Yer : Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Bölge Odası
Tarih : 06.03.2010
Katılımcılar:
a. Dernek, Vakıf ve Girişimler:
1. İnsan Hakları Derneği ( Osman Künteş-Şube Başkanı)
2. MAZLUMDER (Murat Çiçek – Şube Başkanı)
3. ÖZGÜR-DER ( Ramazan Çelikal-Şube Başkanı)
4. Çevre Gönüllüleri Derneği ( Hasan Argunaga-Şube Başkanı)
5. Kurdi-Der ( A.Mecit Adlığ-Sayman)
6. Türkiye Emekliler Derneği (Remzi Çekmen – Yönetici)
7. Doğayı Koruma Derneği ( Hüseyin Güzel- Şube Başkanı)
8. Hasankeyfi Yaşatma Girişimi ( Recep Kavuş – Yönetim Kurulu Üyesi)
9. Kent Konseyi ( Ömer Faruk Akyüz – Genel Sekreter)
10. Batman Turizm Derneği ( M. Emin Bulut – Dernek Başkanı)
11. Batman Üniversitesi ( Yrd. Doç. Dr. Zeki Argunhan – Makine Mühendisliği Bölüm Başkanı)
b. Meslek Odaları
1. Mimarlar Odası ( Abdulkahar Onur – Yönetim Kurulu Üyesi)
2. Makine Mühendisleri Odası ( İsmail Odabaşı – Oda Başkanı)
3. Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası ( M. Şah Ayaz – Oda Başkanı)
4. Eczacılar Odası ( M. Emin Beyaz – Oda Başkanı)
c. Sendikalar
1. MEMUR-SEN ( Cahit Çekmen- İl Başkanı)
2. Özgür Eğitim-Sen ( Mustafa Sevinçer -İl Temsilcisi)
3. Ulaştırma Memur-Sen ( Davut Ertuğrul – İl Temsilcisi)
4. Sağlık Emekçileri Sendikası ( Deniz Topkan – İl Başkanı)
d. Kanaat önderi bireyler
Katılan Milletvekilleri:
1. M. Emin Ekmen ( Ak Parti)
Belediye Başkanları:
1. Hamza Ayış (Batman Belediye Başkan Yardımcısı)
Mesaj Yollayanlar:
1. Ahmet İnal ( AK Parti)
2. Ayla Akat Ata (BDP)
Moderatör:
Sedat Yurtdaş (Avukat – Eski Milletvekili)
Gözlemciler:
1. Ziver Özdemir (Ak Parti İl Başkanı)
Diğer Katılımcılar:
Çeşitli sivil kuruluşlardan ve halktan toplam 15 -20 civarında izleyici/gözlemci katıldı.
Medya:
1. Cihan Haber Ajansı ve Yerel Basın
Konular:
1. Genel konu: Ordu ve Yargının Politik Yaşamımızdaki Yeri Nedir, Ne Olmalıdır?
2. Yerel konu: Ilısu Barajı ve üzerindeki tartışmalar.
Konuşulanlar:
Yerel Konu: Ilısu Barajı Ve Üzerindeki Tartışmalar
Yerel konunun konuşulmasına geçilmeden önce Hasankeyfi Yaşatma Girişimi’nin hazırlamış olduğu 7 dakikalık bir sunum katılımcılara izletildi.
Recep Kavuş (Hasankeyfi Yaşatma Girişimi) : Biz mevcut projenin tamamen durdurulmasını ve iptal edilmesini istiyoruz. Bizce sakat ve sakıncalı bir projedir. Hem doğaya, hem de bölgesel ekonomiye büyük tahribatlar verecek. Barajın bent uzunluğu 1515 metreden 495 metreye indirilirse Hasankeyf kurtarılabilir. Bu durumda enerji düşebilir ama bölgede alternatif enerji kaynakları fazlasıyla mevcuttur. Hasankeyf yapısı itibarıyla taşınmaya elverişli değildir. Taşındığı takdirde özelliğini kaybedecektir. Ayrıca hukuki olarak da bu yapılamaz. Çünkü birinci derecede sit alanıdır. Bununla ilgili kanun maddeleri de oldukça açıktır. Ayrıca uluslar arası hukuka göre de bu uygulanmaması gereken bir projedir. Ayrıca biz başbakandan daha önce Hasankeyf’i kurtaracağı ile ilgili verdiği sözü tutmasını istiyoruz.
