çok zayıf kalıyor. Bunun üzerinden de siyaset yapılıyor diyor. Ben bunu çok ön plana çıkarmıyorum. Öncelikle vatandaş olarak ben bir emekli öğretmenim. Şu anda bile tam ve net olarak asla ve asla bireysel haklarımı bile bilemiyorum. Önce bireysel haklarımı bilirsem ki bunda kendimi geliştirirsem, başkanlık sistemindeki konularda tartışabiliriz. Şimdiden çok tartışmanın bir anlamı yok eğitim çok önemli diyorum. Küçücük çocuklarımızı başkanlık sisteminde bu gün 66 ayını dolduran çocuklar okula başlayacak. Neden yapıyorsun bu şekilde. Onların beyni bir şekilde yıpranacak bizde sindirmeliyiz. Birde eski köye yeni adet mi tabi neden olmasın eski adetler yapılıyor o halde neden bırakıp yeni ve sivil adetler getirmeyelim köyümüze. Mademki mutlu değilim getirelim başkan sistemini ama onun iyisini siz bilirsiniz mi acaba? Teşekkür ederim.
Yerel Konu : “Dünya Çevre Gününde Hatay’da Çevre Sorunları”
KONUŞULANLAR
1 / Sunum- Doç. Dr. Berkant Ödemiş – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Halkın çevreye olan duyarlılığını artırmak adına, İskenderun Çevre Koruma derneği olarak ve diğer sivil toplum örgütlerinin de içinde olduğu, bu bölgenin çevre sorunlarıyla ilgili yapılan etkinliklerin tamamına katıldık, hatta bazılarını örgütledik. Çoğu yerlerde de bilgilendirme toplantılarında bulunduk. Bu arada kendimi tanıtayım; ben MKÜ Ziraat Fakültesi biyo sistem mühendisliğinde öğretim üyesiyim, yanı zamanda İskenderun Çevre Koruma derneğinin başkanlığını yürütüyorum. Hatay'la ilgili çevre sorunları dediğimizde Türkiye’nin diğer illerinden farklı değil. Çünkü son dönemde çevreye yönelik saldırılar gerçekten haddini aşmıştır diyeceğim, bunu bizzat milletvekilimiz buradayken bizzat kendisine söylemek isterdim. Bir iktidar milletvekili olarak, ancak bu fırsatı şimdi kaçırmış olsam da derneğe davet ederek orda bizzat kendisine söyleme şansını yakalamış olduğumdan dolayı mutluyum. Değerli arkadaşlar Hatay öncelikle şöyle söylemem gerekir ki, Türkiye’nin en nadide bölgelerinden bir tanesi. Her bölge kendilerine özgü nitelikleri itibari ile sahip oldukları özellikleri önemser. Ancak Hatay dediğimizde çok kültürlülükten başlayalım da Amanoslar gibi biyolojik çeşitliliği açısından Avrupa’nın beşte üçüne sahip bir ekolojik zenginliğin var olması nedeniyle ayrıca büyük bir öneme sahip. Nelere sahibiz sunumu önce ona ayıracağım, daha sonra da bu sahip olduklarımıza yönelik saldırılar neler ve bunun için ne yapmamız gerektiği ile ilgili de bir iki kelime konuştuktan sonra sunumu bitireceğim. Hatay ili İskenderun körfezi Türkiye’nin en önemli tarihi turistik bölgelerinden birisi. Bölgede çok sayıda kültürel miras var. Bunların hepsi çok yüzyıllık geçmişlere sahip. hepiniz biliyorsunuz Samandağ'ında Titus Tüneli, Beşikli Mağara, Simon Manastırı, Payas’ta Payas Kalesi, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Erzin’de İssos harabeleri, kuzeyde kastabalığı antik kenti, Karatepe Aslantaş açık hava müzesi ve ören yeri, Yumurtalık antik limanı, özellikle Yumurtalık kıyılarında yer alan Yumurtalık lagünü, Akyatan ve Akyatan gölleri bu bölgenin sulak alanlarını oluşturmakta ki, sulak alanlar çevre açısından ekolojik sistem açısından son derece önemli alanlardan biri. Ama siz biliyorsunuz ki Antakya’daki amik gölü 1950 yıllarda önemli bir sulak alanlar olmasına rağmen DSİ tarafından o dönemde kurutuldu. Ancak henüz başarılı bir kurutma sağlanamadığı için hala henüz her yıl yağış bir parça ortalamanın üzerinde seyretmeye başlayınca aynı sulak alan aynı gölalanı içerisinde ortaya çıkmış oluyor. Biz kurutmakla yetinmedik bu alanın ortasını da hava alanı yapmak gibi bir marifetimiz oldu ki Türkiye’de yapılmaması gereken en önemli şeylerden birisiydi, ama biz bunu yaptık. Hala sulak alanı kurutabilmiş de değiliz aradan geçen 50 yıla rağmen. bölge aynı zamanda Türkiye’nin en uzun güneşlenme süresine sahip bunun ne kadar önemli bir avantaj olduğun biraz konuşacağım, sahip olduğu avantaj Türkiye'nin turunçgil üretiminde toplam üretim potansiyelinde. Toplam üretim potansiyeli olarak sadece Hatay il sınırları içerisinde Erzin Dörtyol bölgesinde %25'nin üretilmesi gibi büyük bir avantajın temelini oluşturuyor. Bu ve buna benzer gibi alanlar dünyada sıcak nokta olarak nitelendirilir ve korunması yerler olarak belirlenir. ancak bu durum bizde tam tersi son zamanlarda yapılan sanayi tesisleri ve termik santrallerin kullanılması ile bu avantajı kaybetmeye başlamış durumdayız. Bölge sahip olduğu iklimsel avantaja karşı gerçekten son zamanlarda sanayi tesislerinin denetimsiz bir şekilde kurulması ve bunlardan çıkan baca gazlarının da herhangi bir arıtmaya tabi tutulmadan atmosfere verilmesi suretiyle şimdi değilse de önümüzdeki bir kaç yıl içinde büyük bir tahribata neden olacak diye düşünüyorum. Biraz önce saydığımız tarih turistik yerlerin hemen hemen hepsinin biraz önce saydığımız bu tarihi kirlilik açısından nerdeyse tamamen yok olmayla karşı karşıya kalacağını bilmenizi isterim. Bugün körfezde çok sayıda sanayi tesisi var. Gördüğünüz gibi körfezin içerisinde sanayi tesisi olarak faaliyet gösteren, İskenderun limanı, Sarıseki gübre fabrikası liman tesisi, Yazıcı liman tesis, Ekinciler, İsdemir liman tesisi, Aygaz ve Delta petrol dolum tesisleri, Dörtyol-BOTAŞ petrol boru hattı, Toros gübre fabrikası limanı, Yumurtalık-BOTAŞ petrol boru hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, Su gözü termik santral limanı ve kömür yükleme tesisi ve çok sayıda balıkçılık tesisi körfez içerisinde yer almakta. Bölgeyi iki ayrı alan olarak düşündüğümüzde, amik ovasına baktığımızda amik ovası son derecede içinden çıkılmaz bir noktaya ilerlemekte. Yaklaşık yüz bin hektarlık bir tarım alanı, son derece düz ya da düze yakın bir eğime sahip ve üretim potansiyeli bakımından geniş bir üretim alanına sahip. Ancak denetimsiz bir şekilde su alanının kullanılması nedeniyle son 15 yıllık süreç içerisinde gittikçe tuzlanmaya