Yer : Antakya Ticaret Ve Sanayi Odası
Tarih : 06.03.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç-Yönetim Kurulu Üyesi)
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Hatay Şubesi (Cemile İzdem-Yönetici)
b. Meslek Odaları
Hatay Barosu (Cihat Açıkalın –Genel Sekreter)
c. Sendikalar
Eğitim-Bir-Sen (M.Ali Okay–Yönetici)
Katılan Milletvekilleri: Milletvekili katılımı olmadı.
Belediye Başkanları: Belediye Başkanı katılımı olmadı.
Moderatör: Cihat Açıkalın, Avukat, Hatay Barosu Genel Sekreteri
Gözlemciler: SHP (Mustafa Köse- İl Başkanı)
Diğer Katılımcılar:
Lümeys Dede
Tevfik Erkek
Av. Vedi Yücetaş
Av. Hatice Can
Doç.Dr. Yahya Kemal Avşar
Tülay Atay Avşar
Medya:
Antakya Gazetesi-Cemil Yıldız
Atayurt Gazetesi-Arzu Günal
Denge Gazetesi-Ferit Lif
Hatay Kent Gazetesi-Tamer Yazar
Onuncu Köy Gazetesi-Mustafa
Özyurt Gazetesi-Ali Yolcu
Konular:
1. Genel Konu : Ordu ve Yargı’nın Politikadaki rolü nedir? Ne olmalıdır?
2. Yerel Konu : İlimizde Kadın Sorunları
Konuşulanlar:
Ordu ve Yargı’nın Politikadaki rolü nedir? Ne olmalıdır?
1.) Cihat Açıkalın – Moderatör- (Hatay Barosu Genel Sekreteri); Sorunun; ortak bir demokrasi kültürüne sahip olmayan ülkemizin kurumlar arası çatışmalar ve yetki aşımı içerisinde kişilerin makamlarını kullanarak kendi demokrasi anlayışlarını dayatmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Dileğim sadece yargının veya ordunun değil tüm kurumların faaliyet sahası dışında yetki ve çatışma dayatma gayretlerinden vazgeçmeleri, sivil ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi anlayışının egemen olmasıdır.
2.) Cemil Yıldız (Antakya Gazetesi); Ben biraz geriye gitmek istiyorum izin verirseniz. Toplantılar ilk başladığı dönemde milletvekili de vardı, sivil toplum kuruluşlarından kişiler de vardı. Sonraki süreçte belediye başkanları da geldi. Katılımcı sayısı iyi derecedeydi ama süreç gelişti milletvekilleri gelmez oldu, belediye başkanları gelmez oldu, sivil toplum kuruluşlarının ilgisi bir hayli azaldı. Şimdi salona bakıyorum, beş sivil toplum kuruluşu temsilcisi var, 7 gazeteci arkadaşımız var ve iki görevli. Ben herkesin şu soruyu kendine sormasını istiyorum. Biz ne yapıyoruz veya bu toplantıların amacı nedir? Bu toplantılar amacına varıyor mu? Bizim açımızdan da artık bunlar bir haber değeri taşıyor mu? Ben bunların tartışılması gerektiği noktasındayım. Ayrıca yaptırımımız ne derecededir? Bu soruların öncelikle yanıtlanması gerektiğini düşünüyorum.
3.) Ekrem Dönmez (Hatay kMM Hamalı); Cemil Bey’in yaptığı konuşulmasını istediği husus usule yönelik olduğu için fazla uzatmadan şu açıklamayı yapabilirim. Öncelikle ifade edeyim ki bu bir sivil çalışma. Bu sivil çalışmaya sizleri davet ederken her kuruma veya kişiye başlangıçta tek bir defa gittik. Gittiğimizde şunu söyledik. Biz ne milletvekillerinin ne de kurumların bu toplantılara katılabilmelerinin sözünü ve garantisini vermiyoruz. Kurumların bu toplantılara katılabilmesi yönünde hiçbir taahhüdümüz olamaz. Biz sadece kendi adımıza söz verebiliriz dedik. Bu ilk görüşmelerde, katılımcılardan aldığımız “ben bu toplantıları olumlu buluyorum ve bu toplantılara hiç kimse gelmese bile ben katılma sözü veriyorum” sözüyle bugünlere taşındık. Kimi toplantıları kalabalık bir şekilde yaptık ama kimi toplantılarda 3 kişiyi toplayamadık. Katılımcıların verdiği “ben bu toplantılara katılabilirim” sözü üzerine devam ediyor bu toplantılar. Biz milletvekillerinin toplantılara katılmasını beklerken, katılımcıların da verdikleri sözü tutup, toplantılara katılmalarında devamlılık sağlamalarını bekliyoruz. Bu durumdan utanıp sıkılması gereken bizler değiliz. Herkes verdiği sözü tuttukça bu toplantılarda devamlılık sorunu olmayacağını düşünüyorum. Katılımcıların verdiği sözü tutmalarını bekleyip bu toplantılara devam edeceğiz. İlkelerimiz defalarca söyledik. Bunlar burada bulunan katılımcılar tarafından biliniyor. Bu toplantıları 2010 yılının sonuna kadar yapmayı planlamış durumdayız. Bu toplantılar bir yerde tıkanır mı? Buna yönelik bir öngörümüz ve karamsarlığımız da yok. İşte milletvekillerini bütün davetlerimize rağmen getiremediğimizi görüyorsunuz. Ama en azından şu kültürü edinebildiğimizi görüyorum. Farklılıklarımızla beraber bir araya gelip biz Hatay’da ve Türkiye’de gündemde bulunan sorunları konuşabiliyoruz Bu da çok önemli. Yoksa buradaki salonun boşluğu ve 3-5 katılımcının bulunmasının günahı ne bizim ne sizlerin. Bu toplantılara katılma sözü veren kurum temsilcilerinin toplantılara katılmasını beklemeye devam edeceğiz.