Mehmet Emin Bulut ( Turizm ve Tanıtım Deneği) :Bu demokrat parti döneminde hazırlanan bir projedir. Bu barajla kültürel ve doğal tahribatlar had safhaya çıkıyor. Hidro Elektrik Santralleri artık dünyada kullanılmaz durumdadır. Vekillerimize düşen bu konuda konuşarak, bunun zararlarını dile getirmek ve bununla ilgili ortak bir oluşum meydana getirmektir. Hasankeyf Kapadokya’dan daha geniş bir alana yayılmaktadır. Buranın turizm gelirleriyle Ilısu’nun kazancını ikiye katlayabiliriz.
İsmail Odabaşı (Makine Mühendisleri Odası) :STK’ların duyarlılığı şimdiye kadar iki konsorsyumu dağıtmayı başardı. Destek veren bankaları protesto etmemiz gerektiğine inanıyorum. Kademeli barajla bu sorunu halledebiliriz. Devlet politikası bu bölgeden sadece götürmeyi düşünüyor, buraya verilen bir şey yok. Ilısu Barajı sadece enerji amaçlıdır. Bölgenin enerjiye ihtiyacı yoktur. Barajların ömrü 50-60 yıldır.Batman barajı 17 yıldır enerji üretiyor, ama sulama kanalları halen bitirilemedi. Eğer devlet bir şeyler yapmak istiyorsa ve parası varsa Ilısu’dan önce bu halka ekonomik katkısı olabilecek Batman Barajı sulama kanallarının bitirilmesi gerekir.
Nihat Ekinci (İHD) :Bir coğrafyanın kültürü bilinçli olarak sular altında bırakılmaya çalışılıyor. Enerji ihtiyacı anlaşılabilir bir durum ama bu şekilde haledilmeye çalışılmamalıdır.
Cahit Çekmen (Memur-Sen): Kültürün bilinçli olarak yok edilmeye çalışıldığı konusunda Nihat Bey’e katılmıyorum. Enerji önemli bir sorundur. Bu konuda kültürel mirasa sahip çıkmamız, siyasileri doğru yönlendirmemiz gerekiyor. Yasal mevzuatların oluşturulmasıyla atom santralleri oluşturulmalıdır.
M. Emin Beyaz ( Eczacılar Odası): Hasankeyf’i kurtarma adına yapılan girişimlere bizde destek veriyoruz. Bu gibi olaylarla ilgilenen insanlara terörist demek doğru değildir. Barajın güvenlik nedeniyle yapıldığı şeklindeki açıklamalara gelince: Güvenlikten kasıt nedir? Başka ülkelere karşı mı; yoksa içerdeki geçiş noktaları için mi? Bu sadece bugünün değil elli yılın kamburudur. Bu konuda daha net açıklamalar yapılmalı. Bunun getirisi nedir? Avrupa ülkelerinin birçoğunda rüzgâr enerjisinden faydalanılıyor. Bizde de bu kadar alternatif var iken neden bunda bu kadar ısrar ediliyor anlamış değilim.
İpek Taşlı (Hasankeyfi Yaşatma Girişimi): Bu projeyle sadece Hasankeyf değil Dicle Vadisi de tahrip ediliyor. Eğer amaç güvenlik ise devlet bu kadar aciz mi? Şayet ekonomik ise neden başka alternatifler düşünülmüyor?
