YER: Antakya Ticaret ve Sanayi Odası
TARİH: 07.01.2012
KATILIMCILAR
DERNEK, VAKIF VE GİRİŞİMLER
1 / Aalen Antakya Kültür Derneği (Süleyman Nayman – Yönetici)
2 / Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği ( Mevlüd Oruç – Yönetici)
3 / Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği (Mehmet Güzel – Başkan)
4 / Antakya Sivil İnisiyatif Girişimi – (Alaiddin Taş)
5 / DKB- Dünya Kardeşlik Birliği (Mithat Sultani – Yönetici)
6 / İnsan Hakları Derneği (Mithat Can – Başkan)
7 / Kadın Emeği Değerlendirme Vakfı (Gülşen Yılmaz – Yönetici)
8 / Mazlum-Der (Şemsettin Günay – Yönetici)
9 / Mülteci İnisiyatifi Girişimi (Lümeys Dede – Girişimci)
MESLEK ODALARI
1 / Hatay Tabip Odası– (İbrahim Şeyhoğlu – Yönetici)
2 / Jeoloji Mühendisleri Odası (Rasim Can – Yönetici)
SENDİKALAR
1 / DİSK/ Emekli-Sen (Meryem Kılıç – Başkan)
KANAAT ÖNDERİ VE BİREYLER
1 / Hasip Yiğitoğlu – Yazar
2 / Hatice Can (Avukat – Eski İHD Şube Başkanı- Baro Kadın Komisyonu Başkanı)
3 / Mehmet Çardak – Emekli Gümrük Başkontrolorü – Ekinoks Group
4 / Mehmet Perçemli – Maşuklu Belde Eski Belediye Başkanı
5 / Cem Çapar – Vakıflı Köyü Ermeni Cemaati Başkanı
GÖZLEMCİLER
1 / Mustafa Köse – EDP İl Başkanı
2 / Kenan Kahlıoğulları – ÖDP Samandağ İlçe Sekreteri
KATILAN MİLLETVEKİLLERİ
1 / Hasan Akgöl – Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili
2 / Mehmet Ali Edipoğlu – Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili
3 / Refik Eryılmaz – Cumhuriyet Halk Partisi Hatay Milletvekili
BELEDİYE BAŞKANLARI
1 / Malik Kılıç – Yeşilpınar Belde Belediye Başkanı
MESAJ YOLLAYANLAR
— Mesaj yollayan olmadı.
DİĞER KATILIMCILAR
1 /Bahar Sönmez –
2 /Bilgen Duman – CHP Merkez İlçe Kadın Kolları Başkanı
3 /Casim Şanverdi – Emekli Öğretmen
4 /Eda Dönmez – Ev Hanımı
5 /Eylem Depçe Matkap –
6 /Fatma Dolar – CHP İlçe Kadın Kolları
7 /Gökhan Kılbey –
8 /Hanifi Benli –
9 /Hasan Ali Çapar – Emekli
10 /Hasan Kazıkçı – Emekli Öğretmen
11 /Hatice Ay – Emekli
12 /Işın Soydemir – Ev Hanımı
13 /İhsan Avcıoğlu – Emekli-Sen
14 /İsmail Güzelmansur – İşadamı
15 /Kemal İnekçioğulları- Öğrenci
16 /Kemal Toprak –
17 /Kübra Demirdüzen
18 /M. Burak Keskin –
19 /Mehmet Buz – Emekli
20 /Mehmet Salmanoğlu –
21 /Memduha Rende – Emekli
22 /Neval Yıldız –
23 /Nurhan Aşkar –
24 /Sedat Baklacı –
25 /Timur Rencüzoğulları – Eczacı
26 /Yılmaz Yeşiloğlu – Öğretmen
27 /Yusuf Taş – Emekli
28 /Zekeriya Coşkun – Stajyer Avukat
MEDYA
1 / Anadolu Ajansı – Salim Taş
2 / Antakya Gazetesi – Mehmet Özgün
3 / Atayurt Gazetesi – Arzu Günal
4 / Atayurt Gazetesi – Petek Hançer
5 / Denge Gazetesi – Ferit Lif
6 / Hatayhaberim.com – Kırkasır Gazetesi – Satuk Buğra Güney
7 / Hatay Kent Gazetesi – Tamer Yazar
8 / HRT (Hatay Radyo Televizyonu) – Erkan Şirin
9 / Özyurt Gazetesi – Ali Yolcu
10 / Onuncu Köy Gazetesi – Muhammet Balcı
MODERATÖR :Aydın Engin– (Gazeteci-Yazar)
KONULAR :
Genel Konu : “1915’te Ne Oldu?”
Yerel Konu : “1915’in Hatay’daki Yaşam Kültürüne Etkisi Oldu mu?”
KONUŞULANLAR
Genel Konu : “1915’te Ne Oldu?”
1 / Ekrem Dönmez – (Hatay küçük Millet Meclisi Hamalı); Gerçekten sıkıntılı bir konu, bu konunun diğer devletlerde nasıl konuşulduğundan çok, bizler ülkemizde bu konuyu konuşabiliyor muyuz bu daha önemli. Toplantı başında bir katılımcımız herhalde bu gün salon dolar dedi. Ben ise belki de hiç kimse gelmeyebilir de dedim. Çok şaşırdı. Belki de korkar gelmezler dedim. Konuşmaktan korkuyoruz. 3 yıldır bu salonda her şeyi konuştuğumuz halde, bazı şeyleri hala konuşmaya cesaret edemiyoruz. Hâlbuki konuşmakla var olan hastalıklarımızdan arınacağız. Süreç böyle işleyecek. Herkesin tüm farklılıklarıyla yan yana gelmesini istiyoruz.
2 / Aydın Engin – (Moderatör); Merhaba. Madem Hatay küçük Millet Meclisindeyiz, Büyük Millet Meclisinde nasıl yapılıyorsa öyle yapalım, yeni yılda küçük millet meclisinin ilk oturumunu açalım. Buraya gelmeden önce bana bu konunun tartışılacağı 4 ilden birini Malatya, Adıyaman, Elazığ ve Antakya’dan birini seç dediler. Bu seçme olmuyor yönlendirme oluyor dedim. Tutup Malatya, Elazığ ya da Adıyaman ’a gidecek halim yok eğer Antakya’ya gelme imkânım varsa oraya giderim dedim ve isabet ettiğimi de düşünüyorum. Burada çekince olmadan çok kritik bir konuyu çok zor bir konuyu ama mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin yüzleşmesi hesaplaşması gereken bir konuyu tartışacağız. Böyle bir konu Trabzon’da da ele alınabilirdi, Zonguldak’ta da ele alınabilirdi. Ama Musa Dağı’nın olduğu bir ilde ele alınmasının bir başka anlamı olduğu kanısındayım. Aynı şekilde Türkiye’nin tek Ermeni Köyü denen ve bir zamanlar tek olmayan Vakıflı’nın olduğu bir ilde bu konuyu ele alıyor olmamızın çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ön yargılar giremez diyor TkMM evet önyargılar girmez sadece. Ama yargılar girmek zorunda ne hoş olur ki bu toplantının sonunda kendi yargılarımızı değiştirmiş en azından zenginleştirmiş olarak çıkalım bu hepimiz için bir kazanç olacaktır. Hatta abartalım Türkiye içinde bir kazanç olacaktır. Buna şiddetle ihtiyacımız var. Çünkü pek çok konu rahat cesurca tartışıldığı halde iş Ermeni sorunu ve 1915’te ne oldu sorusuna geldiği zaman ürküntünün, konuşmamayı tercih etmenin, önyargılarını bile açıklamamak yerine bu netameli konunun ben kenarından dolaşayım tavrının egemen olduğunu epey kötü deneylerle yaşamış bir arkadaşınızım. O yüzden verimli bir toplantı yapmaya çalışalım gelin. Önyargıları kapıda bıraktık ama yargılarımızı burada özgürce ifade edelim. Konuyla ilgili arkadaşların hazırladığı bir video gösterisi var. Bu video sunumunun ardından kolaylaştırıcı şapkamı çıkarıp kendi kişisel şapkamı giyip 1915’te ne oldu konusunda kısa bir konuşma yapacağım.
3 / Aydın Engin – (Moderatör); 1915’te ne oldu sorusu çok eski bir konu değil Türkiye de çok yeni bir soru hatta olması gerekenden çok fazla yeni bir soru. Yıllar öncesinden tartışılması gereken bir soru hesaplaşılması, yüzleşilmesi gereken bir soruydu ama olmadı. Bu konuda kişisel olarak ben Türk devletinin marifetini, hünerini alkışlamak istiyorum. Bu kadar uzun bir süre bu kadar kilit ve yakıcı bir konunun tartışma gündemine bile gelmesini önleyen, önlemek derken zorla yasaklayarak da değil bilmediği için insanlar. 1915’te ne oldu konusu da bulanık, belki dedelerden ninelerden bir şeyler duyduk. Ama onun dışında eğitim sistemindeki yakın tarihin anlatıldığı yerlerde, üniversitelerde, benzeri kurumlarda araştırma yapması, gerçeğin peşinden koşması gereken kurumlarda tam bir sessizliğin hâkim olabilmesi olsa olsa marifetle açıklanabilir. Hiçbir devlet ya da çok az devlet bu kadar hünerli olabilmiştir yakın tarihin en yakıcı konusunu tartışma gündeminin dışında tutmayı başarmakla. Ama ben yine de 1915’te ne oldu sorusuna Ermeni arkadaşlarımın ortaya attığı bir cevapla yaklaşmak istiyorum. Bunu yapabilecek bir arkadaşınızım bunu bilenler biliyor. Hrant Dink’in galiba az sayıdaki Ermeni olamayan yakın arkadaşlarından biriyim. Agos Gazetesinde Hrant öldürülmeden önce uzun yıllar yazı yazdım. Meslek hayatımın onurlu bölümleriydi doğrusu. Dahası Hrant öldürüldükten sonra birkaç arkadaşımla birlikte Agos Gazetesi susarsa işte o zaman Hrant ölmüş olur, onu o zaman öldürürler diyerek kolları sıvamış birkaç hafta Ermeni arkadaşlarımız kendini toparlayıncaya kadar geçen birkaç haftada Agos’u çıkarmış ve yaşatmış bir arkadaşınızım. Dolayısıyla konunun dışında değil tam tersi biraz fazla içindeyim. O yüzden Ermeni arkadaşlarımın ortaya attığı sorunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün bu soruya burada cevap veremesek bile kafamızın bir köşesinde bu konunun çengellenmesi ve bizi rahatsız etmesinden yanayım. Hep Ermenilere geliyorlar, Ya sen Ermenisin bilirsin diyorlar. 1915’te ne oldu bir kere anlatsana diyorlar. Son dönemde bu arkadaşlarımız bu soruya bir karşı soruyla cevap veriyorlar. Söyler misin bana diyorlar 1915’te Türklere ne oldu? Bu halk ne oldu da 1915’i yaptı. 1915’te eğer ortada bir suç ortağı varsa bu suç ortağı olan Kürtlere ne oldu? Bırakın Ermenilere ne olduyu önce Türklere ne oldu? Bir halk nasıl bu kadar büyük bir kanlı olayın içine sürüklenebildi? Bir halk nasıl bu kadar Kürtleri kastederek önlerinden geçen Ermeni kafilelerini insafsızca yok edebildi? Bu soruya cevap arasanız daha doğru değil mi diye cevap veriyorlar. Bu zor bir soru. Çünkü bu kendimizle hesaplaşmak, Ermeni sorununa akademik bir tartışma yapmak değil. Aslında 1915’te ne oldu sorusunun çok ince inceden inceye belgelere girecek, o belgeler incelenecek, tarihçilerin fetvalarına başvurulacak bir yanı yok. Bu toprakların en kadim kavimlerinden biri hatırlayın lise eğitiminde bile okuduk. Xsenefon Anabasis’inde Ermenilerden bahseder. Yani İsa’dan önce 700-800 yıllarında. Yani bu toprakların en kadim halklarından biri vardılar ve yoklar. O zaman bu sorunun bir cevabı olmalı. 1915’te ne oldu belli aslında. 1915’te o yüzden Türklere ne oldu sorusu, Kürtlere ne oldu sorusu çok daha yakıcı önem taşıyor. Bana ayrılan sınırlı dakikaların altında ben sadece bu soruyu Antakya’daki arkadaşlarımın önüne koymakla yetinmek istiyorum ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum. 1915’te bu halka benim onlardan biri olduğum Türk halkına ne oldu? Nasıl oldu da böyle oldular. Aynı şekilde Kürt halkına ne oldu? Onlarda kadim bir Anadolu kavmi cıvık bir edebiyatla kız alıp kız verdiğimiz tavukları tavuklarımıza karışan edebiyatını bir adım aştığınız zaman oradan geçen binlerce Ermeni kafilelerinin Suriye’ye varamadan yok olmalarına yol açan o büyük can kırımlarını yapan halka ne oldu. Ne oldu onlara da, bunu yaptılar sorusu ciddi bir sorudur. Zor bir sorudur. Cevapsız bırakılması ancak suça ortak olmayı göze alarak bırakılacak bir sorudur. İkinci noktayla son kalan dakikalarımı kullanmak istiyorum. Bu konuda sadece Agos’ta yazan çizen arkadaşınız değilim. Türkiye’de ve Türkiye dışında çok fazla toplantıya katılmış bir arkadaşınızım. Türk milliyetçilerinin bu konudaki utanç verici yargılarına, utanç verici inkarına tanık olduğum gibi diaspora dediğimiz diasporada yaşayan Ermeni milliyetçiliğine saplanıp kalmış bu ilkel çağ dışı düşüncenin silahşoru haline gelmiş diasporadaki Ermeni milliyetçileriyle de çok sert karşılaşmaları olmuş bir arkadaşınızım. Marsilya’da suratıma değil sırtıma yumruklar inmiş çünkü diasporanın istediklerini söylemediğimiz için. Bundan dolayı her iki milliyetçiliğin ötesinde Ermeni sorununda 1915’in devamı bu nedir nereye gitti bu iş benim için yakıcı bir önem taşıyordu. 1915’te bu topraklarda Ermeniler yaşıyordu. Çoluğuyla, çocuğuyla, kadınıyla sadece Taşnak çetelerine karışıp Osmanlı Ordusuna hücum edenlerden söz etmiyorum. Onlar, ama onlardan artı çoluk çocuğuyla normal çiftçi olarak, emekçi olarak bu topraklarda yaşayan Ermeniler vardı ve artık yok. Onlar yok oldu. Kaç tanesiydi bir tarihçi 330.000 diyecek, başka bir tarihçi 1.300.000 diyecek bir Ermeni diaspora azgını 1.800.000 diyecek bir başka Türk milliyetçisi 420.000 geçmez diyecek. En sonunda pazarlığı bağlayacağız. Arkadaşlar 650.000 de fit misiniz? Gelin el sıkışalım. Belki bu pazarlıkta anlaşılabilir. Ama Türkiye’de hiç tartışılmayan, tartışılmaya kalkıldığı zaman derin bir suskunlukla karşılanan konu bu yönüyle tartışılmaya başlandığı zaman devletin tepelerinden, açık ya da gizli servislerinin tepelerinden, ya konuya girmesen iyi olur gibi dostane uyarılardan, hop bu konuyu böyle tartışamazsın gibi sert uyarılarına kadar ben onun canlı tanığıyım. O yüzden çok rahat söylüyorum hiç pervam yok. Sayıları kaç olursa olsun. 300.000 ya da 1.300.000 Ermeni yok oldu bu topraklarda. Bunların tarlaları ne oldu. Onların evleri ne oldu. Onların atölyeleri ne oldu. Anadolu’nun zanaat erbabı olarak Türkler askerlik yapar. Esnaflık özellikle zanaatkârlık Ermeni kökenlilerin elindedir. Benim iddiam değil Cumhuriyet ideologu Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabını açın bakın. Ermeniler yok edildikten sonra Anadolu’da kağnı tekerleği yapacak esnafta yoktu. Ev yapacak duvar ustası yoktu. Minare yapacak minare ustası yoktu. Bunları Falih Rıfkı Atay yazıyor. Tekrar şu sert soruyu önünüze koyuyorum. Kaç Ermeni öldü hiç önemli değil varsayalım ki 300.000 kabul. Tarlalar, atölyeler ne oldu kimin elinde? Van’dan Tarsus’a kadar uzanan çok verimli tarlalarda, arazilerde kimi çok verimli meralar şimdi kimin elinde bu nasıl dağıtıldı. Acaba İttihat Terakki zamanında başlamış olan yani cumhuriyetten önce başlamış olan Anadolu’nun Türkleştirilmesi -Türkleştirilmesi derken sermayenin Türkleştirilmesi diye anlayınız- Anadolu’nun Türkleştirilmesi operasyonunda özellikle 1915’te Ermenilerin terk ettikleri Suriye’ye göç edip kurtulanlar tarlaları sırtlarında taşımadılar. Değirmenleri, atölyeleri, küçük fabrikacıkları yoktu. Başkası onları sırtlarında taşıyıp götürmediler. Onlar ne oldu. İddia ve ısrarla söylüyorum. Bu netameli bir konudur. Devletin açılmamış ve açılmayacak arşivlerinin bölümü budur. Bu toprakların dağıtılması gelenekli Asya despotizmi dediğimiz devletin geleneğinde olduğu gibi kayda geçirilmiştir. Devlette bunun kayıtları var. Doğubayazıt’taki uçsuz bucaksız meralar kime nasıl verildi. Kime nasıl tahsis edildi. Pozantı’daki Ermeni metrukesi bugün kimlerin elinde sorusu tabudur. Bu sorular tehlikeli sorulardır ve tartışılmamaya çalışılır. Uzun bir süre de bu sorulara cevap alamayacağız. Çünkü devlet arşivlerinin en diplerinde erişilmez noktalarındadır. Bugün Türkiye’nin adı ünü duyulmuş iki holdinginin sermayesinin temelinde el konulmuş Ermeni metrukesi vardır. Bugün çok ünlü olamayan ama bir zamanlar Türkiye’nin milli sermayesi içinde sayılan Adanalı, Tarsuslu ve Mersin’li 4 ailenin sermayelerinin yani birikimlerinin temeli el konulmuş Ermeni mülküdür. Bugün iki özel bankanın ortaya çıkmasına yol açan ilk sermaye birikimi el konulmuş Ermeni mülküdür. Ve bu soruları tartışmaya başladığınız andan itibaren gerçekten tehlikeli sulara girersiniz. Daha önce kaç Ermeni öldürüldü sorusu tartışıldığında Hrant dâhil kimi insanlar acı çektiler, yok edildiler, hapislere gittiler yattılar. Ama bu soruları aştı Türkiye, daha rahat konuşacağız. Kaç Ermeni vardı, kaç Ermeni öldü nasıl gitti, bu yolda hangi kararlar alındı. Ama o mallara ne oldu sorusunu uzun müddet tartışmayı beceremeyeceğiz. Çünkü bilgiye ulaşamayacağız.