4.) Cihat Açıkalın – Moderatör- (Hatay Barosu Genel Sekreteri); Bir örnek vererek bir tespit yapmak istiyorum. Okuma-yazma oranının düşük olduğu, elektriğin olmadığı 40’lı-50’li yıllarda bizim yöremizde de köyleri gezen hikayeciler olurmuş. Akşam yapacak işi olmayan köy halkı toplanır bunları dinleyerek zaman geçirirmiş. Bir kısmı kendilerinden önceden dinledikleri, bir kısmı da kendilerinin uydurduğu masallar anlatırlarmış. O tarihten bu yana aslında çok şey değişmemiş. Hep masal, hikaye dinleyen bir toplum olunmuş ama hiç hikaye kahramanı olunmamış. En önemli sorunun ortak bir demokrasi kültürüne sahip olmayışımızda yattığını başta söylemiştim. Aslında demokrasinin gerçek bekçileri halkın kendisidir. Yani ne yargıdır, ne ordudur ne de başka bir kurumdur. Demokrasi halkın ihtiyacı olan bir yönetim biçimidir. Bizim eksik bıraktığımız şey bu. Yani halk kendisine ait şeyleri sahip çıkma yeteneğine sahip değil. Buradaki katılımın azlığı da daha çok buradan kaynaklanıyor. Yani hep dinler, hep seyreder. Hep tribün seyircisi olmuşuz. Hep izleme, hep sunulanı, kendisine dayatılanı kabul etme alışkanlığı edinmişiz. Bu toplantılardaki katılımı zamana bırakmak lazım. Umut ediyorum bu toplum ihtiyacı olan duyarlılığı, sürece dahil olma alışkanlığını kazanır.
5.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi); Önemli olan burada konuşulanların muhataplarına ulaşmasıdır. Halkın konuştuklarına bir duyarsızlık vardı. Bu duyarsızlık yerini duyarlılığa bırakıyor ve bu toplantılarda konuşulanların muhatabına ulaştığını gözlemliyorum. Toplumun farklı düşünenlerin bir araya gelip düşüncelerini birbirlerine açmalarına ihtiyacı var. Bu gibi toplantıların şu an süren başka bir örneği yoktur. Bu toplantılara sahip çıkmamız lazım. Oturmuş demokrasilerde, ordu ve yargı mensuplarının bir memurdan farkı yok. Fakat Türkiye’de buna bir direnç var. Demokrat olarak tüm memurların siyaset yapma hakkını savunmamız lazım. Öğretmen de, ordu mensubu da, yargı mensubu da partilere üye olabilmeli, siyaset yapabilmelidir. Ama bu memurlar görevlerini yaparken de siyasi ayırım yapmamalı ve yetkilerini siyasi amaçları için kullanmamalıdır. Siyaset Türkiye’de yasak ama ordu Türkiye’de siyasal bir parti gibi hareket ediyor. 70 yıldır ordu ve yargı iktidarı bırakmak istemiyor. Benim komşularım Hıristiyan. Bu toplantının konusunu komşuma söylediğimde toplantıda şunu aktarmamı istedi. Genelkurmay Başkanı, “Allah Allah nidalarıyla hücum eden bir ordu Allah’ın evi olan Cami’ye bomba atmaz.” demiş. Arkadaşım da bu söz üzerine, o inanç mensupları için Tanrının evi olan Sinagog, Tanrı’nın evi olan Kilise bu memlekette bombalandı, bunlar Tanrı’nın evi değil mi dedi? Cami bombalanmaz, ama sinagog ve kilise bombalandı. Neler yapılması gerekiyor. Ordunun her şeyiyle Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması gerekiyor. Milli Güvenlik Kurulu, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Askeri Yargı kaldırılmalıdır. Askeri Yargı-Sivil Yargı ikiliği yok edilmelidir. Köy koruculuğu kaldırılmalıdır. Milli Güvenlik dersleri kaldırılmalıdır. Bütün toplum asker değildir. Zorunlu askerlik de kaldırılmalıdır. Askeri eğitim değişmelidir. Asker yetiştirme tarzı yanlıştır. Nasıl öğretmen, mühendis olmak istiyorsa askere gitmek isteyen de bu gibi okullara gitmelidir. Ordunun her türlü ve mali konularda denetlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde HSYK yapı ve işleyişinde ideolojik tutum ve davranış ve siyasallaşma yaygındır.
