YER :Antakya Ticaret ve Sanayi Odası
TARİH :07.04.2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Aalen Antakya Kültür Derneği (Çetin Kalkan – Yönetici)
2 / Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği ( Mevlüd Oruç – Yönetici)
3 / Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (Ali Bilgin – Yönetici)
4 / DKB- Dünya Kardeşlik Birliği (Mithat Sultani – Yönetici)
5 / İnsan Hakları Derneği (Mithat Can – Başkan)
6 / Mülteci İnisiyatifi Girişimi (Lümeys Dede – Girişimci)
MESLEK ODALARI –
SENDİKALAR
1 / DİSK/ Emekli-Sen (Hasan Kazıkçı – Yönetici)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / Hasip Yiğitoğlu – Yazar
2 / Hatice Can (Avukat – Eski İHD Şube Başkanı- Baro Kadın Komisyonu Başkanı)
3 / Mehmet Çardak – Emekli Gümrük Başkontrolorü – (Araştırmacı-Yazar)
GÖZLEMCİLER
1 / Kenan Kahlıoğulları – ÖDP Samandağ İlçe Sekreteri
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Hasan Akgöl – Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili
BELEDİYE BAŞKANLARI: Belediye Başkanı katılımı olmadı.
MESAJ YOLLAYANLAR
Mesaj yollayan olmadı.
DİĞER KATILIMCILAR
1 / Gökhan Kılbey
2 / Güner Uysal – Avukat
3 / Kemal İnekçialioğulları – MKÜ Eğitim Fakültesi
4 / Kübra Demirdüzen – MKÜ Eğitim Fakültesi
5 / Meri İzrail Kohen – Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı
6 / Musa Artar – Doğuş Okulları
7 / Nebih Güneysel – Emekli
8 / Necati Oğural – Esnaf
9 / Nurhan Aşkar –
10 / Zekeriya Coşkun – Avukat
MEDYA
1 / Antakya Gazetesi – Cemil Yıldız
2 / Atayurt Gazetesi – Cuma Zeybek
3 / Hatay Kent Gazetesi – Tamer Yazar
4 / HRT (Hatay Radyo Televizyonu) – Serdar İbrahimoğlu
5 / Özyurt Gazetesi – Mutlu Yetim
MODERATÖR : Mithat Can – İnsan Hakları Derneği Hatay Şube Başkanı – Eğitimci
KONULAR :
Genel Konu : “Hükümetin yeni konsepti, sorunlara çözüm getirebilir mi?”
Yerel Konu : “İlimizin 4+4+4 Eğitim Sistemine yaklaşımları, ilk ve orta eğitimin durumu”
KONUŞULANLAR
Genel Konu : “Hükümetin yeni konsepti, sorunlara çözüm getirebilir mi?”
1/ Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı)
2/ Mithat Can – (Moderatör)
3/ Mevlüd Oruç: Kürt sorununun silahlı silahsız muhatapları var. Bu konsept Kürt tarafı ile görüşülerek mi belirlendi. Bunu bilmiyoruz. Sivil siyasi muhataplarına yapılan çağrının geçerli olabilmesi için PKK ‘Nis ve Abdullah Öcalan’ın itiraz etmemesi gerekiyor. İtiraz etmemesi içinde PKK ve Abdullah Öcalan’la açık veya kapalı bir şekilde görüşmek gerekiyor. Yani PKK ve Öcalan’la görüşmeye tamamen kapalı olmakta yanlıştır. Bir an önce ülkemizde kardeşin kardeşi vurmasını engelleyebilmeliyiz. Analar ağlamasın, halklar sorunlarını barış içinde çözebilmelidir. Her zaman tekrarladığımız ama bir türlü uygulamadığımız “ yurtta barış dünyada barış” sözünü gerçek anlamda uygularsak sorun çözüm yoluna girebilir. Bunun için dilimizden başlayalım. Barış dilini kullanalım. Teşbihte hata olmaz, teşbih yapıyorum. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” atasözü var. Barış dili ve barış üslubu en radikal muhatabı bile yumuşatabilir. Her iki tarafın şu anki savaş dili ile ülkemize huzur gelmez. Muhataplar birbirlerine olgun, saygılı ve kapsayıcı bir dil ve üslup ile kabul edilsin veya edilmesi en aşırı taleplerini bile iletebilsin. Bence sorun çıkmaz. En ufak talepler bile hırcın bir üslup ile ve saldırgan bir dil ile sorun çıkartıyor ve yıkıcı oluyor. Son dönemde yaşanan acı olaylar barış diline hizmet etmiyor. Newroz’un yasaklanması vatandaşın bombalanması belediye başkanlarını, milletvekillerini ceza evlerinde süründürmek, Büşra Eraslanlı, Ragıp Zarakoğlu’nu tutuklamak barışı huzuru çağıran, Türkiye ye hizmet eden bir üslup değildir. Başbakanımızın Türkiyeli Kürtlerin, Arapların, Hıristiyanların, Alevilerin, vd de başbakanı olduğunu hatırlaması gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın “ kana kan, intikam” anlamına gelen sözleri Cumhurbaşkanlığı makamı için pek de hoş bir dil ve barışa hizmet eden bir üslup değildir. PKK’nin da öldürmeye yönelik saldırıları ve hırcın üslubu da barışı çağırmıyor. Zaman kaybetmeden kimin ilk adımı atacağı kompleksine kapılmadan ve korkusuna kapılmadan bütün taraflar İnsan hayatına kasteden bütün davranışları durdurmalıdır. Artık karşılıklı jestler görmek istiyoruz. Türk, Kürt, Arap, Hıristiyan, Sünni, Alevi kardeşler artık birbirini öldürmesin. Gelişmiş ülkeler İngiltere, Fransa, ispanya, bu işleri nasıl çözdü ise biz de çözeriz. Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceğiz. PKK’lar sadece Türkiye de olmadı. Diğerleri bu sorunu çözdü. Bizim ne eksiğimiz var. Biz de çözeriz. Hem de daha iyi daha demokratik Türkiye modelimiz bile olur. Ankara’nın ve Diyarbakır’ın olaylara farklı bakış açıları var. Birinin kahramanı, diğerinin teröristi ve tersi. Çözüm ikisinin uzlaşması ile olacak. Uzlaşma Diyarbakır veya Ankara bakışında değil de mesela ikisinin buluşacağı başka bakış ve dil olabilir. Kardeşler bir birlerini yenmek veya yenilmek gibi bir ayıbı işlemek zorunda değil. Vakit geçirmeden Halkların anadil, inanç, eğitim, yerel yönetim, yeni anayasa genel siyasi af, siyasi partiler, seçim barajı vb sorunlarla ilgili hızlı adımlar atılmalıdır. TC vatandaşlarının artık böyle müjdeli haberlere ihtiyacı var. 12 Eylül darbecileri yargılanırken yakalanan birlikteliği sürdürmek başta başbakanımıza ve cumhurbaşkanımıza düşer. Onun için barış dili ve barış üslubu hemen şimdi.
4/ Ali Bilgin: Hükümetinin yeni konseptinin sorunlara çözüm getireceğine inanmıyorum. Çünkü hükümetin samimi olduğunu düşünmüyorum. Yeni konsept adı altında basına verilen girişimin tek amacının Kürt halkı üzerinde düşen oy oranının ya da otoritenin artırılmasına yönelik olduğunu düşünüyorum. Yeni konsept ne terör olayını çözmeye ne de Kürt halkının sorununu çözmeye yönelik bir şey içermiyor. Daha önce farklı şeyler denediler işte Kürt halkı ne zaman daha belirgin bir yere kaysa daha farklı bir şey yapsa kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Hükümetin hiç samimi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir yandan nevruza izin vermeyeceksiniz ki buna çok önem veriyorlar gururlarını kırıyorlar, copluyolar, içeri alacaksınız diğer yandan müzakere diyeceksiniz bir yandan KCK adı altında 7500–8000 kişiyi tutuklayacaksınız bütün sivil toplum kuruluşlarını basacaksınız gözaltına alacaksınız yani yıldıracaksınız öteki tarafta da biz müzakere yapacağız. Bunu hiç samimi bulmuyorum bunun örneklerini çoğaltabiliriz. Hükümetin Kürt sorunu çözmek adına samimi bir adım attığını düşünmüyorum. Son ekonomik paketlerde hükümetin Doğu Anadolu’ya teşvik vereceğiz diyorlar. Bu zaten olması gereken bir şeydi. Bu Kürt sorunuyla alakalı değil. Doğu Anadolu’nun dağlık alan olmasından kaynaklanan, insanların terörden dolayı yatırım yapmaması gibi zaten olması gereken şeydi. Bunun da Kürt sorununu çözmeye yönelik olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla bu sorunu çözmek adına hükümetin samimi olması gerekir. Toplum olarak bizimde önyargıları kırmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani artık şu çok önemli mesela istendiğinde vatan sağ olsun ifadesi öne atılıyor ama acaba gerçekten bir savaş uğruna mı kaybettik bu gençleri? Biraz daha bu konu hakkında özeleştiri yapıp daha önyargıları kırmamız gerekir. Yani Kürt halkını her şeyiyle kabul etmemiz, saygı duymamız lazım toplumsal olarak bize bu düşüyor. Umarım hükümet samimi bir çalışma yapar da bu sorunu çözer.
