Yer : Antakya Ticaret Ve Sanayi Odası
Tarih : 09.01.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
Aaalen Kültür Derneği (Dürsaliye Şahan-Yönetici)
Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği (Mevlüd Oruç-Yönetim Kurulu Üyesi)
DOM-Der (Mustafa Karabulut- Başkan)
Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği (Prof.Dr. Nureddin Çolak- Yönetici)
İnsan Hakları Derneği Hatay Şubesi (Semra Berrak- Başkan)
Mazlum-Der (A. Hamdi Ayan-Yönetim Kurulu Üyesi)
Ortadoğu Kültür Merkezi (Nazlı Güzel-Yönetici)
b. Meslek Odaları
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası (Kenan Kantarcı-Yönetici)
c. Sendikalar
TÜRK-İŞ (Ali Hamderi-Yönetici)
Katılan Milletvekilleri: Milletvekili katılımı olmadı.
Belediye Başkanları: Belediye Başkanı katılımı olmadı.
Mesaj Yollayanlar: Mesaj yollayan olmadı.
Moderatör: Ekrem Dönmez, Avukat, Hatay KMM hamalı
Gözlemciler: SHP (Mustafa Köse- İl Başkanı)
Diğer Katılımcılar:
Lümeys Dede
Şefik Zan
Yahya Kemal Avşar
Medya:
Atayurt Gazetesi
Hatay Kent Gazetesi
Hatay Politika Gazetesi
Harman Gazetesi
Özyurt Gazetesi
Konular:
1. Genel Konu : Parti Kapatmaları ve Anayasa Mahkemesi
2. Yerel Konu : Kent İçi Trafik Düzenlemeleri
Konuşulanlar:
Genel Konu- Parti Kapatmaları ve Anayasa Mahkemesi İle Konunun 1982 Anayasasına yansımaları:
1.) Semra Berrak; (İnsan Hakları Derneği Hatay Şube Başkanı) Ben parti kapatmaları konusuna insan hakları yönüyle bakacağım. Avrupa Birliği sürecinde olduğumuz bu zamanda toplumsal örgütlülük önem kazanıyor. Çünkü AB içinde yer alan batı tipi demokratik ülkelerde örgütlülükler ön plana çıkmış. Biz de örgüt denince hep yasadışı örgüt akla geliyor. Toplumsal örgütlülük insanların yasal ya da yasal olmasa bile meşru haklarını savundukları örgütlülükleri oluşturabilmeleridir. Bu anlamda insan hakları ile doğrudan bağlantılıdır. Demokrasinin temel ilkelerinden biri siyasal örgütlülüktür. İnsanlar kendi düşüncelerini yönetime yansıtmak zorundadırlar. İnsanlar siyasal düşüncelerini topluma taşıyacak siyasal partileri kuramazlarsa burada diktatörlüklerden bahsedilir. Yani siyasal partiler aslında toplumun olmazsa olmaz ön koşullarındandır. Çünkü insanlar yaşadıkları topluma kendilerini aktaramıyorlarsa orada bir sorun vardır. O demokrasi değildir. Bunun adı diktatörlüktür. Ülkemizde Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında CHP’nin bir dönem diktatörlüğünden bahsedebiliriz. Çünkü çok partili hayata geçilmemiş. 1950’li yıllarda çok partili hayata geçiş denemeleri var. Demokrat Parti’nin kurulması ve 1954 de seçimle işbaşına gelmesi ile birlikte ülkemizde birçok siyasi parti kapatılıyor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmış, içinde TKP’nin de yer aldığı komünist partiler kapatılmış, İslamcı partiler kapatılmış. 1980 sonrası oluşturulan anayasadan sonra ülkemizde 25 siyasi parti kapatılmış. Bu ne demek, toplum içinde yaşayan insanların seslerini kısmak demek. Varolduğumuz toplumda insanlar konuşamıyorlarsa, demokrasinin işlemeyişi diktatöryal yönetimleri akla getiriyor. 1982 anayasasıyla bağlantı kurduğumuzda, böyle bir yönetim anlayışıyla oluşturulmuş, parti kapatmaların önünü açan, siyasal örgütlenmelerinin önünü engellemek yapılmış bir anayasa. Bu anlamda biz 1982 Anayasasının derhal değiştirilmesi gerektiğini her toplantıda vurguluyoruz. 1982 anayasasının Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili ve özellikle partilerin %10 barajı ile ilgili kanunların değiştirilmesi gerekiyor. Ülkemizde %8 oranında oy almış bir parti ve milyonlar demek oluyor. Milyonlarca insan siyasal görüşlerini yönetime yansıtamıyorlar. Demokrasi çoğulculuksa eğer burada milyonlarca insanın sesini kısıyorsunuz. Bundan sonra da diyorsunuz ki biz demokrat olacağı, demokratik bir yönetim olacağız diyorsunuz. Bunlar birbiriyle çelişen durumlar olarak ortaya çıkıyor. Biz DTP’nin kapatılmasına insan hakları boyutuyla karşıyız. Çünkü ülkemizde artık herkesin kabullenmek zorunda olduğu bir durum var. Biz bir tek halktan oluşmamışız. Halklardan oluşmuş bir toplumuz. Bu yüzden o hakların siyasal görüşlerini yansıtacak siyasal örgütlerini kurması gerekiyor ve bunların da düşüncelerini açıkça dile getirip kendi halkını temsil etmesi gerekiyor. DTP kapatılırken Batasuna partisinin kapatılması kararını örnek verdiler. İspanyada Katalanların her türlü hakları vardır. Anadilde eğitim hakları var. Kendi yönetimlerini belirleme hakları var. Kendi kültürel yaşamlarını devam ettirebilme hakları var. Bunları düşününce Batasuna ile DTP arasında nasıl bir bağ kurdular bilemiyorum. O yüzden DTP’nin kapatılmasına karşıyız. Sadece DTP değil siyasal görüşü ne olursa olsun, İslamcı olabilir, Komünist olabilir ama Milliyetçi olmasa tercihimizdir. Çünkü milliyetçilikten başımıza geliyor ne geliyorsa. Avrupa’da 1945’ten bu yana 3 tane parti kapatılmış ve bu partiler milliyetçi partiler olmuş. Bizde insanlar siyasi görüşlerini açıkladılar diye 30 yılda 25 parti kapatılmış. Biz bunu demokrasiye aykırı buluyoruz.