6.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı); Türkiye’nin bugünkü şartlarında orduyla, demokrasiyle gerilimli bir süreç yaşıyoruz. Ordusuz bir ülke olmaz. Ama orduyu yöneten generallerin çerçevesinde de ordu düşünülemez. Biz, ikinci meşrutiyetle başlayan ordu egemenliğinin mirasını taşıyarak geliyoruz. Bu psikoloji içinde bugüne gelinmesi; orduda, bu ülkeyi biz korumalıyız diye bir kültür yarattı. Bu sadece ordudan kaynaklanan bir kültür değil. Aynı zamanda ülkede erk olarak var olan tüm kesimlerin orduya uygun gördüğü bir roldür. Siz silahlısınız, bu ülke tehlikededir ne yapıp edin ülkeyi koruyun ama bizi de koruyun gibi bir misyon taşımış ordu. Bu açıdan ordunun evrimsel süreci içerisinde vatanı koruma kaynaklı, taa Osmanlı’dan Anadolu’daki bakiye üzerindeki ordu başarılarını tahkim ettiğimiz zaman, ordunun bu aşamada bugüne kadar yaptıklarını derin bir analiz içinde sadece kötü şeyler yapmıştır, bu insanlar kötüdür diye bakarsak bir kısmını doğru görmemiş oluruz. Evet bu ordu çağdaş demokrasilerde olmayan eylemler yapmıştır, bu ülkeyi koruyacağım, bu insanları doğru yöneteceğim diye darbe yapmıştır. Bu ordu aynı zamanda NATO konsepti içinde üzerine düşen rolleri üstlenerek, oradan destek alarak uluslararası denge içinde bir görev üstlenmiştir. Bugün bu orduyu nereye koyacağız. Bir kere sivil hayata karışmaması gerektiğini anlaması gerekecek çizgisi olmalıdır. Ordu birilerinin hamisi değil, dış düşmana karşı ülkeyi koruması gereken bir hukuka oturmalıdır. Demokrasi içinde ordunun yerini hukukla özdeş hale getirdiğimiz zaman ordunun, hukukun, kuvvetler ayrılığının görevi ortaya çıkıyor. Bugüne kadar ben patronum, ben korurum diyen bir ordu varsa bundan çağdaş hukukun olmadığını anlamamız gerekiyor. Aynı zamanda siyasetin çağdaş olmadığını anlamamız gerekiyor. Hukuk merkezli düşündüğümüz zaman siyasetin de hukuk merkezli, adil bir siyaset olduğunu da düşünmüyorum. Çağdaş demokrasilerde hukuk birey eksenli, saydamlığı ve katılımcılığı merkez edinen bir hukuk olmalıdır. Bu hukuk aynı zamanda askerle de, siyasetle de diğer kurumlarla da mesafeli olmak zorundadır. Mutlak bağımsız olmalıdır. Bugünkü ordu ve yargının birbirlerinin hamisi gibi göründükleri bir görüntüden kurtulmamız gerekmektedir. Buna hem ordunun, hem ülkenin ihtiyacı var. Ordu ve yargının ikiz kardeş görünümü ülkeye zarar vermektedir. Toplumu germektedir, bölmektedir. Bundan çıkmak için Türkiye bir hukuk devleti olmalıdır.
7.) Nabi İnal (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Hatay Şube Başkanı); Cemil Bey çok güzel bir noktaya değindi. Gerçekten ilk günkü toplantılardan bugüne geldiğimizde niye bu kadar az katılımcı sayısına düştük sorusunu sormamız ve yanıtını da kendi özeleştirimizi yapmak suretiyle vermemiz gerekir. Bundan 2-3 toplantı önceydi. Daha evvelki sunumlarda önyargılar girmiyordu buraya birkaç sunumdan sonra önyargılar girmeye başladı. Sunumlarda tamamen yönlendirici, tamamen kesin sonuçlara varan görüşler ortaya atılmak suretiyle önyargılar önce giriyor. Ondan sonra biz önyargılar giremez diyerekten burada tartışma açmaya başladık ve benim dikkatimi çeken o oldu o günkü sunumlardan sonra, yani bu tür önyargıların girdiği sunumlardan sonra katılımcı sayısında önemli bir azalma oldu. Cemil Bey’e de teşekkür ediyorum. Cemil Bey katılımcıların neden azaldığını sordu bende kendi görüşüm olarak belirtmek istedim. İlk sunumlar başladığında buraya gelen bir kısım katılımcılar bu sunumlara önyargı soktunuz dedi. Buna rağmen sunumu devam ettirmenin bir anlamı yok. Madem önyargılar giremiyor o zaman bu sunumu yapmayın. Bizi önyargılarla karşı karşıya bırakmayın. Konuşacağım konulardı ama söz almıyorum. Çünkü önyargı girdi diye söz almıyorum. Bizim sunuma ihtiyacımız mı var. Buraya gelenler, konuşmaktan, konuyla ilgili görüş bildirmekten aciz değildir. Sunumlarla bizi etki altında bırakmanın anlamı yok.