5/ Hasip Yiğitoğlu: Gündemi anlamak bu ülkede hayli zor. Üç günde gündem değişiyor. Her şeyden önce bu Türkiye’nin çok kötü yönetildiğinin ve iç sorunlarının çok ciddi olduğunun açık bir delilidir. Saatte gündemi değişen dünyada başka bir ülke olamaz. AKP yönetimi 10 yıldır bu ülkeyi yönetiyor. Bu on yılda samimi, ısrarcı olsaydı tahmin ediyorum bugün biz bu konuyu tartışmıyor olacaktık. Samimiyetsizlik var. Esasında AKP’nin bölge üzerindeki bir takım arka plan algısının bölgeyi kendi siyasi alanına dönüştüremediği bir parametre dönüyor. AKP gerçekten toplumsal ideolojik bir algı yaratmaya çalışıyor. Bu toplumsal algıyı toplumun her kesiminde, her inanç kesiminde her etnik kesiminde bunu zorlayıcı bir biçimde uyguluyor ve bunu bekliyor ve nitekim de bunun sonuçlarını alıyor. Ben bu konsepttin iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Orta yaştaki tüm insanlar böyle düşünüyor. Ancak yeni bir söylem ya da yeni bir şey değil eskinin aynısını getiriyor. 1990’ların aynı izdüşümünde nitekim devamında ki süreçte yeni bir konsept olduğunu düşünsem, hükümet en az nevruz bayramında ki uygulamalarından daha demokrat, daha hukuku öne çıkartan ya da daha hoşgörülü bir tavır içinde olabilirdi. Böyle bir düşüncesi yok ve ben buna inanmıyorum. Bir düşünün bugün iki millet çözecek. Ben bununla oturmam, ben şununla yürümem, şunu yapmam, şunlar böyledir, kiminin diline, kiminin ırkına, kiminin kültürüne, kiminin şekline herkese saldırıyor. Bu kadar saldırgan, bu kadar gerginlik yaratan bir siyasi zihniyetin bu kadar ciddi bir sorunda çözüm üreteceğine inanıyor musunuz? Bu zihniyet çözüm üretemez. Çünkü bu zihniyetin çözüm algısı yoktur. Beyni, aklı, siyasi yapısı, siyasi algısı gerçekten buna uygun değildir. Bilinçaltı buna uygun değildir. Her şeyden önce diğer siyasi partiler de farklı değil ve bunu çözebilecek bir bilinçaltına sahip değiller. Esas sorunumuzdan bir tanesi de bu. Bir düşünün siz bir akrabanızı BDP binasına ziyarete gidiyorsunuz ya da bir dostunuzla selamlaşacaksınız buraya girmek bile terör suçu. böyle bir mantık olur mu? KCK iddianamelerinde buna yer verilmiş BDP binasına girmek suç unsuru sayılmış. Bakın AKP hükümeti veya zihniyeti hep hamaset yaparak hep yarış genelde BDP Kürt sorunu ya da Kürt halkı ile bir yarış halinde. Yani şimdi bu inandırıcı olabilir mi? yani AKP hükümeti ya da devleti yönetenler AKP-BDP’nın Kürt halkının temsili konusunda hangisinin kaç adım önde olduğunu bilmiyorlar mı? Herkes biliyor açık ve net BDP bugün Kürtlerle et tırnak gibidir. Bunu istediğimiz kadar demagoji, illüzyon politikaları yapalım bu böyledir. Siz BDP’yi karşınıza aldığınız sürece Kürt halkının çok ciddi bir kısmını da karşınıza almış sayılacaksınız. Eğer çözüm üretmeyi düşünüyorsanız böyle bir çatışmaya girer misiniz? Gerçekten çok zor bir süreçten geçiyoruz yalnızca sorunumuz bu konsept değil. Türkiye çok daha ciddi ve ağır süreçten geçiyor. Adeta Türkiye’yi bir bataklığa götürüyor bu siyaset. İçte ve dışta çok ciddi yanlışlıklarla derin sularda yüzüyor. Bu siyasetin artık bir adım daha öteye gitmesi gerekmiyor. İnsanlar birbirlerine düşman ilan edilerek diğer taraftan da komşularla her gün çatışmalı siyaset üreten bir zihniyet bizi nereye götürecektir? bir düşünün empati yapalım birbirimizi mi öldüreceğiz, komşularımızı öldüreceğiz maalesef bu siyaset bizi bu kulvara taşımış durumdadır ve Allah hayrını versin işimiz hiçte kolay değil.
6/ Meri İzrail Kohen: İlk defa katılıyorum dolayısıyla toplantının formatına uygun bir yorum olacak mı bilmiyorum ama şimdi burada hükümetin konuyla ilgili politikasını tartışmak yerine toplanmış olduğumuzu gözden kaçırmadan şunu da hatırlatmak belki iyi olur diye düşünüyorum. Aslında yapmaya çalışmak gereken bu gibi konuları Türkiye’de bunlardan çok var ama en önemlilerinden biri gerçekten ve mümkünse her konuyu aslında hükümetin tekelinden kurtarmak. Yani aslında bizim örgütlü toplum olarak ya da örgütsüz yurttaşlar olarak bütün bu konularla ilgili kendimizi aşabileceğimiz mecralar var. Bu mecralar tartışmasıyla ilgili yeni alanlar var. Bu toplantı bu alanlardan biri gibi. Bunun dışında yapılacak bir sürü şey olabilir. Yani naif öneriler gibi gelebilir size ama hasbel kader faydası olmuş olduğunu gördüğüm şeyler. Bugüne kadar hepimizi kendi hayatında yapabileceği ufak tefek şeyler var. Öğretmen olanın kendi okulu için Batman’dan kardeş bir şehir bulması olabilir. Tatile giderken memlekete değil de ne bileyim başka bir yere doğuya doğru gitmek olabilir. Dilimizi değiştirmek olabilir. Çevremizi genişletmek olabilir. Körler sağırlar birbirlerini ağırlayan mecralara toplandık hep birlikte. Yani her taraf kendi dinini, dilini kim anlıyorsa ona konuşmaya devam ediyor. Mevcut mecralarımızın dışında yeni mecralar açmak, çevreyi genişletmek ve kendimiz ve kendimiz gibi olanlardan öteye uzanmak lazım bizi zorlasa da biraz sıkıştırsa da diye düşünüyorum. Çok özetle aslında kendi yaşamımız içerisinde yeni alanlar açmaya ihtiyacımız var bence. Elbette hükümetin hükümet düzeyinde attığı adımlara ve makro siyaset düzeyinde olup biten gelişmelere ilişkin tartışma yapmak çok önemli. Bunu hiçbir şekilde yadsımıyorum. Ancak teker teker yurttaşlar düzeyinde dahi kendi hayatımızda yapabileceğimiz şeyler var diye düşünüyorum. Aslında son kertede bu yurttaşlar dahil hepimiz ufak tefek bir şeyler yapabiliyorsak son kertede bununla ilgili karar alması gereken, müzakere etmesi gereken politika ya da sivil toplum işte DTP veya ilgili bütün tarafları da rahatlatacak bir şey olacaktır diye düşünüyorum. Bilmiyorum ne kadar geçerliliği var bu durumun bu platformda ama daha farklı mecralarda bakmazsak olduğumuz yerden çıkamayacağız.