Hasan Argunaga (Çevre Gönüllüleri Derneği): Hasankeyf’i savunmamızın tek nedeni, tarihine, kültürüne, doğasına ve tarihsel mirasına sahip çıkma isteğidir. Barajlar birkaç amaç için yapılır. Bu projeye baktığımızda bu bir sulama barajı değildir, taşkın su için de değildir. 1954 yılında yapılmış bir projenin güvenlik amaçlı olma ihtimali de yoktur. Bence bu olay sadece toprak ağalarına hizmet ediyor. Çıkar ilişkisi var. Çevre ve Orman Bakanlığı ormana bu kadar önem vermezken, bu konuda neden bu kadar ısrarcı anlamak zor.
Osman Künteş (İHD) : Ben olayın insani boyutuna değinmek istiyorum. On binlerce yıllık bir kültürü yok etmek, yüzlerce yerleşim yerini boşaltmak çok önemli bir problemdir. Boşaltılan köylerdeki insanların durumları ne olacak? Bu insanlar şehirlerin varoşlarına gelerek içine girecekleri durum hiç de insanı bir durum değil. Ayrıca doğal ortam bozulacak. Bence bu siyasi bir karardır. Hem Irak’a karşı bir koz, hem de iç güvenlik nedeniyle yapıldığını düşünüyorum. İktidarın bir an önce bundan vazgeçmesini diliyorum.
Hamza Ayış ( Batman Belediyesi ) : Bu bir devlet projesidir. Sadece iktidara ait değildir. İçinde bulunduğumuz süreçte ise kararlı bir şekilde hızlandırılmıştır. Ben inanıyorum ki Hasankeyf ve Zeugma Kürt coğrafyasında olmasalardı başlarına bunlar gelmezdi. Bunun bir kültürü, tarihi yok etme olduğuna inanıyorum. Bunun ekonomik ve tarihsel bir getirisi yoktur. Başka yerlere sahip çıkıldığı kadar buralara da sahip çıkılmalıdır. Hasankeyf sadece Kürtlerin değildir ki; insanlığa mal olmuştur. Şayet burası turizme açılırsa, getirisi çok daha fazla olacaktır. Başbakan burada başka, Ankara’da başka konuşuyor.
Mehmet Emin Ekmen(Milletvekili) : Şu ana kadar yapılan yorumlarda katıldıklarım olduğu gibi, katılmadıklarım da var. Bazı hususların Ankara'da nasıl algılandığını gözlem ve bilgilerimle anlatmaya çalışacağım. Arkadaşlarımızın projeye itirazları baraja tamamen karşı olmak veya Hasankeyf’in kurtarılması şartı ile projeye destek olmak üzere iki şekilde. Bu karşıtlığın da bir kaç argümanı var; bu argümanlardan birincisi bu projenin esasta bir güvenlik barajı olduğu, ikincisi sınır asan suları denetim altına alma isteği içerdiği, üçüncüsü bitki örtüsünden insanların yerinden edinilmesine kadar projenin insanı ve coğrafi yıkım getireceği son olarak ta; bu projenin kültürel soykırım amaçlı olduğu şeklindedir. Bilgi ve görgüm dâhilinde bu argümanları değerlendireceğim; Bu projenin 1954’te ortaya çıkması ve bu güne kadar devam ediyor olması bunun bir devlet projesi olduğunu gösteriyor. 54’te bu projeyi yapanlar güvenlik düşüncesi ile mi? Zannetmiyorum, o tarihte böyle bir sorun yok çünkü. Sınır aşan suların kontrol altında tutulması fikri önemli bir saik olabilir ancak bunda da amaç suyun bir silah olarak kullanımı değil Türkiye'nin bu sudan yeterince faydalanma arzusudur. Bu projeyi bir asimilasyon projesi olarak eleştirmek ise bugün için karşılığı olmayan bir tezdir. Bu projeyi yapanların niyetini bilemeyiz. Bu konuda niyet okuyuculuğuna soyunamayız. Ancak bugün Türkiye’nin dört