8.) Ekrem Dönmez (Hatay kMM Hamalı);Kasım ayı toplantılarına kadar sunum olmaksızın toplantılarımızı yapıyorduk. Sunumlara önyargı girdikten sonra toplantılara katılım azaldı yönündeki düşünceye katılmıyorum. Çünkü önceden sunum yapmamamıza rağmen, hiç katılımın olmadığı toplantılar da yaptık. İnternet sitesinde bugüne kadar yapılan toplantıların tamamının tutanağı mevcut. O tutanaklarda hangi toplantıya isim isim kimin katıldığını ve ne konuşulduğunu görebilme imkanımız var. Orada da katılımcı sayısının ilk toplantı dışında azalmış olduğunu görebilme imkanı var. Bu sunumlara gelince, bu sunumlar olmasa da biz konuşabiliriz. Yani bu sunumlar toplantıların gidişini etkileyen, toplantının yönlenmesini isteyen sunumlar değil. Toplantı ile ilgili hiçbir sunum yapmasak olur mu veya aramızdan birileri konuyla ilgili ben sunum hazırlayabilirim diye bir düşünce taşıyorsa, bize yardımcı olursa biz ondan da yardım almaya hazır olduğumuzu söyledik. Ben sunumların bir tartışma konusu olmasını istemiyorum. Zaten basında ve günlük yaşamdaki çok yönlü bombardımanı düşündüğünüzde, bu sunumlar olmasa idi bile, etkileniyorsak oradan da etkilenmemiz gerekirdi. Bu sunumlarla birilerini etkileyip bir sonuç almak gibi bir hedefin olmadığını ifade etmek isterim. Bu sunumları bir sonuç almak için izletmiyoruz. Bu sunumlardan da vazgeçebiliriz. Madem öyle şunu yapalım gelecek toplantıda bu sunumdan vazgeçelim. Gelecek toplantı için sunum olmayacağını şimdiden sizlere bildirmiş olayım. Sunum olmadan toplantılara olan katılımın sayısının artıp artmayacağının sürecini sizlerle beraber izlemiş olalım. Gerçekten bu toplantıların formatının iyi niyetinden hiç kimsenin şüphe etmemesi yönünde bir temennim var sizlerden. Böyle bir tereddüt olduğu zaman gerçekten geçmişte yaptığımız bütün toplantılara da yazık olmuş olur.
9.) Cihat Açıkalın – MODERATÖR- (Hatay Barosu Genel Sekreteri); Başlarken katılımın şekli ve sunumla ilgili soru geldiği için, arkadaşlar kendi görüşlerini ifade ettiler. Bence bunda bir sıkıntı yok. Her konunun konuşulabileceği bir meclis burası. Bence bunda sıkılacak, üzüntü duyulacak, kırılacak bir husus yok.
10.) Lümeys Dede (Eğitimci); Benim buraya gelmemin nedeni, örneğin sayın Nabi abimiz yıllarca Baro Başkanlığı yaptı. Ben acaba bundan yararlanabilir miyim dedim. Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi gündemde. Bunların değiştirilmesi, yeni bir anayasanın vücut bulması söz konusu. Bunlar bundan sonra ne olacak. Başta bulunan siyasilerin gündemine girerse ne olacak? Bu üç kurumun Türkiye için önemli kurumlar olduğunu bilerek, bu üç kurum bu değişikliği yapacakların niteliğine mi bürünecek, ya da daha farklı bir şey mi olacak? Buradaki tartışmadan bir şey alarak gitmek isterdim. Öğretmenim ama hukukçu değilim. Hukukçu arkadaşlardan bir şeyler yararlanabilirim umuduyla geliyorum buraya. Ama ordu konusunda da kendi görüşlerim var. Ordunun Avrupa’da olduğu gibi olmasından yanayım. En verimli çağında çocuğumuzun alınıp 15 ay verimsiz düşürülmesini bir anne olarak reddediyorum. Siz az önce demokrasinin gerçek bekçilerinin halk olduğunu söylediniz. Bu halkın eğitimine ayrılan payı düşündüğümüzde bu bekçinin yeterli donanıma sahip olmadığı ortaya çıkar. İsterim ki eğitimi ayrılan para orduya ayrılan paradan fazla olsun. Demokrasinin sahipleri eğitilmeden yapılacak bir referandum söz konusu. Bu halde referandum yapılsa ne olur? Ordunun de kendine çeki düzen vermesi gerekir. Balyoz hareketi vs. altından çıkan şeyler doğru mu? Bunlar doğruysa, öğretmen Ayşe nasıl yargılanıyorsa bunlar da yargılanmalıdır? Ama yargılayacak olanların niteliğini bildiğim için de huzursuzum.