6/ Lümeys Dede: Arkadaşlar ne kadar inanmak isterdim yeni bir konsepte. Ancak inanmak isterdim diyorum çünkü kanlı kavganın bitmesini istiyorum bir öğretmen, bir insan, bir yurttaş olarak. Ancak gördüğüm kadarıyla genel bir travmayı dillendirmekten de korkuyorum. Bir yandan operasyonlar sürüyor alabildiğince süreceğini söyleyen bir başbakan öte yandan KCK tutuklamaları sürerken anayasa yapacağız diye insanları heyecanlandırdılar anayasanın hemen hemen çok az dile getirildiğini, bu dönemde bu konseptin inandırıcı gelmediğini söylemek istiyorum. İktidar zaman mı kazanmak istiyor acaba? İktidar zaman kazanırsa bu sürecin daha uzun sürmesinden endişeliyim. Birçok yere gelen cenazelerin yeniden gelmesini mi bekliyorlar? Öldürülen çocukların hesapları verilmedi. Daha yeni bir rapor yayınlandı. Bu rapor yürekler acısı bir durum. Bu çocukların öldürülmesi sadece ben öldürdüm kan parasını veriyorum anlayışıyla mı devam edecek? Sonuçta ağlayan yine annelerdir. Birçok açılımdan bahsettik bu açılımlar sadece açılım olarak kaldı. Az önce de söylediğim gibi açılmadan kapanan kapılar ve maalesef öyle başbakan düne kadar çıkıp PKK ile eş olan bir partisin, sen onların bir parçasısın seninle konuşmayacağım derken şimdi de her şey unutulmuş sadece parlamentoda mücadele veren bir anlayış içinde ne konuşacağım diyor. Yani hangisine inanacağımızı şaşırdık. Dün Suriye ile olan bir sorunumuz bugün İran’la da birbirimize düştük. Yani komşularımızla olan bütün dostluğumuzu maalesef bozmuş durumda. Hem çözeceğim diyorsunuz hem de saldırgan eyleminizi devam ettiriyorsunuz. Başbakan böyle diyorsa halk bunun 10 katını der. Yani bir yöneticinin bunlara dikkat etmesi gerekiyor. Çocuklarımın önünde küfür etmeyeyim de çocuklarım beni kötü örnek almasın anlayışı varsa, başbakanın da buna dikkat etmesi gerekir. Nevroz’daki ben kararı veririm hangi tarihte yapılacağına anlayışı da çok yanlış bir anlayıştır. Yani bu anlayışla yola çıktıkları için bir sürü insan tutuklandı. İki kişi öldü bu çok yanlış bir şey. Bu bayram önemli bir bayram. Birçok toplantıda 8 Martları kadın olarak daha farklı verimli olacağına inandığımız yani tarihi günlerde kutladık. Yani birbirimize girmenin anlamı yok. Az önce arkadaşımızın da parmak bastığı gibi Kürtleri en fazla ben severim anlayışı yanlışından kaynaklanıyor. Bu yanlışın bir an önce sona ermesini istiyoruz.
7/ Hatice Can: Bugün konumuz yeni konsept. Biz bu konseptin benzerlerini geçmiş yıllarda da yaşadık. Demokrasinin ise evrensel ilkeleri var. Bu evrensel ilkelerin en önemlileri katılımcı, şeffaf, demokratik, çok sesli, çok renkli olmasıdır. Yaşadığımız coğrafya evet aynen öyle çok renkli, çok dilli, çok kültürlü bir coğrafya. Uzun yıllar bu renkleri tanımadık. Tek renk, tek kimlik dayatıldı. Ama çok renkli olan bu coğrafya da evet artık biz kendi rengimizde kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz iradesini göstermeye başladılar. Onların bu iradesi demokrasi içerisinde karşılığını bulmadı. Uzun yıllardan beri çatışmalarla güvenlik konseptiyle alındı ve sayısı belli olmayan her taraftan asker anaları da ağladı, Kürt anaları da ağladı. Son derece olumsuz günlerden geldik. 1991 yılında insan hakları söyleminin çok yükseldiği bir dönemde hükümet kurduğu zaman Süleyman Demirel ilk gezisini Diyarbakır’a yaptı ve ilk defa belki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir başbakan Kürt realitesini tanıdı ama arkası gelmedi. Tansu Çiller’in başbakan olduğu dönemde güneydoğuda kontrgerillanın en çok eylem yaptığı dönemlerde hala o dönemde ki acıların sorumluları hala bulunamadı ama Kürt sorununu çözeceğiz dedi sustu. Ak partinin burada duruşu farklı, bir hükümet bir de parlamentoda büyük çoğunluğu var. Son yıllarda yapılan değişiklikler, yargıdaki egemenliği tartışmasız. En son özel yetkili mahkemeleri de tartışmasız. Ayrıca bu dönemde genelkurmay ile ilgili olan ilişkilerde farklı boyuta geldi. Yani artık dikensiz gül bahçesinde yaşıyorlar. Eğer çözeceğim diye bir irade varsa toplumda artık bu konuda hayır diyecek bir kesim yok. 2009 yılı mıydı gene burada tartışmıştık diye hatırlıyorum. Kürt açılımı diye bir şey ortaya atılmıştı biz yine tartışmıştık. Aradan 3 yıl geçti gene Ak parti hükümeti vardı. Gene başbakan Erdoğan’dı. Biraz evvel sunumda da vardı Başbakan aynen şöyle diyor: Terör örgütü ile sonuna kadar mücadele, siyasi uzantıları ile müzakere. Bunu derken bile onların da terör örgütünün devamı olduğunu açıkça ifade ediyor. Şimdi böyle bir anlayıştan yani bu sözden bile Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda iradelerinin olmadığının görüyoruz. Düşünenlerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, üniversite öğrencilerinin ceza evinde olduğu bir dönemdir. Gazetelerin kapatıldığı bir dönemdir. Yazılarından ötürü insanların tutuklandığı bir dönemdir. KCK operasyonu adı altında çoğu kişinin tutuklu olduğu bir dönemdir. Nevrozda çatışmaların devam ettiği bir dönemdir. KESK’in ya da demokratik haklarını isteyenlerin sokağa çıktıklarında biber gazı ve orantısız güç kullanıldığı bir dönemdir. Ayrıca da sistemin adı ileri demokrasi ama ileri demokrasinin olmadığı çok net ve Kürt sorununu bu şekilde çözeceğim derken söyleminde bile samimiyeti yok. diğer alanlara baktığımızda parlamentodaki gücü yerine televizyon kanallarında kavgaları görmeye başladık. İstediği yasayı çıkartabilen gücü de var, farklı seslerin çıkmasını istemeyen bir grubu da var. 12 Eylül anayasasına karşıyım deyip anayasa değişikliklerini gündeme getiren bir dönemdeyiz ama uluslararası alanda tanınmış olan ulusların kendi kaderini tayin hakkını kabul etmeyen bir pozisyondayız. Ne yazık ki bende çok umutsuz bir şekilde özgürlük yerine güvenlik konseptine girdiğimizi ve bu konseptin açılımı ve demokratikleşmeyi getirmeyeceğini düşünüyorum.
Yerel Konu : “İlimizin 4+4+4 Eğitim Sistemine yaklaşımları, ilk ve orta eğitimin durumu”
KONUŞULANLAR
1/ Mithat Can: Şimdi eğitim konusunu konuşacağız. Bir öğretmen aramızda iki emekli öğretmen var galiba. Bunun olmasını isteyen ya da istemeyen eğitimcilerin de olması gerekirdi. Kendi sorunlarımızı tartışmıyoruz ya da tartışmaktan kaçınıyoruz. Şimdi zorunlu eğitim nedir? Önce zorunlu eğitimin ne anlama geldiğini değerlendirelim sonra zorunlu eğitime 4+4 getirilirken ne düşünülüyor ya da ne yapılıyor kısaca anladıklarımı söyleyeyim. Zorunlu eğitim denilince bir yurttaşın belirtilen bir çağa gelince eğitim konularında belli bir süre öğrenim görmesi demektir. Zorunlu eğitim devletin her vatandaşını devamlı yükümlü kıldığı eğitim süresini ifade eder. Bazı devletlerde bu orta düzeyi kapsıyor bizde yalnız ilköğretim zorunlu ve parasızdır. İlköğretim örgün eğitimin ilk evresidir, daha ileri eğitim kademelerinin tabanını oluşturması ve özellikle çocuğun orta öğretimde izlediği programları seçmesinde oynadığı rol ve bireylerin kendilerini gerçekleştirme açısından çok önemlidir. İlköğretimde insanın kendi geleceğini şekillendirme konusunda alabileceği bilgiler çok ciddi derecededir. 4+4 kademeli zorunlu eğitim Başbakanın dindar nesil yetiştirme arzusu geliştikten sonra ortaya çıktı. Yani birçok ülkede uygulanmayan bir sistem. Malezya’dan sanıyorum kopya edildi. Dindar ve kindar nesil yetiştirme mantığından. 4+4 kademeli zorunlu eğitim ne getiriyor. İlköğretimi kademeli okullarından parasızdır ifadesi de çıkartılıyor ve anayasada hak olan bir durumu yok ediyor ve zorunlu olmayabiliyor. Zorunlu ilköğretimin iki kademeye ayrılıyor 4 yıllık birinci dönem 2. dönemde 4 yıllık diye geçiyor. İlk 4. yılda meslek seçimine başlanıyordu. Tepkiler üzerine 8. yıla çıkartıldı. Bir yanlış tarafı da ilköğretime 5 yaşında başlanıyor. 