2.) Ahmet Hamdi Ayan (Mazlum-Der Yöneticisi); 1982 Anayasası’nın hakkını yemeyelim. Bu anayasa ile her şeyi yapabilirsiniz. Partileri kapatabilirsiniz. İnsanları tek tipleştirebilirsiniz. İdam cezası kalktı ama insanları asabilirsiniz. Bu anayasa ile tek bir şey yapamazsınız toplumu özgürleştiremezsiniz. Anayasanın ilk maddesi diyor ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Sorun burada başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti diyor. Türk milleti dese anlaşılabilir bir şey diyecektik. Yani gerçek olan devletin kendisidir. Bir de ülkesi ve milleti var. İnsanın olmadığı devlet kurumu doğal bir kurum değil arkadaşlar. İnsan icadı bir şey. İnsan icadı bir şeyi kendi inançlarım açısından söylüyorum ilahi bir varlığı terbiye etme amacıyla kullanıyoruz. Esas sorun burada. Bakın şimdi ilk kapatılan parti niçin kapatıldı. Bir cümle bizim partimiz diyor itikadı diniyeye hürmetkârdır. Yani inançlara saygılıdır diyor. Son derece insani bir cümle. Bununla kapatıldı. Sonraki neden kapatıldı, Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek kapatıldı. İkinci parti kendi kendini kapattı. Zaten bir danışıklı dövüş partisiydi sanıyorum Fethi Bey kurmuştu. Menemen olayları dolayısıyla kapatıldı. Ya bu topluma demokrasi biraz fazla dendi. 1946 seçimleri dehşet seçimlerdir. İki tane sandık konmuş. Biri iktidar partisinin öbürü yeni partinin sandığı. Önünde bir asker çapraz duruş duruyor. Beyefendi müsaade eder misiniz, ya da komutanım deyip içeri gereceksiniz ve oylar sayılırken gizli sayılacak. Batılı bir dayatma ile 1950 de adam gibi bir seçim yaptık ve tek parti diktatörlüğü yıkıldı. Hiç ayakta bile duramadı. Seçimlere giren kişi bir asker karizması olan bir adam. 1960 ta seçim yapıldı seçide CHP kıl payı farkla bir seçim kazandı. O tehditler, o olağanüstü durumu bir düşünün. Ve ne oldu, her darbeden sonra her kapatılan parti kesilen sakal gibi daha gür çıktı. Yani bugün Ak Parti iktidarını 28 Şubat sürecinden ayrı düşünebilir misiniz? Veya merhum Bülent Ecevit’in CHP genel sekreterliğinden 12 Mart dolayısıyla istifasından sonra aldığı önemli oyu inkâr edebilir miyiz? Ne zaman darbe yapıldı milletin sağduyusu inadına darbecileri cezalandırdı. Şimdi burada tabi DTP’nin kapatılması yanlış. Hem gerçekler hem de insan hakları açısından asla parti kapatılmaması gerekiyor. Hâlbuki DTP içinde demokratik mesajlar veren ılımlı Ahmet Türk’ü harcadılar. Anayasa Mahkemesinin baş at konumu, siyasetin ve demokrasinin üzerinde çekiç gibi durmasını red etmemiz gerekiyor. 11 adam toplanıyor kaderinle ilgili karar veriyor. Hatırlayın 367 rezaletini. Anayasa Mahkemesinden biri çıkıyor diyor ki siz birinci turu yapın müracaat edin biz ikinci tura yetiştiririz. Yaşasın hukuk. Böyle bir şey olmaz. Milleti istiskal eden, halkın iradesini hiçe sayan anlayışı red etmemiz gerek. Size bir şey anlatacağım 2004 yılıydı sanırım. Fransız Milli Eğitim Bakanlığı Fransız Danıştay’ına bir yazı yazar. Der ki okullarda başörtüsünü serbest bırakmak bizim Fransız değerleri, laiklik ve demokrasi açısından bir sorun teşkil eder mi. Fransız Danıştayı oybirliği ile karar verir. Fransız Danıştayı hayır der insanlar istedikleri gibi giyinebilirler. Basın ve siyaset ayağa kalkıyor. Diyorlar ki madem Danıştay toplumun değerlerini hiçe sayıyor biz de bu kanunu değiştiririz. Ve değiştiriyorlar. Yasa böyle geliyor Yasa siyasi bir yasak olarak geliyor. Orada Danıştay’ın konumuna bakın, Türkiye’deki Danıştay’ın konumuna bakın. Orada millet toplum Danıştay’ı bir tarafa ayırdı gel bakalım kardeşim bu tarafa dedi. Burada Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, YÖK gibi benzeri kurumlar halkla hiç alakası olmayan, seçkinlerin çocuklarının ancak seçilebildiği bazı kurumlar milletle gırgır geçiyorlar. Bizim toplum olarak esasen şunu talep etmemiz gerekiyor. Evrensel hukuk önümüzde. AİHM v.b. AB süreci zaten hızlanıyor. AB sürecini takip edelim, bunun taraftarı olalım. Anayasa Mahkemesi gibi bir kurumun varlığına tahammül etmeyelim. Bunları bir tarafa atalım ki biz bu dünyaya insan olarak geldik ve insan olduğumuzu ancak kendimizi ifade ettiğimiz zaman anlayacağız. Korkmadığımız zaman anlayacağız. Ben hiç kimsenin ilkeleri uğruna şu üç günlük ömrümü yaşamak istemiyorum. Ben düşünebilirim. Nasıl inanacağımı nasıl düşüneceğimi nasıl yaşayacağımı ben seçmeliyim. Onun için bu darbe anayasası zorla halka dayatılmış, içinde özgürlüğün kırıntısı olmayan, baştan yanlış ve topluma saygısızca yaklaşan bir anayasadır. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri olan bir metin anayasa metni değildir. Anayasa devlet denen tecavüz organını sınırlamak için ortaya atılmış batılı bir kavram. 1982 anayasası tecavüzcüyü serbest bırakıyor halkı tehdit olarak görüyor. Esas tartışma noktası burada. Biz anayasal bir devlet değiliz, anayasalı bir devletiz. Bu bir darbe anayasasıdır. Halka zorla dayatılmıştır. İki şart vardı hem Kenan Evren seçilecek, hem anayasa seçilecekti. Yoksa darbe devam diyordu. Halka tehditle dayatılmış bir anayasa. Anayasanın ruhunu ve kendisini reddediyorum.