11.) Cihat Açıkalın – Moderatör- (Hatay Barosu Genel Sekreteri); Bu ülkenin sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Bu toplumun ortak ifadesidir. Ancak Anayasa hazırlığı sırasında toplumsal ihtiyaçlara cevap verecek şekliyle faaliyet gösterilmesi gerekir. Başta tüm hukuk çevrelerinin, baroların ve toplumun tüm kesimlerinin mutabakatı ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bir sivil anayasa hazırlansın. Kimse kendi siyasi anlayışını topluma dayatmasın. Kim bu ülkede bir düzenleme yapacağım derse, bizim ona şunu dememiz lazım. Bu yapacağınız çalışmada iki kurala dikkat etmeniz gerekir. Bir; evrensel hukuk kurallarının, yasa yapma tekniklerinin dışına çıkmamanız. İki; toplumun talep ve beklentilerini karşılayacak, toplumun hiçbir ferdini dışarıda bırakmayacak ötekileştirmeyecek bir çalışma içinde olmanızı bekliyoruz.
12.) Nabi İnal (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Hatay Şube Başkanı); Duygulandırdınız beni onun için kararımdan vazgeçtim. Ordunun da, yargının da günlük politikada hiçbir yeri yok. Bunun tartışması da yapılamaz. Özgürlükçü demokrasiyi özümsemiş herkesin bu gerçeği kabul etmesi gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu gerçeği görmüş bir tutum içindedir. Artık darbe söylentilerinden uzak bir tutum ve demokrasinin kuralları içinde Silahlı Kuvvetler kendine düşen görevi yapma kararlılığında olduğunu açıklamıştır. Geçmişten gelen birtakım yanlışların bir anda silinip kaldırılması mümkün değildir. Türk Silahlı Kuvvetlerini rahat bırakmak suretiyle gelişmeleri beklemek lazımdır. Yargı hiçbir zaman günlük siyaset yapmaz. Anayasa ve yasaların verdiği yetkiler dairesinde Türk Ulusu adına karar verir. Yargıya yapılan haksız değerlendirmelerin kökeninde milli egemenliğin sadece TBMM’de olduğu mantığı yatıyor. Halbuki anayasanın 6.,7.,8.,9. maddeleri okunduğunda; hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve bu egemenlik anayasal kurumlar vasıtasıyla gerçekleştirilir der ve altında sayar: yasama, yürütme, yargı üç tane organ vardır. Bu üç organ milli egemenliği gerçekleştiren anayasal kuruluşlardır. Bu nedenle yargının aldığı kararların milli egemenliği tanımama şeklinde tanımlanması doğru değildir. Bu, yargıya karşı güvenin yok olmasına, bölünmelere yol açacak sonuçlar doğurmaktadır. Türk yargısı, Danıştay’da, Yargıtay’da, Askeri Yargıtay’da Türk ulusu adına karar verir. Yargı reformu altında TBMM’ne getirilmek istenen değişikliklere gelelim. Az önce söylediğim gibi egemenlik milletindir, biz bu egemenliği milletten aldık, millet adına kullanacak başka organ yoktur anlayışı sonucu yargının verdiği kararlar beğenilmiyor. Bütün siyasi iktidarlar muhalefette iken yargı bağımsızlığından bahsederler, iktidara geldikleri zamanda yargının verdiği kararlar işlerine gelmediği için yargının bağımsızlığı aleyhinde bulunurlar veya yargı bağımsızlığını gerçekleştirecek kararları almazlar. Şimdi isteniyor ki Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin üyeleri Meclis tarafından seçilsin. Anayasa mahkemesi Meclis tarafından yapılan kanunların anayasaya uygunluğunu, Danıştay’da yürütmenin aldığı kararların yasa ve anayasaya uygunluğunu inceliyor. Şimdi siz bu kararları verecek organların seçimini milletvekillerine veriyorsunuz. Yani bunun anlamı şudur hem davacı hem kadı sen oluyorsun. Senin aldığın kararların denetimini yine senin seçeceğin Hakimlere bırakıyorsun. Bu olmaz. Bu olduğu takdirde iş tek partinin, tek adamın yönetimine, monarşiye ve hatta faşizme gider. Elbette batıda bir kısım hakimlerin meclis tarafından seçildiği örnek var. Ama orada milletvekilleri başkanlar tarafından seçilmiyor o milletvekilleri o partiye mensup bütün üyelerin kararıyla süzgeçlerden geçerek seçiliyorlar. Bu ortamda dahi az sayıda hakimi seçme yetkisi verildiği halde, bizde tamamen siyasilerin etkisi altına alınmak isteniyor. Bağımsız olmayan yargı tarafsız olamaz. Bu kurumlar içindeki üyeleri kendi içlerinden seçmelidir. Bu sistem değişirse yargının tarafsızlığı değil, bağımsızlığı da ortadan kalkar. Ne tarafsız ne de bağımsız yargı kalır. Gelecek siyasi iktidara bağımlı bir yargı kalır.