bir yanında barajlar var o zaman her tarafta asimilasyon mu uygulanıyor denilecek. Hükümetimizin çok kültürlülüğü zenginlik kabul eden politikalarının karşısında bu eleştiri partimize karşı bir insafsızlıktır. Yaşanan tartışmaların sadece bu bölgeye ait olmadığı da bir gerçektir. Hatırlarsanız benzer tartışmalar, Karadeniz Sahil Yolu’nun ve Karadeniz'de bazı barajların yapımı esnasında da olmuştu. Hem de Karadeniz Sayın Başbakan’ın memleketi olduğu halde… Projede bu kadar ısrarlı davranılması ve 50 yıllık bir proje olması, baraj için bir devlet politikasıdır denebilir. Arkadaşlar Türkiye'yi yönetenlerin hem coğrafya ve kültüre sahip çıkma hem de enerji ihtiyacına cevap verme
sorumluluğu vardır. Bu ikisi arasında da zaman zaman açmazlar olabilir. Dengeyi yakalamak her zaman mümkün olmayabilir. Neden bu kadar ısrar edildiği konusuna gelince: GAP 30 yıllık bir projedir. Son iki yılda büyük bir hız kazandı. Bazı hizmetler verilirken bazı yerlerin ve kişilerin insan hakları açısından mağdur olmaları söz konu olabiliyor. Bu her alanda yaşanan bir durumdur. Örneğin kamulaştırma teorik anlamda bir insan hakkı ihlalidir. Ancak bazen bir okul veya sağlık hizmeti götürebilmek için kamulaştırma yapmak kaçınılmaz olabilir. Aynı şey belediye hizmetlerini verirken de söz konusu olabilir. Ayrıca hükümetimizin alternatif enerji kaynaklarını devreye koyma noktasında aldığı yol inkâr edilemez. Türkiye’nin enerji ihtiyacı artıyor. Düşünün burada bi üç saatlik bir elektrik kesintisi olsa ilk önce biz buradakiler hemen söylenmeye başlarız. Keşke bu ihtiyacı Hasankeyf’i koruyarak yapabilseydik. Bence bu kadar ısrarın nedeni, artan enerji ihtiyacı ve sınır aşan suları kontrol altına alma isteğidir. Başbakanımız 2002’de ve geçen yıl Diyarbakır’da Hasankeyf’i kurtaracağız dedi. Kurtarmaktan kastı taşımaktır. Başka bir anlamda söylememiştir. Ama taşınınca Hasankeyf’in aynı Hasankeyf olmayacağı da kesindir. Başbakanımızın taşımayı kurtarma olarak görmesinde bilim adamlarının raporlarının da önemli etkisi var. Şimdiki rektörümüz ve kazı kurulu
başkanının da "hiçbir şey yapılmasa bile orada 50 yıl sonra Hasankeyf diye bir şey kalmayacaktır." seklinde beyanatları var. Şunu da belirtmek istiyorum. Gözlemlerime göre konsorsyumun çekilmesine rağmen kararlılık devam ediyor.
Genel Konu: Ordu ve Yargının Politik Hayatımızdaki Yeri Nedir, Ne Olmalıdır?
M. Şah Ayaz ( SMMMO) : Şu an içinde bulunduğumuz sistem yapısı gereği kendisinden adalet beklenmeyecek yapıdadır. Bunun değişmesinde en büyük katkıyı AB süreci yapacaktır kanısındayım.
Ahmet Sevim (MAZLUMDER) : Askeri vesayetin olduğu kesindir. Baktığımız zaman ilk yedi cumhurbaşkanı asker kökenli. Turgut Özal’dan sonra sivil unsurların devreye girmesi var olan yapıya problemler oluşturmaya başlamıştır. Yargının bir sisteme oturtulması gerekiyor. Yargı birkaç iyi insanın eline bırakılacak kadar basit olmamalıdır. Yargı tuz görevi görmektedir. Bu nedenle tuz kokmamalıdır. Şu anda yargıda siyasal bir bakış açısı oluşmuştur.