3.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi): Toplantılarla ilgili iki talebim olacak. Bu toplantılar Pazar günü yapılabilir mi? İkincisi bu toplantılarda konuşulan genel ve yerel konular birbirinden bağımsız ve geniş konular. Bu konular tek konuya indirgenemez mi? Böylece konu daha yoğun konuşulur. Konumuza dönersek, demokrasinin olduğu yerlerde demokrasiye aykırı davranan partilerin kapatılacağından bahsedilir. Fakat ülkemizde kapatılan partilere baktığımızda tam tersi bir durumu görüyoruz. Demokrasiyi talep eden partiler kapatılmış. Demokrasi olsaydı kapatılan partiler yaşayabilirdi. Türkiye’de özgürlük ve insan hakları karşıtı eylemlerin odağı tarafından yönetiliyoruz. Türkiye’de insan hakları karşıtı bir odak var ve o odak Türkiye’yi yönetiyor ve demokrasiyi talep eden partileri kapatıyor. Bu odak, mağdurlarını birbiriyle çatıştırarak ayakta kalıyor. Alevileri Sünnilerle, Müslümanları Hıristiyanlarla Türkleri Kürtlerle korkutarak ayakta kalıyor. Mağdur olan partiler de statükoya kendilerini atmak için can atıyor. AKP gibi bir parti Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra doğdu. Başbakan hapis yattı mağdurken iktidar oldu. Bu parti gurubu olan bir parti olan DTP’ye yıllarca randevu vermedi, el sıkmadı. Mağdurken birden zalim konuma geldi. Bu statükoya yaranmadır. AKP Üzgün görünse de, bu şekilde davranmakla başbakanın DTP’nin kapatılması sürecine katkısı olduğunu düşünüyorum. Kürtleri temsil etme amacıyla Türkiye’deki Kürtleri temsil edeceğim diyor. Bu normaldir. Bulgaristan’da Türkleri savunan ve ismi Türk olan 4 parti var. Yarın Suriye’de Türklerin haklarını savunan bir parti kurulabilir. Bu normaldir. Bunu desteklemek lazım. Ancak Türkiye’de buna zıt bir durum var. Devlet hayır diyor sen Kürdünü temsil edemezsin. Statüko kendi Kürdünü yaratıyor. AKP’nin içinde yaratıyor. Çünkü AKP’nin kendisi böyle bir sürecin sonunda çıktı. RP kapatıldı statüko kendi türbanlısını yarattı. AKP türban sorununu çözmedi. Çözeceğim ve inanç özgürlüğü yaratacağım diye iktidara geldi. Cumhurbaşkanının eşi Türkiye’yi Mahkemeye verdi. Bakanların eşlerinin çoğu türbanlı ama türbanı çözemedi. Arabeskleştirdi. Kendileri gidip Amerika’da okuyorlar ama fakir bir kız çocuğu Türkiye’de okuyamıyor. Yarın Alevilerin temsilcileri, Kürtlerin temsilcileri, türbanlı kesimin temsilcileri bir araya gelirse, mağdur kesimlerin temsilcileri bir araya gelirse hepimiz rahatlayacağız. Ben bunun özlemi içindeyim.
4.) Doç. Dr. Yahya Kemal Avşar (MKÜ Öğretim Üyesi): Ben devlet burslusu olarak İngiltere’de okudum. İki gözlemimi anlatacağım. Bunlardan birincisi, İngiltere’de bir belgesel izlemiştim. Bir milletvekilinin hayatı ile ilgili idi. İngiltere’de milletvekilleri haftanın dört gününü mecliste, iki gününü de seçim bölgelerindeki bir büroda geçirmek zorundalar. Milletvekilini de mecbur tutmuşlar. Milletvekilini uçağa bindiriyorlar, havaalanında araba karşılıyor, ertesi sabah onu şehrin göbeğindeki seçim bürosunda oturtuyor iki gün boyunca. Dolayısıyla milletvekili 52 haftanın ellisi, her haftanın iki günü olmak üzere yüz gününü her yıl halkın içinde geçirmek zorunda. İzlediğim belgesel tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş bir milletvekiliydi. Yani sistemi işletmek için yürüme engelli milletvekilini ne kadar güçlükle olursa olsun götürüyorlardı. Herkes seçim bürosunda sabah gidiyor milletvekili ile konuşuyordu, mektubunu yazıyordu. Bizde herhalde milletvekili ile halk birbirinden çok kopuk ve bunu bir araya getiren bir getiren bir sistemde yok. Öyle olunca milletvekilleri ya halkın sesini duymak istemiyorlar, ya da halk kendini yeterince ifade edecek bir yol bulamıyor. Onun yerine herkes her gün yollara dökülüyor, otobüslere biniyor, meclis kapılarında sıcak çaylar içiyor. Şöyle bir tahmin yaptım da, her gün elli kişi Hatay’dan gitse her halde ayda sadece 100-150 bin TL buradaki insanların Hatay milletvekillerini görmek için harcadığı para ediyor. Hâlbuki milletvekillerini bindirseniz 200 TL uçak parası şurada da bir tane büro kiralasanız ayda bin lira. Binbeşyüz liraya milletvekilini getirmek var. Yüzlerce, binlerce insanla arada koruma polisi olmadan yüz yüze koymak var. Veya öbür taraftan binlerce insanın her hafta, her ay yollara gitmesi var. Tabi bu ulaşım ve otel sektörüyle ticareti canlandırıyor ama bu doğru değil. İkincisi; biz demokratik anayasa istiyoruz ama gerçekten demokratik vatandaş yetiştiriyor muyuz? İçinde bulunduğumuz topluluk 40 yaşın üzerinde. Herhalde biz 40 yaşın üzerinde mi demokratik bilince erişiyoruz da konuşma cesaretini elde ediyoruz. Ben İngiltere’de okurken aynı zamanda çalışıyor ve çocuk bakıyordum. İlkokul 2.-3. sınıfa giden bir kız çocuğuydu. Bir gün baktım mektup yazıyor. Bu nedir dedim. Dedi ki marketteki kasiyer bana kibar davranmadı, şikâyet mektubu yazıyorum. Üçüncü sınıfa giden çocuk kişisel haklarını savunmak için mektup yazma cesaretini ve bunu eyleme dökecek formasyonu kazanmış. Acaba bu formasyonu biz kaç yaşında kazanıyoruz ve nasıl kazanıyoruz. Zannedersem bu demokratik süreç içerisinde, bizim çok iyi demokratik vatandaşlar yetiştirmemiz lazım. Yani insanlara ilkokullarda, ortaokullarda Kürt. Türk, Sünni, Alevi ayırımının olmadığını. Bunların kardeş ve zenginlik olduğunu aşılamamız lazım. Bunu yapabilsek bir jenerasyon sonra bu sorun ortadan kalkacağı gibi, bu sistem kendini besleyen çatışmalardan kurtulacaktır. Sistem böyle işlerse belki bir elli yıl sonra sorun da daha demokratik bir anayasa olmaya doğru gidecektir. Bende bu iki hususta dikkatinizi çekmek istedim.