4 / Mehmet Güzel – (Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği); Yaptığınız giriş gerçekten kolaylaştırıcı oldu. Ama bu kadar yıldır, yıllardır Ermeni sorununun tartışmaya açılmasının engellenmiş olmasını devletin olumlu bir mahareti olarak görmüyorum. Bu bir kara leke, utançtır. Bir halkın bir bütün olarak ortadan kaldırılması, insanlık tarihinde ender görülen acı ve kıyımın yaşandığı bir soykırımın bu kadar gizli bırakılması ancak utanç duyulacak bir şeydir. 1915’te ne oldu olayını daha çok uzun yıllar tartışacak gibi görünüyoruz. Çünkü suçlu olan, kendi kanıtlarını, kendi suç unsurlarını devletin arşivlerinde en gizli köşelerinde saklamış olacak. Hatta o arşivlerdeki kayıtları da çarpıtarak kendi tarihlerini, kendilerini haklı çıkartacak tarzda oluşturduklarından kuşkumuz yok. 1915’e gelinen süreçte de çok daha fazla katliamlar yaşanmıştır. Yani 1915 yaşanmış ilk katliam değildi. Ermenilere yönelik 1895 katliamı da vardı Abdülhamit döneminde. O zaman da örneğin Kilikya bölgesinde Hatay, Tarsus, Adana, Mersin bölgesinde yaklaşık 250.000 Ermeni öldürülmüştür. Bunun ardından 1912’de yine Adana katliamı yaşanmıştır. Yani Osmanlının son dönemlerinde 1915 öncesi soykırımlar yapılmaya başlanmıştır. Aslında Osmanlının tarihi soykırımlar tarihidir. Bunun nedeni de Osmanlının üretime dayalı uygarlık yaratamamış olmasından kaynaklanmıştır. Osmanlı Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiği zamana uygarlıklar vatanı olan Anadolu’da kadim olan, bu toprakları üretime, tarıma açmış olan ve bu torakların üzerinde uygarlıklar yaratmış olan kadim halklar vardır; Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Araplar vs. Osmanlı Orta Asya’dan buraya geldiği zaman sadece kılıcı ile gelmiştir. Dolayısıyla burada egemenlik kurabilmek için kılıçla egemenlik sağlayabilirdi. Bu da buradaki halkların uygarlıklarının gasp edilmesini zorunlu kılıyordu. Osmanlı da bunu yaptı. Dolayısıyla Osmanlının hasta yatağına düşünceye kadar kılıç ve güç ile egemenlik kurduğu bu topraklarda hasta yatağına düşmeye başladığı zaman 1. Dünya Savaşı koşullarına geldi. 1. Dünya Savaşı koşullarına iyice güçsüzleşmiş, iyice hasta konumuna düşerek gelmiştir. Balkanlar’da uyguladığı zulmün sonucu Balkan halkları Osmanlıya karşı özgürlük savaşını başlatıp başardılar. Buna karşı Osmanlı’da devletin Türkleştirilmesi, Kafkaslara doğru Türkî halklara doğru açılma (Turancılık) şeklinde ırkçı düşünce yaygınlaştı. Kafkaslara açılmanın önündeki en büyük engel Ermeniler olarak görülüyordu. 1. Dünya Savaşı bu ırkçı ideolojinin uygulanması için bulunmaz fırsat oldu. 1915’e gelindiği zaman 1. Dünya koşullarında hem Rus-Kafkas ordusunda önemli sayıda Ermeni vardı, hem de Osmanlı ordusunda Ermeniler vardı. Rus-Kafkas ordusunda bulunan Ermeniler bu güne kadar yine ön yargılarla sanki Osmanlıya ihanet eden Ermeniler olarak nitelendirilmiştir ve Ermeniler hala bir ön yargı ile Osmanlıya ihanet eden bir ulus olarak görülmüşlerdir. Çok bilinçli, organize katliam yapıldı. Bu katliam 3 aşamalı olarak yapıldı. Öncelikle yok edilmek istenen ulusun –Ermenilerin- ileri gelenleri, ses çıkarabilecek ve o halkın maruz kaldığı haksızlıkları Uluslararası kamuoyuna duyurabilecek olan aydınlar yok edildi. Ardından seferberlikle orduya alınmış olan yaklaşık 300 bin Ermeni genci -ki bu Ermeni gençler o ulusun en dinamik, karşı koyabilecek en dinamik kesimiydi; Bunlar ordulardan bilinçli bir şekilde imha edildi. Üçüncü aşamada bunlardan sonra artık direnç gösterebilecek aydınlar ve gençler imha edildikten sonra sıra toplu kıyıma gelindi ve toplu kıyım, çıkarılan tehcir yasası aracılığı ile yapıldı. Bu da planlı bir yasadır. Teşkilat-ı Mahsusa yani bu günkü Özel Kuvvetler aracılığı ile oluşturulan kafileler yerlerinden yurtlarından alınarak Suriye’ye ve Lübnan’a doğru götürülüyorlardı. Ama götürülürken de sağ ulaşmamaları için elden gelen her şey planlı olarak yapılıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa bunların yollarını kesiyordu, kıyımdan geçiriyordu, tecavüzden geçiriyordu, mallarını yağmalıyordu, aç bırakıyordu, öldürüyordu, hatta yollarını bilinçli bir şekilde uzatarak onların kervan yollarında ölmelerini sağlıyordu. Bu şekilde bir halk yok edildi. Suriye ve Lübnan’a kadar yetişebilen çok az sayıda Ermeni ile bu güne gelindi. Beş dakika içerisinde ancak bunlar söylenebilir. Oysa bu kadar önemli ve büyük bir konu bu kadar küçük süreye sığdırılamaz.
5 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); Ülkemizde geçmişten bu güne bu topraklarda yaşanan ayıpları gelecek nesillere yaşatmamak gerekiyor. Utanılmayacak bir gelecek getirmemiz gerekiyor. Tanıtımda bahsedildiği gibi netameli konuların yine bu topraklarda bizler tarafından özgürce konuşulabilmesini sağlayabilmeliyiz. Ermeni, Alevi, Arap, Kürt, Süryani ve Rumlara hatta Türklere ve Sünnilere geçmişte ve bugün yaşatılan acıları saklayarak kendi içinde vatandaşıyla dışarıda uluslararası alanda sağlıklı bir ilişki geliştiremez. 1915’te Ermenilere yönelik soykırım yapıldığını düşünüyorum. Çünkü 1915’te olanlar Birleşmiş Milletlerin soykırım sözleşmesinin ikinci maddesinde sıralanan fiillere birebir uyuyor. Bundan dolayı bizlerin gerçekleri olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Gelecek kuşağa sağlıklı bir gelecek sunabilmemiz için. Sistematik ve planlı uygulamanın başlangıcı 24 Nisan 1915’dir. İlk önce yüzlerce ermeni vekil, aydın, yönetici, öğretmen gazeteci, bilim adamı, doktor, iş adamı tutuklanarak, hayatını kaybetti. Tabi arkasında o zamanın kocaman 1. Dünya Savaşı gürültüsü ve bir de Almanya İmparatorluğu var. Ermeni halkının kılavuzları, temsilcileri ortadan kaldırılmalı ki her şey daha sonra sessizce halledilebilsin. 1 milyonu aşan Osmanlı Ermenisinin mallarına el konuldu. Çoluk çocuk demeden topyekûn yollara çıkarıldı ve Suriye’ye varmadan öldürüldü. O dönemden bu güne mazeret uydurmakla meşgulüz. Hafifletici sebep üretmekle meşgul olduk. Soğuktan öldüler, ölenlerin sayısı az, Osmanlı Devletini ilgilendirmez, tehcirdir ama soykırım değildir ve benzeri mazeretler artık kabalık olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. 1915’te de İttihat ve Terakki’nin planları arkasında tüm bir Anadolu halkı yer almadı. Şimdi de bence İttihat ve Terakki’nin ruhu devam ediyor ama Türkiye’de yaşayanlar İttihat ve Terakki’nin arkasında değildir. Tabi katliamlar Ermenilerle sınırlı kalmadı. Ermeni sorunu ve bu katliamda yaşananlar ortaya atılmayınca Alevilere, Süryanilere, Rumlara da aynı şekilde katliamlar uygulandı. İttihat ve Terakki hala ülkemizde yönetimde söz sahibi, tehlike ortadan kaldırılmış değil ki Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Alevi sorunu ve benzeri sorunlar bunun sonucudur. Geçmiş ile yüzleşmeliyiz. Çekilen acılardan dolayı Ermenilerden, Kürtlerden, Alevilerden, Süryanilerden, Rumlardan bana göre türbanlılardan özür dilemeliyiz. Biz ülke olarak dünyanın bütün parlamentolarına koşturmayı bırakmalıyız. Kendi parlamentomuzda da 1915’i kabul etmeliyiz. Geçmişi tarihçilere bırakalım bana arabesk gibi geliyor. İşten sıyrılmak için uydurulmuş bir araç. ABD’ye Fransa’ya başka ülkelere düşünce özgürlüğü, demokrasi, insan hakları dersi vermeye kalkmamız bana bir fıkra gibi geliyor. Yani Ermeni sorununu tarihçilere bırakmamalıyız. Bu olay taş devrinde yaşanmadı. O olaydan kurtulanlar hala yaşıyor.
6 / Hasan Ali Çapar – (İzleyici); 1915’te Ermenilere ne oldu ben en uzaktan en yakına doğru gelmek istiyorum. Amerika ve Kızılderililere ne oldu. Cezayirlilere Fransızlar ne yaptı. İtalyanlar Afrika’da ne yaptı. Almanlar Yahudilere ne yaptı. Kafkaslarda Türklere ne oldu, Filistin’de, Gazze’de Türklere ne oldu, yani dünyanın birçok yerinde Türklere ne oldu. Yani şimdi Türkiye’de aydınlarımızın arzu ettikleri gibi diyelim ki Türkler Ermenilere soykırım yaptı, bu ne tür bir mutluluk getirecek ben anlamıyorum. Türklerin çektiği ızdıraplar ne oldu, neden Türklere bir şey sorulmuyor. Neden tek taraflı bakılıyor illaki. Neden bu yara bu kadar kaşınıyor. Dünyanın değişik ülkelerine İngiltere’ye bakalım. İngiltere’nin toprakları üzerinde güneş batmazdı. Peki ya onlar dünyanın değişik uluslarına soykırım yapmadılar mı? Neden onların aydınları onlara bir şey sormuyor ya da dünya, Birleşmiş Milletler neden onlara bir şey sormuyor da illaki Türkiye ve şimdi arkadaşımız diyor ki Alevilere ne oldu. Yarın öbür gün Çerkezler diyecek ki Çerkezlere ne oldu. Yani şimdi burada Türk kim. Kim kime ne yaptı. Bence bundan hiç kimseye ne de bu ülkeye hiçbir fayda gelmez.