başlamış durumda. Bu konuda yapılan çalışmaların hemen hepsi ovanın ciddi şekilde tuzlanma eğilimi sürecine girdiğini göstermekte. Örneğin alınan örneklerde görülmüş ki, ovanın bazı yerlerinde özellikle eski göl havzasının olduğu yerlerdeki su kalitesi tuzlanma miktarı açısından deniz suyu tuzluluğunun yarısına ulaşmış durumda, önceden 20–30 metreden çıkan sular şimdilerde 400 metreye kadar indi, bunda elbette ki küresel iklim değişikliği nedeniyle düşen yağış miktarının azlığı gerçekten çok önemli. Ancak son derece denetimsiz bir şekilde çiftçilerin açtığı kuyular yeraltı suyu seviyelerinin çok çok aşağıya inmelerine neden oluyor. Bu neye mal oluyor, Asi nehrinin sürekli olarak üst havzadan yani Suriye tarafından suyunun verilmesi sonucunda alt havzada bulunan yani Türkiye sınırları içerisindeki üreticiler suyu yeraltı sularından kullanma gereği duyuyorlar. Yeraltı sularının tamamı da tuzlu olduğu için topraklarımızın hemen hemen hepsi tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir diğer sorun Asi nehri yılda yaklaşık beş yüz bin tonluk sanayi atıklarının deşarj alanı olma niteliğine bürünmüş durumda olduğu gibi, ekolojisi bozuldu ve eğer herhangi bir önlem alınmazsa lağım suyunun aktığı bir nehir olarak tarihe geçecek. Bu anlamda eğer ciddi bir önlem alınmazsa olacak olan bu. Elbette bunun geçtiği noktalardaki etkileri var ama en çok en son nihai nokta Samandağ olduğu için Samandağ’ın düşeceği durumu hepinizin takdirine bırakıyorum. Sadece Antakya şehir merkezinde bu büyüklükteki kanalizasyon sularının nehre bırakılması sonucu, nehrin döküldüğü alanlardaki kirliğinin tahmin etmek zor değil. Bölgede çevreye yönelik bu tür baskılar dışarısından kurulan ve yapılması planlanan termik santraller sadece Hatay bölgesinin değil, çevre il ve ilçelerinde hava su ve toprak kalitesini olumsuz yönde etkileyecektir. Termik santral kurulmasına taraf olsak dahi, bu bölgede termik santral kurulmasına karşı çıkmamız lazım. Nedeni şu; bir kere ekvatordaki güneşlenme süresi kadar güneşlenme süresine sahip bir bölgede bulunuyoruz ve bunun avantajlarını yaşıyoruz. Bu kadar verimli tarım arazilerini bulmak mesele. Bu kadar üretim potansiyeli yüksek bir alan bulmak mesele. Daha da önemlisi kuracağımız termik santraller, Hatay bölgesinin yer altı suyu zenginliği açısından en stratejik nokta olan yerlerin üzerlerine kuruluyor. Osmaniye organize sanayiyi bilirsiniz, otoyolla arasındaki kısım Hatay bölgesinin tek yeraltı suyu kaynaklarını içeren bölge. Şu anda Erzin'e Burnaz mevkiinde kurulması planlanan termik santrallerde oraya bir kaç kilometre mesafede. Dolayısıyla kurulacak olan termik santraller yeraltı sularını olumsuz yönde etkileyecek. Bizim başka bir seçeneğimiz kalmayacak o nedenle çevre sorunları dediğimizde şu andan çok daha büyük bir sorun gelecek bir kaç yıl içerisinde bizi bulacak. Hali hazırda körfezin doğu tarafına henüz bir termik santral kurulmamasına karşın, sanayi tesislerinin herhangi bir arıtma önleminin alınmadan ortama verdikleri baca gazları toprakların önemli bir kısmında ağır metal kirliliği oluşturmaya başladı. Üniversitenin yaptığı bir araştırmada Sarıseki ile Dörtyol arasındaki yaklaşık 16 km mesafede toprağın ilk bir kaç metrelik kısmındaki ağır metal konsantrasyonunun, olması gerekenden yüzlerce kat daha fazla olduğu saptandı. Eğer sabahın erken saatlerinde yolunuz Dörtyol Erzin taraflarına düşerse görürsünüz sanayi tesislerinin hiçbiri baca gazları ünitelerini çalıştırmazlar. Oldukları gibi ortama verirler. Hiç bir denetim yok. Hiçbir denetim olmadığı için o bölgeden geçerken son derece ağır bir koku, kirli bir duman ve o bölgede yaşayan insanlar dahil hiç kimsenin umurunda değil. Örneği sadece bizde değil elbette yatağan termik santrallerinde de aynı şey söz konusu. Adamlar baca gazlarından çıkan dumanlarla etraftaki ormanlık alanları yok ettiler ve yaklaşık otuz bin hektarlık ormanlık alan yok oldu. İşin ironik tarafı, ormanlık alan yok olduktan sonra Çalışma Bakanlığı Orman Bakanlığına tazminat ödedi biz sizin ormanlığı yok ettik diye. Şimdi yakın bir gelecekte bizde de aynı sorun ortaya çıkacak. Yoldan geçerken Amanos dağlarına baktığımızda çıplak herhangi bir yeşil bitki örtüsü olmayan bir doğa ile karşı karşıya kalmak gibi bir geleceğimizin olduğunu herkesin bilmesi gerekir. Sugözü termik santrali yumurtalık sınırı içerisinde günde yaklaşık olarak 12 bin ton kömür yakıyor. eğer yeni ünite çıkarsa bu 20 bin tona kadar çıkacak. Daha bu İskenderun körfezinin doğu sınırları yani bizim sınırlarımızın içerisinde değil körfezin karşı tarafında. Bu bölgeye kurulması planlanan termik santral sayısı 8, tüm Türkiye'de yaklaşık 160 tane planlamaya çalışıyorlar, nedeni de şu onu da söyleyeyim, dünyada bir trilyon tona yakın kömür var, uluslararası kömür sermayesi bunu bir şekilde pazarlamaya çalışıyor, pazarlayacağı yerde bizim ülkeler, en kolayı bu. Çünkü körfez büyük gemilerin yanaşacağı yerler. Büyük miktarda kömürü bir defada getirebilirsiniz. Su gözüne 12 bin ton kömür geldiğine göre, 20 ton da yeni üniteler açıldığında harcanacağına göre, 8 tane yeni termik santral pek ala kurulduğunda buraya kömür gelebileceğine göre demek ki biz uluslararası kömür tekelleri için zayıf bir ülkeyiz ve satarsak bunu Türklere satarız diye düşünüyorlar. Şimdi yeni kurulan termik santralleriyle beraber bu bölgenin içinden çıkılmaz bir noktaya geleceğiyle ilgili elbette ki halkın çok büyük bir endişesi var. Bu konuda çeşitli sivil toplumları da eylem ya da miting yaptı. Yeni kurulan termik santrallerinin yerlerini görüyorsunuz. Bu TT ile işaretlenen yerlerin hepsine de termik santraller kurulması planlanıyor, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu yerlerini henüz daha kesin olarak söylemese de bazı rakamlar 5'i gösteriyor bazı rakamlar 6'ı gösteriyor, ama şu bir gerçek ki bu bölgeye en az 5 tane termik santrali bu adamlar getirip kuracaklar. Biz sugözündeki