5 yaşında başlayan bir çocuğun zeka gelişimi programı kaldırabilecek sorumluluk alabilecek düzeyde değildir. Çocukların zekâsal ve zihinsel gelişimini bu ölçüde engelleyecek derecede bir mantık üretiliyor. Bu eğitimin diğer bir sakıncası da şu, mevcut sistemde eğitime başlama yaşından 7 iken 5 yaşına indiriliyor. Ayrıca sosyal ve duygusal olarak bu yaş arasındaki çocuklar ilköğretim kurallarını yerine getirmekte zorlanacaktır. 5 yaşındaki çocukların dikkat süreleri bir ders süresi boyunca dersi takip etme ve oturma gibi görevleri yerinde getirme gelişiminde ve irade de değildir. Bir saat çocuğu tutamazsın orda birinci sınıf okutan arkadaşlarımız daha iyi bilirler biz o çocukları 45 dakika tutmak için elimizden geleni yapıyoruz. 5 yaşındaki bir çocuk o sorumluluğu taşıyabilecek iradede değil. 5 yaş çocuğu hayal ve gerçeği ayırmakta sıkıntı çeker. 5 yaşında bir çocuğu gerçekle ve hayal içerisinde boğuyorsun. O çocuk neyi öğreneceğini ve niye öğreneceğini kavramayabilir. Bu anlamda 5 yaşındaki ilköğretime başlamanın çok sakıncaları vardır gelişim açısından. Ayrıca geçen başbakan söyledi dershaneleri kaldıracağız, sınavları kaldıracağız. Aksine ilkokuldan dershane başlıyor ve bu yaştan yarışa başlayan çocukların çektiği sıkıntıları azapları biliyoruz. Bu sefer ne oluyor ilkokul çağında bu yarışa bağlatıyoruz. Gazetelerde de görüyoruz bu Kuran derslerini kim verecek şimdi biz biliyoruz ki mesleki formasyonu olanlar verebilmeli. Şimdi kuranı kimler öğretecek bu alamda bir donanım yok. İmam diyelim okutacak ama imamın formasyonu var mı yok! Mesela bir futbolcu beden eğitimi derslerine girebilmeli olmuyor. bunun da bir takım sakıncaları var örneğin mesai dışında okutulacağı düşünülüyor. Burada mesleki eğitim düşünülüyor. Köy enstitüleri kapatılırken de mesleki eğitim, ihtisaslaşma iddiası ortaya çıktı. Köy eskileri gerçekten geri kalmış ülkelerde bizim gibi ülkelerde en iyi modeldir. Bunu UNECO bütün dünyaya tavsiye etmiştir zamanında. Neden çünkü kendi köyü içerisinde, kendi sosyal gerçekliği içerisinde eğitim veriyorsun. O zaman nedir ihtisaslaşma sanat okulları açalım, ziraat okulları açalım vs. mantık olarak doğru olabilir. Ancak halkın bilinçlenmesini sağlayan, aydınlanmasını sağlayan, kendi geleceğini tayin etmesi konusunda birazda bilgi sahibi olan köylü toplumun biraz daha geri kalması için kaldırılmıştır. İhtisaslaşma amaçlı değildir Aynı amaçla 4+4 getirilirken mesleki eğitim amaçlandığı söylendi. Efendim yani nedir mesleki eğitim? Belli bir sermayesi olan insanların işletmesi kurumu olan insana kendine eleman yetiştir diyeceksin. Kendine eleman yetiştirmesi için düşünün artık 4 yaşında bir çocuğu veriyoruz ve çırak yetiştir diyoruz. Bunun için işveren ne diyecek ben devlet değilim ki okutayım. şimdi rehabilitasyon merkezlerinde pirim alındığı gibi her öğrenci bu sefer devletten prim alacak. Ben her öğrenciye bu kadar masraf yapıyorum diyecek. Ondan sonra ne olacak bundan sonra kendi yetiştirdiği çırakları işyerinde çalıştırdığı için yani sendikalaşma dediğimiz olay, sosyal mücadele dediğimiz olay, kendi hakkını arama olayını ortadan kaldırmış oluyor. Benim yetiştirdiğim elemanlar benim çiftliğimde çalışıyorsa bana karşı direnmeyecekler çünkü beyni de öyle eğitiyorum. Sen bu olacaksın! Benim verdiğim parayla geçiniyorsun, benim verdiğim kadar da iş yapacaksın, yapmadığı zamanda seni atarım! Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen zorunlu din eğitimi yine seçimlik de olsa bu şekilde getirildi. Hiç kimse zorlanmamalıdır. Devlet şunu bilmeli din bilgisi aileden ya da ilgili kurumlardan alınabilmeli. Biz eğitim deyince ne anlıyoruz kısaca özetleyeyim. Kendime göre toparladığım birkaç madde 1- eğitim bir insan hakkıdır, eğitim hakkından herkesin eşit, parasız ve kendi ana dilinde yararlanması gerekir. Bütün dünya eğitimcileri bunu söyler çocuğun en iyi kavrayacağı en başarılı olacağı dil kendi ana dilidir. Ben bazen Arapça konuşurken sıkıntıya giriyorum çünkü onu çevirecek bir karşılık bulamıyorum 2- eğitim politikaları iktidarların siyasal hedefleri piyasa ihtiyaçlarına göre olmamalıdır. Bu gün hangi ülkeye giderseniz gidin eğitim politikası değişmez ama bizde her gelen eğitim bakanına göre eğitim politikası değişiyor. Onun için eğitim politikaları iktidarın siyasi hedeflerine ve piyasa ihtiyaçlarına göre değil bilimsel veriler, toplumsal ihtiyaçlar halkın talepleri göz ardı edilmeden programlar hazırlanmalı. Bir diğer madde müşteri bilinci değil, yurttaşlık bilinci egemen olmalıdır. Biz piyasaya insan yetiştirmiyoruz bilim adamı üretmek gerekiyor. Bir diğer madde eğitim hizmetlerinin sunumunda proje temelli olmalıdır. Piyasacı stratejiler hakim olamamalı. Planlar, programlar olmalı. Zorunlu din dersleri olmamalı ırk, dil, din gibi ayrımcı uygulamalara son verilmelidir. Bir diğer madde eğitim, üretim için olabilmelidir. Ne kadar üretim yapabilirse, ne kadar yaratıcı olabilirse başarı elde etmiş olabiliriz. Eğitimde bireysel farklılıklar keşfedilmeli onları geliştirmeye yönelik olmalıdır. Eğiteceğimiz insanlar araştırıcı, sorgulayıcı ve yaratıcı olmalıdır. İş bu 4+4 ile getirilmek istenen bütün bunların önünü tıkayan, bütün bunları göz ardı eden, tek tip nasılsa biraz önce bu konuyu konuşurken AKP kendi Kürt’ünü, kendi Alevisini, kendi devrimcisini, kendi solcusunu, kendi dincisini kendine göre biçiyor ve dayatıyor ve böyle olursa hakkın vardır böyle olursa bir şey verilir. 4+4 yasasıyla itiraz etmeyen, itaat eden, hakkını aramayan, dindar ve kindar bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Şimdi değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
2/ Ekrem Dönmez: Yasa neyi getiriyor bununla ilgili sizinle bir iki şey paylaşmak istiyorum. Yasa 4+4+4 sistemi zorunlu eğitimi 8 yıl iken 12 yıla çıkaran bir yasa olarak karşımıza çıktı. Bu yasadaki açıklamadan özetle şunu söyleyebilirim. Zorunlu ilköğretim çağını 6- 14 yaş yerine 6–13 yaş grubundaki çocukları kapsayacak şekilde değiştiriyor. Bu çağda 5 yaşın bittiği yılın eylül ayı sonunda başlayıp 13 yaşında bittiği 14’üncü yaşında girilen yılın öğretim yılı sonunda da bitmesi ön görülüyor. İlave olarak burada ilköğretim özel idare bütçelerinde yıllık gelirin en az % 20’si olan elde edilecek gelirleri orta öğretim kurumlarının arsa temini binaların yapımı, bakımı, onarımı ve ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılması ön görülüyor. Bununla ilgili değişiklikte milli eğitim kanununda da yapılıyor. İlköğretim kurumları tanımlanırken imam hatip okulları da bu kurumda yer alıyor. Buna göre ilköğretim kurumları 4 yıllık zorunlu ilkokullar, 4 yıllık zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam hatip ortaokullarından oluşuyor. Ortaokullar ile imam hatip ortaokullar lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek ve tercihlerine seçimlik dersler oluşturulması ön görülüyor. Tabi burada bakanlık yetkili bazı hususlarda özellikle şimdi getirilen düzenleme ile ortaokul ve liselerde kuranı kerim ve hazreti peygamberimizin hayatı isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulacak. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersleri ile imam hatip okulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçeneklerini bakanlık belirlemeye tek yetkili olarak kanunda düzenleme yapılmış. Bunun yanında son olarak şunu söyleyeyim; orta öğretime ve ilköğretime dayalı 4 yıllık zorunlu eğitim örgün yargın öğrenimlere veren genel mesleki ve teknik öğrenim kurumlarını kapsayacak bu yasa. Yasa 2012-2013 eğitim öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlanacak uygulamayı bakanlar kurulu bir yıl erteleme hakkına sahip, kısacası düzenleme böyle.