7 / Kübra Demirdüzen – (İzleyici); Tarih öyle ayrıntılardan ibaret ki, temeline inmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ruslar Ermeni köylerine gidip Ermenileri ayaklandırdıktan sonra Ermeniler belli gruplar kurarak katliam demeyeyim de ayaklanmaya başlıyorlar bunun üzerine Osmanlı Devleti Ermenileri ülke dışına sürüyor. Aslında tehcir olayı dediğimiz budur. Diğer bir nokta ise 1. Dünya Savaşında yenik düşeceğimizi anlayan Talat Paşanın Almanya’ya kaçtığını görüyoruz. Ermeni örgütüne bağlı olan bir örgüt tarafından öldürüldüğünü görüyoruz. Bu mahkemeye yansıyor daha sonra Talat paşanın adı burada duyuluyor. Bu olaydan sonra dünya kamuoyu tarafından Talat paşa Ermeni katliamcısı olarak biliniyor. Bu olaylardan ancak Ermeni soykırımı getirilerek kurtulacaklarını düşündükleri için Ermeni papaz belli araştırmalara giriyor sadece bunu kendi düşüncelerine yansıtıyor. Dedik ya ayrıntılara gerek yok fakat ayrıntılar hep çelişkilerden ibaret oluyor. Türkiye kaynaklar açısından Ermeni soykırımı dediğimiz dönem zamanında çok sessiz kalmış fakat şu anda 20 Avrupa ülkesi sadece Avrupa batılı devletlerin düşüncelerine göre Ermeni soykırımı biliniyor. Kaynaklara baktığımız zaman kaynaklarda büyük çelişkiler var. Herkese bir şeyler oluyor Ermenilere olduğu gibi Türklere de bir şeyler olmuş zamanında. Fransa’ya biz ders vermiyoruz biz sadece tarihimizi savunuyoruz ve tarihimizden de gururluyuz. Bize aksettirilmek istenen Türk halkının bilinçsizliğinden faydalanarak tehcir olayı soykırım olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Masa başında Türkiye’nin alt edilmeye çalışıldığını düşünüyorum.
8 / Mithat Can – (İnsan Hakları Derneği); Tarihimize baktığımızda darbeler ve entrikalar göreceğiz bu tarz tablolar karşımıza çıkıyor. Çözüm nedir? Tarihimizle yüzleşmek zorundayız. Ne yapmamız gerekiyor. Bunlar olağan üstü vakalar. Çağdaş bir dünya kurabilmemiz için gelecek nesillere güzel bir dünya bırakabilmemiz için kendimizle yüzleşmek durumundayız. Bunun için ne yapmamız gerekiyor? Demokrasi standartlarını yükseltmemiz lazım, insan haklarına saygılı olmamız lazım. Yani biz katliamları konuşursak elbette farili meçhuller bundan 2 yıl önce Hatay da Hassa’daki köylü tarlada kekik toplarken katlediliyor. Ondan sonra PKK, bölücü sanıldı. Bir kaç gün önceki Uludere olayı yaşadık. Daha öncede yakın tarihte Sivas olayı gözler önünde, birkaç yıl daha geriye gidelim Maraş’ta daha cenin halindeki bebekler öldürüldü. Bütün bunlar ve mahkeme tutanakları halen mevcut. Bugün demokrat geçinen Nazlı Ilıcak Tercümandaki yazılarında Hatay’da yaşanan 12 Eylül faşizm döneminde Samandağ’da, Reyhanlı’da yaşanan zulümleri ballandırılarak anlatırdı. Onun için yapacağımız tek şey onurlu bir ülke olabilmemiz için uluslararası saygınlığımızın yükselmesi için kendimiz ile yüzleşmek yaptığımız yanlışları değerlendirmektir. Bunun için demokrasiyi güçlendirmek zorundayız. Bunları açarsak bunlara yüzleşirsek yalan dolansız, amansız, fakatsız demokratik bir anayasa, demokratik bir ülke ve demokratik bir zemin oluşturulursa sorunlar çözülür.
9 / Hasip Yiğitoğlu (Yazar); 1915 gerçekten Türkiye tarihinde bu Anadolu coğrafyası tarihinde bana göre milattır. Çünkü bu süreci 1915’i iyi anlayabildiğimiz zaman bunun ciddi bir milat olduğunu görebiliriz. Bildiğiniz gibi Osmanlı konumlandığı coğrafyadaki demokratik koşullara göre bir siyasi düşünce ortaya koymuş, bir devlet algısı oluşmuş. İşgal ettiği her döneme göre bir takım zikzaklar çizmiştir. Özellikle Tanzimat süreci önemli bir parametre olmalıdır. Tanzimat sürecine girildiği zaman o sürecin baskılarına Osmanlılara geldiği zaman demokrasinin yani Osmanlının konumlandığı coğrafyadaki İslam ve Hıristiyan ölçüsü oranı neredeyse birbirine yakındı. Bu süreçte bildiğiniz gibi Tanzimat döneminde her ne kadar kendi halkına doğrusu söylemedi ise de ayrı bir takım belgeler Tanzimat fermanı diye tarif ettiği belgeler olsa bile yurt dışına zorunlu olarak bir fermanı olmuştur. Daha sonraki süreçte Osmanlı bildiğiniz gibi işte Orta Doğuya İslam dünyasına, Araplara yönelik bir süreç yaşadı ve burada denge yine değişti. Demokratik denge değişince Osmanlının yönetim algısı yine değişti, İslamlaştırıldı. İslam yönünde bir algı oluşturuldu. Arkasından 1. Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı konumlandırılmış olduğu coğrafyayı terk etmek zorunda kalıyordu. Araplar gitti, Ortadoğu gitti. Ne kaldı geriye bir avuç Anadolu kaldı. Bu Anadolu’da kimler yaşıyor sistem işte burada oluşturuluyor. Onun için diyorum ki 1915’te bu günümüzün yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu güne kadar politikalarının kurgusu 1915 iyi anlaşılmadan, iyi araştırılmadan bu sürecide anlamak mümkün değil. Çok zor bir süreç yaşıyoruz. Ne oldu 1. Dünya Savaşından sonra? Terk ettiğin bu coğrafyadan sonra Anadolu’ya gelecekti. Ne yapması gerekiyordu Anadolu’da Türk yok, Anadolu’da bir avuç Türkmen var, bir avuç Süryani var ama çoğunlukla Türkmenler var nüfusun % 50 si. E burada İslami bir Cumhuriyet kurulamaz, ne yapılması lazımdı. Bir tehcir gerekiyordu ya da başka bir şey ve bu uygulandı. Arkadaşlar hiç gevelemeye gerek yok hiç sulandırmaya gerek yok. Burada yaşanan kelimenin tek anlamıyla bu. Yalnızca Mustafa Kemal mi bunların sorumlusu? Hayır, bir tarafta ilgililer var, bir tarafta dirsek temasına getirilmiş Kürtler var, bir tarafta Osmanlı paşaları var. Bu denklem sadece Mustafa Kemalin hakkıyla, Osmanlının hakkıyla kurgulanmamış bir denklem. Bu denklemin kurgu bileşenleri bayağı zengin zaten. Bu dönemde özellikle Anadolu’ya çıkışından gizlenmiş, açılmamış bir sürü şey var. Bu olayı nasıl harmanladıklarının bu işi nasıl geliştirdiklerinin bunların hepsinin dokümanları var. Artık bu devlet bunu açsa da olur açmasa da olur. Açık konuşalım bu arşivler biliniyor, bu bilgiler biliniyor dünyanın bütün ülkelerinde bu bilgiler var. Benim anlayamadığım şey bizim aydınlarımız çıkıyor diyor ki arşivleri açalım sonra konuşalım. Neyi açacaksınız gidin Almanlar açmış, İngilizler açmış dolu dolu var orda. Açık söylüyorum bu 1915 sürecinden sonra bu ülkede son geldiğimiz nokta Uludere olaylarından sonra ya ben vatandaş mıyım bu ülkede diye düşünüyorum ben. Yarını olmayan, yarın için beklentisi olmayan, yarından endişesi olan hatta şuradan aşağı inip hadi be kardeşim denilecek bir vatandaşlık zihniyeti olur mu? Böyle bir akılla biz yönetiliyor. Bu aklın miladı 1915’tir. Bu süreç orda başlamıştır. Hiç bunun üstünü örtmenin de bir anlamı yok.
10 / Bahar Sönmez (İzleyici); Anlatacaklarımı, ironik bir dille anlatacağım. Keşke ne Türkiye, ne Fransa, ne dünya ülkeleri, devlet başkanları, bakanları ve tüm siyasi partiler keşke hiç biri insan katliamları üstünden oy hesabı yapmasın bir insan olarak temennim ve burada sizlere kendi yaşadıklarımı hiç abartısız anlatmak istedim. Dün akşam Uludere katliamının programını izlerken aklıma dank etti. Ermeni katliamı olmuş mu? Konuya 68-70 yıllarında Vali Teoman İlkokuluna gittiğim zamanın belleğimde kalmış anımı ilk defa burada anlatıyorum. Şehirde doğup büyüdüm ama Türkçeyi okula gittikten sonra öğrendim. Okulun ilk günleriydi teneffüse çıkmıştık. “Pis fellah pis fellah” Allah Allah nerem pisti? Pisi anladım da ama fellah ne demek? Kendime baktım pis değildim. Aylarca bu sorunla karşılaştık. Taa ki okumayı söküp soru sorma cesareti bulana kadar. Öğretmenime sordum fellah ne demek? Şaşırdı yüzüme öylece baktı anlamıştı galiba, sınıfa dönüp “bakın çocuklar tarlasını sürüp sonra ekip biçene fellah denir”. Rahatlamıştım ben çiftçi değildim, yıllar geçti büyüdüm sonra alevi olduğumu belli bir toplumdan dışlandığımızı, iğrenç çirkefliklerle suçlandığımızı öğrendim. Bu çocukları yetiştiren 42 yıl önceki zihniyet nefret tohumlarını 70 yıl 90 yıl asırlar öncede ekmiştir. İki hafta önce annem kadar sevdiğim 70 yaşlarındaki ilham anne aradı. Sesi ağlamaklıydı gel dedi. Gittim hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kiliseden geliyorum hani Loris komşum vardı ya öldü. Kaç yıllık dostum bu insanın insana olan sevgisi. Birde buraya bakın 1997’de bir dakika karanlık eylemi vardı. Birinci kattaki evimizin ışıklarını kapatıp açıyorduk ne olduğunu anlamadan onlarca genç “Türkiye bizimdir bizim kalacak, sizi Sivas’ta yaktık burada da yakarız.” Ne oluyor korktuk, eşimle yalnızdık. Ama bize böyle davrananların çoğu abla bu var mı, şu var mı diyen gençlerdi, öğrencilerdi. Şimdi içim acıyarak soruyorum Maraş, Çorum, Tokat, Tunceli katliamı olmuş mu? Ermeni katliamı olmuş mu ve Uludere katliamı olmuş mu?
11 / Lümeys Dede – (Mülteci İnisiyatifi); 38 yıl öğretmenlik yaptım tehcir ile ilgili doğru hiçbir şey anlatmadılar, ne de bu varlık vergisini. Taki büyüyene kadar işte okuduk, devrimci olduk her şeyi öğrendik. Ki o zamana kadar tarihi öğrenmiş olsaydık ki o zamanlar tarihi yazanlarda saptırdığı için anlatamadık. Keşke doğru dürüst tarihçilerimiz olsaydı. 1915 olayları üzerinden fazla bir şey konuşmak istemiyorum. Tarihte, kitaplarda okuduğumuz örneğin Bu dünya hepimize yeter. Keşke bu yanlış zihniyetler bu dünyada ün salmamış olsaydı. En güzel binalar Ermenilerin yaptığı binalar, en güzel ağaçlar Vakıflıda bulunan ağaçlardır. En güzel değirmenleri kim yaptı derim Ermeniler derler büyüklerim. Ama asıl anlatmak istediğim 1915 bitti gitti diyoruz ama hala kin ve nefret tohumları devam ediyor. Yani Ermeniler öldürüldü biz gizledik onları demeyeceğim ama romanları kesintili olarak okuduğumuz için bunları birleştirmek zorundayız. İstanbul’dan bir haber, arabaya binen bir kadın Ermenice konuşuyormuş, şoför Ermeni misin diye sormuş, evet Ermeni’yim demiş, kadını arabadan indirmiş. Bu kinimizin hala sürdüğünü görüyoruz. Hepimizin o kadar çok anlatacak şeyi var ki bu kin ve nefret böyle devam ederse iyi hiçbir şey yaşanmaz bu ülkede. Bu tarihi yazan insanlar, örneğin Talat paşa nerde öldü, Cemal paşa nerde öldürüldü neden hep bunlar öldürüldü. Demek ki bu kin ve nefretinde sonucu olmuş. Bir gün bitecek mi bu işler, bu devam ettiği sürece bizler ne olacağız. Bunu bir başka şekilde dile getirdiğimizde ama bu sohbetimiz bile ürkütücü oluyor Şimdi işimiz gücümüz Suriye’deki vatandaşlara neler yapabileceğimiz. Endişe içerisindeyim.
12 / Mustafa Köse – (Eşitlik ve Demokrasi Hatay İl Başkanı); Yapıştırma yapacağız, bu yapıştırmadan nasıl bir resim çıkacak bilmiyorum ama işin ilginç yanı korkmadan yaşayacağımız bir demokrasi oluşsun istiyorum. Çünkü geçmişi yargılamak geleceği görmede bir işe yarayacaksa önemli. 1915’e gelindiğinde yükselen değerlerin, ulus devlet modellerinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu ulus devlet modellerinin Osmanlı’ya etkilerini buna bağlamak gerektiğini düşünüyorum. Bu ulus devlet içerisindeki aksiyonel akımların, jöntürklerin Osmanlı hanedanı üzerindeki etkilerine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Buna bakarsak birinci kodu yakalamış oluruz. Bir kod da, Balkanları kaybetmiş bir Osmanlının bir imparatorluktan çıkıp, bir İslam İmparatorluğu noktasına geldiği noktada özellikle jöntürklerin daha çok milliyetçi ve ırkçı akımlar mücadelesi içerisinde Araplarında küçük görülerek Osmanlı’dan kopmalarının önünü açmışlardır. Bunu da dikkate almak gerektiğini düşünüyorum. Yani Osmanlı çözülürken İslam imparatorluğunda milliyetçilik akımlarının gelişmesi de bunun önünü kesmiştir. Ancak Anadolu’da özellikle Almanya’yla iş birliği yapmış İttihat ve Terakki’nin Anadolu’daki yüzleşmesi karşısında devlet eliyle burada bir ırk ve bir ulus yaratma mücadelesi içerisinde 1915 kodlayarak ortaya koyabiliriz. Buradan çıktıktan sonra ben Ermeni meselesini bir Ermeni kıyımı olarak düşünüyorum. Acımasız, zor, trajik bir Ermeni kıyımıydı. Bunu kapattıktan sonra bunu bu günü buna bağlamayı uygun görüyorum. Bunun devamı Kemalist kadroların da yönetimi ele almasıyla artık Türkiye’de ırkçılık temelinde bir ulusu yaratmak ve bu ulusun yaratılmasında önümüze çıkacak diğer sorunların Ermeniler gibi diğer sorunları çözmek Aleviler, azınlıklar ile Rumlarla ilgili yeni bir politik süreç başlamıştır. Bu süreç içerisinde artık dinsel akımların da yeri vardır. Bunu da kodlayarak koymamız lazım. Bu dinsel akımlar içerisindeki Sünniliğin devletin kendi hegemonyası içerisinde Türk İslam sentezi çerçevesinde ancak devletin kontrol edebileceği bir plan ilişkisini kodlayarak koymamız lazım. Çünkü bu kadrolar artık atadığı bir müftünün, bir imamın yanına bir muhbir ezan müezzin koyarak İslam sürecini kontrol altına almasını da kodlayarak koymamız lazım. Sonuç itibari ile belki özetlemem için bugün yaşadığımız İslami akımların içerisindeki Türkiye’nin korkularla birleştirilen şeriat devleti, sivil diktatörlük, vesayet rejiminin kontrolü içerisinde buna diktatörlük hikâyeleri ekleyen bütün bu kodlamalardan kurtulabilen sıyrılabilen Alevilerin, Türklerin dinsel akımların sonuç itibari ile hep birlikte yaşayacağı uzlaşmacı bir demokrasiye dönüştürebilecek miyiz, eğer dönüştürebileceksek tarihimizle de aynı zamanda yüzleşmiş olacağız.