Murat Çiçek(MAZLUMDER) : Askeri vesayet, yargının siyasallaşması ve değişime direnen bürokratik devlet yapısı bu ülkenin insan hakları ve demokrasi sorunlarını hep birlikte tetikleyen unsurlardır. Bu kurumlar her ne kadar ayrı birer unsur ve sorun olarak gözükse de bunlar bütünüyle bir zümreyi teşkil ediyor. Yani ülkede bir zümre(oligarşi) yönetimi var. Bu ülkede ordu ana özne konumundadır. Kendini ülkenin sahibi olarak görüyor. Bu nedenle statükoyu korumak için ne gerekiyorsa bu güne kadar onu yaptı. Cumhuriyet tarihinin üçte ikisinin istisnai rejimlerle (darbe, sıkıyönetim, olağanüstü hal vb.)geçirilmesinin sebebi de budur. Yargı da buna paralel bir şekilde uyum gösteriyor. İstiklal mahkemeleri, sıkıyönetim mahkemeleri, DGM ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri hep bu istisnai rejimlere paralel bir ahenk göstermiştir. Şuanda yapılan tartışmalar yargı reformu için yeterli değildir. Yargının tarafsızlığı, yargıç güvencesi, adliyelerin fiziksel koşulları, personel yetersizliği, mevzuat ve zihniyet değişimi gibi bütün bu unsurlar birlikte ve topyekûn ele alınmazsa girişeceğiniz adımların adı yargı reformu olmaz. Olsa olsa ihtiyaca göre “reform” olur. Yargı reformu çok daha geniş bir şekilde ele alınmalıdır. Yargı şu anda kendi asıl işlevinin dışına çıkmıştır. Vatandaşın elinden tutup adalete ulaştırma işlevinden çok, devleti koruyup kollama görevi görmektedir. Bize düşen, bütün bu yapıları teşhir edecek girişimlerde daha aktif olarak yer almak ve parlamenter sistemi bütüncül bir reform girişimine sevk etmektir.
Hasan Argunaga ( Çevre Gönüllüleri Derneği) : Ordu ve yargı bir sistem sorunudur. Ordunun üst tabakası kendini hep toplumun üstünde görmüştür. Halkın değerlerine karşı bir yabancılaştırılma oluşturulmaya çalışıldı. Yüksek yargı siyasallaşmış durumda. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne aykırı kararlar alan, adaleti gözetmeyen bir yargı sistemimiz var. Bu da adalete güven duygusunu zedeliyor. Şu an buna karşı bir çalışma var ama toplumda buna karşı bir birliktelik yok. Siyasilerde ise oy kaybı korkusuyla iyi adımlar atılamıyor.
Mustafa Sevinçer (Özgür Eğitim-Sen) : Bütün mesele sivilleşme sorunudur. Askerden sivil olmasını bekleyemeyiz. Ama biz ne kadar siviliz, sivil anlayışa sahibiz? Örneğin Eğitim-Sen Sendikasına üye bir arkadaşın yaşadığı bir hukuki süreç var idi. Bu süreç sonunda berat etti. Ama gelin görün ki hukuki olarak aklanan bu insan sivillerin kafasında aklanamadı ve sürgün edildi. Bütün mesele rütbesiz ve üniformasız askerler ne olacak? Herkese adalet anlayışı yerleşmediği müddetçe bir yere varamayız. Şu anda atılmaya çalışılan bazı adımlar var. Bence iktidar bunu çok da istediği için değil buna mecbur kaldığı için yapmaya çalışıyor. İktidar olmanın vermiş olduğu zorunlu bir muhataplıktan kaynaklanıyor. Birçok olayda çok samimi değiliz. Ferhat Sarıkaya’ya yeterince sahip çıkmadık, konjektürel bir sivilliğimiz var. Eğer bizde ise karşı duruyoruz, değilse durmuyoruz.