3/ Hasip Yiğitoğlu: 4+4+4 bir sistem, bir devlet projesinin en son aşaması diyebilirim. Biraz tarihsel bakmak gerekiyor. Bugüne kadar bu din paradigması bugüne kadar nasıl getirildi. Osmanlı’nın 19. yüzyılın ortalarına kadar temel paradigması dindi. Bu süreçte feodalitenin Avrupa’da tasfiyesiyle başlayan bir süreç yaşanmış. Tabi bu süreç uluslaşmayı öne çıkardı. Osmanlı içindeki birtakım devşirik unsurlar Osmanlı’ya yeni o günün koşularına uyan güncel ve dini ikinci hale getiren, pantürkizmi öne çıkaran ilave bir paradigmaya zorladılar. Ama hiçbir zaman bu insanlar din kavramlarını paradigmalarından uzak tutmadılar, din ikinci planda olmasına rağmen, dini canlı ve yedekte tuttular. Daha sonraki Osmanlı’nın tasfiyesi süreci ile başlayan Osmanlı sürecine baktığımız zaman bu paradigma son 30 yıla kadar özellikle 12 Eylüle kadar pantürkizmle Panislamcılar arasında gidip geldi. Biz de halklar cami ile kışla arasında gidip geliyordu. Ama 12 Eylülle birlikte bu paradigmayı din lehine değiştirdi. Dünyada ideolojisi olmayan siyasi parti yok. Hepsinin amacı uzun vadede kendini idame ettirmek. Yasayla teknik düzenleme filan hedeflenmiyor. Burada yapılmak istenen son darbe. Yani devletin milliyetçi paradigma yarine din paradigmasının son noktasıdır bu. Açıkça da itiraf ediyorlar. Başbakan evet biz dindar nesil yetiştireceğiz diyor. AKP’nin zihniyeti din damarı üzerinde tekçi bir eğitim sistemi kuracağım diyor. Bu kadar zengin mozaiği olan bir Türkiye’de böyle bir projeyi öne çıkarmak adeta bir bölücülüktür. Bu bir provokasyondur. Bu ülkede çok farklı inançlar vardır. Bunu bilmelerine rağmen bunu geçirmek için var gücüyle uğraşmak insanları kamplaştırmanın başka bir adı olamaz, bu bir provokasyondur. Bu yasa geçerse önümüzdeki 10 yıl içinde bölünmenin temel nedeni olacaktır. Bir düşünün insanlar din dersi okuyacak öbür sınıfta müzik dersi var. Bir düşünün bunu, bir insan kuran okuyacak öte sınıfta müzik yapılacak. Böyle saçma bir şey olamaz. Bu proje esasında sadece bir imam hatip okulu açma projesi değildir. Bu proje tüm eğitim sistemini imam hatipleştirmektir.
4/ Hasan Kazıkçı: Ben değişik açıdan bakacağım. Yasa çıktı mı çıktı, herkes bağırdı çağırdı mı çağırdı. Önümüzdeki dönemde bu yasa uygulanacak. Artık önümüzdeki zamanda biz birey olarak veya STK’lar olara bu projeden daha az zarar nasıl görebiliriz, daha az zarar görmek için hangi projeleri üretmeliyiz onu düşünmeliyiz. Komşularıma ne tavsiye edebilmeliyim. Bunu düşünmeliyiz. Bu yasa ile getirilmek istenen amaca ulaşmaması için proje üretmeliyiz. Bu yasayı değiştirecek güce varıncaya kadar işimiz bu projenin en az zarar vermesinin sağlanması olmalı.
5/ Mevlüd Oruç: 4+4+4 eğitim sistemi en başta 1. Sınıfa başlama yaşını pratik olarak 5. Yaşa indirmekle hatalıdır. Toplumda kendiliğinden çocuğu okula erken başlatma ve erken meslek öğretme eğilimi zaten güçlü bir şekilde var. Yeni kanun bu yanlış eğilimi besleyecektir. Bu yasanın çocuk psikologlarını ve pedagogları dikkate almadan hazırlandığını düşünüyorum. 1. Sınıfa kayıt yaşının 72 ayı tamamlayan çocuklar olarak kesinleştirilmesini öneriyoruz. Çocuklarımızın Küçük yaşlarda (9–10) meslek seçmek veya seçtirilmek zorunda kalmaları yanlıştır. Mesleğinden tatmin olmayan, huzursuz mutsuz nesiller yetişecektir. Bu sorunları en aza indirmek için ortaokulda, lisede, üniversitede bölüm değiştirme kolaylaştırılmalıdır. Meslek seçme anlamına gelecek insan hayatında önemli olan seçimler en az 14 yaştan itibaren yapılması sağlanmalıdır. Herkes kutsal kitabını ve peygamberinin hayatını okulda veya dışında öğrenme Özgürlüğüne sahip olmalıdır. Ama bu dersleri görmek istememe haklarına da sahip olmalıdır. Seçmeli de olsa Kuranı Kerim ve meali dersi ile Hz Hayatı dersi okulda mahalle baskısına neden olabilir. Mahalle baskısının nasıl engelleneceğinin açıklanmaya ihtiyacı var. Ülkemizin birçok yerinde oruç tutmadı diye dövülen, öldürülen, linç edilen insanlar olmuştur. Aynı şeylerin bu dersler için de yaşanmayacağının bir garantisi olmalıdır. Haklar ve özgürlükler şansa ve insafa, iyi niyete bırakılamaz. Öğrenciler öğretmenlerin, müdürlerin not, puan, ortalama prim, teşvik ve cezalandırmalarından da nasıl korunacaklarının açıklanma ihtiyacı vardır. Bu iki ders aynı zamanda inançlar arasında eşitsizliğe ve ayrımcılığa neden olabilir. Çünkü bütün Müslümanlar kuranı kerimi ve peygamberin hayatını aynı yorumlamaz. Kuranı kerim ve peygamber bir ama yorum ve meal bir değil. Zaten bir olmadığı içinde ayrı ayrılar. Bir Alevi Müslüman, bir Şii Müslüman bir ve bir Sünni Müslüman bir kuranı kerim ayetinden aynı şeyi anlamayabilir. Bu dersler matematik, fen Türkçe kesinliğinde olan şeyler değil. Bu inançtır ve inançta kim neye nasıl inanıyorsa o doğrudur. Örneğin, Hz Muhammed’in son haccından Bir Alevi, bir Şii ve bir Sünni farklı şeyleri ön plana alırlar. İlahiyat fakültesi ve imam hatip mezunu hocaların verdiği kuranı kerim ve meali dersi ile Hz Muhammed’in hayatı dersine inancından dolayı Aleviler ve Şii’ler, Hıristiyanlar vd göndermeyebilir. Alevi bir çocuk bu dersleri Sünni bakış açısı ile almaz. Bu inançta asimilasyona girer ki buda insanlık suçudur. İlimiz de bu dersler Arap Aleviler ( Nusayriler ) için de önemlidir. Fakat bu konuları ve bilgileri kendi din adamlarımız olan şeyhlerimizden alacağız. Fakat kendi din adamımız şeyhlerimiz kendi geleneklerimize uygun bir şekilde yazın kuran kursu vb açtıklarında da mahkemelerde sürünmek zorunda kalıyorlar. Biz Arap Alevileri olarak şeyhlerimize Kuran kursu ve Hz Muhammedi’n hayatı dersi kursu verebilme yetkisi verilmelidir. Bu kursları verdiklerinde de mahkemeye verilmemelidir. Okullar, öğretmenler, dersler herkes tarafından verilen vergilerle finanse ediliyor. Fakat bu dersler sadece bir kesime verilirse ki öyle oluyor bu bir haksızlık ve eşitsizlik ve ayrımcılıktır. Alevi, Şii imam hatip ve ilahiyatlar ve diyanet başkanlıkları yok. Alevi, Şii din dersi öğretmenleri yok. Devlet her inanca eşit olmak zorundadır. Ya hepsine olmalıdır. Ya da hepsi kapatılmalıdır. Biz hep kapatılsın dedikçe çoğaldılar. Ben çocuğumun okulda veya okul dışında kuran ve peygamberin hayatını kendi din adamımdan öğrenmesini istiyorum. Alevi bakışı ile yetişen bu dersleri verebilecek öğretmenler olmalıdır. Çocuğumun okulda bu dersleri alabilmesi için bunun sağlanmasını istiyorum. Ya da benim verdiğim vergiden beni m inancımı temsil etmeyen Diyanete, imam hatibe, ilahiyat fakültelerine, Kuran ve Hz peygamberin hayatı ve din dersine giden payı helal etmiyorum. Okullarda bu dersleri benim inancım doğrultusunda öğretecek öğretmen veya din adamı olursa çocuğumu gönderebilirim. Vatandaşlar imam hatiplerde, ilahiyatlarda eğitim görmek isteyebilir, Kutsal kitaplarını ve peygamberlerini öğrenmek isteyebilir. Kendi hakları ve özgürlükleridir. Bu durumda Alevi ve Şii imam hatipler ve ilahiyatlar da olmalıdır, Alevi ve Şii bakışı ile peygamberin hayatı ve kuran dersi de olmalıdır. Yine sormak lazım Heybeliada ruhban okulu niye hala kapalı? Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması olumlu olmakla birlikte İlköğretim, ortaokul ve lise eğitiminin yerel yönetimlere bağlanması gerekiyor. Her Türkiye vatandaşı Resmi dil Türkçeyi iyi öğrenmek zorunda olmakla birlikte ana dilde eğitim önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Hangi okulda hangi dilde kaç saat eğitim verileceği vb hususlar yerel yönetimlere bırakılmalıdır. Ülkemizde çocuklarımızı İngilizceye özendirdiğimiz gibi ülkemizde konuşulan diller olan Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arapça vb yerel dilleri de öğrenebilmesi için özendirmeliyiz. Okullarda öğretebilmeliyiz. Bunu kanunu yönetmeliği alt yapısı hızlı bir şekilde yapılmalıdır. Artuklu Üniversitesinin kendi yöresinde konuşulan dilleri yaşatmak için verdiği emek ve çaba takdir edilir. İlimizdeki üniversite M.K. Ü sanki Antakya’da değil de uzayda bir yerde yerleşmiş. Yerel ile ve yöreyle organik bağı olmayan en az olan üniversiteye sahibiz. M.K.Ü’nün de Artuklu Üniversitesi gibi yörede konuşulan diller bölümü olmalıdır.Bu konuda kurslar ve sertifikalar vermelidir.İlimizde konuşulan dillerin hem devlet okullarında hem de özelde eğitimini verebilmeliyiz.