13 / Alaattin Taş – (Antakya Sivil İnisiyatifi Aktivisti); Tarih ile ne zaman yüzleşmeye kalksak maalesef hep acılar, katliamlar faali meçhuller ve kırımlarla karşılaşıyoruz. Öyle kötü bir resim ki ne ondan vazgeçebiliyoruz ne de odamızın bir köşesinde asma cesaretinde bulunabiliyoruz. Türkiye’de Osmanlı Döneminden başlayan 1900’lü yılların 15’inden 20’sine çok katliamlar yaşanmıştır. Ama 30’lu yılların katliamları da unutulmadı. 61, 71, 81’li yılların darbelerinin acıları da unutulmadı. Kısacası genç Türkiye Cumhuriyetinde de bu geçmişten var olan alışkanlıklar bu militer zihniyetin egemen olduğu bütün süreçlerde biz anayasada okuduk, tarihleri de okuduk ama maalesef bunların hiçbirini bizimle, gerçek yaşamla ve halkın yaşadıklarıyla bir bağı olmadığını, gerçeği yansıtmadığını biliyoruz. Elbette bu faili meçhullerin, katliamların bu sadece Ermenilere değil, sadece Kürtlere değil, Alevilere ve diğer azınlıklara yapılan bu zulüm bu katliamlarla tabii ki yüzleşmemiz gerekiyor ve eğer biz yüzleşemezsek hakikaten tarih karşısında insanlık görevimizi yerine getirmediğimiz gibi insanlık onurumuzu da kurtarmış olamayacağız. Ben şuna inanıyorum bir ampul bu aydınlatmayı sağlamayacaktır. Bize çok güçlü bir projektör lazım. Buda hiç kuşkusuz insanım diyen, vicdanım var diyen ve bu yaşananlar karşısında en ufak bir tereddüt yaşamadan bunlar karşısında vicdanı sızlayan her insanın yapması ve yapacağı gereken şey vardır. Türkiye gerek küreselleşen dünyada gerekse bilgi akışında gerekse teknolojik donanımla artık hiçbir şeyin saklanamayacağı ve artık hiçbir şeyin yasalarla nede anayasalarla nede ceberut tutumlarla, ya da derin devlet, ya da Ergenekon zihniyeti ile saklanamayacağı örtülemeyeceğine ve bunun önüne geçilemeyeceğine inanıyorum. Bugün Türkiye’de insanlar konuşabiliyorsa eğer 1915 ile yüzleşme tarihin bütün bu vakaları ile yüzleşme gibi bir sayfa açılmışsa ve bundan devlet özür dilemeye başlıyorsa iyi yoldayız. Ben artık şuna inanıyorum Türkiye artık eski Türkiye değil, insanımız eski insanımız, yani sürgü ile dipçik ile korkutulacak bir durumda değil. Onun için bugün hepimizin üzerinde ısrar ile durması gereken bir konu var ki, Türkiye’de yeni bir Anayasanın oluşturulması yani sivil, demokratik, merkezinde hukuk olan, evrensel değerleri koruyan bir anayasanın oluşturulması, tüm bu tarihi aydınlatma ve utanç veren bir takım maddelerin kaldırılması sivilleşme adına atılacak çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum. Bu konuda herkesin çaba harcaması gerektiğine inanıyorum.
14 / Hasan Akgöl – (CHP Hatay Milletvekili); Yaklaşık bir saattir konuşmaları dinliyorum açık söyleyeyim eleştirirsiniz eleştirmezsiniz memnun olursunuz olmazsınız ben üzüldüm bayağı da üzüldüm. Şimdi biz buraya 1915’te ne oldu, bunun sonucu ne olur, bizim nasıl davranmamız gerekir diye konuşmaya geldik, ama şöyle baktım ki biz sanki Türkiye’yi yargılar hale geldik. Türk devleti bir katliam yaptı, bir tek soykırımla kalmadı onlarca soykırım yaptı biz bunları meşrulaştırmak için sanki buradayız. Peki, Türklere karşı hiç katliam yapılmadı mı? Türkler Osmanlı devleti diyoruz hep o günden bugüne kadar hiç kıyıma uğramadı mı bakın ben Türkler diyorum Alevi, Sünni, Hıristiyan, Ermeni vs. diye ayırmıyorum Türkler diyorum. Şöyle bir bakın geriye niye bunu hiç kimse görmemezlikten gelmiyor da dış güçlerin Türkiye üzerinde oynanan oyunlarından bir tanesine alet olmaya çalışıyoruz evet tarihimizden utanmamamız gerekir, evet tarihimizi irdelememiz gerekir, tarihimizi önümüze dökmemiz gerekir, yapılan yanlışlardan ders çıkarmamız gerekir buna ben sizinle birlikte hem fikirim ama bir tane adamın kendi iç siyasetinde oylarını arttırmak için ortaya attığı ve daha önceki senatoda reddettiği bir soykırımı 577 milletvekilinden 38 kişiyle kabul ettiği soykırım diye kabul ettiği Ermeni soykırımını biz oturup burada sanki onlarla birlikteymişiz gibi onların savunusunu yapıyoruz. Ben doğru bulmuyorum. Sivas’ta yapılanı doğru bulmuyorum 35 arkadaşımızın öldürülmesini doğru bulmuyorum. Biz Hatayız, Hatay farklı bir yer Hatay’da tüm etnik gruplar bugüne kadar barışık yaşadı. Burada iç içe yaşadık arkadaşlar örnekler verdiler, kulak misafiri olduk elbette ki bir toplumda kültür seviyesi en alttan en üst seviyeye kadar olan kişilerden oluşur ama bu toplumun geneline bakalım bu toplum yıllardır iç içe yaşıyor. Arkadaşlarımız örnek verdi bayan arkadaşımız ermenidir ben suniyim, benim en büyük dostlarım alevidir, hıristiyandır bundan hiç gocunmadım bugüne kadar, bundan da kimsenin gocunmaması gerekir. Olayın olduğu tarihe bakın 1915 ermeni soykırımını savunmuyorum bakın üstüne basa basa söylüyorum yapan kim, organize mi, bilinçli mi o anki yapan yönetim şu an ülkeyi yöneten T.C. yönetimi mi, bunları sorgulamak lazım. Bir diğerinin yaptığından başka birini yargılamamak lazım. 1915 yılında hoş olmayan bir olay yaşandı onu yapanları yargılayalım ama şua n ki bu toplumda yaşayan insanların şu anda yaşayan Ermenilerin, sunilerin, Alevilerin, tüm Türk vatandaşlarının bu işte günahı ne? bu işin vebalini niye bize yüklemeye çalışıyorlar niye Türkiye’ye yüklemeye çalışıyorlar bence bunun sorgulanması gerekir. Ben diyorum ki ben TBMM de sizi temsil etme yetkisiyle gönderdiğiniz bir arkadaşım CHP milletvekiliyim CHP’nin bu konuda tavrı bellidir. Partimin bu konudaki bir açıklamasını okumak istiyorum. CHP Fransa ulusal meclisince ermeni iddialarına ilişkin yasanın kabulünü kınamaktadır. Bugün hala tartışma konusu olmaya devam eden söz konusu tarihi olayların bu yasa suretiyle iç politika hesaplarına alet edilmiş olması ayrıca düşündürücüdür. Bu yasa ifade özgürlüğünü yok eden, bilimsel araştırmaları engelleyen yapısıyla demokrasi ve insan hakları ilkelerine tamamen aykırı olup kabul edilemez niteliktedir. CHP olarak Fransa devriminin ilke ve ruhuna ters düşen, gerçeklere aykırı esaslara dayanan bu yasanın Fransa’ya yakışmadığını hatırlatmakta ve yasanın bundan sonra senato ve iç hukuk aşamalarında geçersiz kılınmasını beklemekteyiz. Hatırlanacağı üzere Fransa senatosu bu yasa daha önce gündeme geldiğinde kabul edilebilir bulmamış ve oylanmamıştır. Fransa halkına ve parlamentosuna çağrımız iç siyaset kaygılarıyla tarihi gerçeklerin saptırılması hevesinden vazgeçilmesi Türkiye Fransa ilişiklerine sahip çıkılması ve Türk halkıyla Fransa’da yaşayan yarım milyon türkün görüş ve hassasiyetine saygı duyulması yönündedir. Fransa ulusal meclisinin attığı bu yanlış adım Türkiye tarafından yanıtsız bırakılmamalıdır. Bununla beraber CHP, Fransa’nın bu tarihi hatada ısrar etmemesi Fransız devrimleriyle, evrensel hukuk ve değerlere uygun hukuk ve değerlere uygun bir noktaya gelinmesi için Türkiye ve Fransa’da sağduyuya sahip çevrelerin gereken çaba ve işbirliği göstereceklerine inanmaktadır. CHP’nin bu konudaki tavrı açık ve nettir. Benim sizden ve toplumun kanaat önderi arkadaşlarımızdan tek ricam şudur. Bu tür olayların Hatay’ı etkilememesi, bizim birlikteliliğimizi bozmaması yönündedir. Herkesi sağduyuya çağırıyorum.
15 / Mehmet Ali Edipoğlu – (CHP Hatay Milletvekili); Ben söylenmeyenleri söylemeye çalışacağım bir de bilmiyorum aramızda Hıristiyan arkadaşımız var mı? Dün Hıristiyanların kutsal bayramıydı, tüm Hıristiyan dostlarımızın da kıddes bayramını kutlamak istiyorum bu mikrofondan. Şimdi soykırım kavramı Alman Nazilerinin Yahudilere uyguladığı geniş çaplı katliamdan sonra 1948 yılında siyaset ve hukuk diline girdi. Şimdi de batı kamuoyunda ve Ermenilerde 1915 te yaşanan olayların bir soykırım olgusu kanısı yaygın. Türk Devleti ve Türkiye deki bazı çevreler ise buna yanıt vermekle meşguller. Bu tespitlerden sonra şunu söylemek isterim ki böyle bir konuda gerçekleri ne İslamcılar, nede milliyetçiler söyleyebilir. Gerçekleri ancak bütün halkları kardeş bilen onların birleşerek her türlü sömürü ve zulme karşı mücadele edilmesini salmanlar söyleyebilirler. Bugün ermeni tehciri ve katliamı konusunda taraflar arasında adeta bir münazara yaşanmaktadır. İnsanlar kendilerini haklı çıkarmak için her türlü yola başvurmakta ve bun da tek bir mantık var haklı olduğunu ispat etmek. Oysa gerçekleri tarihimize göre ortaya koyabiliriz. Ermeni toplumu Osmanlı imparatorluğu zamanında Millet-i sadıka olarak bilinirdi. Hiçbir zaman Osmanlı imparatorluğuna ihanet etmemiş bir toplum oldukları için Millet-i sadıka unvanını almışlardır. Osmanlı tarihini okuyan arkadaşlarımız da bunu mutlaka biliyorlardır. Şimdi biz olaya Ermeni ve Türk çıkarları açısından değil, İngiliz, Fransız hükümetleri veya İttihat ve Terakki gözüyle de değil, Emekçi halkın çıkarları ve temiz bir vicdanın bize yüklediği sorumlulukla bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle gerçek dışı hiçbir iddia bizi doğru bir sonuca götürmez. Halkların kardeş olduğunu unutmadan onların birbirini öldürmede birbirlerine eziyet etmelerinde bir çıkarlarının da olmadığını tespit etmeliyiz. Halkları birbirine düşürenler onların vuruşmalarından çıkarları olan hakim sınıflardır. Bu gerçekler ışığında şimdi Ermeni sorununu ele almak gerektiği kanısındayım. Türklerle Ermenileri vuruşturan onları karşı karşıya getiren 1915 te neydi bunun kısaca nedenleri üzerinde durmak için birkaç cümle ile ifade etmek istiyorum. Asıl suçlu dünyayı tekrar kendi aralarında paylaşmak isteyen emperyalist ülkelerin tekelleridir. 1.Dünya savaşını onlar çıkarmıştır. Ermeni tehciri ve katliamı olayı 1.dünya savaşında milletlerin yaşadığı birçok acıdan yalnızca biridir. Bu savaş çıkarılmamış olsaydı, Ermenilerin Rus ordusunda görev almaları nede güvenlik gerekçesiyle onların tehciri ve öldürülmeleri söz konusu olmayacaktı. Bunlar tabi tarihte çok ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Bölgedeki Ermenilerin neden Osmanlı –Rus ordusuna katıldıkları oradaki Teşkilatı mahsusanın başında bulunan bizim İttihat ve terakkilerimizin neler yaptıklarını ayrıntılı bir şekilde okumak mümkün. Türkiye 1.dünya savaşına nasıl girdi yine tarih kitapları güzelce anlatıyor. Aslında bir emrivakiyle Almanlar Türkiye’yi bu savaşa sokmuştur. İttihat ve terakki yöneticileri de Alman hayranıydı ve İmparatorluğu Almanya’ya bağlamışlardı o dönemlerde. Bu bağlamda Türkiye’nin NATO içerisinde yer almasına ve NATO nereyi gösterirse oraya müdahale etmesine benzer idi. Bundan beklediği çıkarda NATO ve Amerika tarafından korunup kollanmasıydı İttihat ve Terakkinin, dolayısıyla Osmanlı’nın. Cemal Paşaya da savaş bittikten sonra sormuşlardı bu savaşa niçin girdiniz diye çok net bir cevabı var Cemal Paşanın memurlarımızın maaşını ödeyebilmek için diye cevap vermiştir. Yani biz NATO’nun emriyle emperyalist ülkelerin özetle Almanya’nın direktifiyle bu savaşa girdik. Bu savaş sırasında yenilgiyle çıkacağımızı gören o bölgedeki ermeni vatandaşları ve ermeni çeteleri Rus ordusuyla iş birliği yaptılar. Bunu fırsat bilen İttihat ve Terakki ve bunun başındaki Mithat Paşa ve komutanları bilinen olayları gerçekleştirdiler. Orada ciddi bir çatışma ciddi bir katliam olmuştur. iki taraftan da ölenler olmuştur. Rakamlara baktığımız zaman Türk kaynakları 50 bin Türkün öldüğünü, Ermeni kaynakları da 1 Milyon Ermeninin öldüğünü söylüyor. Ben bu rakamların ikisinin abartılı olduğunu düşünüyorum. O dönemde Türkiye’nin nüfusu 10 milyon civarındaydı. 