etkiye dayanamıyoruz nerdeyse. Bir de sekiz tanesi nasıl olacak. Bakın şöyle bir örnek vereyim, termik santrallerle ilgili ÇED raporlarına baktığınızda hepsi 700 sayfalıktır. Erzin’de kurulması istenen termik santrallerle ilgili ÇED raporunu okudum, 700 sayfanın içerisinde hiçbir satırında ki, onlarda hazırlayanlarda bilim insanı diye söyleyeyim ve yanına bir soru işareti koyayım, bu insanlar bu bölgenin bir tarım bölgesi olduğuna dair en ufak bir imada dahi bulunmamışlar, bırakın yazmayı. Şimdi ülkede şöyle bir şey var ÇED raporları matbu kâğıt haline geldi. Parayı veriyorsunuz istediğiniz yerde istediğiniz ÇED raporunu hazırlatıyorsunuz. Şimdi bu mantıkla işleyen bir sistemin kendi doğasını, kendi ülkesini koruması mümkün olabilir mi? sadece su gözünde 20 bin ton kömürü yakacak bir ünite ve karşısında en az 5 tane daha termik santraller kuracaklar. Üstelikte bu bölge güneşlenme süresi yanında Çanakkale’den sonra rüzgâr potansiyeli açısından en avantajlı ikinci yere de sahip. Bakın olanaklar olduğunda görüyorsunuz rüzgâr santralleriyle ilgili nasıl rüzgâr türbinlerinin kurulduğunu. Ama işler o kadar ağır ilerliyor ki. Termik santraller kurulmadan önceki durumumuzu göstermek adına söylüyorum asit yağmurları, 02 Ocak 2011’de Erzin’de çekilmiş fotoğrafta portakalların üzeri, yani ağaçların taç örtüsü üzerinde kalan sürgünlerindeki meyvelerin asit yağmurlarından nasıl bir zarar gördüğünü gösteren resim ve yakın bir gelecekte bu alandaki Dörtyol-Erzin’deki meyve bahçelerinin neredeyse tamamı bu sorunla karşı karşıya kalacak. Korkutmak için değil ama gelecekte başımıza ne geleceği görünmek için Henüz böyle bir durumla karşı karşıya değiliz ama olursa böyle olacağından hiç şüpheniz olmasın. Amanos dağlarının bundan 15 sene sonraki hali maalesef böyle olacak. Bütün bunlar olurken sivil toplum örgütleri boş duruyor mu? Çok şükür boş durmuyorlar ama çok da güçleri yetmiyor, dava açıyorlar, 8 ayrı davada maalesef 4 ayrı karar çıktı mahkemeden, aynı dava olmasına rağmen 4 farklı karar çıktı mahkemelerden. Hiçbir mahkeme, şu anki mevcut iktidar neticesinde diye düşünüyorum ben, hiçbir mahkeme bu konuda karar vermek istemiyor. Her hakim bir başkasına topu atıyor, bir üst mahkemeye gidiyorlar, ve sonuçta hiç karar çıkmayan bir süreç sürekli olarak kendini yeniliyor. Sivil toplum örgütleri bu konuda çalışmalarına rağmen henüz tamamen başarıya ulaşmış bir durum yok ama çalışmaya devam ettiklerini belirtmek istiyorum.
2 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); Hatay da belki tarihin kaydettiği yaşanan en büyük çevre felaketi amik gölünün kurutulmasıdır. Tarımsal alan yaratmak ve sıtma hastalığını önlemek bahanesi ile amik gölünün kurutulması bekleneni vermemiştir. Gölün kurutulması bölgenin ekonomisine katkı sağlamadığı gibi olumsuz olmuştur. Amik gölü suyun çok değerli olduğu Ortadoğu kapısında yer almaktaydı. Dolayısı ile Ortadoğu için petrolden de kıymetli olan bir maddeyi kendi elimizle kuruttuk. Doğal zenginliği fakirleştirdik. Resmen altın yumurtlayan tavuğu kendi ellerimizle kestik. Gölün Kurutulması ile bölgenin biyo çeşitliliği fakirleşmiştir. İklim özellikleri olumsuz etkilenmiştir. Ekolojik dengenin bozulmasına neden olmuştur. Devletlerin ve sermayenin bilinçli veya bilinçsiz doğaya verdiği zararlara önemli bir örnektir. Maalesef ülkemizin adı tarih kitaplarında doğal bir gölü kurutan canlılara zarar veren bir devlet olarak asırlar sonrada anılacaktır. Hatay da yaşanan bir diğer çevre felaketi de İspanyanın ULLA gemisinin taşıdığı tehlikeli atık yüklü gemi 4,5 yıl bekledikten sonra İskenderun körfezinde batmasıdır. Diğer bir çevre felaketi de Erzin ilçemizde kurulmakta olan termik santraldir. Halkın bütün tepkilerine rağmen iktidarın termik santrallin yapımında ısrar etmesi iktidarın uluslar arası sermayenin çıkarı için halkı feda ettiğini gösteriyor. Termik santraller bölgemizde tarımı ve turizmi bitirecektir. Birçok canlının yok olmasına neden olacaktır. Hayatı boyunca İskenderun’a uğramamış, Erzin’i haritada bile gösteremeyecek olan bürokratlar Erzin’in kaderi ile oynuyor, Erzin hakkında kararlar alıyor. Enerji santralleri ile ilgili verilen ÇED raporları, izinler, raporların çoğu bölgeyi görmeden veriliyor. Enerji holdinglerinin çıkarına halkın yaşamı hiçe sayılıyor. Bizler hiçbir enerji yatırımına ezbere destek vermemeliyiz. Samandağ halkı da ulusal ve uluslar arası kriterlere ve ülkemizin kanunlarına aykırı bir şekilde kurulmak istenen RES’lere (Rüzgar Enerji Santrali) doğal olarak karşı çıkıyor. Tarım ve turizm ve yaşam alanı dışında kriterlere ve kanunlara uygun olarak kurulan RES’lere ise itirazı yok. Yinede her coğrafi alanın kaldırabileceği RES miktarı bellidir. Samandağ halkı olarak buna da dikkat edilmesi talebimiz var. Enerji şirketlerinin sahte belge ve yazışmalarına örnek olması açısından trajik komik bir ifadeyi aktarmak istiyorum. Yetkililere sunulan ve yetkililerin okumadan onayladığı yazışmaya göre Samandağ Tekebaşı Beldesinde kurulmak istenen fakat halkın itiraz ettiği tribünlerin inşaatı sırasında oluşacak çöpleri uzak bir ilimizin belediyesinin çöp araçları toplayacakmış. Bu örnek ülkemiz de enerji şirketlerinin bürokraside nasıl iş kurtardığına bir örnektir. Başka bir il için hazırlana projeyi kes yapıştır yöntemi ile Samandağ’ına olduğu gibi şablon şeklinde uygularsan komik duruma düşer rezil olursun. Bu şekilde hazırlana proje RES bile olsa insana doğaya canlılara tarihe ve ülkemize zararlı hale geliyor. Ülkemiz insana, doğaya, tarıma, turizme, tarihe saygılı ve koruyan bir ülke olmalıdır.
3 / Servet Doğan- Mersin’de yapılan termik santralle ilgili çevreci arkadaşlar biliyor, geçen yıl orada bir yürüyüşte yapılmıştı. İskenderun halkı olarak bir eylem de yaptık orada. Termik santralinin kurulacağı yer olarak Mersin çayının olduğu yer kuş cenneti olarak biliniyor. Haritalarda da var. Bunu çevreci arkadaşlara hatırlatmak istiyorum.