13.) Hatice Can (Avukat-Baro Kadın Komisyonu Başkanı); Demokrasimiz tüm kurum ve kurallarıyla yürümüyor ve hepimiz 12 Eylül ürünü anayasanın ve seçim ve siyasi parti yasalarının değişmesi lazım. Ama çağdaş demokrasilerde bu anayasada bile olan yasama, yürütme, yargı şeklindeki sacayağı bile kuvvetler ayrılığı prensibi uyarınca birbirini denetlemekle yükümlü olan kurumlar. Ama ne yazık ki bizde yargı, bırakın yasamayı, yürütmenin, adalet bakanlığının alt birimiymiş gibi, HSYK’nin başında Adalet Bakanı var. Bu yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı mümkün değil. Hakimler ve Savcılar üzerinde adalet bakanlığının vesayeti var. Bunlar mutlaka değişmeli. Yargı tarafsız olamıyor. Hele, savcılık makamı kamu adına hukuk üreten mekanizma m? Adalet bakının havale memuru haline geldi. Anayasa toplumun sosyal anayasasıdır. Toplum tüm kesimlerinin söz sahibi olması gerekir. Belirli maddeleriyle değil, tüm anayasa değişmelidir. Mevcut çatışmalı ortam hepimizi tedirgin ediyor. Yani tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasiyi hedeflememiz gerekiyor.
İlimizde Kadın Sorunları:
1.) Cihat Açıkalın – Moderatör- (Hatay Barosu Genel Sekreteri); Üretimin, ekonominin, siyasetin dışında tutulmuş kadının Türkiye’deki genel siyaset anlayışına zarar verdiği inancındayım. Kadının içinde yer almadığı hiçbir oluşumun tam olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar mutfağa hapsedilen kadın yaratma özelliği esas alınarak dilerim siyasetin merkezi içinde yer alır.
2.) Hatice Can (Avukat-Baro Kadın Komisyonu Başkanı); Dünyanın nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, dünyada üretilen üretimin ve değerlerin %75’ini üretiyor ama paylaşım söz konusu olduğu zaman bu üretimin %10’unu alamıyor. Yaşamın bütün alanlarında, politikadan istihdama kadar her yerde tam anlamıyla katılabilmiş değil. Dünyayı erkekler yönetiyor. Politikayı erkekler yapıyor. Bu nedenle de kadınlar cinsiyet ayrımından sanki kendine verilen role uyum sağlıyor, içselleştiriyor. 8 Marta denk geldiği için bu konunu ele alınması anlamlı. Uluslararası sözleşmelere göre tüm insanlar eşit. CEDAW anlaşmasına göre devletler kadın-erkek ayrımını kaldırma yükümlülüğü getiriyor. Hatay’da kadınların sorunu ne diye baktığımız zaman; en büyük yakınma olan şiddet Hatay’da ne aşamada? Mirastan eşit pay alıyor mu? Küçük yaşta evlilik oluyor mu? Ne yazık ki tüm Türkiye’deki sorunların benzeri Hatay’da da yaşanıyor. Buna ilave olarak Hatay’da küçük yaşta evlilik çok yaygın, aile içi şiddet çok yaygın, cinsel suçlarda çok büyük bir artış var. Buna karşılık farkındalık var mı? Yani şiddete uğradığı zaman başvuru yapıyor mu diye adliyede yaptığım araştırmada geçmiş yıllara göre Ailenin korunması Yasasından kaynaklı başvurularda artış var, cinsel suçlarda artış var diyoruz ama Aile Mahkemesine gelen başvurulara baktığımız zaman daha çok savcılıklardan gelen ihbarların var olduğunu görüyoruz. Mevcut yasaları kullanma konusunda hala bilinç yetersizliği var. Şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamıyoruz ekonomik, psikolojik, aşağılama, horlama, ikincil görme, ekonomik yönden bağımlı hale bırakma olarak gördüğümüz için Hatay’da bu gibi şiddet eğilimlerini çok fazla olduğunu gözlemliyoruz. Ayrıca Hatay’daki en önemli sorunlardan bir tanesi çok sayıda genç yurtdışında çalışıyor eşler burada yalnız başına veya aileleriyle kalıyor. Bunların getirdiği birçok sorun var. Genç kızlar evlendiriliyor, çocuklar babanın olmadığı ortamda büyüyor. Babanın olmadığı ortamda büyüyen çocuklar sorunlu oluyor. Hem kadın-hem erkek istihdamı yönünden hiçbir yatırım yok. Olmadığı için ekmek dışarıda aranıyor. Onun getirdiği sorunlarla bütün aileler uğraşıyor.