10 milyon nüfuslu Anadolu’da 1 Milyon Ermeninin öldürülmesi 50 bin türkün öldürülmesini de abartılı olarak buluyorum. Benim kendi kişisel görüşüm olarak söylemek istiyorum, ama çok acılar çekildiği bir gerçek. 1.Dünya savaşı ilan edildikten sonra da az önce söyledim Osmanlı Devletinin sonunun geldiğini tahmin eden ermeni çeteleri bir ermeni devleti kurma hayaliyle Rus ordusuyla işbirliği yaparlar. Tabi teşkilatı mahsusa ve bazı ordular bu çete ve Ermeniler üzerine yürüdüler ve bu tartıştığımız Ermenilerin katledilmesi olayı meydana gelir. Şimdi hiç kimsenin onaylamadığı, hiç kimsenin kabul etmediği, halkların asla işine yaramayan, Emperyalistlerin dünyayı paylaşmasını hedef alan bir çatışmanın içerisinde 100 binlerce insanın çeşitli halklara ait 100 binlerce insanın öldürüldüğü bir olayı tartışıyoruz. Daha sonra mütareke imzalanır. Osmanlı imparatorluğu yenilir. Mütarekenin ardından Anadolu’ya Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal Paşa gibi komutanlar atanır. Bunların atanmasında iki neden vardır birincisi İttihat ve Terakki yönetimiyle arası iyi değildir bu komutanların. İkincisi de Ermeni veya başka halkların katliamına bulaşmamış olmalarıdır. Sırf bu nedenle bu komutanlar Anadolu’da büyük destek bulurlar ve Kurtuluş savaşında halkı arkalarından Peşinden sürükleme başarısını yakalarlar. Şimdi 1915 olaylarıyla 1920 olaylarını birbirine karıştırmamak gerekir. Kurtuluş savaşı sırasında 1,dünya savaşı sonunda Çukurova bölgesini işgal etmiş olan Fransızlara karşı kuvayi milliye bir mücadele verdi Fransızlara karşı. Bu Fransızlara mücadele sırasında 1920’lerde Ermenileri bu işin dışında tutmaya çalıştılar. Ermenilerle Fransızları aynı kefeye koymamaya çalışırlar ve daha sonra Fransızlar ülkeyi terk ederken tüm Ermeniler içinde yine af çıkarırlar ancak Ermeniler güvenmezler ne affa güvenirler ve Türkiye’de Anadolu’da kalmaları için onlara teklif yapılır, ancak güvenmedikleri için Fransızlarla birlikte Anadolu’yu terk ederler. Büyük oranda terk ederler. Dolayısıyla 1915’teki olaylarla 1920 deki olayları birbirine karıştırmamamız gerektiğini düşünüyorum. Şimdi arşivlerin açılması hep konuşuldu Turgut Özal’ın zamanında kendi ağzından arşivleri açıyoruz diye bir ifadesi vardır ancak bu arşivlere ulaşmak Turgut Özal’ın zamanında daha sonrada tarihçiler tarafından çok mümkün olmamıştır. Şimdi yine belki bir tartışma yaratacak bir şey söyleyeceğim. Aslında Cumhuriyet Osmanlı reddi üzerine 1923’te ilan edildi. O tarihten önceki devlet ve onun işlerini reddedip yalnızca ittihatçıların ermeni politikalarına sahip çıkmanın bir anlamı yok diye düşünüyorum. Yani siz Cumhuriyeti kurarken Osmanlının mirasını reddediyorsunuz, Osmanlıyı reddediyorsunuz ama tutuyorsunuz İttihat ve Terakkinin yaptıklarına sahip çıkıyorsunuz. Bunun Kemalizm’le de ilgisi yok. Ben Kemalistlerin bu konudaki tavrını da çok doğru bulmuyorum. Yani siz Osmanlıyı reddedip cumhuriyeti kurarken İttihat ve Terakkinin yaptığı olaylara sahip çıkmak yerine, suç işleyenlerin cezalandırılmasını sağlasaydınız bugün bunları belki hiç konuşmuyor olurduk diye düşünüyorum. Son olarak da şu cümleleri kurmak istiyorum. Emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşmak için çıkardıkları bir kavga içinde Türkler, Ermeniler, Kürtler ve Araplar hepsi büyük bir felakete uğramıştır. Türkiye bu temel gerçekliği görmezden gelerek Ermenilere yapılan zulümler karşısında siz de bize yapmıştınız anlayışını bir yana bırakmalı, halklara bu acıları çektirenleri lanetlemeli geç de olsa tüm halklarla ilişkilerde yeni bir barış ve dostluk dönemi açmalıdır. Bugünkü vatanımızı kararlılıkla savunmanın, emperyalizmi kendi inine sokmanın en etkili yolu içerdeki halkların birliğini sağlamak, komşularla dost olmak, büyük devletlerin stratejik müttefiki olmaktan vazgeçmektir diye düşünüyorum, saygılar sunuyorum.
Yerel Konu : “1915’in Hatay’daki Yaşam Kültürüne Etkisi Oldu mu?”
KONUŞULANLAR
1 / Aydın Engin – (Moderatör); küçük Millet Meclisi olarak yeni yılın ilk oturumun 2. Birleşimini açıyorum arkadaşlar. Daha çok Antakya eksenli olarak tartışmayı farklı görüşleri sergilemeyi sürdüreceğiz sürdürmeye çalışacağız. 1915’in Hatay’daki yaşam kültürüne etkisi oldu mu? Benim bildiğim Antakya’daki arkadaşlarımız İstanbul’a geldiğinde özellikle Antakya’daki dinsel çok kültürlü mozaikten pek övünerek söz ederler. Galiba haklılar da övünmekte. Ama acaba gerçekten “1915’in bu övünülen kültürün üzerinde olumlu ya da olumsuz etkisi oldu mu? Ne gibi etkisi oldu?” eksenli konuşmaya çalışalım ama ille de Hatay eksenine hapse etmek zorunda değilsiniz.
2 / Mehmet Salmanoğlu – (İzleyici); Çok detaylı olarak Hatay’daki Ermenilerle ilgili bir bilgim olmamasına rağmen o konuya dokunmaya çalışacağım. Şimdi ben çocukken Altınözü’nde dedemden kalma bir harabe ev var. Tabii bu köyün dışında orda çocuklarla, amca çocuklarıyla hayvanları yayarken harabe evin yanında 2 belirgin mezar gördüm. Bu ne falan dedim benden büyük 2 amca çocukları dediler ki bunlar 2 ermeni mezarı. Tabi amcama sordum amcam olayı anlattı. Dedem o zaman orda o evde ipek böcekçiliği yapıyordu ve 2 tane ermeni vatandaşı ipek böcekçiliği yapmak üzere tutmuş onlarla ipek üretiyorlardı. Fakat bu ermeni olayına bizimkiler vakatıl ermen yani ermeni vakası derlerdi. o da dedi ki bir gün hiçbirimiz yokken en küçük amcam o zamanlar 13–14 yaşlarındayken silahlı bir grup geliyor bunların ikisini öldürüyor amcamda ağlayarak kaçıyor köye gidiyor, babasına haber veriyor, dedem geliyor bakıyor yapacak bir şey yok ölmüşler bunlara mezar açıyor gömüyorlar. Ben böylece ermeni kelimesini, ermeni olayını ilk defa duymuş oldum ve tanışmış oldum, Tabi daha sonra Fransızlar geldikten sonra bunlar bir şeyler çıkarmışlar, kim nerde kayıp falan dedemi de çağırıyorlar, hesap soruyorlar diyorlar ki senin yanında 2 ermeni vardı ne oldu? O da diyor ki böyle böyle oldu bundan ibaret yani adamların mezarı orda tabi buna rağmen gözaltına alıyorlar dedemi. Neyse bir şekilde araya giriyorlar yani bir sorumluluğu olmadığı anlıyorlar ama buna rağmen bir tazminat ödüyor birey olarak. Yani onların canlarını muhafaza etmediği için dedem bir tazminat ödüyor. Şimdi Hatay’a gelince benim bildiğim Antakya 1931’lerdeyken 2750 ermeni sırf Antakya’nın merkezinde yaşıyormuş. Hatay Cumhuriyetinin Türkiye’ye katılma kararı çıktıktan sonra Ermeninin papazıyla, Kırıkhan belediye başkanı ermeni arkadaşlar demek ki ermeni nüfusu çoğunlukta, biz allahaısmarlamaya geldik diyorlar kalın bir şey olmaz deniyor ancak onlar da yok bize adil davranacağınıza şüphe ediyoruz diyorlar ve gidiyorlar. Tayfur Sökmen not düşüyor. Haklı çıktılar 1942 varlık vergisiyle. Yani işte bunlar bir takım anekdotlar. Musa dağına kimse dokunmadı. Çünkü burada Musa dağının çocuğu var. o varken bize laf düşer mi bilmiyorum da Musa dağının eteğinde 6-7 köy ermeni köyü var. O gençler, ermeni erkekleri köyü korumak için silahlanıp dağa çekiliyorlar. Bir yere falan saldırı değil, dağa çekilmeleri var, Musa dağının tepesine çekilmek ve tabi Osmanlı askeri saldırıyor. O arada malum Fransız gemisi geliyor neyse onlarla haberleşiyorlar dağdan aşağı inerek hepsi Fransız gemisine binerek uzaklaşıyorlar. Musa dağı olayı da kısacası bu. Şimdi meseleye gelince Kırıkhan ilçemiz dişçilikte çok meşhur. Yani okumamış ama en iyi dişçiler oradan çıkar ama öğreniyoruz ki bunların hepsi ermeni ustalardan öğrenmiş. Daha sonra ki Türk çocukları onlara giderken nasıl olsa bu gidecek onlara bu mesleği öğretmişler. Antakya’da benim bildiğim kadarıyla gıda üretimiyle uğraştıklarını biliyorum çok detaylı olmamakla birlikte. Şimdi Hatay ile ilgili söyleyeceğim budur. Mutlaka Hatay’ın bir kolu eksik kalmıştır ama işte biz diğeri ile idare ettiğimiz için hala böyle bir yüz akımız var diye övünüyoruz. Genele gelince ben tabi arkadaşlarım genelde dokundular yani artık Türkiye bu sorunla yüzleşmeli, sürekli enerjisini buraya harcamamalı. Lahey adalet divanına mı gider, neye gider bu konuda talepte mi bulunur bence doğrusuda o. bu işin tanımı yapılır rahatlar, bizde döneriz kendi iç sorunumuza, kendi potansiyelimize, kendi dinamiğimize. Bu ülkede artık bütün sorunlarla yüzleşerek geçmişte kurulan zoraki birliği bir gönüllü birliğe çevirmek durumundayız arkadaşlar.
3 / Konuşmacılar Ermeni sorununa genel bir yaklaşım göstermişlerdir. Ben: İlimizde ki Ermeni'lere ve Ermeni olayına değineceğim. Araplar Ermeni vakası Anlamına gelen Vakat-ül Ermel diye söz ederlerdi. Çocukken amcaoğullarımla hayvanları yayarken Dedemden kalma bir harabenin yakınında iki mezar gördüm. Nedir bu diye sordum. Benden büyük amcam oğlu bu mezarların iki Ermeni’ye ait olduğun söyledi. Meğer Dedem: Burada ipek böceği beslermiş, bunun içinde iki Ermeni vatandaşı çalıştırıyor. Bir gün silahlı bir grup gelip bunları öldürüyor. O anda yalnız küçük amcam varmış oda 13–14 yaşında olay üzerine ağlayarak köye koşup, dedeme haber veriyor. O da gelip bunları gömdürüyor. Fransızlar İlimizi işgal edince Ermeniler geri geliyor. Kayıplarının listesini bildiriyorlar. Bunun üzerine dedem tutuklanıyor. Durum anlaşınca Tazminat ödeyerek kurtuluyor.1885'te Antakya'nın nüfusu 30 bin; Ermeni Nüfusu 2250’dir. Tayfur Sökmen'nin hatıralarında okudum. Kırıkhan Belediye başkanı Ermeni. Hatay’ın Türkiye'ye katılacağı belli olunca Ermeni papaz ile Kırıkhan Belediye başkanı Tayfur Sökmen'le Vedalaşmaya gelirler. Tayfur Sökmen Kalmalarını ister: Onlarda Türkiye tarafından kendilerine adaletli davranılmayacağını söylerler. Tayfur Sökmen ne yazık ki haklı çıktılar der:1942 deki varlık vergisiyle. Musa Dağında kırk gün Roman'ından öğreniyoruz Samandağ'daki yedi Ermeni Köyün Erkekleri silahlanıp Musa Dağına çıkarlar üzerlerine gelen Osmanlı askerine karşı direnirler. Daha sonra dağda aşağı denize inip, Fransız gemisine binerek uzaklaşırlar.
Kırıkhan’da bu gün dişçilikte çok önemlidir. Ermeni Dişçi ustaları Kırıkhan Türk'lerine bu mesleği öğretmişlerdir. Birçok zanaatları vardır; ipek böcekçiliği, Ermeni duvar ustalarının, yaptıkları yapılar halen vardır. Söylenecek son söz, bir katliam yaşanmıştır. Türkiye’nin Yapacağı Şey Lahey Adalet Divan’ına başvurmaktır. Soykırım olup olmadığı tespiti yapılsın. Kısacası Türkiye Ermeni sorunu başta olmak üzere Kürt sorunuyla, Dersim olayıyla ve hatta komünistlere yaptığı zulümle yüzleşmelidir.