4 / Mevlüt Bulgur – (EMEP İlçe Başkanı); Çevreyle ilgili arkadaşımız gereken şeyleri anlattı yani pratik olarak da yaşadığımız şeylerdi. Ama şöyle bir sorun yaşıyoruz bana göre çevreyi koruma taraftarı olan örgütler veya kişiler gerçekten bu sorunun çözümü için halka inmede ve onların sahiplenmesinde sorun yaşıyoruz. Aslında bu yönünü bizim değerlendirmemiz gerekiyor. Berkant hocamın anlattığını buradaki bir çok kişi biliyor. Yaşanacak tehlikeyi, önümüzdeki süreçte başımıza gelecekleri ve gelecekteki çocuklarımızın yaşamının sonlanacağını biliyoruz ama bunu insanlara pratik olarak anlatmakta ve onları bu hareketin içine çekmekte ve karşı durmakta sorun yaşıyoruz. Yani aslında bunun tartışılıp çözüm üretilmesi gerekiyor. Neden böyle bir sorun yaşıyoruz, yaşanan olayları insanlar pratik olarak hissedemiyor, yani süreçte ileriki dönemlerde zarar göreceğini kabullenemiyor pratik yaşayamadıkları için. Yani böyle bir sıkıntı var. Bunun aşılması için daha çok halkla buluşma etkinliklerinin, toplantıların, çalışmaların yapılması, ikincisi de buna sınıfsal olarak bakılması gerekiyor. Yani burada amaç para kazanmak için yapılıyor. Sermaye %200 kar yapacağı bir yerde hiçbir canlıda, insanda hiçbir şey tanımaz ve düşünmez, yok olmasını da sağlar. Dünya pratiklerinde de her yerde bunu görüyoruz. Yani burada yaşanan enerji ihtiyacını karşılamak, sanayi gelişmesini sağlamak filan değil. Amaç, elbette sanayinin gelişmesini sağlamak ama halkın yararlarını düşünerek değil. Buradaki yapılan yatırımlar uluslararası tekellerin kendi denetimde ve kendi karlarını artırmak için yapılan yatırımlar. Burada SİEMENS firmasının Afrika ülkeleriyle yaptığı büyük bir anlaşma var. Türkiye’de yaptırılan santrallerde, oradan getirilen kömürler tüketilecek. Yani biz buna karşı çıkarken sınıfsal yönünü de düşünmemiz gerekiyor, sermayenin bu tür yatırımlarına karşı çıkmamız gerekiyor ve bunun örgütlenmesini yapmamız gerekiyor. Böyle bir çalışmayı yaygınlaştıramadığımızda bunun önüne de geçmemiz mümkün değildir.
5 / Ali Aslan – (Eczacı); Bundan 3 sene evveldi. Ben Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunuyum. Tesadüfen sokakta kendi hocalarımı gördüm, onlarda benim burada olduğumdan habersiz. Geliş nedenlerini sorduğumda onlar da bana şöyle dedi; havadaki asılı partikül miktarını ölçmeye geldik. Bu çok önemli bir kavram, bizim gibi yoğun sanayi bölgelerinde bu kül ve baca gazlarının getirdiği bir takım sıkıntılar havadaki partikül miktarını artırıyor. Bunlardan en nihayetinde solunum nihayetinde insanlarının sağlığını etkiliyor. Bir analiz yapmadım, herhangi bir sayısal veri yok ancak tecrübelerimle şunu görüyorum, son bir kaç yılda, kendi hastalarımda gördüğüm şey özellikle bebek ve çocukluk yaştaki hastalarımda astımın arttığını hissediyorum. Bu anlamda çok sayıda tedavi öneriyoruz çocuklara ve yine sanayi kenti olmamızın getirdiği bir sıkıntı, Berkant hocama da katılıyorum. Hakikaten bu santrallere sonuna kadar mücadele vermemiz lazım. Kanser vakalarında müthiş artış var. Yani sanayi bölgelerinde, bir çok sanayi bölgelerinde görülen şeyler ama İskenderun’da son yıllarda çok artış var ve yaşam süreleri çok kısa oluyor bu hastaların. Müthiş bir birikim var. Hava asılı partikül, sanayileşme, tarım ürünlerinin bir takım zirai ilaçlarla üretilmesi ve istenmeyen şeylerle beslenme sonucu sağlıksız beslenmeyi paylaşmak istedim.
6 / A. Oktay Demirkan – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Neden Hatay küçük millet meclisinde İskenderun’u tartışıyoruz? Öncelikle bu toplantı İskenderun’da yapılıyor ama tek istatistikî sorun o değil. Tabii ki İskenderun gerek deniz yolu, gerek karayolu gerekse demir yolunun yoğun olarak bulunduğu bir bölge. Bu husus bir takım sermaye çevrelerinin, yatırımcıların kolayına geliyor. Burada her şey var, enerji nakil vasıtaları da var. Onun için burada yapmaları, onlar için karlarını artırabilmek için en iyi bölge. Tabii Berkant anlattı bunun arkasında da kömürü paraya çevirmek isteyen kömür lobisi, kömür mafyası da diyebiliriz daha doğrusu, o da var. Bir de demokrasinin yeterince geliştiği sözde gelişmiş ülkeler, yani demokrasi gelişmiş ama bu ülkeler gelişmiş değil sözde gelişmiş ülkeler, kendi ülkelerinde yapamadıkları termik santral yatırımlarını geliyorlar demokrasinin az geliştiği, halkın yeterince duyarlı olmadığı, ülkemizde ve körfezimizde yapıyorlar. Son yıllarda özellikle Almanya şirketleri, Türkiye’de termik santrallerini Fransa şirketleri çimento sanayine yatırım yapıyor. Fransa çimento ihraç eden bir ülke, çimentoya ’da ihtiyacı yok ama çimento sanayide kirli bir teknoloji onun için ne diyor yöremizde yapmak için bir takım girişimlerde bulunuyorlar. Arkadaşlar bir termik santralın baca yüksekliğine bağlı olarak etki alana yüz km yarı çapında bir dairedir bir alandır. Yani, bugün termik santralinin etki alanı Samandağ’dan Tufanbeyli’ye, Kilis’ten Tarsus’a kadar çok geniş bir alanda görülür. Tabii ki Dörtyol gibi Erzin gibi yerlerde asit yağmurlarıyla çok daha çabuk görülür, ama aslında rüzgarlara da bağlı olarak çok uzak noktalara da gidilebilir. Demin söyledim işte demir yolu var deniz yolu var şu var bu var, ama yöre insanına danışıyor mu, yok buna kim karar veriyor Ankara’daki merkezi hükümet. Ona gidiyor diyor ki ben orda termik santral yapacağım o da işte diyor ki gerekli işlemleri yerine getir yap. Vatandaşa sorulmadan bunlar, biraz da üstelikte yani gizli kapaklı