5.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı): Anayasa ve demokrasiye dair sorunlarımız ciddi bir şekilde anılara yayılmıştır. Ben, 80 Askeri darbesiyle birlikte 141. ve 142 maddelerinden yargılandım. 141. maddede varolan anayasayı zorla tağyir etme suçu vardı. 142. maddede ise Kürtçülük ve Bölücülük yapmak suçu vardı. Gölcük Askeri Donanma Komutanlığında yargılanırken hâkimler de askerdi. Yaşlıca bir subay vardı önce sohbet ettik, sonra dayak yedik. O da şundan. Varolan Anayasayı tağyir ve tebdil etmekten yargılanıyorsunuz dedi. Ben o rahatlıkla dedim ki hangi Anayasadan bahsediyorsunuz, varolan anayasadan mı? Dedim ki Anayasa yok, Askerler geldi götürdü. Ve o zaman güzel bir dayak yedim duruşmada. Tabi Kürtçülükten de hüküm giydim. O zamanda sen Kürt değilsin sana ne oluyor dendi. Çok şükür bunlar bu zaman aşıldı. Ben şöyle bir bağlantı kurmak istiyorum. Anayasa ile demokrasinin benzeşen yönleri ile ayrışan yönleri çok önemli. Bunu bir kere bilince çıkarmamız lazım. İkincisi bu ayrıştırma ve benzeştirme içinde biz niteliksel ve niceliksel boyutlarıyla bakmayı bilmeliyiz. Niceliksel olarak Anayasayı yapacak merciinin vatandaşlar olduğunu ayrıştırmamız lazım. Yani anayasayı sivil insanların yapması lazım oysa tarihe baktığımızda böyle bir geleneğimiz yok. Bu ciddi bir eksiklik ve bunu aşmamız lazım. Bunu aşarken korku ve endişelerimiz egemen olursa o zaman biz çağdaş bir demokrasinin çok ötesinde tartışmamız gerekecek. Buradan da niteliğe dönüştürmek istiyorum konuyu. Eğer bir anayasa demokrasiyi içselleştirmiyor, toplumun yaşamını kolaylaştırmıyorsa o anayasa kötü bir anayasadır. Bu açıdan örneğin 61 anayasası insan hak ve özgürlükleri ile ilgili, emeğin korunması ile ilgili bazı hakları getirdiğini uzun yıllar düşünmemize rağmen, 61 anayasasının askeri vesayeti bugünkü ikamesini nasıl kurumsallaştırdığını da mutlaka bilince çıkarmamız lazım. Şimdi bu anayasa toplumu temsil etmiyorsa ve biz demokrasiyi içselleştirerek bir bağlantı kuracaksak; yaşam daima demokrasinin biçimlerini, zenginliğini sürekli değiştiriyor. İki kutuplu dünyada demokrasinin parametreleri farklıydı, şimdi çok farklı. Toplumun bütün kesimlerini temsil ediyorsa ve bu kesimler kendilerini bu anayasanın bir ferdi olarak görüyorlarsa bu niteliksel olarak iyi, doğru bir anayasadır. Böyle bir bakış açısı içinde eğer Türklerimiz, Romanlarımız, Alevilerimiz, inançlılarımız, inançsızlarımız bütün kesimler bu anayasada kendilerini olumlu yönde hissetmiyorlarsa demek ki kötü bir anayasamız, kötü bir demokrasimiz var. Bu açıdan değerlendirdiğimizde ben anayasanın niteliksel olarak toplumun tüm kesimlerini temsil etmesi gerektiğini düşünüyorum. Niceliksel olarak bu anayasa mutlaka sivil ve halkın katılımıyla oluşturulmalıdır. Kazanımları yok saymak gerekir demiyorum. Ama sivil, vesayetten uzak ve demokrasiyi besleyecek güçlendirecek bir anayasa olmalıdır. 82 anayasası bundan çok uzak. Ama diğer anayasalarımız da buna çok yakın değildi. 61 anayasası belki bir kesiti temsil ediyordu. ama öbür kesiti yani askeri vesayeti, rejimi kollama koruma ve demin örnek verdiğim gibi varolan bir anayasayı kendisi değiştirebilecekken, onu değiştirenler sizi yargılayabiliyorsa ve sizin yaşantınızla ilgili karar verebiliyorsa, ciddi bir şekilde bugün ne kadar acil sivil bir inisiyatifin, sivil bir anayasanın tüm korkulardan uzak, tüm kesimlerin kendilerini rahatça ifade edebileceği bir anayasa ve demokrasi o kadar önem kazanıyor.
6.) Mustafa Karabulut (DOM-Der Başkanı): Ben siyasetle ilgilenmiyorum, benim tek derdim milletimin, ahalimin, kardeşlerimin insan sıfatı ile bakılacak bir şekle gelmeleri. Sizler bize sahip çıkarsanız biz de bu memlekette millet olarak kalmayı istiyoruz. Bizden bir açılım isteyeceksiniz. Bizim açılımımız şu. Dom milleti, Dom kabilesi dediğimiz zaman; Milattan üç bin yıl önce Orta Asya’da yaşamış bir kavimdir. Kökeni Hun Türklerine dayanır. Bu kavim, Orta Asya’dan geçiş yapıldıktan sonra dağılıyor. Kimisi Avrupa’ya gidiyor, kimi Yunana gidiyor, kimi Hinde gidiyor. Dağılıyor. Göçebe gözüyle bakılıyor. Asırlar boyu Türkiye’de yaşadığımız halde, bugüne kadar hiçbir devlet desteği almadık. Tabi bu bizi rahatsız ediyor. Bizim istediğimiz fazla bir şey değil, tek istediğimiz bize insan gözüyle bakılması. Devletten de destek istemiyoruz. Sadece bizim bu öğrencilerimize, şu anda elimizde elli lise mezunu öğrenci var. Bunlar için bir burs, dershane ödentisi gerekir. Bunları biz ne kadar üstlenebiliriz. Nereye kadar gücümüz yeter, nereye kadar dayanabiliriz. Mutlaka devlet desteği alabilmemiz gerekir. Biz dilenci değiliz. Sadaka istemiyoruz. Sadece hakkımız bir şey varsa onu almak istiyoruz. Tabii ki bunu eğitimle gidermeyi düşünüyoruz.