4 / Hatice Can – (Avukat); 1979 yılından beri Antakya’da aktif avukatlık yapıyorum. Tarsusluyum, gençliği, disiplinimi, aldığım kültürü oradan alıyorum ve o dönemde Tarsus’ta Ermenilerin tırnak içinde soykırım ve tehcire uğradıkları yerlerden birisi. O nedenle Tarsus dedim. Biz ilk gençlik yıllarında bile bunları hiç konuşmadık. Resmi tarih bunları bize hiç anlatmadı. Resmi tarih sadece kahramanlarla doludur, diğerleri isyandır. Lise yıllarımda yani ilk gençlik yıllarımda ASALA tarafından Amerika’da bulunan diplomat bir yakınım öldürülmüştü. Bir de ASALA vardı belki dünyada Türk-ermeni sorununun ilk farkına varıldığı ASALA’nın eylemleri olmuştur. Öyle bir dönemde ermeni meselesini objektif bir şekilde konuşmak hiç mümkün değildi. Tarsus’taki en güzel taş binaların, parke taşlarla döşeli sokakların sonra beynelmilel filmine konu olan o sokakların, o yörelerin Ermenilerin evleri olduğunu öğrendim. Antakya’da yıllarca kaldım, her şeyi hiç kimseden öğrenmedim birebir yaşayarak, görerek öğrendim. Şimdi ki gibi değildi. 80’li yıllarda Kürt kelimesini kullanmak bile yasaktı. Yani ermeni sözcük olarak söylenirse çok kolay değildi gerçekten o insanların yaşadıklarını anlamak ve bilmek, bilmek ama söylemek çok kolay değildi. Evet, 7 köyden bahsediliyor ama 7 köy değil onlar sadece Musa dağında ki 7 köy. Onun dışında şu an Şenköy’e kadar Ermenilerin yaşam bölgesi olduğunu çok sonradan öğrendim. Oraya gelmeden önce söyle söyleyeceğim. Onlar boşaltıldıktan sonra topraklara ne oldu. Bir icra takibi yapıyorum, bir taşınmaza haciz işlemi yapıyorum dosyada taşınmazın satımı için sınırlama var. Nedir bu araştırdım Ermenilerden boşaltılan yerlere Antakya’dan Hatay’dan değil, buradan bir tek kişiye 1 cm dahi verilmemiş. Başka yerlerden, başka illerden Türkmenler getirtilip yerleştirilmiş ve onlara verilmiş. Onlara verilen toprağa şu kadar yıl satamazsın diye satış yasağı konmuş. 25 yıldı yanılmıyorsam, çok emin değilim ama tahdidi kaldırdık ama birebir öğrendik. Hani bunlar bu olayların konuşulmadığı dönemler sonra yıllar geçti tabii aileler söylüyor. Birde Vakıflı köyü var onu bir kenara atmayalım burada tırnak içinde gayrımüslimlerin, tırnak içinde yine hoşgörü içinde yaşadığı bir kent deniliyor ben bu iki sözcükten de nefret ediyorum ve nefret suçuda diyorum gayrimüslim ne demek Müslüman olmayan demek. Yahu arkadaşlar yalnız Müslümanların mı bu coğrafya, ayrıca ne anlama geliyormuş inanmayan. Müslüman inanan, onlar inanmayan, ne kadar kötü bir şey. Milletvekilimiz burada kıddes bayramını kutladı. Kıddes bayramı yalnız Hıristiyanların değil burada ki Alevilerde kıddesi kutlar. burda ki aleviler dört kitabın bütün bayramlarını kutlar. Hoşgörü sözcüğünde de ötekileştirmek var. Ben seni hoş görüyorum, senin burada yaşamanı da hoş görüyorum tolerans gösteriyorum. Bu iki sözcüğü insan hakları aktivistlerinin bu sözcükleri kullanmamalarına çok dikkat ediyorum. Musa dağında ki bu hikâyeleri de sevgili Ragıp arkadaşımdan duydum, buradan ona selam olsun. Musa dağında kırk gün kitabını kendi elleriyle getirip Antakya’da bize verdiğinde bu hikâyeleri ayrıntılarıyla öğrenmiştim. Ne yazık ki yabancı bir yazardan Türkiye’de yaşanan 1920 yıllarda yazılmış bir kitabı bize kaç yıl evvel Belge Yayınevi tarafından kazandırıldı. Oradan ayrıntılarıyla öğrendik, çok yıllar sonra Cem arkadaşım çok genç ne dediğimi biliyordur. Ermeni köyünde devletin onlara çok hoş görülü yaklaşmadığı dönemde bile sorunlarını sorduğunuz zaman yaşlılar ne olur bizi zorlamayın, burada çok az kaldık onu koruyalım diyorlardı. Sevgili Hrantı’da anmak gerekli. Hrant Dink Samandağ’daki evvel temmuz festivaline gelecekti. Geleceği gün ne yazık ki Yargıtay’dan cezası onaylanmıştı. O da buna çok bozuldu. Hiç gelemedi Hrant. Bu coğrafya çok kimlikli, çok kültürlü yapıyı korumaya çalışan, direnen bir yöre ama ne yazık ki o kadar çok eksiliyorlar ki senede bir Ermeniler muhtemelen Cem anlatacaktır bir bayramları var o bayramları Ağustos ayında ikinci pazar yanılmıyorsam Meryem ana bayramı hem ibadetleri olur, hem dışardan din adamları gelir. Köylerinde Türkçe eğitim görürler, dillerini öğrenmek isterlerse eğer İstanbul’a gitmek zorundalar. Çok sayıda müvekkilim oldu o yöreden 1402’lik isimleri farklıdır ama o isimleri zaman zaman değiştirmek zorunda kalırlar. Her birinin bende ayrı bir hikâyesi vardır. O hikâyeleri içselleştirince, ne oldu o topraklara? Hatay potansiyel anlamda Arapların yoğunlukta olduğu bir yerdir. Alevilerin, Sünnilerin, Hıristiyanların hepsi Araptır. Ermeniler çok az sayıda kaldılar ve Musevilerin burada sözünü hiç etmedik. Onların da yaşadığı bir coğrafya ama ne oldu onların topraklarına. Sürekli ama sürekli dışardan buraya göç aldıran bir ülkeyiz, bugün hala demokratik yapıyı olumsuz anlamda değiştirmek için bir çalışma var. Öncesi muhalif kimliği ile vardı çok önceleri çok ciddi bir sol kimliği vardı ama bu ne yazık ki o sol kimliği giderek erozyona uğradı ve demokratik yapıyı da değiştirecek çok önemli politikalar yapılıyor. Hatay’da hiç bir zaman olağanüstü hal ilan edilmedi ama her zaman gizli bir olağanüstü hal yaşayan bir il oldu ve bugün bu durum hala devam ediyor.
5 / Aydın Engin – (Moderatör); Bir şey eklemek istiyorum yükselecek olan valiler, yükselecek olan emniyet müdürleri, yükselecek olan MİT yöneticileri mutlaka ya Tekirdağ, ya da Hatay tezgâhından geçmek zorundadırlar. Çünkü bu 2 il çok kilittir bir tanesi Yunanistan’la deniz sınırını oluşturan kıyıları ile öbürü de bizim bu Antakya.
6 / Kenan Kahlioğulları – (ÖDP İlçe Sekreteri); Samandağ’da 25 Aralık Noel bayramıdır. Hıristiyan kardeşlerimiz Noel bayramını kutlar ve kendi yılbaşılarını kutlar. Ocak ayının biri miladi takvime göre yılbaşıdır. Ocak ayının altısı Ermeni kardeşlerimin yılbaşısıdır ve bayramıdır. Aynı zamanda Araplar için ğid el miledi’dir, milat bayramımızdır, aynı zamanda kıddestir. Ocak ayının 14’ü de res el seni’dir. Şimdi ben bunu niye saydım. Bir şeye dikkat çekmek için, anlamı, önemi olduğu için saydım. Şimdi ayın 14’ü ğid el klindes ve aynı zamanda hem yılbaşıdır, hem de Arap Alevilerinin yılbaşısıdır. Ayın 6’sı hem Ermeni kardeşlerimizin yılbaşısıdır, hem de Hıristiyan kardeşlerimizin yılbaşısıdır. Aslında eskiden kutlanmazmış ben bunu din adamlarından öğreniyorum. Aynı zamanda da yerel araştırmacıyım Şimdi bu konulara nerden geldik, niye böyle bir şey icap etti, niye buradayız, niye küçük millet meclisi bu konuyu ele aldı. Çünkü bir gündem oluştu işte Fransa’da Ermeni soykırımı kabul edildi. Türkiye’de başbakan ağzıyla özür dilendi falan, hatta CHP’ye atıf yapıldı, hesaplaşın dendi vs. Şimdi bunları görelim hani biz niye buradayız, niye böyle bir gündem oluştu da Ermeni kardeşlerimizden bahsetmiyorlar. En son bahsettikleri zaman Hrant Dink öldürülmüştü. 2007 yılıydı ben televizyon başındaydım üniversite öğrencisiydim yanımda da Arap Alevi bir kardeşim vardı. Bazıları dediler ki oh olmuş, yani özür diliyorum ben, dedim ki yanlış yapıyorsunuz bizim böyle bir şansımız yok, böyle yapmaya hakkımız yok. İlla Arap Alevisi olması da gerekmiyor. Yani nefret söylemine karşı durmalıyız, her türlü nefret söylemini lanetlemeliyiz, suç olmalı ve ağırlaştırılmış olmalı. Ben isterdim ki mesela gönderdiğimiz milletvekillerimiz vs değişik partilere mensup Hataylılar çıkıp statükolarla hesaplaşsınlar, yani desinler ki kardeşim ben CHP milletvekiliyim ama ben statükoyla hesaplaşacağım. Aykırı bir ses çıksın orada ama işte genel merkezimizin dediği olur hani siyaseten de, ahlaken de doğrudur ama bir Samandağlı olarak, bir Antakyalı olarak bir Hataylı olarak, bir Dörtyollu olarak Ermenilerle, Hıristiyanlarla, Yahudilerle, kardeşçe yaşadığımız bir coğrafyadan çıkmış bir insan olarak orada aykırı bir ses olabilmeli ya da Türkiyeye bu konuda sesimizi duyurabilmeliyiz.
7 / Cem Çapar – (Vakıflı Köyü Ermeni Cemaati Başkanı); Burada şahsım adına bulunmaktayım. Şahsi fikirlerimi söylememin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Şimdi yıllar önce üniversitedeyken laboratuar dersinde kan gruplarını işliyorduk. Herkes kendi parmağından kan alıyor, kendi kan gruplarımızı inceliyorduk, hepimiz başladık kan gruplarımızı incelemeye, bir süre sonra bütün arkadaşlarım benim etrafımda toplanmaya başladı, Cem’in kan grubu ne çıkacak? Önce rahatsız oldum, sonra hoşuma da gitmeye başladı. Hep beraber kan grubumu ölçtük A RH pozitif çıktı. Şimdilerde düşünüyorum bu anekdot bana birçok yerde anahtar görevi gördü, kapı açtı, Öncelikle hepimiz insanız. Yıllar önce bilim tekniğin ilk yayınlanan dergisi geçti elime, ilk sayısı. O sayıda İsmail Cem bir yazı yazmıştı. Yazıda da bir hikâye vardı. Hikâyede şöyle geçiyordu. Zamanın birinde cemaat kralına gitmiş demiş ki sayın kralım biz hiç fil görmedik, fil görmek istiyoruz. Kral da bu talebi makul karşılamış ve gitmiş bir fil getirmiş, o fili de kapalı bir odaya karanlık bir odaya koymuş ve halkta tek tek girip fili el yordamıyla tanımaya çalışıyorlarmış, tesadüfen filin ayağına çarpan filin ayağından ibaret olduğunu sanıyormuş. Kuyruğunu elleyen kuyruktan ibaret olduğunu sanıyormuş. Hortumunu elleyen hortumdan ibaret olduğunu sanıyormuş. Şimdi biz sanırım Hatay’da fili olduğu gibi görebiliyoruz. Yani şimdi düşünün ki bir insan ömrü boyunca bir Ermeni ile karşılaşmış olsun ve o Ermeni tesadüfen ona iyilik yapmış olsun, ne oluyor o zaman o insanın kafasında bütün Ermeniler iyidir diye kalıyor. Tesadüfen bir Yahudi ile tanışmış olsun ve Yahudi ona ticaret yaparken bir malı 50 kuruştan değil 1,5 liraya vermiş olsun, onun gözünde bütün Yahudiler kazıkçıdır kalıyor. Ya da Ermenilerin kötü bir hikâyesi anlatıldığı zaman Ermeniler kötüdür. İki boyuttan dinledik hem kötülük yapan Ermenileri, hem de mağdur olan Ermenileri. İşte Ermeniler iyidir veya kötüdür diye akılda kalıyor. Şimdi biz sanırım Hatay’da bir cemaati; yani Ermenileri olsun, Alevileri olsun, Sünnileri olsun, Türkleri olsun, Arapları olsun bütün bir cemaati zengini ile fakiri ile iyisi ile kötüsü ile çocuğuyla yaşlısıyla görebiliyoruz, tanıyabiliyoruz bu da bize çok büyük ufuklar açıyor. Bizim daha rahat ve doğru düşünmemizi sağlıyor diye düşünüyorum. Biz Hatay’da farklı milletten insanlar hep beraber kardeşçe yaşıyoruz. Bunun gerçeklik payı var. Kardeşçe yaşıyoruz, birbirimizi ötekileştirmeden arkadaşlık paydasında, komşuluk paydasında, meslektaşlık paydasında bir sürü ilişkiler kuruyoruz. Bazen farklı kültürler arasında evlilikler oluyor, akrabalık ilişkisi kuruyoruz. Bunun da faydalarını görüyoruz. Şimdi bu farklılıklar bize ne katıyor, Hatay’ın kültürüne ne katıyor bunu irdelemek gerekir. Mesela Hatay’ın mutfağı, Hatay’ın kültürü her tarafta müthiş prim yapıyor. Şimdi şunu düşünmeyin ki biz çok iyi aşçılar olduğumuz için Hatay’ın mutfak kültürü zengin diye düşünmeyin. Bolu’nun aşçıları meşhurdur ama ben hiç Bolu’nun yemeklerinin meşhur olduğunu duymadım. Bizimde yemek kültürünün bu kadar zengin olmasının en büyük sebeplerinden birisi içinde Ermeni kültürünün, Arap kültürünün, Akdeniz mutfağının etkileri olduğundan, burada yıllarda Fransız sömürgesi altında kalmışız Fransız mutfağının etkileri olduğundan yemek kültürümüzün bu kadar zengin olduğunu düşünüyorum. Sadece düşünmüyorum bu gerçek aslında. Yine bu kültür dilimize yansıyor. Mesela ben üç dil biliyorum ve bunu çok bir gururla söylüyorum. Üç ana dilim var diye söylüyorum. Bu üçünü de ben okulda öğrenmedim. Üç dili öğrenmek içinde kurslara gitmedim, para harcamadım, sınavlarına girmedim. Türkçeyi, Arapçayı ve Ermeniceyi ana dilim gibi konuşuyorum ve sadece Hatay’da doğduğum için bu zenginliğe sahibim ve bunu da büyük bir gururla söylüyorum. Aynı zamanda evet bir kaç arkadaşımız dile getirdi kıddes ve Noel bayramını dile getirdi, ben dün buna şahit oldum, anlatmak istiyorum. Dün bizim miladi bayramımızdır. İsa’nın doğumunu kutladık, aynı gün yine Alevi bir arkadaşımın bayramıydı ve onun yanına bayramlaşmaya gittim, sofrasında yemek yedim. Aynı bayramı iki ayrı sofrada, iki ayrı cemaatle kutlamanın hazzını yaşıyorum. Dünyada ender rastlanan durumlardan birisidir. Bu da bize güzel bir zenginlik katıyor şöyle ki, biz bayramlarımızı beraber kutluyoruz, düğünlerimizde halaylar çekiyoruz. Aynı zamanda cenazelerimizde acımızı paylaşıyoruz ve ne ilginçtir ki her şey paylaştıkça azalır, mal da mülkte paylaştıkça azalır. Ama ilginçtir ki sevgi paylaştıkça artıyor, en azından benim için böyle. Bu zenginliğin de bizim yaşam kültürümüze önemli bir katkı yaptığını düşünüyorum. Şimdi arkadaşlar Ermeniler bu topraklarda yaşadı, biz hala yaşamaya devam ediyoruz. Ama mevzu bahis olan ermeni sorunu tam da bu topraklarda yaşandı. Yani bu aslında Fransa’da yaşanmadı, Amerika’da yaşanmadı ya da şuan Fransa’da olan Ermeniler, ya da Amerika’da olan Ermeniler aslen buralılar, Anadolulular, buradan gittiler oralara. Bu yüzden bu sorunun burada konuşulması ve adının bu topraklarda konulmasını şiddetle önemsiyorum. Gerçekten de bu sorun siyasi bir malzeme olmamalı. Bu sorun yurt dışında yani Fransa’nın meclisinde konuşulan bir sorun olmamalı. Bu sorun burada bu topraklarda konuşulmalı ve adının burada konulması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Özellikle bunu çok önemsiyorum. Burada bize kapı açtığınız için size de teşşekür ederim. Şimdi bir kaç defa dile getirildi. Bu sorunu biz iç sorun olarak düşünmezsek, yani Türkiye’nin, bu toprakların bir sorunu olarak düşünmezsek önümüzdeki yıllarda meclisimizde ya da birçok ülkenin meclislerinde bu kararların tekrar gündeme geleceğini görmek çok da uzak değil bunu görmek gerekiyor. Aslında biz bu sorunu bu topraklarda konuşup, bu toraklarda çözmeliyiz.