yapılıyor. Nihayet bir ÇED toplantısı yapması lazım, mecbur. Ama oraya kadar zaten olayın yarısına gelmiş oluyorlar. Şimdi diyelim ki buralarda yapılacak olan kömüre dayalı termik santral havayı beş birim kirletiyor, ama beş birim kirletmek yasalar çevresinde de mümkün, o zaman bir termik santral yaptık ve bölgedeki havayı 5 birim kirlettik ve ikinci santrali de yaparken beş birim de o kirletiyor, 3. yaparken beş birimde o oldu. Yani anlaşılması için basite indirerek ifade ediyorum. Kümülatif etki diyoruz buna. Yani bir termik santral yaparken onu tek başına varmış diyerek göremeyiz onun çevresinde var mı yok mu bunları nazarı itibara almak lazım. Ama bu nazarı itibara alınmıyor. Bunun için çevre koruma derneklerinin mücadelesi sonucu stratejik ÇED bir olay gündeme getirdik. O çevre bakanlığının da gündeminde var ama yıllardır çıkartılmıyor. Çünkü önce bitirsinler temiz alan kalmasın ondan sonra da onu çıkartırız diye düşünüyorlar. Peki, halkımız ne kadar duyarlı demin bir arkadaşımız söyledi. İskenderun körfezindeki yaşanan ULLA faciası deniyor aslında ULLA facia filanda değil. Biz gittik oraya tespit yaptırdık, aldığımız numuneleri bazı denetim kuruluşlarında tahlil ettirdik, tehlikeli atık battığı yerde süre orda kaldı dağılmadı. Ben bine yakın telefon aldım vatandaşlardan, denize girebilir miyiz balık yiyebilir miyiz dedi, biz hiçbir zaman denize giremezsiniz balık yiyemezsiniz demedim. Denize girebilirsiniz balık yiyebilirsiniz dedim. Ama onlar soyut vatandaşların duyarlılığı bu kadar. Sizin misafir odanıza, Türkiye’nin misafir odasına İskenderun körfezinin merkezine gelip birileri çöp tenekesini boşaltıyor, ama sizin duyarlılığınız o kadar balık yerseniz, denize de girebilirseniz bundan gerisi hiç önemli değil. Miting yaptık 1500 yakın insan katıldı mitinge bunun yarısı bölge dışından Mersinden, Adana’dan gelmişlerdi, halkımızda duyarlı değil yeterince tepkili değil. Çünkü hükümet onları işsiz ve aşsız bırakıyor. Onların önceliklerinde çevre sorunları yok ki. Onlar iş bulma peşinde. Bakın o organize sanayi bölgesi içerisinde yapılmakta olan el ürünü sanatlarının hikayesine kısaca değinmek istiyorum. Şimdi organize sanayi içerisinde yapılan yatırımların ÇED yani çevresel etki değerlendirmesi yapılmıyor. Yasa diyor ki termik santraller, nükleer santraller, çimento fabrikaları sayıyor biraz bunlar hariç, bunlar yapılacak olursa ÇED yapmak lazım. Biz bir baktık ki, bir gecede yönetmelik değiştirilmiş. Termik santrallerde de ÇED yapılamaz haline gelmiş. yöredeki iş beklentisinde, aş beklentisinde, tabi hepimiz görüyoruz ki mahkûmlar deniyor işçiler de deniyor, yani onlara iş sağlanmış oldu. Yerel ekonomiler kaale alınmıyor. Yani bir değil beş tane beş değil 10 tane termik santralinin ülkemize getirisi, Dörtyol, Erzin Ceyhan yumurtalık ovalarının tarımsal getirisinden hiç de fazla değil. Yıllarca bu yörenin insanlar böyle doyuyorlar. Ama biz o insanlara diyoruz ki boş ver siz başka memlekete gidin. Hatta yerleşim alanlarını bile kaldırıyorlar ortadan. Diyorlar ki nereye gidiyorsanız gidin biz burada termik santraller yapacağız. Bunların temel nedeni ülkemizde demokrasinin yeterince işleyememesi. Halkın tepkilerini yeterince ve cesaretle ve yüksek sesle söylememesi. Çünkü yüksek sesle söyleyincede biber gazı sıkıyorlar. Son olarak savaş en büyük çevre sorunudur. Bölgemizde Hatay’ın en büyük çevre sorunu savaş tehdididir arkadaşlar. Sayın Başbakan Suriye ile savaşmak istiyor. Sayın Başbakan Suriye ile savaşmak istiyor diye bu kadar insan, bu kadar gencimizin ölmesini göze almalı mıyız? Ama savaş felsefesinde aynı duyarsızlığı ne yazık ki orda da görüyoruz. Halkımızın duyarsızlığını orda da görüyoruz. Halkımızın duyarsızlığı ne yazık ki çok fazla, biz sivil toplum örgütleri olarak belki bine yakın etkinlik düzenledik, konferans verdik, panel verdik ama halkımızın öncelikli derdi iş ve aş derdi.
7 / Hasip Yiğitoğlu – (Yazar); Hatayı bu kadar zor bir sürecin beklediğini gerçekten bilmiyordum. Yani bu güne kadar şu saate kadar iki tane ciddi biçimde endişem vardı. Korkularım vardı bir tanesi savaş bir tanesi de Türkiye’de uygulanan fetvacı zihniyetin, fetvacı sürecin tehcir bu bölgemiz açısından yarın tehcire mal olabileceği endişesi. Ama maalesef arkadaşlar her türlü sorun bir türlü sistem sorunudur. Şimdi serdar hocam bana kızacak ama kızmayın bu bir algı meselesidir. Bu bir sistem meselesidir. Yani kime uygun endekslenmiş kimlere uygun endekslenmiş. Hangi konsepti uygun görüyor halkı mı ön görüyor yoksa bir grubumu ön görüyor. Kimin beklentisi halkın beklentisi mi? Yoksa gerçekten bir grubun beklentisi mi? Bunun üzerine şekilleniyor biz ne yaparsak yapalım bizim bu sistemde sorunumuz var bizim bu sistemi değiştirmekten başka çaremiz yok. Hele hele son 30 yıldır Türkiye’de uygulanan sosyo-politik politikalar şöyle bir empati yapalım. Makarayı geri çevirelim bu kadar cinayet işlemiş bir mantık hayatımızın nerdeyse cinsel hayatımıza kadar yön verecek bizi nerdeyse çocuklarımızın rengi hangisi bize ait olup olmadığını yada hangisini sevip hangisini sevmeyeceğimizi karar veren bir akılla karşı karşıyayız. Yani bu bir vahşet arkadaşlar ve ben gerçekten bu gün burada çok kötü bir empati ile gidiyorum. Yani ciddi endişeler taşıyorum. Hocamın dediği evet en kirli çevre kirliliği yaratan savaştır ve maalesef savaş çanları bizim coğrafyamızda çalıyor. Bu konuda hepinizi duyarlı olmaya davet ediyorum.