M. Emin Beyaz (Eczacılar Odası) : Derin devlet oluşumu İttihat ve Terakki döneminde oluşmaya başlıyor. Bunlar ülkeyi direkt değil, perde arkasından yönetmişlerdir. Derin devlet ayrıca ABD destekli ve CIA merkezlidir. Yaşanan sürece bizler ne kadar katkı sunabiliyoruz? Olay sadece birkaç oy hesabı olmaktan çıkmıştır. Ülke, bölge değişiyor. Macun tüpten çıkmıştır artık. Hükümet yanlışlarıyla da olsa bir adım atmıştır. Sıradan bir asker bile tutuklanamazken, şimdi yaşananlar ortada… Bu durumda bize düşen motive edici olmaktır. Olumlu adımlar atacak kişilere herkesin katkı sunması gerektiğini düşünüyorum. Ak Parti şu anda bir sınav veriyor. Bu bir demokrasi sorunudur ama temelinde bir zihniyet sorunudur. Yasaların modern, uygulayıcılarının çağdışı olmasındansa; çağdışı yasalarla modern uygulayıcıları tercih ederim.
Ömer Faruk Akyüz (Kent Konseyi) : Yasal dayanakları içeren adımların atılmaması önemli bir eksikliktir. Asker tutuklanmaları önemli elbette ama yargılama süreçleri? Ayrıca bu süreçte Kürt coğrafyasında yaşanalar hiç işlenmedi, üstüne gidilmedi. Şu anda 90’ların değişik bir sürecini yaşıyoruz. Parti kapatmalar devam ediyor, çocuk tutuklanmaları had safhada, cezaevleri tıka basa dolu… Bence değişen sadece yöntem oldu.
Cahit Çekmen (Memur-Sen) : Birlik beraberlik sorunu var. Buna neden olan şeylerden birisi de anayasa sorunudur. Bunu değiştirmek de çok kolay görülmemektedir. Sivil toplum örgütlerinin çok bir biçimde bir vicdan muhasebesi yapması gerekmektedir. Bütün STK ların anayasa konusunda birlikte olmaları gerekiyor. Bunun bir parti politikası olarak görülmemesi gerekiyor. Yargı reformunun yapılması gerekiyor.
Faysal Yaman (İzleyici) : Cumhuriyet Devletinin kurulmasından beri halk iki sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar, Din ve Dil sorunudur. İttihat ve terakkinin savunduğu Din ve Dil düşmanlığı hayata geçirildi. Ülkenin yüzde doksan dokuzu düşman görüldü. Kimi dini inanç ve fikirleri nedeniyle, kimi de dili ve ırkı nedeniyle düşman kabul edildi. Dinsiz, imansız, tek dilden ve ırktan oluşan bir millet meydana getirilmeye çalışıldı. İslami değerler ayaklar altına alındı, Müslümanlar yok sayıldı. Din ve Vicdan hürriyeti kendi ürettikleri bir din anlayışına göre uygulanmaya başlandı. Bu nedenle en büyük zulmü Müslümanlar çekti. Daha da büyüğünü Kürt Müslümanlar çekti. Çünkü onlar hem Kürt oldukları için zulüm görüyor, hem de Müslüman oldukları için zulme uğruyorlardı. Birlikte, beraberce, mutlu ve huzurlu olarak yaşamalarının yolu Din ve Vicdan hürriyeti sağlanarak her kişi ve kesimin kendi dini, dili ve örfü ile yaşamasını sağlayacak hukuk düzenlenmesinin yapılmasıdır. Dil ve dinlerin düşmanı olmaksızın her insanın kendi dinini ve dilini özgürce yaşayabileceği sistemini oluşturulması ve ayakta tutulması tek çözüm şeklidir. Halkların huzurlu, mutlu, rahat ve kardeşçe yaşamalarının yolu Din ve Dil düşmanlığı yapılmaksızın başta Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin ve he türlü dinin özgürce yaşanabileceği, horlanmadan, hırlanmadan, hakaret ve baskı altında kalmadan hayatını sürdürebileceği ortamın oluşturulması için gerekli hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Bu nedenle de yargı reformu şarttır.