6/ Kenan Kahlioğulları: Bir örnek ile başlayacağım. İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde bir ilkokul müfettişi okulu teftişe gidiyor ve teftiş sırasında 65 öğrenci ve öğretmen sınıfın kalabalığından rahatsız olduğunu söyleyince, müfettiş “hocam bu ülkeye hep mühendis lazım değil birazda çoban yetiştirin” lafını yapıştırıverir. Şimdi AKP’nin eğitime yaklaşımının özeti bu müfettişin lafı gibi görünüyor. Şimdi 4+4 bize dayatırken, dayatırken diyorum çünkü eğitim fakülteleri ile ilgili ve diğer uzmanlardan bir görüş alınmadı. Eğitim sistemi ile ilgili diğer sistemlerden, örgütlerden üniversitelerden, yazarlardan, okullara çocuğunu gönderen anne ve babalardan, okullarda eğitim gören öğrencilerden, muhalefet partisi ya da diğer partilerin hiçbirinden ama hiçbirinden bir fikir alınmadı. En önemlisi diğer inanç, din ve mezhep sahiplerinin temsilcilerinden, bu ülkenin ötekilerinden, ya da bu ülkede yaşayan 73 milletin temsilcilerinden ya da kişilerinden ya da herhangi bir örgütten fikir alınmadı. Yani şimdi tamam saygımız var evet seçimle il başına gelinmiştir ama burası diktatörlük ile yönetilen bir ülke olmadığına göre bizim geleceğimiz ile ilgili karar alacaksanız bizim onayımızı alacaksınız. Eğitim emekçilerini durdurdular, Ankara’ya gitmelerine izin vermediler copla dövdüler. 4+4 ile içeriğinden tutun meclisten geçirilmesine kadar hangi yönünden tutalım. Yani kuran dersi ya da peygamberin hayatı tamam biz dine karşı değiliz evet verilsin, Sünni kardeşlerimize verilsin ama Bu ülkede yaşayan ötekilerin inancı veya Mevlüt Bey’in dediği gibi biz Aleviler olarak eğitimin şehlerimizce verilmesini istiyoruz. Ne olacak bu durumda. Son olarak bir şey söylemek istiyorum. Her çocuğun hak olarak eğitimden yararlanmasının sağlanması, çocukların 18 yaşın sonuna kadar örgün eğitim süreci içinde kalması, aynı zamanda eğitim sürecinin bilimsel, demokratik, ana dilde olması bu ülkenin gerçekliğine uyan olmazsa olmaz bir koşuldur.
7/ Lümeys Dede: 22 Şubat rövanşı olarak bilinen 4+4 meselesi dindar nesil yetiştireceğim sözü ile başladı. Biz öğretmen olarak ve bu işte 8 yıl emek vermiş bir insan olarak birleştirilmiş sınıfları kaldırılmasını beklerken, anaokullarının daha donanımlı olmasını beklerken, okullardaki araç gereçlerin daha modernize edilmesini beklerken, bu düzenlemeyle baş başa kaldık. Bu düzenlemenin alt yapısı örülmeden başlandığı için birçok nesli yok edecektir. Uzun bir zaman kime kısmet olacak o da belli değil. Anneler şu anda mutsuz. Daha bizim anlamadığımız 4+4’ü bizden açıklamamızı bekliyorlar. Biz anlamaya çalışırken halkın içerisine katılmış bir birey olarak açıklamaya çalışacağım getireceği şeylerin çok çok kötü şeyler olacağı kesin. Çünkü Antakya’nın yapısını az önce anlattılar. Yani Armutlu Mahallesinden emekli olmuş bir öğretmenim ben. Farz edelim ki bu çocuk Kuran-ı Kerim dersine girmeyecek ya da öbürüne gidecek, acaba benim çocuğum fişlenir mi? Gelecekte ha sen A sınıfında okurken ya da şu okulda okurken sen şu derse rest çektin gibi bir uygulama acaba o çocuğun önüne gelecek mi? Bu fişlenmedir. O fişlenmenin korkusunu anneler de taşıyor, bizler de anlatırken şaşkınlık içerisindeyiz. Geçen gün bir anne soru sordu, bütün bunların içerisinde ana sınıfı yok. Ana sınıfının olmayışı kötü bir şey. Çocuğun küçük yaşta okula alınması daha kötü bir şey. Yani bugün 1. sınıfı defalarca okutmuş bir öğretmen olarak çocuğun çişini söyleyemediği için sınıfta yapması ve düşünün onun psikolojik yapısını. Bir daha 6 ay okula getiremediğim örgencilerim olmuştur. Beş yaşındaki bu çocuğun ruhi yapısını hiç düşünemediler mi bunlar? Yani anasınıfı 1. sınıfa nasıl hazırlarız kalem tutuşundan, tuvalet kullanışından, öğretmene davranışından, arkadaşına davranışından ama anasınıfı da yok ediliyor. 5 yaşındaki bir çocuğa o öğretmen ne öğretsin. Bütün bunları öğretmenlerle, sivil toplumla konuşmadan apar topar iki gecelik 28 Şubat konuşulmaya başladığında gene çıktılar ortaya bunu attılar. Ama bunun edebiyatı arkadaşların da dediği gibi ideolojiktir. Antakya’da da çok dilli, çok kültürlü yapısının oluşu sebebiyle bu eğitim sistemi çok kötü olacak. Maalesef parasız eğitim diyoruz ama bu eğitim sürecinde para olacak. Üniversite sınavları kaldırılacak diyoruz ama bir öğretmenin ağzından bin tane sınav geliyor 700 sınavdan bahsediliyor. Çünkü üniversite sınavları kaldırıldığında ara sınavlar konacak. Ara sınavlar ise yedi yüzü bulacak. Çocuk mezun oluncaya kadar işte 12 yılını tamamladığı zaman. Bu korkunç bir şey arkadaşlar. Hepimiz hazırlıklı gelebilirdik arkadaşlar ama henüz biz bunun şokunu atlatmış değiliz. Yapmak istedikleri kendi ideolojilerine uygun bir eğitim sistemi ile bütün nesiller etkilenecek. İnsanlar hüsrana uğrayacak.
8/ Mehmet Çardak:Eğitim konusunda kendimi yetkili görmüyorum sadece arkadaşlara bir katkıda bulunmak istiyorum. Elbette Ak parti kendi ideolojisine uygun bir eğitim sistemi getirmiştir. Bunun 4+4 olması bence çok önemli değildir. Önemli olan başka bir şey vardır, hiçbir arkadaş anımsatmadı. Sayın Başbakan bu yasayı savunurken aynen şu cümleyi kullanmıştır. Dinini ve kininin davacısı bir gençlikten bahsetmiştir. Bir dava peşindeler yani dolayısıyla geldiğimiz noktada Türkiye yüzde 50 yüzde 50 ikiye bölünmüştür. Önümüzdeki süreçte bu yasa ile birlikte Türkiye’ye barış ve huzur gelmeyeceği konusunda endişelerim var. Kin besleyen, kinden davacı olan bir gençliğin karşısında elbette başka bir gençlik olacaktır. Önümüzdeki bu dönem çok farklı bir dönem olacaktır.