Yerel Konu- Kent İçi Trafik Düzenlemeleri:
1.) Prof. Dr. Nureddin Çolak (Hatay Üniversite Öğretim Elemanları Derneği Yöneticisi): Trafikte yapılan düzenleme ile benim hissettiğim, son bir ay içinde trafikte daha çok süre harcıyoruz. Geçen gün vilayette işim vardı. Vilayetten Köprübaşına gelmem gerekiyordu. Köprübaşına mesafe en çok 500 metre iken yapılan düzenleme ile kısa yoldan gidebileceğimiz yollar uzadı. Gideceğimiz yere dolanarak gidiyoruz. Trafikte daha çok süre kaybı yaşıyoruz. Trafikte daha çok süre zaman kaybına ve yığılmalara neden oluyor. Daha öncede ana caddeler tıkanıyordu. Şimdi çoğu yer tıkanmaya başladı. Sabah işe giderken çok düzgün gibi bir yol görünüyor. Ama çok daha uzun zaman harcıyorum. Daha önce kampüse gidiş sürem 20 dakika civarındayken şimdi yarım saatten aşağı gidemiyorum. Uygulamalardan bir tanesi de birçok yere trafik lambası konması. Belki haklı yere konuyor ama sözünü ettiğim yığılmalara sebep oluyor ve bunlarda bizim daha çok trafikte kalmamıza sebep oluyor. Ben konunun muhataplarının burada olmasını beklerdim. En azından belediye başkanı gelmiyorsa belediye başkanının temsilcisinin gelmesi gerekiyordu. Trafik Şube Amirliğinden birisinin gelmesi gerekiyordu. Konu trafikse ve bu hepimizi ilgilendiriyorsa onların da burada olmasını beklerdim. Burada konuşulacak sorunları uygulamaya nasıl koyabileceklerini düşünmelerini isterdim.
2.) Kenan Kantarcı (Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Yöneticisi): Trafik problemi hepimizin yaşadığı ortak bir sorun. Trafik düzenlemesinin hedefinde trafikte geçen zamanı biraz daha kısaltmak, verimli çalışma zamanımızı arttırmak bunlar hedeflenir. Bunu yapmak için belediyemiz Trafik Müdürlüğü ile oluşturulan heyetle yeni düzenleme yaptılar ve düzenleme için bir deneme süresi saptandı. Trafiğin nasıl akacağı, insanların hareket edeceği gözlemlenmek istendi. Fakat maalesef işin çelişkili yanı şu. Yeni bir düzenleme getirdiniz. Trafiğin akışını tespit edeceksiniz insanlar nasıl gittiler nereye doğru gittiler. Yeni düzenleme yaptığınız hemen hemen tüm yollarda tadilatlar yaptınız, kazılar yaptınız. Gündüz Caddesini tek yönlü hale getirdiniz. Gündüz caddesinde akan trafiği belirli bir noktada tek araca düşürdünüz. Böyle bir düzenlemenin ardından yapılan tadilat çalışmalarının hiçbir mantığı yok. Ya tadilatlarınızı önce yapacaksınız düzenlemenizi sonra yapacaksınız, ya da düzenlemenizi yaptıysanız da bekleyin sonucunu gören tadilatlarınızı ne zaman yapacaksanız ondan sonra yapıverin. Trafik düzenlemesinde tespit edilmesi gereken şu kentin muhtelif yerlerinden ve muhtelif saatlerde insanların çıkışına bakarsınız. Gitmek istediklere yere gidebilmek için harcadıkları zaman ve harcanan maddi kayıp. Bunların hepsinin göz önünde bulundurulması gerekir. Bu çalışmaların sonuca ulaşamamasının temelinde bu tespitlerin yapılmamış olması geliyor. Yapılan çalışmalarda yaşanılan çelişkilerin ardında doğal olarak bazı soru işaretleri doğuyor. Acaba yapılan düzenlemelerde ticari yaşamı başka bir yere kaydırmak mı var. Yani yapılan bu çalışmanın elle tutulur, ciddi hiçbir yanı yok. Evet, bir düzenlemeye ihtiyacımız var, ama bu düzenlemenin ardından birtakım yerleri kapatıp tıkıyorsanız, bu yapılan düzenlemeden bir sonuç tespit etmeniz mümkün olmayacak. Bizimde birtakım alışkanlıklarımız var tabi. Köprübaşında künefe yiyeceğiz oraya kadar aracımızla geliyoruz. Tabi bu alışkanlıkları bizim de terk etmemiz gerekiyor. Trafik tıkanıyorsa bizim de alışkanlıklarımızın payı var. En büyük kaygım bu düzenlemeye gelen tepkilerde bu işin içinde bir ticari hedef var mı, ticari bölgelerin belirli bir yere kaydırılması var mı gibi tepkiler vardı ve bu işin önünde bir mühendis olarak durdum. Böyle bir şey insanın sosyal yaşamında yer alamaz. Böyle bir zihniyeti uygulamaya koymaları imkânsız diye düşündüm. Ama gelen tepkilerden bir tanesi çok haklı ve ilginç örneğin Hürriyet Caddesi şu an trafiğe kapatılmış. Kapatabilirsiniz. Orasıyla ilgili bir proje üretildiği söyleniyor. Bu proje çıkınca inanıyorum ki oradaki esnafın kazancı çok daha fazla olacak. Peki, bu projeyi üretmeye başlayıncaya kadar neden o trafiği açık bırakmadınız? Neden o insanların çalışmasına engel oldunuz. Bırakın o projenizi üretip uygulayıncaya kadar trafik oradan aksın, insanlar alışverişlerini yapsınlar. Bunların hepsi bir soru işareti diye düşünüyorum. Bunları çok da iyi niyetli bir davranış olarak algılamadığımı da söyleme istiyorum.