8 / Lümeys Dede – (Mülteci İnisiyatifi) Okullarda sınıflarda dünya çevre günü kutlanırdı onun için bu gündem maddesini de bu gün seçtiğiniz için teşekkür ederim. 5 Haziran dünya çevre günü. Herhalde dünya çevre haftasına çevirdiler bilmiyorum. Biz okullarda bunu çok güzel işlerdik. Çocukların çevreye duyarlı olması için uğraşırdık. Yani bir öğretmenin yapması gerekenle başlardık. Örneğin çöpü nasıl kullanacağı vs. ama baktık ki sorunlar büyüdükçe farklı şeyler oldu. Ben nükleer santrallerin karşıtı bir gruptayım. Yeşiller partisinin bir üyesiyim. Yaklaşık 3 yıldan beri bu şeylerin içerisindeyim ve gördüm ki çok azız. Gördüm ki 3-4 kişiyiz. Gördüm ki çoğalamıyoruz. Sanki bu nükleer santral Mersin’de olursa kadının biri dikildi karşıma Mersin nere Antakya nere dedi. Ya hocam sen kendi aklını mı kaçırdın neredeyse Yunanistan bizi mahkemeye verecek. Mersin’de kurulacak santral Yunanistan’ı da etkileyecek. Aman boş ver anlayışı ile buralara kadar geldik. Yani biz Erzin’in küçücük bir Erzin’in 5 tane santrali karşılaması gibi yada ihtiyaç duyulmasını ben anlamakta zorlanıyorum. ÇED raporları verilirken o bilim adamlarının yaptığı yanlışlıklar bilim adına yanlış rapor vermeleri de belki ben bilim adamı değilim ama öğretmeniyim utanç duyuyorum. Yani A raporu böyle geldi diyorlar bunu hazırlayan prof. Dr. bilmem ne sayıyorlar ve bu adam çevreye zararlı olmadığını da iddia ediyor. Şimdi nasıl bir iddiadır bu. Nasıl bir Üniversite kültürü almış onu anlamıyorum. Ben Antakya’da yaşadığım için asi nehrinde küçücük bir bahçem var hep bahçemi dile getiririm. Asi nehri bizim bahçeden baktığımızda hep enjektör getirir. İlginç bir şey çocukların elinde görürüm. Hemen atmaya çalışırım. Anlıyorum ki geçtiği alanlarda hastane artıkları da getiriyor. Ve benim bahçemde bir çok ağacın kurumakta olduğunu görüyorum. Ben yeşil partisinde olduğum için arkadaşlara ilettim. arkadaşlar benim bahçem gidecek mi filan. Bu asi nehrinin artıları eksileri yani zararı yani bu hastane artıkları tuzlanma meselesi bizim Samandağ’ının önemli bir meselesi olacağa benziyor. Artı Samandağ’ında yetişen sebzelerin üzerindeki ilaçların bunu özellikle bazen broşürler geçiyor elime ve ilaçlama yapan bir bahçede o broşürleri görüyorum. O ilaç Avrupa’nın bir çok yerlerinde saklandığı halde devam ediyor sanki. Yani bizde bu bakanlıklar buna önem vermiyor mu diye hep kendi kendime soruyorum. Ve anladım ki vermiyor. Çünkü orda yasaklanan şey neden benim ülkemde satılıyor. Ve orda Avrupalının almadığı bir sebzeyi gelip benim ülkemde satıyor. Ve bakanımız kalkıp ama ne olacak her şeyi kullandık yani bu zaten. Kuşların göç yolları benim köyümden geçiyor. Sinanlı köyünde öğretmenlik yapıyorum. Yüzbaşı geldi dedi ki bundan sonra kuş avlama yasağı başladı. Biraz sonra yüzbaşı ordayken bir sürü kuş vuruldu. Bende dedim ki cesaretimi toplayım anlatayım; bakın yüzbaşım kuşlar vuruluyor hani yazıyı okula bıraktınız biz ne yapabiliriz ki öğretmen olarak bunlara bir şey yapacak halimiz yok; aman hocam ya sen üzüldüğün şeye bak dedi. Arabasına bindi gitti. Nasıl bir çevrecilik nasıl bir anlayıştır bu? Ben derdimi yanarken adam aman boş ver sen dersine bak dedi. Beyefendinin de dediği gibi savaş çanları başladı bu ilimizin üzerinde ve herkesin acaba ne olacak diye merak ettiği bir ortamda çevre kirliliğini bırakın bir tarafa bundan sonra top yekûn yok olmakla yüz yüzeyiz. Dilerim yukardakiler ve aşağıdakiler biz örgütleniriz sivil toplum olarak taleplerimiz biraz daha yükselir ve bu şeye dur deriz. Onun için herkese çevre bilinci diyorum.
9 / Münevver Varol – (ÇYDD) Hatay bölgesi çok güzel bir bölge ve çok güzel doğal varlıkları var. Ama sadece çevre deyince sadece bunlar mı gelmeli aklımıza acaba yoksa şurada yine bir not almıştınız. Oradan bakıyorum ben başka türlü düşünüyorum. Şunu demeliyim bir toplum oluşturmak adına doğal çevre, sosyal çevre, ekonomik çevre siyasi çevre, etnik çevre bunların hepsi çevre. Çevre değince sadece termik santral mi konuşmalıyız? Çok şeyi etken olarak almalıyız diyorum. Bu kadar güzellikler içerisinde de mutlaka anladığım kadarıyla bir harita gösterdi hocam fabrikaları gösterdi sanayi şehri oldu. Yani bu şehrin ruhu sanayi şehri olmalı diye düşünüyorum. Doğal olarakta sanayi şehrindeki bu termik santrallerin bir veya başka fabrikaların ehlileştirilmesi yoluna gidilmeli diye düşünüyorum.
10 / Namık Kurbal; Ben bir sanayi kuruluşunda çalışıyorum. Dünyanın her bir yerinden Körfeze işlenmek üzere hurda geliyor. Burada biliyorsunuz artık demir çelik sektörü son derece ileri boyutlarda yerleşmiş durumda dünyanın her yerinden hurda getiriyoruz. Bunun içinde ÇED raporu gerekir biz ÇED raporunu bir günde alıyoruz. Hatta biraz zorladığımız zaman gecede alıyoruz. Bu işin diğer boyutu. İkinci kısmına gelelim. O haritada gösterilen yerleri mesela; ben Osmaniye bölgesindeyim baktığın zaman eskiden burası tarım arazisi değil. O hani keçe taşları dediğimiz siyah taşlar var ya burada organize sanayi olur diye hep böyle kafamdan geçer. Hükümetimizde buna karar verdi ve oldu. Şimdi öylesine sağanak yağıyor ki Toprakkale, Osmaniye üstüne öylesine sağanak yağış yağıyor ki ancak sonuçta bir damlacık su akarak gitmiyor. Bakın size söylüyorum. On dakika onbeş dakika sonra o suyun tamamı yer altına inecek. Benim bulunduğum bölgede şuanda 6-7 tane fabrika var. Oradaki organize sanayi açılırken bacasız sanayi olarak düzenlenmiş izinler ona göre verilmiş. Ama sonradan bunlar hükümetlerin bazı endişeleri konusunda oy kaygıları ile kırılmış ve oraya şu anda böyle bacasında mis gibi dumanlar çıkan fabrikalar kurulmuş durumda ve çalışıyor. İskenderun körfezinde günde 40.000 ton hurda demiri eritip çelik haline getiriliyor. Bu güzel bir şey, sanayileşme adına güzel bir şey. Ancak her şeyin bir yeri olmalı. Şimdi bu bölgede alt yoldan E-5 üzerinden giderseniz şu anda kesilmiş 3 tane portakal bahçesi göreceksiniz. Fabrikalar kurulmak üzere hazırlanmış. O demin gösterdiğiniz güzelim portakal bahçeleri sıfırlandı. Büyük araziler ortaya çıktı. Buradan tamamen artık o bahsettiğimiz narenciyeden sanayiye doğru çeviriyoruz. Ancak bu yerler buna müsait mi? İşte asıl soru orada. Biz çok yıllar önce süperfosfat Fabrikası çalıştığı dönemde, oradan çıkan asit dumanı ile hemen sarıseki köyünün arkasındaki ormanın tamamen şu renge geldiğini görmüştük. Ve kurumuştu orman daha sonrasında uzun süre sonra o orman hafif yeşerdi. Şimdi bunun karşısına sermayenin güdümünde sanayileşme diye bir olay çıktı. Tam denizin kenarına şimdi bir termik santral kuruluyor zaten ve şöyle deniyor bunun bacası 46 katlı bir apartman yüksekliğinde olacak. Buraya zarar vermeyecek vs. bunların hepsi işin hikaye tarafı. Unutmayalım ki bu bölgede deminki bahsettiğimiz savaş ile ilgili tehdit kadar, sanayi tehdidi var çünkü bizim çok yakında amanos dağı sirkülasyonun çok az olduğu bir yer. Ben her sabah buradan Osmaniye’ye gidiyorum akşam dönüyorum. O dumanı ben görüyorum ve soluyarak geçiyorum. Gece hiç kimse bacasındaki filtreleri çalıştırmıyor. Benim çalıştığım fabrikada var. İtalya’dan alınmış son sistem bir baca sistemi var. 400 tane filtresi var. Çalıştığı zaman duman çıkmıyor ama arıza yaptığı zaman çıkıyor. O parayı harcamayan bir çok fabrika bunu göz ardı ediyor. Çevre bakanlığının umurunda bile değil. Ben size söylüyorum ben bir gecede ÇED raporu alıyorum. Bu kadar kolay ve basit bu işler. Bütün bunların arkasında ne var derseniz Almanya’daki örgütler var. İkincisi bizim hakikaten ihtiyacımız var oda işin başka bir boyutu. Dışarda rüzgar dururken biz başka ülkelerden enerjiden enerji üretir hale geldik. Kömür satın alacağız ve burada üreteceğiz. 12.000 ton kömür az bir kömür değil. Bir gelen 40.000 ton getiriyor her gün bir tane gemi var. Sürekli kömür geliyor. Az buz değil 12.000 ton çıkarttığı enerji bunu karşılar mı? Ben hesabını yapamadığım için bilemiyorum. Onu da incelemek gerekiyor. Yani tüm konuşulanları biz özetliyeyim. Dedim ya ben sanayi konusunda masanın öbür tarafındayım. Toparlanacak çok şey var daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Sormak istedikleriniz varsa cevaplayabilirim çünkü sanayinin içinde olmak ayrı bir şey. Demin beyefendi söyledi bu kurulan termik santral için kiminle çalıştırılıyor. İş bir şekilde yürüyor yarın o bize ne getirecek ne götürecek asıl hesabı orda yapmamız lazım.