9/ Hatice Can: Çağdaş uygarlığın geldiği noktada eğitime bakış açısı tek olmalı. Eğitim bilimsel, demokratik ve laik olmalı. biz bu gün burada 4+4 ‘ü konuşurken aslında laikliği konuşmalıyız. Laiklik bütün dinlere karşı aynı mesafede olunmasıdır. Ülkemizde hiçbir zaman laiklik olmadı. Bugün konuştuğumuz konular nerdeyse artık kuran dersi olsun, ama şöyle olsun şeklinde. Laik ülkelerde insanların inanmama hakkı vardır. İkincisi bizim ülkemizde zaten tekçi bir din anlayışının dayatılması varken, farklı dinlerin kendini ifade etmesinin önü kapalı iken, Müslüman olmayanlar için gayri sözü ile ötekileştirilirken, böyle bir sistemde bizim laikliği, laikliğin asıl soran sorgulayan gençler yetiştiren eğitim kurumlarını başka türlü tartışmamız gerekirdi. Şu dönemde evet çoğunluğu İslam olan bir ülkede yaşıyorsak elbet kur’anı öğrenecekler. Fakat okullarda mı öğrenecekler? Laik olan ülkelerde okullarda din dersleri olmak zorunda mı? 12 Eylül anayasası ile ilgili getirilen bir dayatmaydı zorunlu din dersleri ve 12 Eylül anayasasının her şeyine karşı olduğunu söyleyen iktidar din dersi konusuna gelince aynen şöyle dedi; biz mi yaptık önümüzde bulduk. Ama 12 Eylül anayasasının her şeyine karşısın. Bunun yanında en önemlisi olan çok renkli bir coğrafyada yaşarken herkesin dini inanışının, inanma özgürlüğünün inanmama özgürlüğünün güven altına alınması gereken bir sisteme oturtmak gerekirken, biz şimdi oturmuşuz okullarda kuran dersleri nasıl olmalıyı konuşuyoruz. Biz laikliğin olduğu olmazsa olmaz bir Türkiye’yi nasıl hedefleyeceğimizi ve bu zorunlu din derslerinin ortadan kaldırılması gerektiğini, onun dışında laik ülkelerde diyanet işlerinin asla olmaması gerektiğini, dinin belki de cemaatler üzerinden olması nasıl olacak denetim nasıl olacak o ayrı bir konu ama, okullarda din derslerinin nasıl olmaması gerektiğini konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu arada inanmayanların ya da Müslüman olmayanların haklarını hiç konuşamıyoruz zaten böyle bir ortamda. Evet, biz soran, sorgulayan, düşünen, yöneten, çağı yakalayan bilimsel eğitim vermek zorunda olduğumuz bir dönemde ne kadar gerilere gittik. Evet, kuranı okusun öğrensin ama okulda öğrenmesin, gitsin cemaatin eliyle öğrensin istiyorsa. Örneğin; Samanağında gitsin kendi din hocalarından öğrensin, onun önü kapanmasın. Biliyorum Samandağ’ında kuran kurslarından dolayı bir takım sıkıntılar yaşandı yargılandı. Evet, yargılanmasın ama bu okullarda olmasın. Birileri ötekileştirilmesin. İnanç kişinin tamamen kendi vicdanı ile ilgilidir. Hem anayasada hem uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış bir haktır. evet inanç özgürlüğü ile inanmama özgürlüğü sonuna kadar sağlanmalıdır. Bu gidişle bunlardan çok uzaklaşacağız.
10/ Musa Artar : Burada her ne kadar pedagojik bir konuyu konuştuğum düşünülse de ben büyük ölçüde konunun ideolojik olduğunu düşünüyorum. Olaya ideolojik açıdan baktığımız zaman kızamıyorum. Şimdi karşı bir devrim ile karşı karşıya olduğumuzu, bütün değerlerin, bütün birikimin ortadan kaldırılmasını esas alan bir iktidar ile karşı karşıya olduğumuzu düşününce yaptıkları konusunda kızmak, öfkelenmek ya da anlayamamak gibi bir davranışın içerisine girmeyi çok gerekli görmüyorum. Çünkü eğitim alt yapıyı da etkileyebilecek olan önemli bir üst yapı kurumu. Dolayısıyla her iktidar kendi ideolojisine uygun bir üst yapı kurumunu oluşturmak durumundadır. Nasıl ki Cumhuriyet döneminde ancak o devrim coşkusuyla ortaya çıkabilecek bir köy enstitüleri ortaya çıkmışsa böyle kendi ideolojisine uygun bir sistem oluşturmasını ben anlayabiliyorum. Tümüyle karşısında bulmakla birlikte, çünkü ben dindar bir nesil istiyorum diyor, dindarlıktan anladığı da tekleştirici bir yaklaşım. Geçenlerde yaptığı bir konuşmada Sayın Başbakan Kürtlere yönelik onlar zaten Zerdüşt söylemini kullandı o bile din konusundaki yaklaşımının ne olduğunu tümüyle deşifre eden bir sözdü. Orda aşağılayan, orda ötekileştiren ve küçümseyen bir söylemdi. Dinden anladığı dine yaklaşımı da buydu. Örnekleri çoğaltmak olası. Beğenmediği şeye ucube diyebiliyor, içine tükürürüm böyle sanatın diyen insanların oluşturduğu bir iktidardan söz ediyorsak bu üst yapı kurumunun oluşmasını ben anlayışla karşılayabiliyorum. Olayın pedagojik yönüne gelince; ben görevim gereği 5 yılımı yurt dışında kültür dersleri öğretmeni olarak geçirdim Almanya’nın Hamburg kentinde. Orada da 4+2+4 biçiminde bir uygulama vardı. 4 yıl bizdeki ilköğretimin karşılığıydı ve o 2 yılda öğrencilerin gözlemlenmesi ve ondan sonra yönlendirilebilecekleri, yani mesleki eğitime mi yönlendirilecek yoksa akademik kariyer mi yapacak bununla ilgili gözlemlerin yapıldığı ve ondan sonra da haptschule ya da realschule dedikleri bir uygulama. Dolayısıyla bizim tartışmamız gereken 4+4+4 değil bunun özünün ne olduğu. Yoksa futbol maçlarındaki tartışmalara döner ki bu çok anlamlı değil. Cumhuriyet döneminin köy enstitüsü uygulamalarıyla, Sovyetler Birliği de devrimi gerçekleştirdikten sonra gerçekleştirdikten sonra özellikle Anton Semiyonoviç Makarenko yönetiminde köy enstitüsü benzeri bir uygulama yapmıştı üretime dayalı, üretimden birey koparmayan bir eğitim anlayışıyla, ben onu son derece anlayışla karşılayabiliyorum. Bizim mücadelemiz 4+4+2 ya da 4+4’te değil. O anlayışla, o yaklaşımla, o antidemokratik, tırnak içinde bu ileri demokratik söylemiyle olmak zorundadır. Bir devlet adamın demokrasi tanımı şu anda Türkiye’de gerçekliğe bürünmüş durumdadır. Demokrasi 2 kurt ile bir kuzunun öğle yemeğinde ne yiyeceğine karar vermesidir diyor ve şu an birileri bizim yerimize karar veriyor. Biz bunun mücadelesini vermek zorundayız. Yoksa gerçekten 4+4+4 çok anlamlı gelmiyor bunun ile ilgili tartışmak. Bunun getirdiği zorunlu eğitimin parasız olmasıyla ilgili ben 28 yıl devlette çalıştıktan sonra şimdi bir özel kurumda çalışıyorum. Anayasanın 42. maddesi eğitimin devlet okullarında zorunlu ve parasız olduğunu belirtir. Okullarda para toplanmasına karşı anayasanın bu maddesini gerekçe göstererek ben sınıfımda öğrencilerimden para toplamazdım. Ama bunun bile gerisine düşmüş bir noktadayız. Olayın ideolojik olduğunu mücadelenin de o anlamda yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum.