8 / Aydın Engin – (Moderatör); Hrant ezberleri bozmuştu. Hatırlayın, diasporadaki Ermeni milliyetçiliğini ve Türkiye’deki milliyetçilerin, ırkçıların da ezberlerini darmaduman etmişti, verecek cevap bırakmamıştı. Hrant’ın çocukları onun bıraktığı noktadan yürümeyi beceriyorlar. İstanbul da, Ankara’da, Berlin’de burada da Cem’e düşmüş çok teşekkürler.
9 / Mehmet Güzel – (Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği); 1915’te, daha da öncesinde 1895 ya da 1912’de genel olarak yaşanan soykırım aynı boyutta Antakya’da yaşanmıştır. Bugünkü Belen -Türklüğün, hatta ırkçılığın en uç noktalarında olan Belen- o zaman Ermeni yerleşim alanıydı. Arsuz, Karaağaç, Dörtyol, Kırıkhan, Samandağ’a doğru geldiğimizde; Musa dağı çevresinde 7 köy, ek olarak bugün ki Hancağız, Hüseyniye Köyü, Aknehir gibi birçok köy Ermenilerin yerleşim alanıydı ve bugün sadece ve sadece Vakıflı köyü var. 1915’te Vakıflı da yoktu. 1915’te bütün Ermeniler buradan gitmişlerdi. Zaten katliamdan dolayı ya katledilmişler ya da buradan sürülmüşlerdi. Ama 1. Dünya Savaşı sonrası Suriye topraklarının ve Suriye vatanının bir parçası olan Hatay’ın o zaman Fransa’nın işgali altında olması nedeni ile bir kısım Ermeniler buraya kendi topraklarına geri geldiler. Ve o dönem Musa dağı eteklerinde Teknepınar, Eriklikuyu, Yoğunoluk, Hıdırbey, Vakıflı ve Kapısuyu köyleri vardı. 2. Dünya savaşına doğru giderken savaşta Türkiye’yi müttefik olarak kazanmak amacıyla Fransa, işgali altındaki Hatay’ı 1939’da Türkiye’ye hediye etti. Buradaki Ermeni nüfus yine bir katliama maruz kalma korkusuyla yeniden göç etti. Musa dağı eteklerindeki 7 köyden en küçüğü olan sadece Vakıflı Köyü Ermeni halkı göç etmedi. Vakıflı halkı burada kalma kararı almışlardı. Vakıflı Köyü, hoşgörü vitrinimizin bir süsüdür. Gerçekte hoşgörünün, anlayışlı yaklaşımın ürünü değildir. Egemenlerin ve suçlu olanların suçlarını örtmek amacıyla tersi bir vitrin oluşturmak istemişlerdir. Şu an Vakıflı’yı böyle bir vitrinin içerisine yerleştirmişlerdir. Bunu görmemiz lazım. Bu tarihle yüzleşmenin tek yolu demokratikleşmedir. Bu halkların birbirine karşı gelmesi, halkların bir biriyle savaşması, çatışması değil asla, tarihimizle yüzleşmek gerekiyor. Herkes kendi rengiyle, diliyle, kendi ulusal değerleriyle yer almalı. Zararlar tazmin edilmeli, özür dilenmeli ve şu an değerlerden yoksun bırakılarak sağlanmaya çalışılan zoraki birliktelik, gerçek anlamda hoşgörü, gerçek anlamda kendi değerleriyle donatılarak yan yana gönüllü birliktelik sağlanmalı. Bunun yolu da demokrasidir. Tek yolu da birbirimizi karşılıklı olarak anlamamızdır. Son olarak bir noktaya değinmek istiyorum. Musa Dağı Ermenicesi dünyada sadece ve sadece Vakıflı köyünde konuşulmaktadır. Bu, dünya için çok önemli bir değerdir. Bu değer korunmazsa eğer, dünya insanlığı için bir eksiklik olacaktır, bunun korunması gerekiyor. Devlet bunu zaten yapmayacak, en azından toplum olarak bunu yapmamız gerekiyor.
10 / Mevlüd Oruç – (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği); İlimizde benim gördüğüm ve yaşadığım kadarıyla Ermeni ve Arap Hıristiyan komşularımızın göçü devam ediyor. 1915’te başlayan süreç özellikle 1980 darbesiyle birlikte nihai sonuç alındı. 1980 darbesiyle Hıristiyan komşularımızın göçü büyük bir şekilde hızlandı. Şimdi Hatay’ın nüfusu yaklaşık 1.500.000 yanılmıyorsam, Antakya’da ve Hatay’da yüzlerce ifade edilen bir Ermeni nüfus, onlarla ifade edilen Yahudi nüfus ve bir iki binle ifade edilen Arap Hıristiyan nüfusla şimdi korunması gereken tarihi eser, vitrinlik, müzelik haline getirdikte öyle sevdik onları. Bunu görmemiz gerekiyor. Samandağ’dan kendi mahallemden örnek vermek istiyorum. 1980 öncesi benim bildiğim gördüğüm kadarıyla iki-üç evden biri Hıristiyandı çoğu gitti, bir mahalle kaldı, Cemal Gürsel Mahallesi. Orada da azınlığa düştüler, ellerinde bir muhtarlık var, onu da ellerinden almak için uğraşıp duruyoruz. Şimdi bunların gitmesiyle birlikte Hatay’da büyük bir boşluk doğduğunu görüyoruz. Mimaride, kültürde, ekonomide nitekim ben burada alıntı yapıyorum Etyen Mahçupyan ‘Ermeniler ve Süryaniler gitti, berekette gitti” kalan Müslümanlar oldu. Az önce CD’de bir şey gösterildi Recep Tayyip Erdoğan Sayın Başbakanımız dünyada herhangi bir yerde ya da Türkiye’de Ermeni sorunu gündeme geldiğinde Türkiye’de 100 bin Ermeni nüfusun yaşadığını ve bunu gönderebileceğini tehdidini savuruyor. Ben bunu kendi ülkeme yakıştıramıyorum. Bu bir kabalık ben başka bir tanımlama yapmak istemiyorum ama bunu yapmamamız lazım. 100 bin nüfus varmış kafamı attırmayın eee bunları da gönderirim diyormuş. Yani 1915 geri dönüyormuş. Bu yanlışın bir daha dile getirilmemesi gerekiyor. Konu dışı ama yani konu içi aslında, Aleviler Yavuz Sultan Selim döneminden beri katlediliyor bir not düşmek istiyorum. Şimdi Yavuz Sultan Selim isminin caddelerden, sokaklardan kaldırılmasının hakkım olduğunu düşünüyorum ve Antakya’dan kaldırılmasını istiyorum. Bir de bir şey ifade ediyorum ve biz bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Suriye ile ilgili herhangi bir sıkıntı olduğunda bütün gözler Aleviler yani Nusayrilere kameralar ve hoparlörler dönüyor. Kendimizi kanıtlamamız gerekiyor. Aynı şey Türkiye’de Ermeni sorunu olduğunda Ermeni temsilcilerine dayatılır ve kendinizi bir daha kanıtlayın sıkıntısı var. Bu bizde de böyle, Ermenilerde de böyle, Rumlarda da böyle basının böyle yapmamasını talep ediyoruz. Biz kendimizi kanıtlamak zorunda değiliz.
11 / Bilgen Duman – (CHP Merkez İlçe Kadın Kolları BaşkanıBİLGEHAN DUMAN(CHP KADIN KOLLARI): Benim burada söylemek istediğim şey yani arkadaşlarımızın değinmediği yine metinde olan bir konu ifade özgürlüğüyle ilgili burada gerçekten çok güzel bunun örneklerini gördük herkes ifadelerini çok güzel bir şekilde söyledi. Bende umuyorum ki Türkiye^de de biz bu konuyu burada tartıştığımız gibi 1915 olaylarını Türkiye genelinde bu kadar rahat ve bu kadar içten ve düşüncelerimizde herhangi bir kaygı duymadan ifade edelim bu sadece Türkiye için değil bütün dünya için dileğim bu, umarım bu konular ve bunlardan başka 1915 olayları haricinde tarihimizle yüzleşmemiz gereken bütün konular ifade özgürlükleri kısıtlanmadan rahatça söylensin.
12 / Kübra Demirdüzen – (İzleyici); Bir genç olarak bilgi yerine sadece istek ve dileklerimi yerine getireceğim. Zaten buna ne bilgim, ne de deneyımın yeter. Sizden çok özür dileyerek konu dışında çözüme yönelik gençlerin sözcüsü olarak bir şey demek istiyorum. Burada kişilerin kendi duygularıyla, düşünceleriyle bir şeyler anlatıldı, savunuldu. Şimdi sizlere soruyorum bizim rehberimiz olan yetişkinler sadece duygu sentezinde bir şeyleri anlatmaya çalışırken bizim ne yapmamızı önerirsiniz? Yani biliyoruz ki hepimiz kardeşiz, gençler olarak hepimiz aynı sıralarda oturuyoruz, peki ayrımcılığı kimler yaratıyor bu ülkede? Ya da gerçekten Türkiye’nin birlik, beraberlik açısından çok ilerlediğini görüyorum ben, üniversitede hiç birbirimizi dışladığımızı hatırlamıyorum, sanki bu birileri tarafından yaptırılıyor gibi ya da bir genç olarak umutla bakıyorum buna ya da umut besliyorum Türkiye’nin birlik, beraberlik ve huzur içerisinde yaşayabilmesi için. Konuşmamı son bir cümleyle tamamlamak istiyorum. Şunu bilmenizi isterim gençlere yansıtıldığı için bu ayrımcılık sanki yıllarca sürecekmiş gibi gözüküyor.
13 / Mehmet Çardak – (Emekli Gümrük Başkontrolorü); Aslında söz almak gibi bir niyetim yoktu ancak Cem kardeşimizi dinledikten sonra gerekli gördüm fazla vaktinizi almayacağım. Değerli dostlarım 10 Kasım 1938’de büyük Atatürk’ün ölümünden sonra Hatay Millet Meclisi toplanır, üzüntülerini belirtmek üzere ve temsilci gönderecekler. O toplantıda kaynaklar yasalardır. Bir Ermeni asıllı milletvekilimiz ismini hatırlamıyorum özetle şöyle bir konuşma yapar der ki: biz Atatürk’ten önce Ermeniler, Türkler, aleviler, Araplar v.s milletler birbirimizi kesiyorduk, birbirimizle kavgalıydık ama Atatürk’ten sonra kardeşçe yaşıyoruz diye. Burada çok önemsediğim bir genellemedir zaten. Ancak üzüldüğüm bir şey var Osmanlı döneminde yani 1. Dünya Savaşı’nda dünya üzerinde Avrupa, Orta Doğu’da, Rusya’da Osmanlı Devleti İmparatorluğu yoktu. Başka imparatorluklar da vardı. Çeşitli milletler, çeşitli dinler, mezhepler vardı. Tarihe baktığımız zaman çok milletler, çok dinler birbirlerini kesmişlerdir, katletmişlerdir. Bunu biliyoruz. Bu sadece Osmanlı-Ermeni olayı değildir. Birinci oturumda milletvekilimizin dediği gibi biz Cumhuriyet’te yaşıyoruz ve biz bu Cumhuriyeti kurduğumuzda Osmanlı’dan miras almış değiliz. Ben bu tüm değerlendirmeler karşısında, elbette tarihle yüzleşeceğiz, değerlendireceğiz, söyleyeceğiz ama bunu yaparken de yani Cumhuriyetten öç almaya dönük değil, mümkün olduğu kadar kardeşliği pekiştirici ve demokrasiyi daha da güçlendirici bir söylemde bulunmamız gerektiğini düşünüyorum.
14 / Mithat Can – (İnsan Hakları Derneği); Şimdi birinci oturumdan bir şey söylemek istiyorum. Değerli milletvekilimiz Hasan Bey konuşurken Türkiye’yi eleştirmek veya yargılamak anlamında bir tartışmanın olduğunu söyleyince ben biraz bu düşüncenin bizi bu günlere getirdiğini ve geri bıraktığını düşünüyorum. Biz tarihimizle yüzleşeceğiz diyoruz, hesaplaşacağız diyoruz yani biz geleceği rahat kurmak için gelecek güzel bir dünyayı iyi bir eser bırakmak için geçmişin hatalarını, yanlışlarını görmek zorundayız. Eğer görebilirsek önümüz çok açık olabilir. Bir de organize olup olmadığı şeklinde biri bir şey sordu evet yine sunumdan alıntı. Vecdi Gönül’ün dediği eğer bu olay olmasa bu millet bu devleti kurmazdı, ulus devleti kurmazdı gibi. Demek ki birilerinin ayıklanması lazım ki onun kurulması için, Hatay’la ilgili olumlu-olumsuz yönleri tabiî ki çok oldu Cem arkadaşım ifade etti. Birçok türküyü, yemeği, kültürü beraber öğrendik, birbirimize faydalı olduk. Olumsuz yönden hemen örnekliyorum. Ben 1954’te Hatay’da ilkokula girdiğim zaman sınıfımızın mevcudu 36 kişi idi 4 Sünni 22 alevi ve 10 Hıristiyan arkadaşımız vardı. Yıl 2012 şimdi 1 tane Hıristiyan bulunmayacaktır. Burada ki olumsuz etkisi anlamında bu istatistiği veriyorum. Demek ki birileri buradan gönderildi veya zorluklar karşısında gittiler. Diğer örnek ticari anlamda esnaflık ve sanat anlamında çok şeyde gerilediğimizi düşünüyorum. Çünkü gerçekten etraftan ve kitaplardan öğrendiğimiz birçok işi onlardan öğrendik. Örneğin bizim taş bir evimiz vardı. Betonarme yaptırdık. Samandağ’da bilmem ne Ermeni usta hala söylerler ismini, o yapmış derler. Bizim iki tarlamız var biri mihayil, biri pamuk tarlası. Mihayil Ermeni ismi demek ki onlardan alınmadır. Onun için çok olumsuz yanları var. İşte bu iki ev bir tandır kaldık sözü yaşlı bir Ermeni dostumuzun anlatması şunu ifade ediyor. Baskınları ifade ediyor. Mal mülk olayında, vakıf arazilerinin satılması olayında birçok yerde araziler satılırken Vakıflı köyünde satılmadığı ve satılmayacağı şeklinde devlet politikaları var. O yüzden bu baskıların olmayacağı ve demokrasinin gerçekten evrensel kurallarla işleyeceği, hukuka saygı gösterileceği, insan haklarına saygı gösterileceği bir demokratik anayasa, bir yapı, bir ülke kurarsak bu kardeşliği pekiştiriz ve bu sevgiyi çoğaltırız, ırkçılıkla veya örtmekle bu iş olmuyor. Her şey ortaya çıksın konuşulsun, konuşmaktan zarar gelmez, öğrenmekten zarar gelmez.