11 / Şanar Yurdatapan – (Moderatör); Toplantımızın bitmesine 10 dakika kaldı. Genel konumuz şu birbirimize verdiğimiz söz olan başlangıç saati ile bitiş saati arasında, başlangıçta başlayıp 5’te bitiriyoruz. Dolayısıyla ondan sonra devam etmek isteyen olursa devam edebiliriz ancak kendini ona göre ayarlamış olanları üzmeye hakkımız yok, birbirimize bu zamanı ayırıp birbirimizi saymamız gerekir. Ben şimdi bu iki tane konuyu toparlamak için tekrardan söz vereceğim şimdi, sonra hocamıza döneceğim onlarla bitireceğiz. İki tane soru eklemek istiyorum, insanları harekete geçirmek kolay bir şey değil doğru ama zor bir şey de değil. Bunların örneklerini de yaşadık her zamanki siyanürlü altına karşı yapılan hareket, yani imkansız değil, eninde sonunda parayı elinde tutanlar galip gelmiş gibi gözüküyor ama bunun zamana akması çünkü bir galibiyet iki galibiyet üç galibiyet ama birden bire birleşip her şeyi tersine çevirebiliyor. Bu nedenle geçmişte yaptıklarımızı tekrardan sık sık gözden geçirirsek belki başarmış örnekler bize de yardımcı olabilir. Bir şey yapılamaz değil mesela Gebze dilovasında şimdi adamı yargılatıyorlar belediye başkanı falan filan, hiç önemi yok mesele ortaya çıktı. İklim değişiklikleri, ilk önce global ısınma küresel ısınma ile başlayan şey şimdi daha önce biz başka şeylerle uğraşıyoruz. Şu anda İskenderun bölgesinde yapılan bu şeylerin zararı sadece İskenderuna değil. Bunlar toplandığı vakit bütün dünyada yarattığı iklim değişikliği küresel ısınmayı düşünün. Grönland zamanla küçülüyor ve günün birinde buz kütlesi pat diye çöktüğü vakit bütün suların 7 metre yükselmesi söz konusu. 7 metre yükseldiği vakit İstanbul değil gelin bakın İskenderun da 7 metre yüksekliğe kadar çıkartın bakayım suyu hele İstanbul da ayrı bir faktör nerelerdekiler boğuluyor hangi tepeye kaçarsan kaç. Şaka değil gerçekten bugün biz başka bir şey yapamayacakmışız gibi gözüküyor. Daha yeni yollar yaparken bir yandan ölümümüzü mü hazırlıyoruz.
12 / A. Oktay Demirkan – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Aslında bir fıkra anlatmak için söz aldım. Yolcular uçağa binmek üzere sıraya girmişler. O sırada bir personel taşıyıcı geliyor, içinden pilot uçağı yönetecek insanlar iniyor. Bakıyorlar ki pilotlardan birinin elinde beyaz bir baston Allah Allah diyorlar şaka olsa gerek. Bakıyorlar öteki pilotun da kolunda üç noktalı bant var Allah Allah böyle bir şey olmaz, uçağı görmezler, idare edemezler diye düşünüyorlar. Ama o insanlar pilot kabinine biniyorlar ve uçak yavaş yavaş pistte hareket ediyor. Yolcular tedirgin yanaklarını cama dayıyorlar ve piste gözlerini dikiyorlar uçak biraz daha hızlanıyor biraz daha hızlanıyor pistin sonu gelince yolcuların hepsi birden çığlık atıyorlar. Birinci pilot levyeyi çekiyor uçak havalanıyor ve 2. pilota diyor ki bir gün çığlık atmayacaklar hep birlikte ölüp gideceğiz. Sevgili dostlar her şeye rağmen çığlıklara ihtiyacımız var. Küçük millet meclisleri de aslında bir çığlık. Onun için önünü görmeyen yöneticilerimizle baş edebilmemiz için hepimizin çığlık atması lazım.