3.) Semra Berrak; (İnsan Hakları Derneği Hatay Şube Başkanı): Trafikte benim için önemli olan can güvenliği. Gündüz caddesi üzerine 8 yıl oturdum. 8 yıl boyunca 7 kişi hayatını kaybetti. Çocuğum karşı taraftaki parka geçmek istediğinde korkuyordum. Gündüz caddesi çok kuralsız ve denetimsizdi. Antakya trafiği tam bir kaos. Yayaların trafik hakkı yok. Arabaların trafik hakkı düşünülerek yollar düzenleniyor. Ne bir yaya geçidi, ne trafik lambası, ne bir alt geçit var, ne bir üst geçit var. Yayalardan da kaynaklı sorunlar var. Mutlaka trafik kurallarının düzenlenmesi gerekiyor. Bu konuda birçok tartışma yaşandı. Birçok Sivil toplum Kuruluşu karşı çıktı. Burada ayrımcılık yapılıyor dendi. Ayrımcılığı da burada yaşayan etnik guruplar üzerinden yaptılar dendi. Ben bu yönünü bilmiyorum ancak şu bir gerçek şehir merkezinde trafiği rahatlatmanın en önemli yollarından biri taşımacılıktır. Taşımacılıkta da minibüsler hem büyük kentlerde hem de birçok kentte gördüğüm şu. Minibüsler şehir merkezine girmez. Bu Hatay’a özgü bir şey değil. Dendi ki minibüsleri kaldırarak belli bir kesimin ticari gelirini yok etmek istiyorlar. Buna ben böyle bakıyorum. Buraya raylı sistem kurulabilir. Sanıyorum mağdur olanları dinlemek gerekir, uygulamadan mağdur olanlar varmış. Bu caddede aracın tek yönlü olması önemli ve güvenliydi. Birde kentlerde trafiğe kapalı alan olması gerekli diye düşünüyorum.
4.) Dürsaliye Şahan; (Aalen Kültür Derneği):Ben iki çocuklu bir anneyim. Büyüdükleri için artık çocuk arabası kullanmıyorum. Türkiye’nin genelinde benim gördüğüm bir şey var. Herhalde bunları erkekler yaptığı için bu böyle. Özellikle toplu taşımada kadınlar, anneler hiç düşünülmüyor. Avrupa’da otobüsler çok rahat çocuk arabalarını bebek inmeden geçirebiliyorsunuz. Öyle dizayn edilmiş. Bunlar çok basit olduğu halde yeni otobüslere de bakıyorum kesinlikle düşünülmüyor bunlar. Anne istemese bile çocuk çıkmak gezmek istiyor. Kaldırımlara bakıyorsunuz bozuk. Birincisi anneler düşünülmüyor. İkincisi Hatay yanlış bilmiyorsam engellisi en çok olan iller arasında ve engelliler de düşünülmüyor. Ayaklarımız var tamam yürüyoruz. Ama tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar var nerde gezdirecek. Burada araç kullanmaya korkuyorum. Trafikte insanlar çok sinirli. Biz de istemesini bilmiyoruz diye düşünüyorum. Örneğin kaza geçiren caddeden ayrı ayrı 30 kişi gerekli mercilere mektup yazsaydı onun bir çaresi olurdu. Demin demokrasiden anayasadan bahsettik. Biz başkaldırmıyoruz. Bir sürü insan görüyorum. Kadının üç çocuğu var. Otobüse, minibüse almıyorlar. Ama kadın bilmiyor ya da gereksiz görüyor. Gidip nereye şikâyet edeceğini bilmiyor. Ben bunları gidip şikâyet edeyim benim çocuklarım varsa ben toplu taşımacılığa binmeyecek miyim demiyor. Adamın öyle bir hakkı olduğunu düşünüyor benim üç tane çocuğum var otobüs şoförü isterse beni almaz çünkü benim üç çocuğum var ve benim iki tane arabam var diyor.
5.) Mevlüd Oruç (Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yöneticisi): Ben bir öneri sunacağım. Antakya yerleşim olarak dar, araç sayısı fazla. Bir trafik düzenlemesi gerekiyor. Bütün kentlerde yapılıyor. Bu doğrudur. Trafik düzenlemesi yapıldı ve tartışmalar başladı. Bu kadar tartışılan bir trafik düzenlemesinde mağdurları dinlemek lazım. Mağdurlar ne diyor. Gerçekten sorun var mı? Daha iyisi yapılabilir mi? Ben yaptım oldu mantığı yanlıştır. Aydınlatmak lazım, halkı bilgilendirmek lazım, önceden ön hazırlığın yapılması lazım. Modern, çağdaş bir kentte bunun yapılması lazım. Bu eksik, bu yapılmadı. Şimdi ben alevi internet sitelerinde dolaşırken bir tepki okudum Antakya’nın trafik düzenlemesiyle ilgili. Aleviler mağdur ediliyor şeklinde bir tepki. Ben Antakya’da yaşamıyorum iş için gidip geliyorum. Fakat bu kadar tepki karşısında konunun araştırılması lazım. Türkiye’de böyle ayrımcılık yapılır mı, yapılır, kamuflaj edilir mi edilir. Ben trafik düzenlemesinde ayrımcılık yapılıyor demiyorum. Çünkü ben hissetmedim. Ama hissedenler var ve büyük bir tepki var. Şimdi bu konuda ne yapmak lazım. Bir heyet oluşturmak lazım. Bu tepkileri inceleyecek bir heyet. Ama bu heyet uygulamayı yapanlardan olmamalı. Bu uygulamayı yapanlar var ve mağdurlar var. Bağımsız olmalı. Kent planlamacılarından olur, uzmanlardan olur. Şoförler Odasından olur. Buralardan kişiler saptanarak üniversiteden olur, belediyeden olur ve bu heyet neyi araştıracak? Mağdurları dinleyecek. Gerçekten trafik düzenlemesiyle bir kesim için ırkçılık, ayrımcılık yapılıyor mu? Antakya bir yerlere mi yönlendiriliyor? Bir yerlere yönlendirilmesi gerekiyor mu? Gerekebilir. Yeni Antakya, yeni Adana, yeni Mersin yapılıyor. Yeni Antakya yapılması lazım mı? Lazımsa nerde yapmak lazım. Yani