11/ Hasan Akgöl – (CHP Hatay Milletvekili); Arkadaşlar burada ben Meclis tarafından, işin siyasi yönünden bakmak istiyorum. Konuşmacı arkadaşlarımı dinledim. Herkes son derece haklı, haksız diyebileceğim hiçbir nokta yok ama haklılığı nasıl gündeme getireceğiz mesele bu. Demin hocam çok güzel bir şey söyledi, burada ne konuşursak konuşalım, nerde ne yaparsak yapalım öyle bir dönem yaşıyoruz ki yasa bir şekilde geçiyor. O zaman problem bizde. Bu yasanın geçmemesi ya da insanların fikirlerinin uygulanırlılığını sağlayacak çoğunluğu kazanmamız lazım. Bazı konuşmalardan aldığım negatifleri söylüyorum. Konuşmalarında son derece haklılar ama negatiflik şurada, bizim böyle konuşmamızın onların konuşmasından ne farkı kalıyor. O çıkıyor dinci olacak diyorsa, bizim onların konuşmasını çürütecek, halka bir şeyleri ifade etmemiz lazım. Kardeşim bu memleket Müslüman bir ülke. Bu memleketin yüzde doksanı Müslüman sen kime neyi öğretmeye çalışıyorsun, kimi ayrıştırmaya çalışıyorsun. Bu memleket Türkiye Cumhuriyeti kuruldu kurulalı laiktir. Din eğimini alan istediği yerde alıyor. Gelelim 4+4 e bakın arkadaşlar 4+4 te bizim karşı olduğumuz kuran değil. Açık ve net söylüyorum bizim karşı olduğumuz farklı boyutlar var. Bizim karşı olduğumuz dayatma, bizim karşı olduğumuz Kur-an adı altında neler yapmak istendiği. Çünkü AKP iktidarı ne yazık ki halkın zayıf noktasını çok net tespit etmiş. CHP Kur-an’a karşı değil. İnsanların zayıf yönünü kullanıyorlar Sayın Başbakan’a Mecliste de sordum burada da sordum lütfen bir istatistik yaptırsın; CHP seçmenindeki Kur’anı okuyan bilen sayı mı çok, AKP seçmeninin içindeki Kur’anı okuyan bilen sayı oranı nedir. Ben iddia ediyorum CHP seçmenlerindeki Kur’anı bilen okuyan sayı çok daha fazladır. Buna rağmen Kur’an’dan vuruluyoruz. Dinden vuruluyoruz. Bu nüfusun çoğunluğunu ele aldığımızda Hıristiyan oranı belli, Yahudi oranı belli, Alevi oranı belli, Sünni oranı belli. Pastanın lazım olan kısmını alabilmek için artanı ne olursa olsun umurunda değil. Halen biz nerden vurulduğumuzun farkında değiliz. Bizim vurulmamız için yardımcı oluyoruz. Bu yasa içinde 20 milyar dolarlık yolsuzluk geçti, fatih projesi geçti bu yasa içinde fatih projesi kamu ihale yasasının dışına çıkarıldı. Dendi ki ben 20 milyar dolarlık fatih projesinin ihalesini sayın başbakan kimi istiyorsa ben ihale yapmadan kuracağım komisyonla istediği kişiye veririm. Bizim bunu konuşmamız lazımken biz halen dini şıh mı öğretsin hoca mı öğretsin tartışıyoruz. Sen kul hakkı diyorsun, sen dinciyim diyorsun, sen Müslüman’ım diyorsun, kul hakkı yemem diyorsun. Sana soruyorum fatih projesini kime vereceksin. Bizim anlatmamız gereken bu. Biz ancak o zaman kendisinin bana ait dediği kısımdan oy getiririz ve o oyu alırsak biz mücadele gücünü elde ederiz. o zaman biz 4+4 ün çıkmasına da engel oluruz Yoksa biz kendi içimizde siyasete devam edersek, sadece kendi bildiklerimizi tartışırsak nice 4+4 ler çıkar. Sayın Başbakanın istediği bu, diyor ki özür dilerek söylüyorum CHP’nin içindeki işte zaten %80’i Alevi kökendir ne bileyim işte şu kadarı Hıristiyan kökenlidir zaten bana buradan oy gelmez. Ben geri kalan %70 i alırsam nasıl olsa işimi götürürüm. Bende diyorum ki ben sana bu işi götürttürmem. Ben CHP milletvekiliyim diye yolda adam benimle yürümüyor böyle demokratik bir ülkede yaşıyoruz Bu yasaların çıkışı ile gündem değiştirecek noktalar aynı anda oluyor. Niye kimse bundan bahsetmiyor 4+4 ün talimat veriyor Cuma günü meclisten geçsin, Çarşamba günü 12 Eylül davası görülüyor. Sayın Başbakan diyorum senin %49 oyun meşru değil. Nasıl Kenan Evren 1982’de insanlar askerden, mahkemeden içeri atılmaktan ürkerek gitti kuzu kuzu anayasayı okumadan %92 oy verdiyse ve o oy verenler şu an da bunu yargılamaya çalışıyorsa, senin %49’da meşru değil sen de %49’u insanları ürküterek alıyorsun. Vatandaşa şunu anlatalım sen işsizlik düştü diyorsun. Sen açlık sınırının altını işsizlik düştü sayıyorsan, tarlada çalışan ameleyi işi var sayıyorsan, aylık 300 liraya çalışan tezgâhtarı işi var sayıyorsan, 500 liraya çalışan taşeron firma elemanının işi var sayıyorsan vay bu memleketin haline. 13 milyon yeşil kartlı var sen hangi işsizlikten bahsediyorsun. Yaptın 2000 yılında 3 milyon olan sendikalı işçi sayısı 700 bine düşmüş sen mecliste toplu sözleşme tasarısı geçiriyorsun tasarıyı geçirsen ne olur geçirmesen ne olur. Türk insanı gururludur, Türk insanı namusludur, ama bu hükümet en gururlu, en şerefli en namuslu olan Türk insanının bu gurur ve şerefini yavaş yavaş kaybettirmeye başladı. Neyin karşılığında kaybetmeye başladı 2 torba erzakın kömürün karşısında. Herkesin bildiğini tekrar tekrar anlatmamıza gerek yok. Yoksa 4+4 ün yanlış olduğunu herkes bilmiyor mu? Bizim anlatmamız gereken şu; normalde okula 1,5 milyon öğrenci başlayacakken 3 milyon öğrenciyi nasıl aynı seviyede başlatacaksın. Altyapısı nerde bunun bu bir. Sen 5 yaşındaki çocukla 6 yaşındaki çocuğu nasıl oturtacaksın aynı sıraya. Erişkinde 1 yaş çok önemli değil fark edilmez ama çocukta 1 yaş çok önemlidir. Sıfır yaşındaki çocuk ağlar, 1 yaşındaki çocuk yürür. 3 yaşındaki çocuk derdini anlatamaz 4 yaşındaki çocuk anlatır. 1 yaş çok önemlidir sen 2 farklı grubu nasıl aynı sıraya oturtacaksın. Herkesin atladığı bir şey var 12 yıl zorunlu eğitim değil arkadaşlar zorunlu eğitim 4 yıl. 4 yıldan sonra kız çocuğu evinde eğitimi devam edebilir. Bizim anlatmamız gereken bunlar. Sen diyorsun kız çocuğu okula, bu projeyle kız çocuğu evine. Bizim anlatmamız gereken bu. Atatürk bu ülkeyi kurtardı kurdu, laiklik diyoruz. Sen Latin alfabesini bırakıp 80 yıl sonra kara tahtaya Arap harflerini yazdıracaksın bizim anlatmamız gereken bu. Yok, kuranı şu okusun bu okusun değil. Ama sen laik ülkede Arap harflerini 80 yıl sonra o tahtaya yazdıramazsın. Bizim anlatmamız gereken halen birleştirilmiş sınıflarda eğitim görülürken 3 sınıf 4 sınıf aynı sınıfta eğitim görülürken sen fatih projesi diye bir proje çıkartıyorsun hakkıdır diyorsun bu çocukların bilgisayar eğitimi almak, ebetteki hakkıdır ama 20 milyar dolar ama 3 sene sonra lağvolacak ilerisi olmayan bir fatih projesini tutuyorsun kamu ihale kanunun dışına çıkartıyorsun. Kendi içinizde aynı konuyu konuşmanın hiçbir anlamı yok, bunu başka birilerine nasıl anlatırız nasıl ikna ederiz halkın zayıf noktasından şu an etkilendiği noktadan nasıl ikna ederiz. Yoksa çok 4+4 ler geçecek.
ÖNERİLER –
ORTAK SONUÇ –
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE:
Elektronik posta, telefon ve SMS yoluyla 45 kadar sivil toplum örgütü ve kişiye ulaşıldı. Bu toplantının konularından birinin eğitim sistemi olması sebebi ile eğitim sendikaları başkanlarına toplantının moderasyonu için ayrıca çağrı yapıldı. Eğitim sendikaları o gün yapılmakta olan sınav ya da o gün için bulunmaları gereken toplantıları olduğunu belirtip moderatörlük yapamayacaklarını bildirdiler. Toplantıda katılımcılara TkMM broşürleri, tahmini program verildi. Ayrıca 23 Belediye Başkanına da SMS yolu ile toplantı daveti gönderildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE:
Hatay’ın milletvekillerine ve milletvekili danışmanlarına telefon ve SMS ve e- posta ile ulaşılarak toplantı öncesinde toplantı konu, yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
MEDYA İLE:
Ulusal basının temsilcilerine ve yereldeki bütün basın temsilcilerine SMS ve elektronik posta ile ulaşılarak toplantının yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
SONUÇLAR
Toplantıda TkMM ilkeleri videosu ile gündemle ilgili hazırlanan sunum izlendi. Sivil toplum örgütlerinin katılımdaki düzensizliği birçok nedene bağlı. Ancak hala her ayın ilk Cumartesi günü kimseye söz vermeyin, bu gün vekil –müvekkil günü olsun ve bu toplantılar için sivil toplum örgütleri bu toplantılara sürekli gelecek bir yönetici belirlesinler çağrılarımıza tam bir karşılık bulamadık.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ekrem Dönmez – Hatay kMM Hamalı