3.) Lümeys Dede (Eğitimci); 1975 yılını BM’nın kadın yılını ilan etmesi üzerine bir dernek kurduk. O zaman ağabeylerimizi, babalarımızı düşman görüyorduk. Derken derneği bir akademi olarak gördük ve zaman içinde düşüncelerimiz değişti. O günden şimdiye kadar belki yasalarda çok şey oldu ama kadınlar hala bunun farkında değil. Onun için ben sivil toplum örgütlenmesini çok önemsiyorum. Kadın hareketini anlatacak köy, mahalle toplantıları olması gerekiyor. Baroların 8 mart sebebiyle, insan hakları haftası sebebiyle yaptıkları toplantıların yararı var. Gözü morarmış öğretmeni gördüğümde eşini koruma adına hala o öğretmen utanıyor. Belki bu bilinç zaman içinde ortaya çıkarsa bir şey olur diye düşünüyorum. Başbakan üç tane çocuk doğurun derken bunun altyapısını yarattın mı kadına? Şimdi regl sebebiyle kadına iki gün izin verilmesi gündemde hangi kadın patronuna gidip regl oldum bana iki gün izin ver diyecek? Son aylarda işkence ile öldürülen kadın sayısı o kadar çoğaldı ki. Bugün savcılardan bahsettik suçun mağduru kadına savcılar sen yapmışsındır diye bakıyor. Üniversiteli kızın mini etek giymesi sebebiyle görülen bir davayı izlerken kadın örgütleri olarak, o kıza savcının söylediği cümle çok ilginç, yapmasaydın sen kızım, sen mini eteğini giymekle çağırmış oldun. Üniversite var burada üniversitenin bu konuda yaptığı hiçbir şey yok. Burada sertifika verilecek kurs açıldı bu kurs sonunda kredi karşılığında iş kurma imkanı olacak kadınların. Bu kursa tek bir kadın kayıt yaptırmadı. Tabi bunda yerel yöneticilerin belediyelerin de suçu var. Duyurmuyorlar. Şunu da söyleyeyim. 8 Mart arifesinde hadi gelin bu toplantılarda ne söyleniyor beraber gidip bakalım demiyor erkekler. Erkek, toplantı var ben gidip şu toplantıyı izleyip geleyim diyor.
4.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi); Biz aynı sistemin yüzyılların yetiştirdiği erkek tipiyiz. Bu toplumun bütün gericiliği bizde de var. Bu toplum nasıl erkek yetiştiriyorsa, aynı anlayış solcusunda da, ilericisinde de aynı. Mesela çocuk bakımı kadın işi, mesela benim eşim nerde çocuk bakıyor. Çocuk hasta ona bakacak. Bu sistemin kendisi kadını köleleştiriyor. Bir reklam kadınlar günü dolayısıyla bir çamaşır makinesi alana bir pırlanta yüzük bedava diyor. Çamaşır makinesi gibi kadını köleleştiren bir alete hem de kadınlar gününde hediye vererek sende katkıda bulunuyorsun ve kadınlar bunun farkında değil gidip alışveriş yapıyor. Bölgemizde kadın en çok şiddete uğruyor, erken evlilikler var. Zoraki, gönülsüz evlilikler var. Kadının mirastan mahrum bırakılması çok yaygın. Ayrıca, bu toplumda Arap kadını asimilasyon aracı olarak görülüyor.Mesela benim annem Arap, Türkçe bilmiyor izim kuşaktan sonra benim çocuğum Arapça bilmiyor. Daha çok eşim muhatap ama eşim asimilasyon aracıdır. 80 sonrası böyle bir şey gelişti. Bunun farkına bile varmadık. Eş Arabistan’a gidip Arapça bildiği için çalışıp para gönderiyor, çocuğu Arapça bilmiyor. Kadın bir oto asimilasyon aracıdır. Bir de türban yasağı ile kadın mahkum ediliyor. Okul dışına itiliyor. Mesela zengin türbanlı yurtdışına gidip okuyor ama yoksul bir türbanlı bu eğitim hakkından yoksun sırf türbanından dolayı. Türban yasağı bu ayrımcılığı perçinliyor. Türbanlı kadın da diğer mağdur olan kadınlarla diyalogu yok. Mesela türbanlı kadın Alevi kadına karşı, Türk kadın Arap kadınına, Kürt kadınına karşı. Aralarında dayanışma yok. Birbirlerini aşağı çekiyorlar. Eşi nasıl düşünüyorsa kendi de öyle düşünüyor. Kendi siyasi bilincini geliştiremiyor.