bütün bunları araştıracak ve açıkça konuşacak, açıkça tartışacak, gizli kapaklı konuşmayacak. Gizli kapaklı oldu mu araya çok şey giriyor. İrin giriyor, önyargı giriyor, kin giriyor. Haa, bu Alevileri mağdur ediyorlar, dışlıyorlar. Her zaman da dışladılar. Hep küçümsüyorlar, göç ettirmeye çalışıyorlar falan filan. Yani bu kapalı kaldıkça çözülmüyor. Spekülasyon artıyor. Bundan dolayı açık konuşmak lazım böyle bir şey var mı yok mu Kim diyor bunları, kim diyorsa onu dinlemek lazım Şoför esnafı mı diyor. Şoför esnafını dinleyeceksin. Gerekirse Alevi şıhını dinleyeceksin, trafik düzenlemesi için mi evet, Aleviler mağdur ediliyor mu edilmiyor mu dinle. Sana oy vermiş veya bu memlekette yaşıyor dinle. Şimdiye kadar bütün kentlerde trafik düzenlemesi olur. Trafiğe kapalı alanlar da olması gerekir. Antakya’da niye trafiğe kapalı alan yok. Yapıldı ve ben sevindim ama sonra baktım tepkiler var. Şimdi bütün bu tepkileri göz ardı ederek yola devam yanlıştır. Keşke basın gitmeseydi bu yankı bulurdu. Mağdurların dile getirdiklerini araştıracak bağımsız bir heyet kurulması lazım. Eğer bu konu televizyonlara ve Internet sitelerine kadar dindarlarımız mağdur ediliyor diye gitmişse bu önemlidir. Bu benim iddiam değil ama iddia edenler varsa bunun üzerinde durmak lazım. Birileri bu uygulamayı iyi niyetli yapmışsa başka yerlere varıyor olabilir. Veya gerçekten iyidir ama halk aydınlatılmadığı için yanlış anlamalara yol açıyor olabilir. Antakya barış ve hoşgörü kentiyse daha farklı bir yönetim anlayışı sergilenmesi lazım. Ben trafik düzenlemesinde bunu görmedim. Trafik düzenlemesi modern kentler için şarttır ama bu kaygıların dinlenmesi, araştırılması lazım.
6.) Şefik Zan (Doktor): Konu tabi teknik bir konu bir boyutuyla. Ama ben vatandaş olarak bu düzenlemeden önce ben ayda arabamla şehir dışında 600-700 km yol yapardım. Şimdi düzenlemeden sonra şehir içinde 300-350 km mesafe yapıyorum. 600-650 km yol yaparken harcadığım zaman şimdikinden çok daha azdı, iki katı mesafe gidiyordum. Şimdi yarısı kadar km yapıyorum ama şimdiki harcadığım zaman o zamankinden çok daha fazla. Şimdi harcadığım benzin o zaman harcadığım benzine eşit. Bu, trafik düzenlemesinin bir vatandaşı olarak bana yansıması. İkincisi, bu teknik bir konu ama siz zaten siyasi amaçlarla şehirde suni 80 tane belediye yaratarak katletmişsiniz şehri. Şehrin trafiğini de bozmuşsunuz. Siyasi seçimlerde belirli bir gurubun, belli bir elitin ellerinde yerel yönetim kalsın kaygısıyla çevresinde şehrin içine girmiş yerlerde bile belediye yaratmış. Her belediyenin ayrı bir imar planlaması yapmak durumunda olduğu bilinir. Özünde trafik sorununu çözme niyetinde olan bir vilayet tüm çevre belediye ve merkez belediyesi ile birlikte entegre edilecek bir trafik çalışması yapmak durumundadır. Bunu yapmadan yol almaları mümkün değil. Türkiye’nin hiçbir vilayetinde valilik, merkez belediyesi ana giriş caddesi giriş yok çıkış var. Peki, çıkış varken trafiği mi rahatlattık. Hayır. Giriş-çıkış varken rahat gidip geliyorduk. Şimdi tek çıkış olduğu halde sağlı sollu park haline getirmişiz. O zaman kaygımız şudur ki il trafik kurulunda alınan bu kararların şehirdeki trafiği, kısmen belki merkezde hafiflemiş görünebilir, ama belirli bir kesime, belirli bir alana rant sağlamayı amaçlayan, insanların trafikteki sıkışıklığından dertlendikleri doğru, ama böyle bir sorun var mı var diyorlar bunu çözeceğiz adı altında daha başka amaçlar içeren planlar ortaya çıkıyor. Bakıyoruz parkmetreler çalışacak. Yani vatandaşların yol, yürüme hakkı kullandıkları alanı, inşaat yapılırken belediye bir pay alır, o alanda otoparklar, parklar yapacağına, kamunun ortak malları olan yolları satıp parselleyip trafiğimiz çok iyiydi ya, şimdi bu caddeleri park haline getirip rant kapısı haline getirmek durumundadır ki buna şiddetle itiraz etmek lazım. Caddeler tüm yurttaşların trafik güvenliği içinde yürüyüp kullanacağı alanlardır. Bu alanlar yerel siyasilerin kendilerine destek çıkmış olan insanlara ileride finansman, rant kapısı olmamalıdır. Parkmetre adı altında biz gelir elde ediyoruz. Hayır öyle şey olmaz. O caddede benim, sizin çocuğunuzun rahat yürüme hakkı vardır. Aracımızla rahat trafik yapma hakkımız vardır orası park yeri değildir. Yerel yönetim bu ilin park sorununu çözmek istiyorsa imar sırasında aldığı harçları amacına uygun olarak kullanıp otoparkları kamulaştırma ile açmalı ve düzenlemelidir. Onun için il trafik komisyonunun aldığı kararlara bir vatandaş olarak maalesef çok iyi niyetli olarak değerlendiremiyorum. Keşke yanılıyor olsaydım. Keşke il trafik komisyonunun aldığı kararlar bizim günlük yaşantımızı rahatlatan ve burada oturan bütün yurttaşlara eşit ve adil yansıyan kararlar olabilseydi.