15 / Mustafa Köse – (Eşitlik ve Demokrasi Hatay İl Başkanı); Buradaki göçlerle ilgili ufak bir not eklemek istiyorum siz eğer nüfusu büyütüp, ekmeği küçültürseniz insanlar sadece korkarak kaçmaz, ekmek için de kaçar. Bir kısmı da böyle olmuştur.
16 / Hatice Can – (Avukat); Bende insan hakları, demokrasi ilkesinin evrensel olduğunu; insan haklarını tanımam demenin lüksünün kimsede olmadığı söyleyeceğim. Ama bu ayrımcılık nasıl geldi bu günlere, bir tek örnek vereceğim. 12 Eylül döneminden bir iddianameden bir kimlikle ilgili, bir Ermeni sanıkla ilgili. Hatırladığım kadarıyla ismini de söylememde bir sakınca görmüyorum Garbis Altınoğlu. Adana sıkıyönetim Mahkemesinde sanık olarak yargılanıyor. Aynen şöyle: her nasılsa Türkiye’de doğmuş, anne baba adı da pek aklımda değil. Ermeni cemaatinin imkânlarıyla, kolejlerde okumuş Ermeni oğlu Ermeni. İddianamedeki kimlik bu arkadaşlar. 12 Eylül iddianamesi. Yani niye bu günlere geldik, kimler yapıyordu bu ayrımı işte belli. Halen de belli. Bugünü demokratik göstermeye çalışanlara söylüyorum, iddianameler bunlarla dolu. Ayrıca insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı yoktur.
17 / Mehmet Ali Edipoğlu – (CHP Hatay Milletvekili); Hıristiyan nüfusundan bugüne gelinen noktadan bahsetti. Ben örnekler vereceğim. 1915’li yıllarda Hatay’ın bugünkü sınırları içerisinde nüfus 200.000 civarında ve bu topraklarda 1900’lü yılların başında Hıristiyan nüfusun en yoğun olduğu oran %15 200.000 %15’i 30.000 yapar. Yani rakamları bilerek konuşmamız lazım. Cem arkadaşım yanlış biliyorsam düzeltsin beni. Daha sonraları Hatay nüfusu 1.500.000 ulaşmış ama bunun yarısı dışarıdan göçtür. Hatay’ın yerli nüfusu değildir. Türkiye’den Hatay’dan dışarıya önemli ölçüde Hıristiyan göçü olmuştur. Bugünkü rakamda %1’dir. Mevlüt arkadaşımın söylediği gibi 1000-2000 değil o Samandağ’daki rakamdan bahsediyor. Antakya’da da 1000-2000 var. Altınözü’nde 3000-4000 var. İskenderun’da 4000-5000 var. Diğer ilçelerde de 1000 civarında var. Yani bugün 15.000 in üzerinde Hıristiyan vatandaşımız Hatay da yaşıyor. Ben başka bir şey daha söyleyeyim. Hatice Hanım birkaç olaydan bahsetti. İddianamelerden bahsetti. Hatay da yaşanmış bir örnek vereceğim ve nereye geldiğimizi söyleyeceğim. Yıl 1984 mahalli seçimler yapılıyor. Altınözü’nde Halkçı Parti bir Hıristiyan aday gösteriyor. Sandıklar açılıyor ve kazanıyor. Ancak el konuluyor sandıklara okuldaki oylar değiştiriliyor. Belediye başkanlığı da el değiştiriyor. Bu yaşanmış bir olaydır. Belediye seçimini kazanan arkadaşımıza belediye mazbatası verilmiyor. Altınözü’nde. Mehmet Salmanoğlu canlı yaşamıştır bu olayı. Daha sonraları gelişmeler var bu ülkede. Bundan 10 yıl önce çok uzağa gitmiyorum. Hatay Tabip Odasına üye 1000 tane hekim bir Hıristiyan arkadaşımızı oda başkanı olarak seçmiştir. Aynı seçimde bir Hıristiyan arkadaşımızda onur kurulu başkanlığına seçmiştir ve bu görevlerini başarıyla sürdürmüşlerdir. Halen de bu arkadaşlarımız Hatay Tabip Odasında başka kurullarda görevlerine devam etmektedirler. Yine başka bir şey daha söylüyorum. Hatay’da şu an Arsuz Belediye Başkanı Sayın Fuat Süme Hıristiyan bir arkadaşımızdır. Dolayısıyla bu konuda hoşgörü kelimesinden hoşlanmıyor belki bu memleketin aydın insanları, bu ayırımı yapmıyorlar biz bu ayırımı yapanların zihniyetine karşı çıkmalıyız. Biz hak eden insanları en iyi yerlere getirmeyi başarmış bir memleketin aydınlarıyız. Bunu da sürdürmeye devam edeceğiz. Etnik kökeni ne olursa olsun. Hak eden insanların en iyi yerlere gelmesi içinde elimizden gelen çabayı da göstereceğiz. Geçmişte de örneklerini söyledim. Dolayısıyla bugün İskenderun’da çok başarılı iş adamlarımız var. Arsuz’da bir belediye başkanımız var. Tabip Odasında yöneticilik yapan arkadaşlarımız var. Başka kurumlarda da çok sayıda Hıristiyan arkadaşımız Samandağ’da da meclis üyelikleri yapmışlardır. Bundan sonrada yapmaya devam edeceklerdir. Nüfusun azalmasıyla ilgili olarak bir arkadaşım söyledi. Ekmek peşinde ve eğitim peşinde gitme adına da genç nüfusta özellikle Avrupa ülkelerine gidiyor. Altınözü’nde ve İskenderun’da yaşayan Hıristiyan aileleriyle benim yakın diyalogum var. Onlarla yaptığım görüşmelerde gençlerin daha çok Avrupa’ya eğitim amaçlı gidip oraya yerleştiklerini daha sonra oralarda iş bulup çalıştıklarını, son derece başarılı ticari faaliyetlerini sürdürdüklerini onlardan dinliyorum. Evet, gençler Avrupa ülkelerine gitmeyi tercih ediyor ama bu kendi kişisel tercihleri. Bugün Hatay’da yaşayan Alevi vatandaşlarımızın ailelerinden ekmek peşinde Ortadoğu’da çalışan 100.000 üzerinde vatandaşımızın olduğu gibi. Bu nedenle bir düzeltme yapma gereği hissettim.
18 / Refik Eryılmaz – (CHP Hatay Milletvekili); 1915 yılında gerçekten birtakım acı olayların yaşandığı, ölümlerin yaşandığı bir gerçek. Maalesef bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti bu gerçekle yüzleşme cesaretinde bulunamadı. Olaylardan sonra da yakın tarihimize baktığımızda buna benzer bir takım olayların yaşandığı da bir gerçek. Maraş katliamı, Dersim olayları, Çorum Katliamı, Sivas Katliamı. Bunlar da yakın tarihimizde hep beraber yaşadığımız çok acı olaylar. Bununla ilgili olarak da maalesef devletimizin hesaplaşma noktasında ve gerçeklerin aydınlatılması açısından herhangi ciddi bir çalışma yapmadığını görüyoruz. Her yıl bu olayların yaşandığı tarihe denk gelen günde bu tür sıkıntıları ve yaşadığımız acı olayların siyasete konu olmaması için Türkiye bu sorunu acilen çözmek zorundadır. Gerek 1915 yılında yaşanan katliamlarda, gerek yakın tarihimizde yaşadığımız katliamların gün ışığına çıkarılması açısından devlet arşivlerinin çok acil bir şekilde bu konuda uzman tarihçilerin önüne koyulması bir zorunluluktur. Ve bu tarihçiler sadece Türkiye’den değil, özellikle 1915 yılında yaşanmış olan bu katliamların aydınlatılması açısından bu konuda uzman, yurtdışından tarihçilerin de yer alacağı bir komisyon oluşturulup, bu arşivlerin incelenmesi ve buna yönelik bir rapor hazırlanması gerekiyor. Bu rapor neticesinin de bütün dünya kamuoyuyla paylaşılması ve eğer özür dilenmesi gerekiyorsa özür dilenmesi, tazminat ödenmesi gerekiyorsa da tazminat ödenmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bizim Türkiye’de yakın tarihimizde yaşadığımız bu acı olaylarında çok ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor. Bundan sonra benzer olayların yaşanmaması açısından bunların sorgulanması gerekiyor. Neden bunun acil bir şekilde çözülmesi gerekir diye düşünüyorum. Bakın hala bugün yaşadığımız bu Suriye olayları konusundaki gerginlikler ile samimi olarak söylüyorum gittiğimiz köylerde, beldelerde vatandaşlarımız hep şunu soruyor, bize acaba ne olacak? Acaba bize de bir sorun olur mu? Eğer orada bir iç çatışma olursa bizi de etkiler mi? Bizde bir katliama maruz kalır mıyız diye çok ciddi ve derin bir endişe yaşanıyor. Bunun sebebi de bu insanlarımızın bilinç alına daha önce yaşadığımız beklide çok daha önce yaşanılan Yavuz Sultan Selim’den kalan ve sonrasında yaşadığımız Alevi katliamları özellikle dikkate aldığımızda bunların yaratmış olduğu bir psikolojik travmadan kaynaklıdır. Türkiye bu katliamlarla hesaplaşmış olsaydı, bunları gerçekten ciddi bir şekilde ortaya çıkarmış olsaydı, belki bu vatandaşlarımız bana bu soruları sorma gereği hissetmeyecekti. Onun için bize özelikle siyasetçilere bu anlamda çok büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor diye düşünüyorum. Şu anda Sayın Başbakan Dersim olayı ile ilgili olarak özür diliyoruz falan gibi bir tabir kullandı. İyi güzel ama bunların daha etraflı, daha ciddi bir şekilde tarihçilerin önüne konulup bununla ilgili olarak yaşananları ortaya koymak gerekir. Bunun dışında çok fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Şu anda Türkiye’de bir tane Ermeni Köyü var o da Samandağ’da. Ben bir Samandağlı olarak bundan mutluluk duyduğumu ifade etmek istiyorum. Çünkü ben bunu bir zenginlik olarak değerlendiriyorum. Keşke Türkiye’de sadece bir tane değil yüzlerce Ermeni Köyü olsaydı bunun inanın kimseye bir zararı olmazdı. Bu bir güzelliktir. Bu şekilde algılamak lazım. Ancak keşke burada iktidardan siyasetçi arkadaşlarımız olsaydı, onlar da görüşlerini söyleseydi. Şunu net olarak ifade etmek istiyorum. Kendi inançlarını, kendi etnik kimliğini sürekli üstün gören bir anlayış, kendisinden daha farklı olan bir dini anlayışa ya da bir etnik kimliğe aynı mesafede durması, ona hoşgörüyle yaklaşması, onu koruması ya da ona haklarını vermesini beklemek bence çok mümkün değildir. Önümüzde mevcut bir uygulama var, çünkü mevcut siyasi anlayışın uygulamaları var. Kendi dininden, kendi inançlarından olan insanları koruyan kollayan ve onları üstün gören bir anlayış, kendisi gibi düşünmeyen, kendisinden olmayan farklı bir mezhep veya etnik kimlikten olan insanlara da farklı bir tutum içerisinde olduğunu görüyorsunuz. Esas sıkıntı da buradadır. Onun için ben mevcut siyasi anlayışın hepimizin ifade ettiği o eşit yaklaşımı sergilemesini beklemek mümkün değildir. İş bize düşüyor. Bizim bu konuda ciddi bir mücadele vermemiz gerekiyor. Ben kendi adıma son olarak şunu söylemek istiyorum. Bir siyasetçi olarak az önce bahsettiğim gerek 1915, gerekse yakın tarihimizde yaşadığımız diğer olayların ortaya çıkarılması noktasında kamuoyuyla paylaşılması konusunda elimden gelen her türlü gayreti göstermem gerekiyor ve bu konuda gerekli mücadeleyi vereceğimi ifade ediyorum.
19 / Aydın Engin – (Moderatör); Konuşmasının başında ve sonunda belirtiklerine göre Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın TBMM Başkanlığına bir komisyon kurulması için vereceği bir yasa önerisi teklifini dinler gibi hissettim. Umarım yanılmam diğer arkadaşlarımız da altını imzalayacaklardır diye düşünüyorum.
ÖNERİLER –
ORTAK SONUÇ –
— Tarihimizle yüzleşmemiz gerekir.
DEĞERLENDİRME
İLETİŞİM
SİVİL TOPLUM İLE:
Elektronik posta, telefon ve SMS yoluyla 45 kadar sivil toplum örgütü ve kişiye ulaşıldı. Toplantıda katılımcılara TkMM broşürleri, tahmini program verildi. Ayrıca 23 Belediye Başkanına da SMS yolu ile toplantı daveti gönderildi.
MİLLETVEKİLLERİ İLE:
Hatay’ın milletvekillerine ve milletvekili danışmanlarına telefon ve SMS ve e- posta ile ulaşılarak toplantı öncesinde toplantı konu, yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
MEDYA İLE:
Ulusal basının temsilcilerine ve yereldeki bütün basın temsilcilerine SMS ve elektronik posta ile ulaşılarak toplantının yer ve zaman bilgileri ulaştırıldı.
SONUÇLAR
Toplantıda TkMM ilkeleri videosu ile gündemle ilgili hazırlanan sunum izlendi. Hatay küçük Millet Meclisi 3 yıllık bir süreci geride bıraktı ve bu üç yıllık geçmişinde ilk kez üç toplantıda arka arkaya milletvekili katılımı oluyor. Bu katılımı sağlayanlar da CHP milletvekilleri. Ak Parti’den beş ve MHP’den 1 milletvekilini TBMM’nin 24. döneminde seçilen milletvekillerini Hatay küçük Millet Meclisinde henüz göremedik ve ağırlayamadık. Milletvekillerimiz hale bu toplantıları gündemlerinin önüne yerleştiremeseler de, Hatay küçük Millet Meclisi Türkiye’de ve aynı zamanda TBMM’de konuşulanları Hatay’da da konuşmaya devam ediyor. Milletvekillerimizin bu toplantılara olan devamlılığı sivil toplum örgütlerimize de milletvekillerimize de önyargısız, aracısız, sık sık ve düzenli bir diyalogun yolunu açacak.
DEĞERLENDİREN KİŞİ
Ekrem Dönmez – Hatay kMM Hamalı
07.01.2012 Hatay kMM Toplantı Tutanağı
previous post