A. Mecit Adlığ (Kurdi-Der) : Sürekli asker deyip duruyoruz. Acaba asker olmayan mı var? Kürt sorunu olmasaydı şimdi burada konuşuyor olamazdık. Asker PKK yı bitirebilseydi şimdi burada bunları konuşamazdık. Tarafsız kalmamalıyız. Şu anki durum 90’lardan daha iyi değildir.
Hamza Ayış (Batman Belediyesi) : Sistemi kuranlar sistemin devamı için bütün yolları denediler. Demokraside esas olan toplumdan yönetime doğru olmasıdır. Ama Türkiye’de demokrasi üstten alta doğru işliyor. Demokrasinin en önemli sigortası sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil örgütlenmelerdir. Ak Parti’nin nasıl kırmızı çizgileri var ise BDP’nin de kırmızı çizgileri vardır. Bunlar seçim barajı, hazine yardımı ve TMK’nın kaldırılmasıdır. AKP kurnaz bir siyaset izliyor. Hep mazlum rolüne bürünüyor.
M. Emin Ekmen (Milletvekili) : Bu toplumda herkes ötekileştirildi. Osmanlıdan sonra tek tip toplum yaratma anlayışı oluştu. Bu anlayışla; sadece Kürtler değil Türkler de, sadece gayrimüslimler değil dindarlar da mağdur oldu. Mustafa İslamoğlu’nun dediği gibi sadece 29 tane Kürt isyanı olmamıştır. 1920-1930 arasında çok sayıda Türk isyanı da olmuştur. Sistem herkese haksızlık yapmıştır. Gelinen noktada bu proje iflas etmiştir. Devlet demokratikleşmek zorundadır. Darbelerle Türkiye’ye biçilen elbiseler hiç bir zaman uymadı şimdi ise bu büyüme hızına hiç uymuyor. Herkes kendine demokrat eleştirisine katılıyorum. Biz toplumsal olarak demokrasiyi sonradan öğrendik bir anlamda sonradan olma demokratız ve bu da ilişkilerimize doğal olarak yansıyor. Sıkıntılar doğuruyor. Demokrasi bir din değildir ve daha iyisi bulunana kadar en iyi yönetim biçimi olarak görüyorum. Ancak
ülkücüsünden solcusuna Ermeni’sinden dindarına her kesime yapılan haksızlıkların tek faydası belki samimi ve dürüst bir şekilde "herkese demokrasi ve hemen şimdi" düşüncesi yaygınlaştı diyebiliriz.
61 anayasasının özgürlükçü bir anayasa olduğu savı bir gözbağcılığıdır. 61 anayasası bürokratik oligarşinin değişik kurumlarla milli iradeyi kuşatma altına aldığı bir anayasadır. Ve bu vasıfları ile 82 anayasasını da etkilemiştir. Bu gün yargı veya ordu vesayeti dediğimizde anlaşılan aslında bu bürokratik kuşatmadır. Demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesi son karar alıcıların bu kararları nedeni ile halka hesap verebilmesinin sağlanması ile mümkündür. Bu hesap verilebilirlilik bürokratik
mekanizmalar dışında seçimle sağlanabilir. Aldıkları kararlar ile Türkiye'nin geleceğini etkileyenlerin bu kararlarını halkın ve hukukun denetimine açmaları gerekir. Hukuk derken de bağımsız ve tarafsız bir hukuk düzenini kastediyorum yoksa 61 tasfiyesinin ürünü olup yumurta tavuk ikilemi ile birbirini seçip duran mekanizmaları değil. Geriye dönüp baktığımızda; birçok partinin, Pınar Selek, İsmail Beşikçi, Tayyip Erdoğan, gibi çok farklı kesimlerden insanın yargı mağduru olduğunu görüyoruz.