7.) Mustafa Köse (SHP İl Başkanı): Benim anlatacağım birkaç sorun var. Trafik sadece muharrik araçların trafiği ile ilgili değil. Buna yayaların da eklenmesi lazım. Dikkat ederseniz Hatay’da hiçbir alt geçit, üst geçit yok. Sanırım doğal görüntüyü engelliyor diye üniversite, müzece müsaade edilmediği konuşulmuş. Ama şu çok önemli, biz yaya geçitlerinde trafik akışını kontrol edemezsek, araçlarında trafik akışını kontrol etmekte kuşkularımız artar. Antakya merkezde hiçbir geçit yok. Bu da trafiği çok etkiliyor. Bir şey daha çok önemli şehrin kentleşme sorunları ile ilgili Türkiye’nin en fazla nüfus alan ve vermeyen illerin başında birkaç illerden birisi Hatay’dır. %2,5-3 arasında nüfus almakta ve dışarı nüfus vermemektedir. Buna bağlı olarak nüfus alınan yerdeki ulaşımın parametreleri de değişiyor. Toplu taşımacılık, ulaşımın kolaylığı bağlamında mutlaka çözülmesi gereken şeyler olmalı. Benim çalışmam ve önergelerim oldu. Bu şehrin büyümesi ile ilgili benim de zamanında Şükrü Güçlü zamanında bir önerge mecliste görüşülürken CHP’nin Şükrü Bey’in ve onun yakın arkadaşlarının oylarıyla red edildi. Yani artık iç içe girmiş, yonca olmuş, nerde başladığını nerde bittiğini bilmediğimiz belediyelerin şehir planına eklenmesiyle ilgili, düzenli bir plan olması ile ilgili o dönemde CHP’li başkan kendi üyelerinin, kendi partisinin önergesine hayır diyerek iki oyla red edildi. Bu da çok önemli. İkincisi trafik akışıyla ilgili geçmişte de siyasi hatalar vardı. Mesela Ulu camiden cenazelerin kaldırılması ile ilgili çok müdahaleler olmasına rağmen sol iktidarlarda buna çare bulunmadı mesela geçen dönemde Armutlu çıkışıyla ilgili senelerdir yapılan önermeler vardır ama esnaf istemiyor diye bu bir türlü yapılmadı. Şunu anlatmak istedim. Yani bir tarafta çarpık kentleşme bir tarafta siyasi çıkarlar, bir tarafta mevzuatla ilgili sorunlar var. Acaba bu sorunları yayalardan başlayarak kentleşmeye kadar bir paket halinde ciddiye alıp ve belki bu toplantının sonuç raporunun bir örneğinin belediyeye iletilmesinde fayda olduğunu düşünüyorum.
8.) Lümeys Dede (Eğitimci): Ben sürücüyüm ama Antakya’da korkuyorum. Araç sayısı çok fazla. Kültür Merkezi önünde bölünmüş iki yönlü yolun iki yönünü de tek yönlü yaptılar. Karşıya geçerken 2-3 defa ölümle yüz yüze geldik. Sürücülerin umurunda değiliz. Keşke yöneticiler burada olsalardı da onlar not alsaydılar. Antakya parkında yürüyüş yaparken otolara rastlıyoruz. Bu otoların çoğu polis otosu. Yani egzoz saçarak dolaşıyor. Keşke biz orada egzoz kokusu koklamadan spor yapabilseydik. Bu toplantıda tutanaklara geçmesini istiyorum. Yollarda simsiyah egzoz saçan kurumları denetleyecek bir kurum vardır herhalde. Yani git egzozunu yap neden bu kadar kötü duman saçıyorsun diyebilecek kurumlar olmalı. Bu trafiğin bir sorunudur. Bir de yapılan konutlar. Çok konut yapıyoruz ama çocukların oynayabileceği bir alan bırakmıyoruz. Bu da trafiği, çocukları, anneyi ilgilendirdiği için tutanaklara geçsin ve ilgililere iletilsin istiyorum.
Öneriler:
Mevlüd Oruç; KMM toplantılarında konuşulan konuların Pazar gününe alınması ve KMM toplantılarında konuşulan konuların bir konuya indirilmesi.
Mevlüd Oruç; Antakya Kent içi trafik düzenlemesi ile Alevilere karşı ayrımcılık yapıldığına yönelik yakınmaları araştıracak uygulayıcı ve mağdurlardan bağımsız bir heyet kurularak iddiaların araştırılması.
Ortak sonuç: –
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
36 Sivil Toplum Kuruluşuna E-mail ve SMS ile ulaşıldı. Bazı katılımcılarla ayrıca görüşülerek çağrı yapıldı.
b. Milletvekilleri ile
Faks ve e-mail ve SMS ile milletvekillerinin tamamına ulaşıldı. Hatay’ın 10 milletvekillerinden hiç biri toplantıya katılmadı ve mazeret bildirmedi.
c. Katılımcılarla
E-Mail ile katılımcılardan konu istenmesine başka kimseye karşın sadece iki katılımcı konu önerisinde bulundu.
Ayrıca toplantı gün ve saatlerinde; milletvekilleri gibi kendilerinin de mazeret bildirmemeleri ve o güne başka bir iş koymamaları, mazeretleri halinde yerlerine temsilci göndermeleri istendi.
d. Medya ile
E-mail adresi bulunan 40 ulusal ve yerel basın temsilcisine elektronik posta gönderildi. Ayrıca bunlardan cep telefonu bulunan 14 ulusal ve yerel basın temsilcisine SMS ile davetiye ve toplantı duyurusu gönderildi. 5 yerel basın temsilcisi toplantıyı izledi. Sanırım basın da kendini milletvekillerinin gelmemesine endeksledi. Toplantıda konuşulan konular ne kadar güncel olursa olsun, milletvekillerinin gelmemesi basının da ilgisizliğine sebep oluyor.
Sonuçlar: Toplantılarda belirli bir düzen oluştu ve 10-15 arasında kurum katılımı bir düzen içinde sürdürüyorlar. Katılmayan kurumlar tüm ısrarlı çağrılara karşın işine gelirse geliyorlar. Eski köye yeni adet gelmesi milletvekillerinin katılımı olmadıkça değişmiyor gibi bir görüntü var. Milletvekilleri olmasa da biz sözümüzü tutalım ve toplanmaya devam edelim diyenlerin sayısı en fazla 15 kurumla sınırlı.
Katılımcıların genel merkezlerine yapılacak ziyaretlerle yerel katılımcıların toplantılara katılımı için girişimde bulunulmalı.
Değerlendirenler:
Ekrem Dönmez- Hatay KMM Hamalı