13 / Doç. Dr. Berkant Ödemiş – (İskenderun Çevre Koruma Derneği); Benim üniversitede 21.yılım. Başından beri hep şunu anlattım. Devletin aklı bireyin aklından daha fazla değil önce buna inanmamız lazım. Devletin aklı bireyin aklından daha yüksekte ulaşılmaz değil. Bakın ben üniversitede çalışıyorum. Oldu ki siyasi iktidar beni uygun gördü müsteşar oldum ondan sonra gelir bu bölgenin çevresiyle ilgili karar verici bir noktaya gelebilirim. Şimdi bu konuda karar verenlerde bu akılla bu şekilde çalışıyorlar. Bilim insanları alınır satılır hatta kiralanabilir, kapitalizmde her şeyin alınıp, satılması gibi bilim insanları içinde aynı şey geçerli. Burnaz Mevkiinde kurulacak termik santralle ilgili ÇED raporunu hazırlayanlar için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın ama bölgeyi bilmeyen insanlara gelip hazırlattığınız zaman içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bunu kabul etmek lazım. Aklımda kalanlara önce cevap vermek istiyorum. Çünkü atlamak istemiyorum gerçekten önemli şeyler. Samandağ’da kurulan rüzgar tribünlerinin atıklarını Konya’dan bir firma tarafından toplanmasıyla ilgili. Şimdi ben biyo sistem mühendisliği anabilim dalında çalışıyorum bizim bölümde 4 anabilim dalı var. Bir tanesi Enerji anabilim dalı. Rüzgar tribünlerinin bir atığı olduğuyla ilgili bir bilgiye sahip değilim neden değilim? Ben öğrencilerimi bizzat belendeki rüzgar tribünlerine götürdüm. Kurucu firma İspanya herhangi bir atığı olduğuyla ilgili İspanyollardan da duyduk herhangi bir atığı yok. Zaten atığı olması mümkün değil yani rüzgarla çalışan pervaneler bunların atık üretmesi diye bir şey mümkün değil. Bazı şeyler ne yazık ki şehir efsanesi olarak aramızda dolaşıyor. Bunu kabul etmemiz lazım. Ben Samandağ’dakiler içinde aynı şeyleri söyleyebilirim, başka yerdekiler içinde söyleyebilirim. Bakın bütün enerji üretim sistemlerinde bir atık üretme sorunu olabilir, HES’lerde dahil olabilir. Ama bu güneş enerjilerinde, rüzgar tribünlerinde bir atık üretme diye bir şey olmaz. çünkü doğal kaynağı alıp enerji üretmeye çalışıyoruz dolayısıyla bu konuda ben bir bilgi sahibi değilim önce onu söyleyeyim. Termik santrallerin ehlileştirilmesinin ilgili bir durum ancak kapitalizmin, sermayenin ehlileştirilmesi ile mümkün olabilir. Vahşi olan ehlileştirmek için de çok güçlü bir örgüt yapısına ihtiyacımız var biz bu algıyla maalesef bunu başarabilecek yapıda değiliz. Bunu kabul etmek zorundayız. Bu algıyla demekten kastım şu biraz önce bir arkadaşımız dedi ki hocam söylediklerinin hepsini biliyoruz çevre ile ilgili sorunları ama çevre ile ilgili bütün sorunları biliyorsak çevre derneğinde biz 7 kişiyiz neden 4 kişi ile toplanıyoruz. O zaman bizim algımızda bir sorun var. Yani kendi kendimize bahsettiğimiz bir durumda hala biz görmezden geldiğimiz bir ortamda yaşıyoruz ama biz olaya aynı anlamda biz marjinal anlamda çevreci mantığıyla bakmıyoruz. Beyefendi söyledi olaya sınıfsal da bakıyoruz. Bakın bütün çevre faaliyetlerinin hepsi de sınıfsal temellidir. Üretim tüketim ilişkileri içerisinde ancak tüketebildiğiniz kadarı üretmek tüketebildiğiniz kadarı üretmeye yönelik her türlü ekonomik sistemi savunmak zaten temeli itibariyle sınıfsaldır. Ama bunu her yerde dillendirip milleti korkutmanın bir anlamı olmadığı için biz kendimizi küçük bir çevre örgütü olarak nitelendirmekten de mutluyuz. Aynı zamanda ama olay zaten sınıfsal bunu kabul etmek gerekir. Şimdi Asi nehrinin kuruması ve kirliliğiyle ilgili söylenen şeye gelmek istiyorum. Asi nehrine kabul etsek de etmesek de hepimizin bilimsel araştırmaları onu gösterdi büyük bir bölümünü ben iki yıl boyunca Devlet Su İşleri ile de çalıştım büyük bir bölümünü biz kirletiyoruz. Kabul onların sadece deri sanayinden kaynaklanan atıkları var. Bizim Demirköprü bölgesindekiler o suyu kullanıyorlar ama zaten su yetmediği için aşağı havzaya yani şehrin içerisine gelen suların büyük bir bölümü kanalizasyon suyu. Ama kirletici kaynaklar açısından baktığımızda nehri biz Antakya şehir sınırları içerisinde kirletiyoruz. Hiç birinde atık su arıtma sistemi yok. Bunları bertaraf eden yada arıtan sistem yok. Zaten Türkiye deki belediyeler içerisinde sadece yüzde altısında atıkları arıtma sistemi mevcut. Hal böyle olunca zaten başta kamu tesisleri kamu alanları kirletiyoruz çevreyi çevre bakanlığının bu konuda hiçbir girişimi yok. Gidin çevre il müdürlüklerine bu konuda hiçbir faaliyetleri olmadığı gibi bilmiyorlar da zaten. Neyin ne olduğunu bilmeyen bir kamu otoritesi var. Size şöyle bir örnek vereyim bu konuyu çokta uzatmak istemiyorum. Japonya kendi saha alanı içerisinde kendi ülkesinin sınırları içerisinde uzun yıllar bir bakıyor ki asit yağmurları nedeniyle ormanları tamamen yok olmaya başlamış durumda. Nedenini araştırıyor bakıyor ki Çin o kadar kirli teknoloji kullanıyor ki Çin deki kirli teknoloji nedeniyle oluşan hava kirliliği rüzgarın etkisiyle Japonya sahasına girip asit yağmurlarına neden oluyor ve asit yağmurları nedeniyle de Japonya’da ki ormanlık alanları toprak alanları tamamen bitki örtüsü yok olmaya başlıyor. Bunun üzerine Japonya her yıl Çin e sirkülasyon ünitelerini küçük ücretle geri vermeyi teklif ediyor. Bugün Çin’in büyük bir bölümünde Japonya’nın verdiği sirkülasyon Üniteleri kullanılıyor Japonya diyor ki yeter ki sen kullandığın bu kirli teknolojinin benim kendi topraklarımda hissetmeme engel olacak önlemleri al. Bir son örnek Yatağan termik santralinde çıkan baca gazlarının etkisiyle ilgili bir araştırma yapıldı. Bakmayın siz öyle 54 metrede sadece 3-5 km lik yeri etkileyecek diyen sahtekarlara. Yatağan termik santralinin küllerinin etkisi Samsun’da çıktı. İstanbul Teknik Üniversitesinin araştırmasıdır. Yatağan termik santralinin baca küllerinin izlerini Samsun il sınırları içinde buldular. Onun için hiçbir termik santral sadece kendi bulunduğu bölgeden sorumlu değil hepinize teşekkür ederim katıldığınız için.
ÖNERİLER –
ORTAK SONUÇ –
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE:
Elektronik posta, telefon ve SMS yoluyla sivil toplum örgütlerine ulaşıldı. Toplantıda katılımcılara TkMM broşürleri, tahmini program verildi. İskenderun Belediye Başkanı davet edildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE:
Hatay’ın milletvekillerine ve milletvekili danışmanlarına telefon ve SMS ve e- posta ile ulaşılarak toplantı öncesinde toplantı konu, yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
MEDYA İLE:
Ulusal basının temsilcilerine ve yereldeki bütün basın temsilcilerine SMS ve elektronik posta ile ulaşılarak toplantının yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
SONUÇLAR
Toplantıda TkMM ilkeleri videosu ile gündemle ilgili hazırlanan sunum izlendi. 23. dönemde daha önce toplantılarımıza katılan Milletvekili Orhan Karasayar TBMM 24. Dönemde ilk kez Ak Parti’den katılan milletvekili oldu. Hatay küçük Millet Meclisi toplantısının dzenli olarak Antakya’da yapılan toplantılarından sonra farklı olarak Mayıs ayında Samandağ’da, Haziran ayında da İskenderun’da toplantı gerçekleştirmesi, toplantıların ilçelerde de tanınıp bilinmesi ve ilçelerdeki katılım yönünden önemliydi. Toplantılara farklı bir soluk ve ilgi getirmesi bakımından ilçelerde toplantı yapılması doğru bir uygulama. Gelecek toplantılardan bir kısmının ilçelerde yapılmasına devam edeceğiz.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ekrem Dönmez – Hatay kMM Hamalı
02.06.2012 Hatay kMM Toplantı Tutanağı
previous post