5.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı); Kadınla ilgili bir konuyu konuşmak bana zul geliyor. Ben evde de bunu konuşamıyorum çünkü. Bunun hukuksal nedenleri ile toplumsal nedenleri ve bu toplumsal nedenlerin içinde de sosyolojik dönüşümlerin payı var diye düşünüyorum. Mesela siz erkekler lafından rahatsız oluyorum. Bayanlara siz şusunuz demek de bana sıkıntı veriyor. Ben bunu daha çok toplumsal sorunların fenomeni olarak görüyorum. Sorunları daha çok kadınlar dile getirmeli. Kendi sorunlarının çözümünde mutlaka kendileri aktör olmalıdır. Toplumsal sorunlarda ekonominin payı varsa kadının bu ekonomideki yeri belirlenmiş olmalı ve mutlaka bağımsız bir alan yaratılmış olmalıdır. Kadının hayata katılması sağlanmadığı sürece bu sorunlar devam edecektir. Özetle kadınlar sorunlarını kendileri yaratmalı, kendileri çözmelidir. Bu toplumsal proje içinde çözülmelidir.Bu bir çeşit uzlaşma içinde çözülmelidir. Çünkü bu bir hak değil, doğal yaşamın bir gereğidir. Hatay’la ilgili şunu söyleyebilirim. Hatice hanım bunu hukuksal olarak yargıya intikal etmiş problemleri söyledi. Eklenecek çok şey vardır. Ama kadının ekonomiye katkısı azaldığı oranda sanırım Hatay’da sorunlar daha çok artıyor. Eskiden ben hatırlarım kimi hasır örer, kanaviçe işlerdi, pamuğa çapaya giderdi, bu azaldı, azaldığı oranda erkeğe yük bindi ve erkek artık bu yükü tek başına üstlenmek zorunda kaldı.İşte yurtdışına gidip bu yükü aldığı zaman bu çatışmayı da beraberinde getiriyor. Bir şey daha var. Sütçü arkadaş süt üretimi çok düştü diyor. Mesela kadınlar artık bu pis işlerle, para getirmeyen işlerle uğraşmak istemiyor. İşte kocasına “git çalış başkası gibi getir” diyor. Şimdi tabi bunları ben kadınları yargılamak veya eksiklerini anlatmak için söylemiyorum. Bu bir toplumsal sorundur, bir dönüşüm sorunudur. Ekonomik tercihler konusunda seçeneklerin daralmasından doğduğunu söyleyebilirim.
6.) Tülay Atay Avşar (MKÜ Öğretim Görevlisi); Kırsaldaki kadın iş yükünden dolayı kentleşmek istiyor. Fakat kentleşirken de hangi tür bir açmazla karşılaşacağının farkında değil. Mutlaka kentte çalışan bir adamla evlenmek istiyor. Çünkü ben inekten, tütünden vs.den kurtulacağım diye düşünüyor. Ama kentin o acımasız yalnızlaştırmasının da farkında değil. Belki köyde daha mutlu ve daha üretken. Tabi kentleşme süreci kadını işsizlikle yüz yüze bırakan acımasız bir süreç. Tabi konuşulacak çok şey var. Dış dünya kadına karşı çok acımasız ama bu kırılma noktasını yaşamak zorundayız. Aksi takdirde ev hiçbirimiz için çözüm değil diye düşünüyorum.
Öneriler:
Nabi İnal – Toplantıların başında izletilen sunum cd’lerinin olmaması. Toplantıların sunum olmaksızın yapılması.
Ortak sonuç: –
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile;
36 Sivil Toplum Kuruluşuna E-mail ve SMS ve telefon ile ulaşıldı.
b. Milletvekilleri ile;
Faks ve e-mail ve SMS ile milletvekillerinin tamamına ulaşıldı. Hatay’ın 10 milletvekillerinden hiç biri toplantıya katılmadı.
c. Katılımcılarla;
E-Mail ile katılımcılardan konu istenmesine karşın sadece bir katılımcıdan konu önerisi geldi.
d. Medya ile;
E-mail adresi bulunan tüm ulusal ve yerel basın temsilcisine elektronik posta gönderildi. Ayrıca cep telefonu bulunan ulusal ve yerel basın temsilcilerine SMS ile davetiye ve toplantı duyurusu gönderildi. 6 yerel basın temsilcisi toplantıyı izledi.
Sonuçlar: Sunum cd’lerinin içeriğinin önyargılı hazırlandığı gibi bir itiraz yanında, gazeteci Cemil Yıldız’ın toplantılara olan katılım azlığına dikkat çektiği ve bunun üzerine toplantı düzen ve formatının konuşulduğu bir toplantı oldu. Hamal olarak kişisel fikrim sunum cd’lerinin katılımı etkilemediği yönünde. Ancak buna karşın ve gelecek ayın toplantı konusu belli olmamakla birlikte gelecek toplantıda sunum cd’si olmaksızın toplantı yapılacak. Ve hatta gelecek toplantı çağrıları ve davetiyelerinde toplantı başında izlenen sunum cd’sinin olmayacağını da duyuracağım. Böyle olunca toplantılara katılım sürecinin ne olacağını görmeyi bekleyeceğiz.
Değerlendirenler:
Ekrem Dönmez- Hatay KMM Hamalı