Bizde yargı, hak ve özgürlükleri genişletici değil daraltıcı kararlar almıştır ve bu kararlar ceza ve adalet sınırlarını zorlayan kararlardır. 367 kararı ve Anayasanın 10 ve 42 . Maddelerinin
değişikliğini öngören düzenlemelerin iptali yargının yaratıcılıkta sınır tanımadığını gösterdi. Yargının statüko adına direnen son kale gibi sunulması bile trajedimizi anlatmaya yeter. Yargı düzeni bireyi devlete ve birbirine karsı korumamış tam aksine ideolojik bir bicimde devleti bireylerden korumaya
çalışmıştır. Bu noktada yargı reformu kaçınılmazdır. Yargının daraltıcı yorumlarına en güzel örnek suca itilen TMK mağduru çocuklardır. Söylemek gerekir ki çocukları sahaya sürmek çocuk istismarıdır, ancak bu cezaları vermek de ne adaletle ne de insafla bağdaşır. Çocuklar üzerinden hesaplaşma kabul edilemez. Herkes elini çocukların üstünden çekmelidir. Burada partimize karşı bazı eleştiriler yapıldı Eleştiri yaparken iyi niyetli olmak ve insafı korumak lazım. Yapılan iyi şeyleri
görmek, bunlar iyi ama şu konuda eksikler var demek gerekir. Teşvik edici olmak gerekir. Demokratikleşmede aldığımız mesafe belli. Bu günkü bir çok uygulamayı hayal bile edemezsin. Ak Parti statükoya direnmeseydi, ayak uydursaydı, durumu şimdikinden daha mı zor olurdu acaba? Partimiz pragmatist davranmayarak zor olanı seçti. Partimize yapılan bir eleştiri de popülist davrandığı yönündedir. Ak Parti bazı değişiklikler yaparken toplumun birçok dinamiğini göz önüne almak zorundadır. Partimiz önce meclisten en az 330 oy sonrada referandumdan en az %51 oy alacak ve içerik olarak en makul paketi getirme sorumluluğundadır. Bir paketin herhangi bir aşamada reddinin
maliyeti Birçok demokratik kazanımı riske edebilir. Türkiye'nin ve demokrasi mücadelesinin geleceği adına bu hesaplar yapılmak zorundadır. Bu oy hesabı yapmak değil arabayı bir kez daha duvara
çarpmamaktır. Unutmayın ki Sabih Kanadoğlu gibi bir hukuk dehası (!) ve mahkemeler şimdiden kılıf dikmeye başlamıştır. Marifet gemiyi limana sağ salim ulaştırmaktır. Bu da Ak partinin sorumluluğundadır. Eğer paket herkesi tatmin etmezse bu bizim ideal değişiklikleri istemediğimiz değil mümkün olanı yapabildiğimiz şeklinde anlaşılmalıdır.
Öneriler:
Cuma Gülcü tarafından 1 Mayıs toplantısının 8 Mayıs’a alınması önerildi. Öneri kabul gördü.
Ortak sonuç:
Değerlendirme:
İletişim:
a. Sivil toplum ile
65 tane sivil toplum kuruluşuna e-mail, telefon ve davetiye yolu ile duyuru yapıldı.
b. Milletvekilleri ile
Telefon, faks ve mail ile her dört milletvekiline de ulaştık.
c. Katılımcılarla
E-mail ile tüm katılımcılardan konu istedik, 3 kişiden yanıt geldi, bu 3 önerdikleri konulardan biri seçildi.
d. Medya ile
20 tane ulusal basın temsilcileri ve yerel basın mensupları davet edildi. birçoğu geldi. Medya ile daha sıkı ilişkiler içinde olmanın daha verimli olacağı sonucuna varıldı.
Sonuçlar:
Aynı gün Batman’da birçok etkinlik olmasına rağmen katılım iyi sayılırdı.
Değerlendirenler:
Cuma GÜLCÜ ( İl Girişimcisi)